Kayıt Ol

Göçebe

Çevrimdışı azizhayri

  • ***
  • 581
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Göçebe
« : 28 Mart 2012, 18:06:21 »
GÖÇEBE

   Bir yandan ayaklarımın dibinde uzaklaşan yaşlı gezegene bakıyor diğer yandan da milyonlarca yıldan beridir varlığını sürdürmeyi başaran türümün yaşadığı bu açmazlardan nasıl kurtulacağını düşünüyordum. İnsanoğlunun ilerlediği dönemler vardı, atılımlar içinde geçen dönemlerdir bunlar. Rönesanslar, reformlar, aydınlanma çağları gibi.  Birde ilerlemenin yavaşladığı hatta gerilemenin olduğu karanlık çağlarda yaşanmıştı zaman zaman. Yaşadığım dünya birkaç yüzyıldır süren gelişmenin durduğu dünya haline geliyordu.

   O kadar çok çoğalmıştık ki şimdi gözüme küçük kirli bir mavi bilye gibi gözüken yuvasında birbirini ezen birbirini yiyen böceklere benziyorduk. Bir karınca yuvasındaki paylaşım ve işbirliği aramızda yoktu. Büyük bir bölümü gününü kurtarmaya çalışıyor, küçük çıkarları için bir biriyle savaşmaktan ve kan dökmekten çekinmiyordu. Ufak bir azınlık ise yaşamın anlamının zevkte olduğunu düşünüyor ve kendi yapay cennetlerinde sürdürüyorlardı. Hiçbir şey üretmeden yalnızca bencil duyguları için yaşıyorlardı. Birde fanatikler vardı. Her şeyin Tanrıdan geldiğine inanan ve kendi sefil çıkarlarını Tanrının isteğiymiş gibi göstererek hakimiyet kurmaya çalışanlar. Çoğu zaman başarıyorlardı da. Sonuçta kadim gezegende kalan milyarlarca insan çürüyordu adeta.  

Bütün bunların dışında tertemiz bir gurup daha vardı, kendi türü için akıl terini ve göz nurunu dökenler.  İşte benim ayaklarımın dibinde gittikçe uzaklaşan yuvama bakarak bunları düşünmeme neden olan gerçek idealistler bunlardı. Eğer o bilim insanları olmasaydı, hedonist azınlık kendini adadığı zevkin içinde boğulurken kalan mutsuzların umutsuzluğuna kulak tıkamaya devam edecekti. Erişilemez dünyalarında zevk içinde yüzerken diğerlerinin yaşadığı kıyıma göz yummaya devam edeceklerdi. Bu asalaklar bitmeyen savaşlardan medet umuyor hatta gizliden gizliye destekliyorlardı. Bir insanın eksik olması daha az kirlenen hava daha az tüketilen kaynak demekti onlar için. Cesaret edebilseler kendi soylarının yarıdan fazlasını, belki de kendilerinin dışındakilerin yok olmasını isterlerdi.

   Yörüngeye ulaştığımızı çevremizi saran karanlıktan anlamıştım. Bilim ve teknoloji dünyası yaklaşık on yıl önce uzay teknolojisinde büyük bir atılım yapmıştı. O yıllarda ben yani uçuş mühendisi Kaan henüz öğrenciydim. Mezun olduğum üniversitede araştırma görevlisi olarak kalmıştım. O sayede Yetkin Beyle tanışmış “Göçebe” projesinden haberdar olmuştum.

       Son zamanlarda Uzay Bilimi hızlı bir atılım gerçekleştirmişti. Tıpkı yüz elli yıl önce hayvan gücü olmadan hareket edebilen araçların yaygınlaşması gibi on-onbeş yıl önce belli firmalar özel izin alınarak devletlere, topluluklara hatta kişilere bile araç üretmeye başlamışlardı. Bu gelişmeyi ilk bulan “Yıldız” adlı uluslararası bir işletmeydi. Teknolojisini diğer şirketlerden, uluslardan saklamaya çalışsa da zamanla benzerleri çoğalmıştı. Bu sayede bol parası olan herkes bir gemi alıp uzaya açılmaya başlamıştı. Büyük devletler önce yörüngede ardından da kadim dostumuz olan Ay’da yerleşim merkezleri açmıştı. Çok büyük bir uluslar arası uzay istasyonu –ki bu istasyonu kuran son birkaç yılda gezegenin en büyük işletmesi olan Yıldız’dı- şirket tarafından işletiliyordu.

   Yıldız şirketi bilinen tüm şirketlerden daha büyüktü. Uluslarüstü işletmelerin zirve noktasıydı. Eğer üretimi, tüketimi, ticareti, ulaşımı bir gezegen kabul ederseniz Yıldız bunların süper devletiydi. Uzay ve yer istasyonları kuruyor, hava gemileri inşa ediyor, bu gemilere formülünü yalnız kendisinin bildiği yakıt üretiyor gezegen dışı hizmetler sağlıyordu. Dünya dışı ticareti elinde tutuyordu. Bazı radyoaktif elemanlarla zenginleştirilmiş sıvı yakıtla çalışan motorlar vardı tüm araçlarında. Sattığı, işlettiği yüzlerce araçta yine tepkili roket benzeri sistemler kullanılıyordu Tek fark yakıtın eskilere göre çok daha verimli olmasıydı. Dev bir tekel haline dönüşmüştü Yıldız Şirketi. Şirketin rakipleri yakıtın nasıl bir formüle sahip olduğunu öğrenemiyorlardı. Bu sayede Yıldız Şirketinin gücü, Ay’a, Ay'la Dünya arasındaki boşluğa dağılan insan evreninin en uçlarına kadar uzanan bir alana yayılmıştı.

          Kafamı hafif sağa çevirince bakışlarını kocaman ekrandan alamayan patronumu gördüm. Türkiye’de ülke ölçüsünde büyük bir işletme sahibi olan Yetkin Bey ilerleyen yaşlarında hisselerini devretmiş, küçük uzay gemisiyle uzaya açılmaya karar vermişti. Patronum, yaşadığımız zamanı coğrafi keşifler öncesinin fırsatlar dünyasına benzetiyordu. O’na göre yalnız zekilerin ve cesurların kazandığı bir çağdı bu çağ.  Bu nedenle kaderin kendisine hazırladıklarıyla yetinmemiş kısmeti uzaklarda aramaya karar vermişti. İşletmelerini devretmiş, kendisine ait olan taşınmazlarını da satmıştı. Eline geçen tüm para ile –ki mütevazı bir servet sayılırdı bu para- özel jetten biraz daha büyük olan, adını “Göçebe” koyduğu bu aracı almıştı. Eğer işler umduğu gibi ilerlerse hayal ettiği madenlere ulaşırsa bu köhne gezegene gittiğinden çok daha zengin olarak dönecekti.

       Uçuş mühendisliğini yaptığım “Göçebe” Avrupa yapımı bir gemiydi. Son yıllarda gelişen uzay araçları teknolojisine göre eski model sayılabilirdi. Yine de Titan’ın yolcuları için belirlenen yaş sınırındaydı. Geçen yüzyılın sonlarında kullanılmaya başlayan uzay mekiklerine benziyordu. Yalnızca kargo bölümü yani ana gövde biraz daha uzun tutulmuştu. Sonuçta aracımız yedi yaşında Ay’daki maden ocaklarından dünyaya cevher taşımak için tasarlanmış kaba saba görünüşlü bir şilepti.  Aracı üretici firmanın hangarlarında iyi bir bakımdan geçirmişlerdi. Yetkin Beyin cin fikirliliğiyle iç içe geçmiş iki gövde vardı içeride. Eğer istedikleri gerçekleşirse yani yolculuğa çıkmalarının ana nedeni olan madenleri bulabilirlerse arkadaki geniş deponun içindeki bölüm hidrolik sistemler yardımıyla çıkarılacak ana geminin yarısından büyük bir römork elde edilecekti. Yetkin Beyin bu planı tutarsa iç deponun içine bir üçüncü depoyu yapmayı bile düşünüyordu.
 
       Gemimize mürettebat bulmak zor olmamıştı. Gemiyi idare edebilecek üç kişi –ki biri benim, madencilik araştırması konusunda deneyimli üç kişi daha. Benim Mürettebat kadrosuna dahil olmam ise bölüm başkanımız Selim Beyin önerisi ve ısrarıyla olmuştu. “Ülkemizden uzaya çıkacak ilk özel gemide seninde olmanı isterim” demişti. Bense ailevi nedenlerimden dolayı göreve soğuk bakıyordum. Burada alçak gönüllülük göstermeme gerek yoktu. Okulun en iyi öğrencisiydim. Teoride bilgim iyiydi ama teori başka pratik başka bir şeydi. Üstelik bilinmeze yapılacak yolculuk hayali bir hayli iştahlandırmıştı beni. Üstelik işverenimiz cömert davranmış iyi bir maaş, başarı halinde kargodan pay yani prim vaat etmişti.

       İnsanoğlu için bin dokuz yüzlü yıllardan beri süren hazırlıklar karşılığını vermeye başlamıştı. İnsanlar Ay’da düzenli olarak ve Mars’ ta araştırma kolonileri halinde yaşıyorlardı artık. Yüzyıllar öncesinde yeni keşfedilen kıtalara uygulanan yöntemi uygulamışlardı. Ne de olsa en kısa yol bildiğin yoldur. Evrendeki komşumuz Ay, otuz yılı aşkın bir süredir üzerinde gezinen kendisini delip işleyen insanlara alışmaya çalışıyordu. Çeşitli vaatler karşılığı oralara götürülen mahkûmlar ilk kurulan maden işletmelerinde, araştırma merkezlerinde cezalarını tamamlamaya başlamışlardı. Milyarlarca yıldır çevremizde dönüp duran komşumuz üzerine kurulan ilk yerleşimler teknolojik ilerlemelerin katkısıyla ümit verince, benzerleri çoğalmıştı. İleri ülkelerin kurduğu ilk yerleşimlere gelişmekte olan diğer ülkelerde eklenince nüfusu iyice artmıştı. Ay’lı bir nesil oluşuyordu. Evrende yalnız mıyız sorusuna hala bir yanıt bulunamamış olsa da uzaylı komşularımız olmuştu artık. Öyle ki bazı söylentilere göre kadim komşumuzun yurttaşları yakın zamanda bağımsızlığını ilan edecekti

       Atmosferi aşan Göçebe, tüm hızıyla yol alıyordu. Mürettebat günlerce üzerinde çalıştığı gemiyi faal yönüyle de tanımaya çalışıyordu. Sistemleri deniyor aracın işlevlerini tam olarak anlamaya çalışıyorlardı. Arkada biraz yüksekte kalan üç koltuktan ortada oturan Aylin Hanım karanlıkta ışıldamaya başlayan bir ışık demetini eliyle işaret etti. Binlerce yıldızın arasında bir gurup parlak nokta belirmişti. Varacakları nokta yani Titan oradaydı. Tüm dikkatlerimiz geniş ekranda yoğunlaştı.

       Yıldız şirketi ve şirketin arkasında olan üç güçlü devlet bir yarış tertiplemişti. Kazananın başarıya, şöhrete, büyük paralara kavuşacağı bir yarıştı bu. Uzaklardan gözlenen, üzerinde yaşanmaya değer gezegenlere, uydularına yapılacak bir araştırma yarışı. Bir teknesi, standart personeli olan herkes bu yarışa katılabilirdi. Dünya siyasetine eskiden beri yön verenler bu fikri desteklemişti. İnsanlığın geleceğinin ancak kolonileşmeyle garanti altına alınacağı kararına varmışlardı. Ancak o sayede yeni maden ve mineral kaynaklarına sahip olabilirlerdi. Özellikle de üretim maliyeti halen çok yüksek olan Wolfram ötesi madenler aranacaktı. Ancak böyle bir girişimle Dünyanın ilgisi uzaya çekilebilir, cesur girişimcilere bu şekilde destek sağlanabilirdi.

       İçinde yol aldığımız sınırsız boşlukta yalnızdık. İnsanoğlunun yıllardır yaptığımız SETİ çağrılarına henüz bir yanıt gelmemişti. Gönderdiğimiz sondalar uzayda kaybolmuşlardı. Uzayın ulaşabildiğimiz sınırlarına kadar boş olduğunu öğrenmiştik. O halde o boşluğu bizler doldurabilirdik.

       “Sahi Patron, hala bizim nereyi hedeflediğimizi söylemedin” dediğinde o zamana kadar hiç konuşmayan işverenimiz “Uzay o kadar bakir ve geniş ki tüm insanoğluna yeter.” Ardından işaret parmağıyla kafasına dokunarak “Her şey burada sabırlı olun” Bir saniye sonrasında da asıl cümlesi geldi. “Çok paralar kazanacağımızdan emin olabilirsiniz” Uçuş kabinindeki tüm yüzler gülmeye başlamıştı. Eğer şans yüzlerine gülerde iyi bir cevher yatağı yakalarlarsa tahminlerinin üzerinde para kazanırlardı.

       Yıldız Şirketi uzun yıllar sonrasını bile planlamıştı. “Yörüngesinde sürekli dönüp duran Titan’la Dünyamızda yığılıp duran insanları bu uzak gezegenlere, onların uydularında kuracakları kolonilere taşıyabiliriz” diye düşünüyorlardı.  Ay yakındı, iyiydi ama insanın doğal yapısına uygun değildi. Üstelik o kaya yığını verimli de değildi. O yüzden Bilim insanları Jüpiter’in, Satürn’ün uydularına bel bağlamışlardı. Belki oralarda insana daha uygun yapıda yerler bulabilirlerdi.

       Yeni sistem yıllardır insanoğluna hizmet eden patlamalı motor tekniğine benziyordu. Dünya atmosferinin çok dışında yıllardır üzerinde çalışılan bir gemi hazırlanıyordu. Adını büyüklüğünden etkilenerek Titan koymuşlardı. Gizli tutulan yeni motor sistemi sayesinde yüksek hızlara ulaşmayı düşünüyorlardı. Titan, hızını aldıktan sonra hiç durmayacak Satürn ile Dünya arasında basık eliptik bir yörüngede yol alacaktı. Gerekli hızını aldıktan sonra -yapılan hesaplamalar doğru çıkarsa- ışık hızının yüzde birini aşmayı düşünüyorlardı- iki ay gibi bir sürede Satürn’e varmayı düşünüyorlardı. Tabii bunda ilk başta hesaba katılmaya hızlanma ivmesinde geçecek süre yoktu.  Eğer sistem istedikleri gibi çalışırsa hızı arttırıp süreyi daha da kısaltabilirlerdi. Yolcular, kargolar Titan yol alıyorken araç değiştireceklerdi. Şirket Titan’ın in hızını yakalayacak mekikler yapacak o sayede inişler ve binişler kolay olacaktı.

       Gemiye yaklaştıkça hayretimiz artıyordu. Titan’ın ana omurgası ışıklar içindeydi, boyu ise kilometreyi aşıyordu. Ana motorlar uzun bir iskeletin sonundaydı. Öndeyse, gövde yer alıyordu. Gövde, kısa bir puro şeklinde tasarlanan hangarlar ve onun üzerinde dönecek şeklinde tasarımlanmış ve dünyadaki yerçekimi ortamını sağlayacak büyük bir çark olacaktı. Yaşam alanında dünyadakilerin benzeri ama çok daha iyi durumda olan oteller olacaktı. Tertemiz atmosfer, konforlu bir yolculuk sağlanacaktı. İsteyenler tabii ücretini ödedikten sonra bu temiz ve huzurlu ortamda diledikleri kadar kalabileceklerdi. Titan hem bir şilep hem de her türlü lüksün olduğu uzay yatı olacaktı. Titan Projesi, Yıldız şirketinin yüksek karını katlamayı beklediği projeydi.  Bu sayede gelecekte kurulacak Jüpiter ve ötesi yerleşim merkezlerine güvenli, ucuz, konforlu yolculuklar yapılabilecekti.  

       Titanın ışıkları iyice netleşmişti. Binlerce yıldızın göz kırptığı sonsuz karanlıkta bir ışık denizi gibiydi. Gözlerimi alamaz olmuştum. Arkadaşlardan hayret ve hayranlık sesleri duyulmaya başlamıştı. Gemimizin kaptanı da bizlere uyup birkaç dakika an be an büyüyen ışıltılı gövdeye baktıktan sonra işine döndü.
Kaptanımız emekliliği yaklaşmış biriydi. Beyaz saçları siyahlarından daha fazlaydı ama yine de dinç görünüyordu.  Bakışlarıyla hala ekrana kilitlenmiş olan yardımcısına seslendi

       “Osman, hadi aslanım şu kuşu indirelim artık” dedi.  Büyülenmiş gibi köprünün ortasında dikilen uzun boylu sarışın delikanlı, izlediği ekran başından heyecanlı bir filmi izlemeyi bırakmak istemiyormuş gibi ekran başından zorlukla ayrıldı. Hasan Kaptanın solundaki döner koltuğa oturdu. Önündeki eğik panodan durumu izlemeye başladı. Önündeki sayısız düğmelerin bazılarına el attı.  Hasan kaptan elinde sıkı sıkı tuttuğu lövyeyle bir yandan önündeki ekrana bakıyor diğer yandan da düğmelerle ve kollarla devasa tekneye kuyruktan yaklaşmaya çalışıyordu. Dışarıda uzay boşluğunda nedensiz bir şekilde geziyormuş gibi dolanan birkaç gemi daha vardı. Boşta kalan dört kişi ise önceden konuştukları gibi koltuklarına oturmuş güvenlik kemerlerini takmışlardı.

       Geminin iletişiminden sorumlu olan Semra Hanım yaklaştıkları Titan’ın komuta kademesiyle iletişim kurmaya çalışıyordu. Akıcı bir İngilizcesi vardı. Birkaç defa tekrarlanan izin isteminden sonra karşı taraftan yanıt geldi. Konuştuğu bölüm yer küredeki en büyük havalimanlarından biri gibi çalışıyordu.  Daha önceden planlandığı gibi İskele yönünden gemiye yaklaşacaklar baştan üçüncü kapıdan gireceklerdi. Kendilerine verilen talimat bu kadar basit olsa da uygulama öyle değildi.

       “Yaklaşım açısı beş derece kaptan” Osman sayısız kere yaptıkları çalışmalardan birindeymiş gibi rahattı.  Uzun iskeletin uçunda sıralanmış metal kütleleri gördüler. Bunlar yeni geliştirilen motorlar olmalıydı. Sessizce sıranın kendilerine gelmesini bekliyorlardı. Ardından rölantide çalışan otomobil eksozuna benzeyen iki motor ünitesinden geçtiler. Bunlar ana motorlar çalıştığında Dünyaya ve Ay’a zarar vermeyecek kadar uzaklaşmalarını sağlayacak olan klasik motorlardı. Büyük volkan ağzı, yaklaşan patlamayı haber verircesine alevler ve dumanlar içinde kaynıyordu. Bulundukları yavaşlama ivmesini koruyarak motorları ana gövdeye bağlayan uzun çelik bağlantılara paralel yol aldılar. Tam uzay geometrisine yakışacak bir bağlantı sistemiyle iki ana bölüm birbirine bağlanmıştı. Son olarak şişkin bir karnı andıran ana gövdeye ulaşmışlardı. Hızlarını belirgin bir şekilde düşmüştü. Dar bir açıyla gövdeye yaklaşmaları sürdü. Beş altı saniye sonrasında da gövde üzerinde kendi uçuş numaralarını gördüler. Yanıp sönen rakamların hemen altındaki karanlık bir mağarayı andıran boşluk gözlerine küçücük göründü.  Her saniye kendilerini yutacakmış gibi büyüyen boşluktan içeri girdiler.

       Birkaç dakika sonra bağlandıkları muazzam büyülükteki hangarda yerlerini almışlardı. Hasan kaptan, görevlilerin yardımıyla gemilerini yapacakları uzun yolculuk boyunca duracağı bölüme taşınmasına yardım ettiler. İçeride Göçebe’yi yol boyunca dinleneceği yere yanaştıracak kaptandan başka kimse gemide kalmamıştı.

       Uzun ve yorucu bir gün geride kalmıştı. Gemimizin tüm personeli kendilerine ayrılan kamaralarına çekilmişti. Ben, yani uçuş teknisyeni Kaan tüm çocukluğum ve gençliğim boyunca hayalini kurduğu uzayıma kavuşmuştum. Kendimi keşifler çağında yaşayan sıradan bir yelkenli teknenin sıradan tayfası gibi hissediyordum..Yorgun bedenimin evrene açılan pencereleri olan gözlerimi kapadığımda görevimizde başarılı olup olamayacağımızı bilmiyordum. Bildiğim tek şey İnsanoğlunun içinde bulunduğu kaotik ortamı da atlatacağıydı. Çünkü yaşam kutsaldı ve yaşamın en mükemmel örneklerinden birini kendinde barındıran insan bedeni varlığını her yerde sürdürecekti.
"İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri ahlakın din tarafından ele geçirilmesidir." Sir Arthur Charles Clark

Çevrimdışı Buzmavisi

  • **
  • 136
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Göçebe
« Yanıtla #1 : 17 Nisan 2012, 17:33:56 »
Selamlar, öykünüzü okudum ancak bir süre sonra dikkatim dağıldı. Tekrar dikkatimi toplayıp tekrar okumaya çalıştım ve sonunda başarıp bitirdim. Öncelikle oluşturmaya çalıştığınız gezegenler arası yolculuk fikri fena gelmedi. Tabii uzayda nasıl hızlı yolculuk edebileceklerini daha iyi açıklamanız gerekiyordu.

Mesela uzay yolundaki warp(uzayda çok güçlü bir vakum yaratarak uzayı eğip bükerek gitmek istediğin iki noktayı birbirine yakınlaştırır) motoru veya hiperuzay (aracı hiperuzay denilen alternatif bir boyuta geçirerek ışık hızı ve katlarında oluşacak olan zaman genişlemeyi ortadan kaldırır) motoru gibi bir şey olabilirdi.

Işık hızında gidebilen araç demişsiniz, burada oluşacak zaman genişlemesini nasıl düzeltecekler? Bu hıza ne kadar sürede çıkacaklar, ivmesi her ne yaparsanız yapın çok yüksek olacaktır, yani ışık hızında gidebilen araçta sağ kalabilmek için atalet sönümleyici denilen anti-yer çekimi motorları gerekiyor, yoksa içinde giden yolcuların beyni kafatasının arkasına yapışır, iç organları sırtına yapışır. Her bilimkurgu izleyen bilir bunu :) Bundan hiç bahsetmemişsiniz. Mesela yapay yer çekimi olması lazım gemide, yoksa insanlar orada yaşayamazlar, havada asılı kalırlar.

Bunlar dışında eleştirim şu: öykünüz gerçekten çok ağır, yani böyle heyecanlı bir yanı yok. Bu yüzden okurken yoruldum, keşke biraz böyle heyecan katsaydınız bilmiyorum. Sonu da sıradan duruyor. Yoksa anlatımız, yazımınız, cümle yapılarınız gayet iyi, bunu daha aktif bir öyküyle değerlendirmelisiniz.

"Bu sayede Yıldız şirketinin gücü, Ay’a, Dünya Ay arasındaki boşluğa yayılan insan evreninin en uçlarına kadar uzanan hâkimiyet kurmuştu Yıldız Korporasyonu."
Bu cümlede bozukluk var.

Özellikle de halen üretim maliyeti halen çok yüksek olan Wolfram ötesi madenler aranacaktı.
İki defa halen kullanılmış.

Bunlar gözüme çarpan hatalar. Kolay gelsin, yazılarınızın devamını dilerim.
Yepyeni bir fantastik serüvene hazır mısınız?
Anatolya Efsaneleri İlk iki bölüm pdf:http://www.mediafire.com/?uadhvz1vcgmqkct

Yeni Töre'nin ikinci yasası:
Umutlar, inançlar ve dilekler içlerinde bir parça mantık barındırmıyorlarsa hayatları kolayca mahveden boş yalanlara dönüşürler.

Çevrimdışı azizhayri

  • ***
  • 581
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Göçebe
« Yanıtla #2 : 18 Nisan 2012, 16:28:59 »
Merhaba Buzmavisi: Eleştirlerini okudum. Memnun oldum. Deneme böyle yanlız başına okununca bir anlam ifade etmiyor sanıyorum. Göçebe daha büyük bir bütünün parçası durumunda, o nedenle bir heyecan yok. Ama burada vurgulamak istediğim bir bilim kurgu olayı en azından bir fikir verebilecek bir olayı anlatabilmek.

       İyi sıfatını başına ekleyemesem de bir bilim kurgu okuyucusu olmaya çalışıyorum. Yıldız Şirketi bugün dünyaya hakim olan şrketelrin uluslar arasını bırakın Uluslar üstü denilebilecek bir şirket. Titan ise bir kuyruklu yıldız havası yaratılmaya çalışılan bir devasa gemi. Önceden belirlenmiş bir yörüngede sürekli yol alacak ve klasik motorlarla anlatmaya çalıştığım basit motor sistemiyle insana veya diğer canlılara zarar vermeyecek bir hızı yakalayacak bir gemi. Bir balon, içi boş bir meteor gibi düşünün. Hızı sürekli artan, lüks sayılabilecek bir meteor. Uzaklara gitmek isteyen maceraperestler araştırmacılara ve zenginlik hayali kuran işsizlere yardımcı olabilecek bir araç. Bu sayede insan oğlu güneşinin yaşanabilir gezegenlerine ve uydularına yayılmaya çalışacak. Yeni kaynaklar yeni yerleşim alanları bulmaya çalışacak Titan, belki zaman içinde hızını ışık hızına yaklaştırabilecek bir ivme verilmek isteniyor. Aslında bilsem ve o ivmeyi o zamanı hesaplasam daha inandırıcı olacaktır belki de ama ilk başta dedimya kendi içinde gelişmeye çalışan ve bir çoğu hala kafamın içinde yer alan bir bütünün parçası göçebe. İmla kurallarına gelince yerden göğe kadar haklısınız... Düzeltmeye çalışacağım.
Eleştirinize emeğinize sağlık...
"İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri ahlakın din tarafından ele geçirilmesidir." Sir Arthur Charles Clark