Kayıt Ol

Erdal

Çevrimdışı Ragnarok

  • *
  • 7
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Erdal
« : 28 Ekim 2014, 16:11:52 »
Bölüm 1 – Öfke Kontrolü

1935 - Ankara

  Erdal görevini düşünerek köşk kapısındaki camdan yansımasına baktı. Kısa ve çok düzenli kesilmiş saçları yana doğru taranmış, şakaklarında ağarmaya başlamıştı. Gözaltlarında kırışıklıklar artmış, taranmış bıyıkları kenarlardan biraz fazlaca uzamış ve sürekli oynadığından yukarı doğru kıvrılmıştı. Yüzündeki düz hatlar hala gençliğindeki gibiydi, hafif çekik gözleri köşkün pahalı avizelerinin yaydığı ışık altında parlıyordu. Uzunca boyu ve boynu vardı, bir askerin genelde sahip olduğu geniş omuzlara ve kaslı kollara sahipti. Emekli olduğundan beri hafifçe büyüyen ayva göbeğini de paltosu saklıyor, fit görünüşünü bozmuyordu. Korumaların biri kapıyı açınca yansımasının yerini gri şehrin gecesi aldı.

  Köşkün taş basamaklarını inerken yağmur yeni yeni atıştırmaya başlamıştı. Ankara ayazı yağmura eşlik ediyordu ancak kalın kaşe paltosu onu sıcak tutmaya yetecek gibi görünüyordu. Merdivenlerin son basamağında ellerini kalın paltonun ceplerine soktu ve köşkün demir kapısına doğru yürümeye başladı. Aslında tipik Ankara ayazına alışıktı. Çocukken kışları semt pazarında az limon satmamıştı. Babası nadiren eve gelirdi, geldiğinde de annesinin elindeki parayı alır giderdi. Bu durumda en büyük kardeş olarak eve para getirmek onun göreviydi. Halden bir çuval limon alır, ufacık boyuyla çuvalı pazara taşır, yeni yetme sesiyle çığırarak limonları satardı. O zamana göre iyi de para getirirdi aslında limonlar. Evin ihtiyaçları, kardeşlerinin üstü başı, belki haftada bir kez de bir sarmalık macun...

  Kapıdaki korumaların demir parmaklıkları çekmesini beklerken paltonun yakalarını kulaklarına doğru kaldırdı. Yağmur hızlanacak gibi görünüyordu. Botları sağlamdı, paltosu da bayağı koruyordu onu ama pantolonu biraz ince gibiydi. Sabah erken yola çıkacaktı. Neyse, en kötü sobada kuruturdu, hem zaten tek pantolonu da bu değildi. İki kumaş, bir kaşe, bir de yün pantolonu vardı. Kaşeyi almam diye düşündü. Gerçi gideceği yerin iklimini de bilmiyordu. Çok sıcak diye duymuştu ama geceleri üşür müydü ki?

  Korumalara başıyla selam verip sokağın karşısına hızlı adımlarla geçti. Eve kadar koşsa aslında rahat ederdi ama bu yaştan sonra da koşmak biraz zor oluyordu. Kırk beş yaşına gelmişti, üç ay sonra kırk altısına basacaktı. Ne ara bu kadar yaşlanmıştı? Küçük oğlu Fatih sanki dün doğmuştu. Büyüğü Fuat'ında bir haftası var ya da yoktu. Kurtuluş Savaşı'na geçen ay katılmış gibi hissediyordu. Zaman ne kadar çabuk geçiyordu.

  Sokağın aşağısına doğru yürürken köşkte gördüğü manzara aklına geldi. Bu kadar yakışıklı bir cumhurbaşkanı var mıydı tarihte? Gümüşi sarı saçları ağarıyor, yüzündeki kırışıklıklar artıyor olmasına rağmen karizmasından ödün vermiyordu yaşlı adam. Onun verdiği görevi yapmakta artık boynunun borcuydu Erdal'ın. Bu kadar büyük bir adamın yüzünü kara çıkarmaktansa Karşıyaka'ya gömülmeyi tercih ederdi.

  Görevi gereği ilk durağı Brezilya'ydı. Daha önce evinden bu kadar uzağa gitmemişti, yurtdışına bile hiç çıkmamıştı, ilk olacaktı bu. İleri düzeyde İngilizcesi vardı, şöyle böyle Brezilya lisanını da kapardı, iletişimde çok sorun yaşamazdı, yaşam koşullarına da pekala uyum sağlardı. İki aslan parçası oğlunu ve memleketini özlerdi sadece. Sayılı gün diye düşündü, çabuk geçer. Selametle gider selametle gelirim.

  Ana caddeye geldiğinde elindeki gazeteyi başına siper etmiş koşan bir çocuğun kendisine doğru geldiğini gördü. Yağmurdan korunmak için atkısını yüzüne sarmış, pantolonunun paçalarını ufak botlarına sıkıştırmıştı. Koşarken etrafa sıçrattığı suyun da farkında olmamalıydı ki Erdal'ın hali hazırda ince olan pantolonunu su içinde bıraktı. Erdal çocuğun arkasından bir okkalı küfür patlattı.

  "Ulan çocuk, seni bir yakalarsam...!"

  Tek eliyle dizlerindeki suları çırptıktan sonra çocuğa içinden küfürler ederek yoluna devam etti. Neden her şeye karşı bu kadar sinirliydi ki? Alt tarafı bir avuç suydu, eve de çok yoktu zaten. En kötü sobada kuruturum diye de düşünmüştü daha evvel. Zatürre olacakta değildi hani. Yaşlandıkça aksileşiyor muydu? Oldum olası sert bir mizacı vardı ama bu kadar ufak şeylere de aşırı tepki vermesi onu ve karşısındakileri yoruyordu. Kimeydi bu sinir? Adaletsiz hayata mı? Acımasız insanlara mı? Ya da kabullenemediği muhtemel doğru cevap olan kendisine mi kızıyordu?

  Zihnini boşaltmaya çalışarak adımlarını sıklaştırdı, görevine odaklansa ve evine bir an önce ulaşsa iyi olurdu. Yolun karşısına geçti ve dört yol ağzından sağa döndü. Bulvar üzerindeki dükkanların çoğu kapanmış, çorbacıların kuvvetsiz ışıkları tek tük yanıyor, evlerin pencere ve kapıları sıkıca kapalı, ışıkları sönüktü. Anlaşılan Ankara yavaştan gözlerini yummaya başlamıştı. Ayten daha uyumamıştır diye düşündü Erdal. "Aklında kim bilir kaç tilki dolanıyor şimdi...?" Fatih doğduğundan beri iyice uzaklaşmıştı Erdal'dan zaten. Gelince yine başlar dırdıra. Bir gün de kocasına iyi davransaydı ölür müydü şu kadın?

  Görücü usülü evlenmişlerdi, ilk başlarda rayında giden evlilikleri zamanla bozulmaya başlamış, iki eş birbirinden uzaklaşmıştı. Evlilikleri biraz aceleye gelmiş, hatta belki biraz da istemeye istemeye olmuştu. Ama ikisi içinde zaman geçiyordu, Erdal iki kez evlenip boşanmıştı, Ayten ise muhtemelen evde kalmış sayılırdı. İlk zamanlar durumları iyi değildi, birlikte zor zamanlar geçirmişlerdi, bu durum onları yakınlaştırması gerekirken birbirlerinden daha uzaklaştırdı. Sonra çocuklar doğdu. Onların bakımları ve masrafları ikisini de çok yormuş olmalı ki aralarındaki gerilen bağlar tamamen koptu. Zaman zaman boşanma raddesine de gelirlerdi ancak ikisinin de yüreği oğullarının düşecekleri duruma el vermezdi. Zaten boşanacak olsalar bir daha kimseyle evlenemezlerdi, dul olmak ikisinin de düşüncesine göre zor bir durumdu. Ama Ayten'in dırdırı dayanılmazdı, hele ki son zamanlar. Neyse, belki Ayten bu görevden gelecek parayı iyi bulurdu da Erdal dırdırdan yırtardı.

  Erdal evinin olduğu sokağa döndüğünde yağmur azalmıştı. Paltosunun yakalarını indirdi, adımları da seyrekleşti. Pantolonu düşündüğünden az ıslanmıştı, o çocuk olmasaydı belki kurutma gereği dahi duymayacaktı, sabaha kadar zaten kendiliğinden kururdu. Elini pantolonunun cebine atarak anahtarları kavradı. Bahçe kapısının uzun anahtarını işaret ve başparmağıyla tutarak hazırda bekletti. Derici Hasan dükkanı kapatalı belki iki saat olmuştu. Dükkanın önündeki karton kutular, ipler ve çuvallar bir köşeye yığılmış, kötü bir görüntü oluşturuyordu. Dükkanın tabelasının üzerindeki kalitesiz, kırmızı yağlı boya ile yazılmış Derici Hasan yazısının n harfi silinmeye yüz tutmuş, doğru ışıkta bakılsa büyük ihtimalle okunmazdı. Erdal'ın sinirleri tekrar oynadı. Şu Hasan bu mahalleye hiç yakışmıyordu. Erdal Hasan'ı Brezilya'ya götürse orada bırakıp gelseydi ya?

  Bahçe kapısının kilidini açtı, kapıyı ses çıkarmamaya dikkat ederek itti ve içeri adım attı. Aynı dikkatle kapıyı kapatıp kilitledi ve taş yürüme yolundan eve doğru yol aldı. Bahçe taşları ıslanmış, aralarındaki toprak hafifçe çamurlanmış, birazı taşlara bulaşmıştı ve iz yapmıştı. Taşların üzerindeki çamura dikkatli bakınca o izlerin ayak izleri olduğunu fark etti. Bu saatte binaya kim gelmişti ki? Hem de yoldan gelmemişti belli ki, bahçe çitinden atlamış, ayaklarını çamura bulamıştı. İzleri yağmur daha silmemişti, muhtemelen giren kişi yeni gelmişti hatta belki de binanın içindeydi. Bir an üst komşuları Ramiz amcaları düşündü. Oğlu felan mı gelmişti Antep'ten? Niye bu saatte gelsin ki? Hem yoldan gelirdi, çamur etmezdi ayaklarını. Anlaşılan binadakinin kim olduğunu öğrenmeden Erdal'a bu gece uyku yoktu.

  Hızlı adımlarla bina kapısına yürüdü, anahtar yardımıyla kilidi çözdü ve içeri girdi. Işıklar sönüktü, çamurlu ayak izleri basamaklardan devam ediyordu. Işıkları açmadan basamakları çıkmaya başladı. İkinci kata geldiğinde üst kattan birkaç ayak sesi işitti. Aklına Ramiz amcaların karşısındaki dairede oturan Nuriye hanımlar geldi. Babalarının evine, Polatlı'ya gitmişlerdi. Daireleri de nereden baksan bir aydır boştu. Onlar da gece vakti bahçeden gelmezler diye düşündü. Üçüncü kata adım attığında Nuriye hanımların kapısının önünde şapkalı bir adam dikiliyordu. Kirli sakalının çene kısımları ağarmış, dudaklarındaki uzun sigara sönmeye yüz tutmuş, şapkasından ve omuzlarından damla damla sular akıyor, kısık kısık ve hızlıca nefes almasına bakılırsa koşmuşa benziyordu.

  "Kime baktın efendi? Karanlıkta ne bekliyorsun?" diye sordu Erdal.

  "Ben akrabalarıma geldim de, evde yoklar, gideyim," dedi yabancı. Çatallı bir sesi vardı, sanki fısıldar gibi konuşuyordu, ya sesi kısıktı ya da çok sigara içmekten ses telleri çatlamıştı. Bir an panikler gibi elini merdivenin demirlerine koydu.

  "Akraban kim senin? Hele şu ışığı bir aç bakayım."

  "Sen tanımazsın ağabey, evde yoklar zaten."

  Erdal düğmeye uzandı, bastığı an şapkalı adam bir hamle yaparak merdivene fırladı. Erdal adamın kötü niyetli olduğunu tahmin etmişti, zaten kötü niyetli birini görünce anlardı, orduda bu özelliği ile bilinirdi. Adam daha basamaklara adım atamadan Erdal davrandı ve adamı ensesinden tuttuğu gibi duvara yapıştırdı. Adam kafası sertçe duvara tosladı. Alnından çıkan tok ses attığı kısık çığlığına karıştı ve bina içinde yankılandı.

  Erdal kartal gibi adamı tutmuştu, zaten adamdan kalıplıcaydı ve askeri eğitimi vardı. Adamı basamakların birine zorla oturttu, öfkeyle "Ne işin var burada? Niye kaçmaya çalışıyorsun?" diye adamı sorgulamaya başladı.

  "Ağabey ben akrabama gelmiştim, seni görünce korktum, kaçmaya çalıştım," dedi adam. Kısık sesi titremeye başlamıştı.

  Erdal "Benden niye korkuyorsun lan it?" diyerek adamın ensesine bir tane patlattı.

  Adam ellerini refleks olarak yüzüne kaldırdı. "Aah... Ağabey karanlıkta görünce korktum ya, bırak gideyim ben."

  "Akraban kim senin?"

  "Ağabey tanımazsın sen."

  "Ulan söyle, kim senin akraban?"

  Adam bir şey diyemedi, korkudan sinmişti, zaten kısık sesi iyice duyulmaz olmuştu. Erdal adamın ensesinden çekerek ayağa kaldırdı ve kuvvetli kollarıyla adamı merdivenlerden aşağı doğru itti. Adam taş basamaklardan yuvarlanmaya başladı. Düşerken kısık sesiyle küfürler ediyor, tıslıyor, binada yankılanan hafif acı nidaları atıyordu. Erdal parmaklarını sıkıca kapatmış, dişlerini birbirine kenetlemişti. Kimse karışmasa adamı oracıkta öldürecekti besbelli. Adam ara kata düşünce zorla kalkıp aşağı koşmaya başladı. Erdal'da arkasından fırladı. En alt kata indiğinde adamın bahçe çitinden atladığını gördü. Ellerini dizlerine koydu, hem koştuğundan hem de sinirinden nefes nefeseydi. Bina kapısını açarak tekrar Ankara ayazına çıktı. İçinden küfürler ederek derince bir nefes alıp verdi. Yağmur yeni dinmişe benziyordu, Erdal'ın içindeki öfke ise hiç dinmeyecek gibiydi.
***

Çevrimdışı Ragnarok

  • *
  • 7
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Erdal
« Yanıtla #1 : 28 Ekim 2014, 16:12:05 »
Rezerve

Çevrimdışı Ragnarok

  • *
  • 7
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Erdal
« Yanıtla #2 : 28 Ekim 2014, 16:12:12 »
Rezerve

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Erdal
« Yanıtla #3 : 28 Ekim 2014, 16:21:21 »
Merak uyandırıcı bir giriş olmuş, devamını okumadan hikaye için yorum yapmak doğru değil. Tasvirleriniz gayet güzel, Karakter tahlili de oldukça iyi, devamını bekliyorum.

Şu rezerve olayını yapmasaydın keşke. Yeni bölümler geldikçe ilk mesajı editleyebilirsin.

Çevrimdışı Ragnarok

  • *
  • 7
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Erdal
« Yanıtla #4 : 28 Ekim 2014, 16:24:24 »
Merak uyandırıcı bir giriş olmuş, devamını okumadan hikaye için yorum yapmak doğru değil. Tasvirleriniz gayet güzel, Karakter tahlili de oldukça iyi, devamını bekliyorum.

Şu rezerve olayını yapmasaydın keşke. Yeni bölümler geldikçe ilk mesajı editleyebilirsin.

Yorumunuz için teşekkürler.

Çevrimdışı Stormholder

  • *
  • 46
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Erdal
« Yanıtla #5 : 29 Ekim 2014, 23:55:36 »
duhan'a katılıyorum. Tasvirler ve karakter tahlili oldukça başarılı. Ekstra bir yorum yapamadım kusra bakmayın sadece beğendiğimi belirtmek istedim :) Hikayenizin devamını bekliyorum.

Çevrimdışı Evis

  • **
  • 307
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Erdal
« Yanıtla #6 : 30 Ekim 2014, 01:16:07 »
Elinize sağlık, güzel bir giriş olmuş. Öylesine okumaya başlamama rağmen sonuna kadar tuttunuz beni. Aklımdaki soruların cevaplanması için devamını bekliyorum.

Sadece bir şey gözüme çarptı; ''Tahsin "Benden niye korkuyorsun lan it?" diyerek adamın ensesine bir tane patlattı.''yazmışsın. Erdal ismi birden Tahsin'e dönüştü. Hikayeyle ilgili mi yoksa gözden kaçmış bir detay mı?

Çevrimdışı Ragnarok

  • *
  • 7
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Erdal
« Yanıtla #7 : 30 Ekim 2014, 15:59:38 »
Elinize sağlık, güzel bir giriş olmuş. Öylesine okumaya başlamama rağmen sonuna kadar tuttunuz beni. Aklımdaki soruların cevaplanması için devamını bekliyorum.

Sadece bir şey gözüme çarptı; ''Tahsin "Benden niye korkuyorsun lan it?" diyerek adamın ensesine bir tane patlattı.''yazmışsın. Erdal ismi birden Tahsin'e dönüştü. Hikayeyle ilgili mi yoksa gözden kaçmış bir detay mı?

Ah ya bak onu unutmuşum, karakter ismini değiştirip koymuştum. Neyse yorumlarınız için teşekkürler.

duhan'a katılıyorum. Tasvirler ve karakter tahlili oldukça başarılı. Ekstra bir yorum yapamadım kusra bakmayın sadece beğendiğimi belirtmek istedim :) Hikayenizin devamını bekliyorum.
Yorumunuz için teşekkürler.

Çevrimdışı ZextaR

  • *
  • 19
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Erdal
« Yanıtla #8 : 31 Ekim 2014, 17:30:13 »
merhaba,

ilgi çekici bir başlangıç olmuş. sanırım tarihsel bir kurgu olacak; tabii hayal gücünüz bizi nereye götürür bilinmez :)

naçizane bir iki ufak eleştirim ise:

*uzmanı olmadığım için sadece fikir olarak: bence 1800ler sonu Ankara'sını biraz araştırın. yani gerçekten limon satılan pazarları var mıydı? savaş, yokluk, çöken bir imparatorluk neler yaşatmıştır? vs.
*Atatürk'e yaptığınız gönderme çok güzeldi. buraya biraz daha idealizm eklenebilir gibi. malum yeni kurulan bir cumhuriyetin askeri Erdal.
*adam kelimesi çok fazla ve bazı yerlerde lüzumsuz tekrar ediyor, okumayı zorlaştırıyor.
*madem tarihi bir kurgu bence okuyucuya bu biraz daha iyi aksettirilebilir.mesela kurtuluş savaşı yerine istiklal harbi demek gibi.

eh var bir iki bi'şeyler daha ama bekleyelim bakalım; güzel olur tarihi hikayeler :)

sevgiler,
zeki
Koku alma duyumu geliştirmenin yararları fikri, insanlığımdan vazgeçip av köpeği olma kararını vermeme yetmezdi. - Golan Trevize