Kayıt Ol

Gemileri Yakmak

Çevrimdışı Gülbüyüsü

  • **
  • 84
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #45 : 10 Mayıs 2013, 22:07:16 »
mit okurken duraksadım dediğim yerlerden birini alıntı yapmışsın. Evet ben de son cümlede belirteç olmadığı için biraz zorlandım okurken. Tabiki onu eleştireceğiz. Bu yüzden yazdığını bizimle  paylaşıyor. Mesela ben baya eleştiriyorum :D
Kim olduğunu unutursan, olmaman gereken kişiye dönüşürsün.

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #46 : 10 Mayıs 2013, 22:10:07 »
Teşekkür ederim. İşte bana böyle şeylerle gelin kardeşim. Vay efendim şahane olmuş da şöyle muhteşem, böyle on numara... Yapmayın böyle şeyler:P Hemen eğiliyorum konuya...
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı Gülbüyüsü

  • **
  • 84
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #47 : 10 Mayıs 2013, 22:14:48 »
cemaziyel şimcik utandım ve ilk yorumumu değiştirip baya bir eleştirsem mi diye düşünmeye başladım :D Söz bir dahakine çok eleştirel olacağım, hatta çok çok eleştirel olmak için çaba harcayacağım ;) Ben diyalogların konusunda hala aynı karardayım; ufak aksaklıklarda olsa konuşmalar birbirini tamamlıyor. Çünkü bölümün çok büyük kısmı diyaloğa ayrılmış ve belirtilen tarihsel mekan ve ayrıntılar hoşuma gitti.  Zaten gördüğüm aksaklıkları da sana ilettim biliyorsun.
Kim olduğunu unutursan, olmaman gereken kişiye dönüşürsün.

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Gemileri Yakmak- yeni bölüm
« Yanıtla #48 : 13 Ağustos 2013, 13:45:07 »
USTURLAB

Hayatının en uzun soluklu at sürme deneyimlerinden birini geçiren hekim, birlikte yola çıktığı üç kişiye aradıkları şeyi götüren askerlerin geçeceği yolu gösterdikten sonra yoldan görünmeyecek şekilde çalıların arasına uzandı. Alışkın olmadığı için bu uzun süreli yolculuğun titreşimlerini hala kafasının içinde hissediyor, bu da onda mide bulantısı ve baş dönmesine yol açıyordu. Bu haline rağmen nezaketen diğerlerinden her ne yapmayı düşünüyorlarsa kendisine de bir vazife biçmelerini söyledi. Büyücü ayak altında dolaşmaması gerektiği gibi kaba bir açıklama yaptıysa da Cafer demeyi tercih ettiği Âlim dostu gülümseyerek atlara göz kulak olabileceğini söylemişti. Atlar kaçış için önemliydi ne de olsa. O da güvende olabileceği bu görevi seve seve kabul etmişti. Ya da öyle sanıyordu. Belki de doğrudan atların ilerisindeki çalıların arasına devrilmişti.
İnsanoğlunda yaşama arzusuna bile galip gelebilecek tek bir hal vardır: o da meraktır. Hekim de işte bu sebepten yattığı yerde kendisini yolu net görebilecek bir şekilde düzeltip bilincini açık tutmaya çabalıyordu. Üç kişilik bir haydut takımının en az on kişiden oluşan bir muhafız takımına nasıl kafa tutacağını izlemek istiyordu. Onun görüş alanında sadece Büyücü vardı. Cafer’i yol kenarındaki ağaçlardan birine tırmanırken gördüğünü hatırlıyordu fakat yukarılara göz gezdirdiğinde ondan hiçbir iz göremedi. Ekibin liderinin ise nerede olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Sağlığından sorumlu olduğu adamın ortada görünmemesinden bir miktar endişelendiyse de kafasının içerisinde vızıldayıp duran sinek daha fazla endişelenmemesini sağladı.
Vızıldamaların içerisinde duyduğunu sandığı ahşap takırdamaları dikkatini yola vermesine sebep oldu. Yaprakların arasından iki atın çektiği, üstü kapatılmış, iki tekerlekli bir arabanın ve etrafında bulunan atlı muhafızların ağır ağır geldiklerini seçebiliyordu. Fakat kaç kişi olduklarını sayabilmesi pek mümkün değildi. Konumu itibariyle muhafız alayı önce yolun onun yakın olduğu kısmından geçecekti. Kendisinden daha ileride ise henüz yaklaşmakta olan kafileye dönüp bakmamış olan büyücü vardı.  
   
Araba iyice yaklaştığında büyücü çalıların arasında yarı oturur vaziyette arabaya doğru yüzünü çevirdi. Hekim bulanık kafasında yanlış görmüyorduysa eğer arabanın altına doğru bakıyordu. Ne olduysa da bu bakıştan sonra oldu. Önce bir çatırtı işitildi, muhafız alayı sesin üzerine yavaşlamıştı fakat onların durmasına fırsat kalmadan tekerlekleri birbirine bağlayan aks orta yerinden ikiye ayrıldı. Tekerleklerin sağa-sola fırlamasıyla birlikte araba büyük bir gürültüyle toprak yola oturdu. Huzursuzlanan atlar arabacı üzerindeki şaşkınlığı atlatıp kendilerini durdurana kadar arabayı sürüklediler. Bütün muhafızlar arabaya doğru geliyorlardı. Aksın kırılması onlar için basit denebilecek bir kazaydı ve etraftan herhangi bir tehlike beklemiyorlardı. Hekim ise bunun bir tesadüf olamayacağının bilincindeydi. Uğursuz herif bir nazarıyla aksı ortadan ikiye bölmüştü.
   
Muhafızların hepsi arabanın etrafına toplandığında ağaç tepelerinden üzerlerine cam şişeler yağmaya başladı. Düşüp kırıldığı yerde büyük bir gaz bulutu bırakan bu şişeler atların sahiplerini sırtlarından atıp kaçmasına sebep oluyordu. Sisin içerisinden bağırış çağırışlar ve öksürük sesleri duyuluyor fakat hiçbir şey görülmüyordu. Duman yavaş yavaş berraklaşıp gözle seçilebilir olduğunda saklananlar yerlerinden çıktılar. Hekim de diğerleriyle birlikte arabanın yanına gitmişti. Muhafızların hepsi hareketsiz yerde yatıyordu. Hatta arabaya koşulmuş atlar bile… Nabızları kontrol eden hekim onların yaşadıklarını anlayınca içten bir ‘elhamdülillah’ çekti.
   
Bir müddet arabanın etrafındaki muhafızların üzerini ve arabanın içini aradılar. Sonunda aradığını bulan Cafer elindeki beyaz beze sarılı nesneyi Lider’e götürdü. Hekim daha yakından baktığında bunun gerçekten de bir karış boyunda bir usturlab olduğunu gördü. Fakat yeni yapılanlara nazaran daha eski bir usturlab olmalıydı. Tüm parçaları bakırdan yapılmış bu alet iç içe iki yuvarlak parçadan oluşuyordu. Dıştaki büyük yuvarlağın çeperi 24 eşit parçaya ayrılmıştı. Diğerine teğet olacak şekilde merkezi kaydırılmış olan daha küçük olan yuvarlak parça ise 12 eşit parçaya ayrılarak her birine bir burcun adı verilmişti. Usturlabın yüzeyinde farklı noktaları gösteren küçük parçalar gök cisimlerini temsil ediyordu. Yuvarlakların içerisinde çizili olan yaylar sayesinde bu gök cisimlerinin yerleri hesaplanabiliyordu. Hekim bunların hepsinin ne işe yaradıklarını az çok bilse de kendi uzmanlık alanı olmadığından emin olamıyordu.
   
Cafer Usturlabı esas sahibine verdiğinde inanılmaz şekilde bakırın daha da parlak hale gelip adeta altına dönüştüğünü gözlemledi. Ortasında bulunan camlı bölme etrafına ışık saçıyordu. Camın içerisinden yayılan ışığa biraz daha dikkatle baktığında merkeze bir iğneyle tutturulmuş bir küçük ok gördü. Cenevizli aleti anlatırken az bile söylemişti doğrusu. Usturlab nereye döndürülürse döndürülsün hep aynı yönü göstermekteydi bu ok. Hayretler içerisinde bu küçük okun inatçı istikrarını seyrederken ister istemez elini bu büyülü nesneye doğru uzattı. Beriki alete uzanan eli görünce hızlı bir hareketle ondan sakınarak yeniden beze sararken, “Herifler uyanmadan ormanın içine dalsak iyi olacak.” diye söylendi.



Ormanın içerisinde ilerlerken bir önceki yolculukta olduğu gibi hızlı hareket etmiyorlardı. Atlar yeterince yorgundu ve muhafızların onları ağaçların arasında bulmaları hiç kolay değildi. Aslında orman yolculukları deniz yolculuklarına benzer. Sık ağaçların içerisinde yolculuk yapıyorsanız baktığınız her ağaç birbirine benzer ve insan fıtratından dolayı geniş arazilerde yuvarlaklar çizmeye bayılır. Fakat ellerinde bu değişik alet varken kaybolmaktan korkmalarına hiç gerek yoktu zira ışığın içerisindeki bu ok inatla hep aynı yönü gösteriyordu. Acaba okun gösterdiği yerin sonuna kadar gitse ne bulacaktı? Hekim, Gianni ve Drakkar’ın söylediklerini düşündü. Okun gösterdiği yerde muazzam bir hazine olmalıydı. “Süleyman’ın hazinesinden daha iyisi…” diye mırıldandı kendi kendine. Bu sözler yanında at sürmekte olan büyücünün kulağına gitmiş ve kendisine alaycı bir gülümseme ile bakmasına sebep olmuştu. Fırsatı değerlendirmek isteyen Berberi derhal Büyücü’nün hikayesini öğrenmek adına konuşmaya başladı.

“Neden öyle bakıyorsun? Sanki sen de bu hazinenin peşinde değil misin?”

“Hazine mi?” dedi büyücü, küçümseyici ifadesini bozmadan, “Bir sandık altın bulursan bunun adı hazine olur. Gömdüğün yeri unutmamak için de boktan bir parşömene aptalca şekiller çizer adına harita dersin olur biter. Bizim peşinde olduğumuz şey için çekilen zahmet, benim bildiğim büyülerin ötesinde olan bu alet, bunun herhangi bir hazineden fazlası olduğunu gösteriyor.” Atının dizginlerini elinde tutarken kendisinden korktuğunu adı gibi bildiği bu adamla biraz eğlenmeye karar verdi. “Peki, senin burada ne işin var, Habeş? Bana diğerlerine anlattığın ‘Hikayeni dinlemek istiyorum’ masallarını anlatma sakın! Beni kandıramazsın. Sen konuşmadan önce kafanın içerisinde neler olup bittiğini anlarım ben.”

“Sana Habeş olmadığımı defalarca söyledim. Berberiyim ben!” büyücü Berberi olduğunu hiçbir zaman ciddiye almamasına rağmen, Hekim söylemekten vazgeçmiyordu. “Evet, hikayeni dinlemek istiyorum. Ne var bunda?”
“Açıkçası nereden geldiğin, ne duymak istediğin umurumda bile değil. Ben daha çok neden bizim hakkımızda bilgi topladığınla ilgileniyorum. Senin vazifen Tarik’i dirilttiğinde bitti.” Büyücü Türk’e yolcu anlamında Tarik diyordu. Bu kelime ona ne diyeceğini bulan Hekim’in yüzünde anlık bir tebessüme sebep olmuştu. Tebessümün Arap arkadaşı tarafından hoş karşılanmayacağını düşünerek hemen toparlandı. Memnuniyetsiz arkadaşının konuşurken kendisine değil de yola bakması rahatlatıcı olsa da bu uğursuzun bakmadan da görebildiği konusunda şüpheleri vardı.

“Hala bana ihtiyacı olabilir. Sizinle ilgili bilgi toplamıyorum. Sadece merak ediyorum.”

“Bana masal anlatma! Halife’ye yaranmak için casusluk mu ediyorsun? Aklın sıra muhafızların bir yerde bizi yakalamasını bekleyecek -buna belki de sen sebep olacaksın- sonra da bizimle ilgili bildiğin ne var ne yoksa anlatıp kahraman olacaksın, öyle mi?” bunları söylerken gözlerinin içerisine bakıyordu ve hayatında bu kadar korkunç bir çift göz daha görmemişti hekim. Koyu yeşil gözlerin ortasında baktığı kişiyi oracıkta yakıp kül edecek bir alev topu vardı sanki.

“Halife için casusluk yapmak mı? İnan bana böyle bir şey yok. Ben sadece merak ediyorum hepsi bu.” Kekeleyerek konuşuyordu ve bu cevabın yeterli olmadığının farkındaydı. “Hayatım boyunca hep etrafımdakilerden farklı oldum. Bu yüzden de hiç arkadaş edinemedim. Araplar içinde bir Berberi olduğum için, Berberilerin içinde Arap gibi davrandığım için dışlandım. Kimi zaman çok konuştuğumdan şikayet ettiler, kimi zaman hiç konuşmadığımdan... Maalesef hiçbir şekilde onlara yaranamadım.

“Yıllar içinde yalnızlığımdan kurtulamayacağımı anlayınca ona teslim oldum. İyice öğrenmiştim ki hiç kimse ömrüm boyunca benim yanımda olmayacaktı. Derken seneler sonra Kurtuba’da cerrahi eğitimi için geldiğimde bir insanla tanıştım. Bana fevkalade bir yakınlık göstermiş olan, zekamı ve çalışmalarımı taltif etmiş olan bu kişi hocam Ebul Kasım El-Zehravi’ydi. Ona aşk derecesinde bağlandım. Söylediği her sözü aklımda tutuyor, nereye gitse arkasından yürüyor, hatta bunu yaparken bastığı yerlere adımlarımı denk getirmek için çaba sarf ediyordum. O da bu durumdan memnun olmuş, yaptığı çalışmalara beni ortak ediyordu. Artık yalnız değildim. Bir çok konuda çalışmalar yaptık. Yarayı diktikten sonra cerahat olmamasını sağlayan hayvan bağırsağından iplik kullanma fikrini geliştirdik. Lokman Hekim’in sırrının peşinden giderek ölüme çare bile bulduk. Bu benim hayatımın en önemli çalışmasıydı. Bir gece deney olsun diye bir fareyi önce zehirleyerek öldürmüş, daha sonra ise diriltmeyi başarmıştım. Bu büyük bir başarıydı. Fakat hocam, Ebu Kasım, Allah’ın işine karışmakta olduğumuzdan çekinerek çalışmalarımıza son verdi. Hocama karşı gelemezdim. Fakat onunla bir araya gelme isteği de kalmamıştı içimde. Kendimi bu kez tamamen daha evvelkilerin yazmış oldukları kitaplara ve parşömenlere vermiştim. Yunan bilim adamlarını, Müslüman bilim adamlarını okuyor, yazdıklarından notlar çıkarıyordum. Yeni arkadaşlarım işte bu birçoğu birkaç asır önce ölmüş olan bilim adamları taifesiydi.

“Siz medresenin içerisine girip Tarik’i diriltmemizi istediğinizde içimde bir heyecan belirmişti. Eğer hocam izin verseydi denemek istiyordum da... Sonra peçelerinizi indirdiğinizde ise yaşadığım şaşkınlığı kelimelere dökmem mümkün değil. ‘Bu kadar farklı coğrafyalardan gelmiş insanlar nasıl oluyor da birbirlerine canlarını emanet edecek kadar yakınlaşabiliyor?’ sorusu kafamın içerisinde şimşek gibi çaktı. ‘Nasıl bir amaçtı ki bu, bu insanları dünyanın öteki ucundan bir araya toplayarak Halife’nin arka bahçesindeki bir medreseyi basacak cesareti vermişti?’ Ben hayatım boyunca tatmadığım güven duygusunun bu insanların arasına nasıl bir kuvvetle yerleştiğini arıyorum. Bunu da sizin hikayelerinizde bulmayı umuyorum.” Berberi bu sözleri normal konuşmalarını yaparken olduğu gibi lakayıt bir ifadeyle söylememişti. Ölüyü dirilttiği zaman kendini işine verdiği kadar ciddi konuşuyordu. Büyücü kargaları kıskandıracak bir kahkaha attıktan sonra cevap vermeye koyuldu:

“Zavallı bir kadın gibi konuşuyorsun! Demek amacımızı öğrenmenin peşindesin öyle mi? Aptal olduğunun farkındaydım da bu kadarını beklemiyordum gerçekten.” Aşağılamalarından sonra bir an duraklayıp yanındaki adamın sinirlenmesini seyrettikten sonra söze devam etti. “Bu aptallıkla sır versem bile onu bana karşı kullanamayacağını gördüm. Bu yüzden anlatmakta sakınca görmüyorum. Lakin bana anlatmadığın şeyler olduğunun da farkındayım.  Mesela bizim iyi insanlar olup olmadığımızı merak ediyorsun. Allah yolunda giden insanlar olup olmadığımızı… Böylece bize yardım ettiğin için oluşacak vicdan azabından kurtulmayı planlıyorsun.” Hekim’in yüzüne bakıp sözlerinin doğruluğundan emin olduktan sonra devam etti:

“Vicdan… Bu benim hayatımda önemli yeri olan bir kelimedir. Bütün hayatım bu kelimenin etrafında şekillenmiştir diyebilirim. Babam Mavera’ün-Numan şehrinin emiridir. Annem, önemsiz bir cariye, söz etmeye gerek yok. Evet, ben bir prensim. İnanması güç geliyor öyle değil mi? Babamın konumundan dolayı hayata, her şeye sahip olarak başladım. İstediğim gibi yiyip içebiliyor, yokluk nedir bilmiyordum. İstediğim hocalardan ders alıyordum. Etrafımda sayısız uşağım ve kölem vardı. Kendimde farklılıklar olduğunu hissediyordum fakat bunun ne olduğunu anlayabilecek durumda değildim. Bendeki farklılığın ilk farkına varanlar, öncelikle etrafımdaki yetişmemden sorumlu olan insanlar olmuştu. Çirkin ve uğursuz bakışlarım olduğunu söylerler ve etrafta meydana gelen ufak tefek kazaların, nedense, ben oradayken arttığından şikayet ederlerdi, kapalı kapılar ardında. Bir gün Pazar yerinde yanımda bakıcım ve kölelerimle dolaşırken bir at gördüm. Henüz 9 yaşındaydım ve at bilmeyi pek iyi bilmiyordum. Ama yine de bu hayvana karşı içimde bir istek oluştu. O benim olmalıydı. Yanımdakilere derhal emir verdim ve gidip atın binicisiyle konuştular. Adam atının satılık olmadığını söylemiş. Ne kadar ısrar ettilerse de satmayacağını belirtmiş. Haberi bana gelip söylediklerinde gözlerim atın üzerindeydi. İşte o andan sonra hayatım tam anlamıyla değişti. Atın çığlıkla şaha kalkışı ve yere devrilişi hala gözümün önündedir.” Gözlerinin önüne getirdiği sahneden aldığı haz yüzünden okunabiliyordu. Hekim bu durumdan rahatsız olmuşsa da sessizce dinlemeye devam etti. “At nedendir bilinmez acı içinde şaha kalkmış ve binicisini de altına alarak yere devrilmişti. Çevredekiler yardıma koşmuştu fakat yapacak bir şey yoktu. At ölmüştü ve binici de onun altında kalarak can vermişti. Atın yorgunluktan çatlayarak öldüğünü söylediler. Pazar yerinin ortasında saatlerce beklemekte olan at çatlayarak ölmüş… O gün benimle ilgili dedikodular ayyuka çıkmıştı artık. Ve ben de kendimde olan bu halin kesin olarak farkına varmıştım.

“Olayı babama anlattıklarında gülüp geçmişti. Hatta benim veli bir zat olabileceğimi bedduamın tutmuş olabileceğini iddia etmişti. Benimle pek vakit geçirmediğinden beni küçük sevimli bir oğlan çocuğu olarak görüyordu. Tabi bu düşünceleri beni odamda elmamdan kurt çıktığı için bir köleyi kırbaçlarken bulana kadar sürdü. Bana ceza olarak bir hafta kadar odadan çıkmama cezası verildi. Cezam bitmeden saraya bazı davetler yapıldı. Birkaç hekim ve büyücü gelerek bende nasıl bir hal olduğunu incelediler. Hekimler benim bir vicdan sahibi olmadığımı söylediler. Elime verdikleri bir tavşan yavrusunu parmaklarımla boğarak öldürmemi izlediklerinde bu kanıya varmış olabileceklerini düşünüyorum. Büyücüler ise bende bir kudret gördüklerini eğer kendileri gibi yetiştirilirsem oldukça büyük bir büyücü olabileceğimi söylediler. Hatta bunlardan bir tanesi beni yanına seve seve çırak alabileceğini söyleyen bir kişiydi. Dini bütün bir şahıs olan babam bunu şiddetle reddederek beni hadis, fıkıh ve tefsir ilimlerinde eğitmeleri için hocalar tuttu. Vicdandan yana eksik olan fıtratımı dini emir ve yasaklarla terbiye ederek kapatabileceğini umuyordu. Gerçekten de katıldığım sohbetlerde böyle insanların varlığına şahit oldum. Birkaç yıl bu konuda hocalarım oldukça başarı da sağlamışlardı.

“Bir gün buluğ çağına ermişken karşıma çıkan bir kız her şeyi alt üst etti. İpekli çarşafın içinde yalnızca gözlerini görebildiğim halde içimde bir arzu oluştuğunu hissettim. Fakat bunun günah olduğu bunu yapmamam gerektiği aklıma geldiğinde kafamı başka yöne çevirdim. Anladığın gibi bu o kızın da sonu oldu. Pazar yerinde birden bire yere yığılıverdi. Derhal hocama gidip olayı anlattım. O benim bunun için tövbe, istiğfar etmem gerektiğini söyledi. Ben de öyle yaptım. Ama bunu o kızın ölümüne üzüldüğüm için falan değil, sadece öyle yapmam gerektiği için yaptım. Olay babamın kulağına gidince benim tövbelerim de istiğfarlarım da işe yaramadı. Beni zindana kapattı. İnsanlarla bir araya gelmezsem kimseyi öldüremezdim, o böyle söylemişti.

“Bundan sonra hayatımın birkaç senesi ışıksız bir zindanda geçti. Fakat zindanda da olsam ben bir prenstim ve her dileğim yerine getiriliyordu. Ziyaretçilere ses çıkartılmıyordu. Bir nazarıyla can alan uğursuz prensi ziyaret etmeye sanki kimin cesareti olabilirdi ki zaten. İstediklerimi getiren köleler bile karşımda tir tir titriyorlardı. Bunu göremiyordum ama hissedebiliyordum. Zindanda bir süre sonra beklenmedik bir ziyaretçim olmaya başladı. Bu beni yanına çırak almak isteyen büyücüden başkası değildi. Haftada bir beni ziyaret eder, benimle konuşur, ahşaptan oyma bazı yazıtları bana getirip öğrenmemi sağlardı. Artık onun öğrencisiydim ve yapılacak başka hiçbir şey olmayan bu zindanda onun öğrettiği şeyleri çalışıyordum. Günün birinde yeni hocam beni ziyarete geldiğinde zindanın içerisinde ufak bir ateş yakarak beni görmesini sağladım. Yalnız da değildim artık kendime bazı dostlar çağırabiliyordum.” Bu bazı dostların vurgulanarak söylenmesi Hekim’in dikkatinden kaçmamıştı.
“Onları da kendisiyle tanıştırmayı umuyordum. Açılmış olan küçük pencerede yaktığım ateşin aydınlığı yüzüne vurduğunda, gördüğüm dehşet dolu ifade onunla ilgili aklımda kalan son şey oldu. Bir daha da gelmedi.

“Sürekli onun gelip yeni yazıtlar getirmesini bana yeni şeyler öğretmesini bekledim ama o hiç gelmedi. Sonunda ben de zindandan sıkılıp çıkmaya karar verdim. Gardiyanları çağırıp kapıyı açmalarını emrettim. Bana karşı geldiler. Ama elbette ben gitmek istedikten sonra beni orada tutabilmeleri mümkün değildi. Gardiyanlardan birini tehdit ederek kapıyı açtırdım ve elimi kolumu sallayarak zindandan çıktım. Şehirde dolaşarak beni zindanda eğiten hocamın evini buldum. Ortadan kaybolmuştu. Evinde kalıp orada bulunan bütün yazıtları, parşömenleri ne varsa alıp okudum. Birçok deneyler yaptım. Görüyorsun ya ben de senin gibi bir bilim adamı sayılırım. Neyse bu kısımlar seni pek ilgilendirmez. Ne de olsa benim ilmim seninki gibi temiz sayılmıyor. Sadede gelelim.

“Günün birinde Mavera’ün-Numan emiri olacaktım. Bunu sabırla bekliyordum. Bunu beklerken de benden korktukları halde geleceklerini öğrenmek, başkalarının kadınlarını istemek, düşmanlarını ortadan kaldırmak için yardım dilenen insanlara yardım ediyordum. Onlar gelip kapımı çaldılar. Benden ellerinde bulundurdukları bir büyülü nesne için yardım istediler. Onlara yardım edebileceğimi fakat bana yüklü bir miktar ödeme yapmaları gerektiğini söyledim. Bana yanlarında para olmadığını söyleyince yine de alete bakmak isteği doğdu içimde. Tarik elindeki aleti bana gösterdiğinde oldukça şaşırmıştım. İçerisinde muazzam bir güç olduğunu hissedebiliyordum. Bu az evvel görmüş olduğun aletin yalnızca bir parçasıydı. Ortadaki küçük yuvarlak parça… İçerisindeki ok Batıyı gösteriyordu. Bu okun ucu her nereyi gösteriyorduysa orada muazzam bir kudret olmalıydı.

“Bu aleti ondan almak istedim ve sözümü ikiletmeden bana uzattı. Aleti elime aldığımda sanki içinden bütün ruhu çekilmiş oldu. Ufak hareketlerle batıyı göstermekte olan ok, benim elime geçer geçmez cansız bir kaya parçası gibi hareketsiz kalmış kuzeye dönmüştü. Türk’ün büyülü bir kudreti olmadığına göre bunun tek mantıklı açıklaması vardı. Bu aleti yapan kişi yalnızca bir kişi tarafından kontrol edilmesini istiyordu. Aleti geri verdiğimde ise aklımda tek bir şey vardı: Oraya gitmeliydim. Kendilerinden herhangi bir şey istemeden peşlerinden geleceğimi söyledim. Bu bakır aleti tamamlayacak olan ikinci bir alet olması gerektiğini anlattım ve birlikte batıya doğru yola çıktık.”

“Demek bir saltanatı arkanda bıraktın bu aleti takip edebilmek için. Bir şey sormak istiyorum.” Diye araya girdi Hekim ve izin geldikten sonra devam etti. “Bu aletin sadece onun elinde işe yaradığını söylüyorsun. Peki, bu büyüyü bozmanın bir yolu yok mu? Yani bunu yapabilecek biri varsa herhalde o da sen olmalısın.”

“Aslında yolculuk esnasında birkaç kez büyü bozmak için girişimde bulundum. Fakat hiçbirinde başarılı olamadım. Tarik, gemide öldüğünde de önce çok heyecanlandım. Çünkü bir ihtimal onun ölümü büyüyü bozabilirdi. Derhal usturlabı elime aldım. Çalışmıyordu. Ölümü bile bu büyüyü bozmaya yetmemişti. Demek ki usturlab onu seçmişti ve başka kimsenin onu takip etmesine izin vermeyecekti. Bu durumda amaca ulaşmak istiyorsak Tarik’i izlememiz gerekiyordu. Dostlarımdan daha önce senin yaptığın çalışmaları öğrenmiştim. Başarılı olduğunu da biliyordum. Böylece çıkıp medreseye geldik. Artık hikayemi baştan sona biliyorsun. Ne dersin sence vicdanını rahatlatacak kadar iyi bir insan mıyım?” diyerek hikayesini yüzünde şeytani gülümsemesi ve manidar sorusuyla tamamlamıştı. Hekim bu soruya cevap vermeyecek ve mümkün olduğunca onunla muhatap olmayacaktı. İçindeki huzursuzluk kat be kat artmıştı sorunun cevabını kendi içinde düşünürken. Bu huzursuzluktan kurtulmak için aklına namaz kılmak geldi.

Ormanın içerisinde bir hayli ilerlemişlerdi ve ikindi vakti çıkmak üzereydi. Önde ilerlemekte olanlara seslenerek biraz dinlenmeyi önerdi. Diğerleri de buna karşı çıkmayınca atları bağlayıp mola verdiler.

Spoiler: Göster
geç kalmış bir bölüm daha :)
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #49 : 14 Ağustos 2013, 16:10:15 »
Geç kalmış olabilir ama işin içine hem hekimin hem de büyücünün öyküsünü katarak bunu pek de leziz bir şekilde affettirmişsin :) Be oldukça beğendim ve geçmişe ait her yeni hikayeyle neler olacağına dair merakım biraz daha kabarıyor. Tüm bu karakterleri önceden tek tek planlamış mıydın diye de merak ediyorum çaktırmadan. Hekim'in vicdan meselesi de ayrı bir güzel detaydı.

Tek eleştirim bazı konuşma cümlelerinden sonra küçük harfle devam etmiş olman. (Gülbüyüsü bunu okursa beni topa koyacak :D ) Ellerine sağlık...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #50 : 15 Ağustos 2013, 00:53:46 »
Teşekkür ediyorum okuduğun ve eleştirdiğin için :) Galiba uzun aralıklardan dolayı senden başka da okuyan kalmadı :P Kıymetini bil sırf senin için yazıyorum bunu :D

Karakterleri ana hatlarıyla planlamıştım en başında evet. Fakat ufak tefek detaylar zaman içerisinde gelişiyor tabi.
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı Gülbüyüsü

  • **
  • 84
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #51 : 16 Ağustos 2013, 02:19:37 »


Tek eleştirim bazı konuşma cümlelerinden sonra küçük harfle devam etmiş olman. (Gülbüyüsü bunu okursa beni topa koyacak :D ) Ellerine sağlık...
[/quote]

Biri bana mı seslendi :)

Cemaziyel bölüm atmasa, mit sen de adımı anmasan yolunu unutmuştum buranın ne zamandır :(  Bölümü şimdi okudum ve geç gelen bölüm diye buna derler Cemaziyel haklısın :D mit bu sefer seni topa tutmıycam rahat ol. Harun bazı yerlerde hatalar yapmış kendisine özelden belirttim haddim olmayarak. Ama çok gecikmiş bölümlerde hatalar olması mümkün tabi birde hayatın tepmosu arasında gözden kaçanlarda olabilir. Eminim kendisi de yazdıklarını tekrar okuduğunda daha iyi hale gelecek bölüm. Genel itibariyle hatalar mit'inde söylediği gibi diyalok kısımlarındaydı. Küçük harften başka hatalarda bulduğum için bu seferlik mit'i taşlamıyorum :D Kalemine sağlık arkadaşım. Okumak zevkti :)
Kim olduğunu unutursan, olmaman gereken kişiye dönüşürsün.

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #52 : 16 Ağustos 2013, 10:30:30 »
Teşekkürler senin yazdıklarından sonra baya paslandığımı fark ettim. Bir sürü hata çıktı bir ara tekrar elden geçireyim bari :)
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı safir

  • **
  • 57
  • Rom: 3
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #53 : 16 Ağustos 2013, 13:41:49 »
Okuma listeme ekledim ve fırsat buldukça bölüm bölüm okuyorum. Daha başlardayım. Okuduğum bölümler ise akıcı ve merak uyandırıcıydı. Betimlemeleri biraz daha fazla kullanmanı öneririm. Sanki zorunda olduğundan ne azını ne fazlasını kullanmıyormuşsun gibi geldi. Böyle bir hikaye için bölümlerin birazcık uzaması sorun olmaz. Ayrıca hızlı okuyan bir için bazı noktalarda konuşan kişinin kim olduğu belirsizleşiyor. Betimlemeleri arttırman bunu da düzeltebilir belki.
Beğenerek okuyorum. Umarım yarım kalmaz.
Kaleminize, emeğinize sağlık. :)
 

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #54 : 16 Ağustos 2013, 18:44:09 »
Çok teşekkür ederim safir. Betimlemeler konusunda haklısın. Kendimi fazla sınırlıyorum sanırım. Uzayınca sanki yanlış bir şeyler yapıyormuşum gibi hissediyorum. Konuşanların kim olduğunun karışması isimsiz kahraman durumundan kaynaklı biraz, biraz da sürekli olarak aynı ismi tekrar etmek istemememden kaynaklı. Özellikle kısa konuşmalarda konuşanın kimliğini tekrarlamak rahatsız ediyor beni. Dediğin gibi betimlemeler artarsa bu da düzelecek belki de. Tavsiyeni sıradaki bölümde değerlendirdiğimi göreceksin umarım :)
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı

  • *
  • 10
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #55 : 06 Ocak 2014, 15:41:02 »
Tesadüfen internette dolaşırken keşfettiğim bir sitede, keşfettiğim bir hikaye oldu...
Sırf yorum yapabilmek için üye oldum :)
Bir çırpıda okudum hem hikayeni hem yorumları. Tam "oh iyi ben beklemek zorunda kalmayacağım sonunu" diye düşünürken bir de baktım ki bitmiş :(
Eleştiri yapabilecek bir sıfata sahip değilim. Sade bi okuyucu olarak oldukça akıcı ve güzel buldum. Elinize sağlık ki devamı gelsin... (Ama çabuk gelsin ben bekleyemem:))

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #56 : 08 Ocak 2014, 20:48:14 »
Öncelikle hoşgeldin Nisancık. Çok teşekkür ederim güzel sözlerin için. Uzun zamandır vakit darlığından dolayı yeni bölüm ekleyemiyorum. İnşallah kimseyi üzmeden bitireceğim öyküyü :)
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak (Yeni Bölüm)
« Yanıtla #57 : 31 Temmuz 2014, 18:21:43 »
SALAMAN

İkindi namazını üç kere tekrarladı Hekim. Kafasındaki düşünceler bir türlü ağzından çıkan sözlerin manalarına erişmesine izin vermedi. Namazdan sonra ise diğerlerinden uzakta bir köşede kalıp vicdanını sorgulamaya başladı. Kimlerle yola çıkmıştı? Yaptığı şey doğru muydu? Hakkında hiçbir şey bilmediği insanların peşine düşüp yıllardır hizmet ettiği okula ihanet etmişti. Fakat ne uğruna? Medrese basmaları onların kötü niyetlerini belli etmemiş miydi? Başta onları tanımıyor olması bir özürdü belki… Ya şimdi? Yol arkadaşlarından bir tanesi azılı bir deniz haydudu, katil ehli kitap bile olmayan bir kafirdi. Bir diğeri kokusundan yanına yaklaşılmayan bir Hıristiyan tüccar… Bunları kabullenebilmişti. Fakat vicdan sahibi olmayan bir büyücü? İslam’ın kurallarını bilmesine rağmen yasakladıklarıyla hareket eden bir münafık?

O, kafasındaki soru işaretlerini şüphe ipine birer birer asarken dost bir gülümsemeyle yanına birisi oturdu. Cafer elinde yulaf ekmeğine sarılı bir parça et ve su kırbasıyla yemeğe oturmamış arkadaşına yarenlik etmeye gelmişti. Gülümseyerek kabul etti getirdiklerini. Ekmeğin içerisine çaktırmadan göz atıp kuş eti olduğunu fark edince rahatlayıp yemeğe koyuldu.

“Hayırdır inşallah dost? Pek düşüncelisin…”  Dedi Cafer ağzındaki lokmayı yutunca.

“Hayır mı, şer mi; yolun sonunda göreceğiz inşallah. Bu büyücü bir acayip adam... Kafamı bulandırdı doğrusu. Ne düşüneceğimi şaşırdım.”

“Allah bizim hayır sandıklarımızdan şer, şer sandıklarımızdan hayır çıkaran değil midir? Sen ona güven.” Dedi gülümseyerek. Sebebini bilmese de bu adamın onu teskin eden bir hali vardı.

“Haklısın dostum. Fakat içimdeki garip şüphe beni kemirmeye devam edecek. Bu yola çıkmakta doğru mu yaptım kestiremiyorum.”

“Yol yanlış olmaz. Yolun bir başlangıcı ve sonu olur. Başlangıçları biz seçemeyiz. Bizler sonunu seçebiliriz ancak. Eğer çıktığın yolun sonunun doğruluğuna inanıyorsan yol doğrudur.” Her verdiği cevaptan sonra gülümsüyordu Cafer.

“Fakat ben yolun sonunu da göremiyorum ki! Elimdeki tek ipucu, aynı yolda yürüdüğüm kişiler. Onların gördüğü son benim hayal ettiğim son değil.”

“Onlar senin yola çıktığın kişiler değil. Yolunun kesiştiği kişiler. Farklı amaçlara giden yollar aynı noktada kesişebilirler.” İkisinin de yemeği bitmiş fakat muhabbetleri devam ediyordu. Cafer bir ağacın dibine bağdaş kurmuş, ellerini de birbirine kilitlemiş Hekim’in göremediği uzakta bir noktaya bakarak konuşuyordu. Hekim ise tamamen ona dönük dizlerinin üstünde oturmuş, bir talebe gibi sorular sorup ilgiyle cevapları dinliyordu.

“Peki senin yolun nerede başladı? Ve nereye varıyor?”

“Ah!” dedi ilgiyle Cafer bu soru karşısında, “Sana verdiğimiz sözü tutmanın zamanı geldi demek. Pekala, anlatayım da dinle:

“Ben Isfahan’da kendi halinde bir kitapçının çocuğu olarak geldim dünyaya. O kitapçı dükkanıdır işte benim büyüdüğüm yer. Daha doğrusu o kitaplar…

“Babam diğer kitapçılar gibi değildi. Özellikle nadide eserlerin peşinde koşardı. Özel alıcı ve satıcılar da bunu bilirler, nadide kitaplar söz konusu oldu mu onu bulurlardı. Ben de ne zaman böyle bir kitap gelse dükkana alıcısı gelmeden alır okurdum. Allah’a hamdolsun. Böyle bir yetenek bahşetmiş bana.  Hızlı okurum, okuduğum da kalır aklımda.” Kendinden bahsedince yüzü kızarmıştı Cafer’in. Hekim bunu onun temiz dünyasına vermişti.

“Demek ilim konusundaki bilginin kaynağı bu kitaplar… Ben de Bağdat Medresesi’nden bir deha ile tanıştığımı sanmıştım.” Hekimin sorusu zaten mahcup olmuş adamı bir kat daha utandırdı. Yüzünü öne eğerek anlatmayı sürdürdü.

“Aslında çağırmadılar değil. Fakat pederden kalma dükkanı bırakıp gidemedim. Kütüphanesini ziyaret amaçlı defalarca gezmişimdir lakin. O ne muazzam hazinedir öyle! Her gittiğimde on kitaptan aşağı okumadan dönmemeye uğraşıyorum.”

“Zor olmuyor mu?”

“Aslında Arapça olanlarda zorlanmıyorum da eski rumca çok zorluyor. Bir de firavun yazmaları var. Onları çözmeye uğraşmaktayım bilen kalmamış o yazıyı.” Cafer, bunları o kadar doğal, o kadar abartısız anlatıyordu ki Hekim kendisini elif-ba’yı yeni sökmüş bir velet gibi hissediyordu.

“Kitaba, yazmaya bu kadar değer veriyordun da bizim kütüphanedeki yazmaları yakmalarına neden ses çıkarmadın?” Öfkeyle sormuştu bu soruyu. Bir anda onun kitapları ve yazmaları üst üste yığarken görüntüsü gelmişti gözünün önüne.

“O yaktığım yazma benim bir çalışmamdı zaten. İlime bu kadar değer vermiş bir medresede, o yazmaların yakılmasına göz yummayacak birisi muhakkak vardır diye düşünmüştüm. Haksız da çıkmadım.” Diye cevapladı gülümseyerek.

“Ya ben de çıkmasaydım ortaya? O zaman yakılacaktı bütün kitaplar, öyle mi?”

“Ortaya topladığım kitapların hepsinin kopyaları Bağdat kütüphanesinde mevcuttu. Onların yakılmalarına göz yumacak insanların elinde olmalarındansa yakılmaları daha iyidir.” Bu cevaptan sonra başını eğme sırası Berberi’ye gelmişti. Sonra konudan uzaklaştığını fark edip lafı çevirdi.

“Peki bu adamları nereden buldun?”

“Esasen onlar beni buldu dostum. Bir Cuma vakti camiden çıkıp dükkanıma geldiğimde o ikisini kapımda bekler buldum. Bana danışmak istedikleri bir konu olduğunu söylediler. Hemen dükkanı açıp içeri aldım. Benim methimi yolda karşılaştıkları bazı insanlardan duymuşlar. Ellerinde olan bir düzenekle alakalı kendilerine yardım edip edemeyeceğimi sordular. Kapıma gelen insanı geri çevirmek de adetim değildir. Düzeneği görürsem eğer yardım edebileceğimi söyledim. Heybelerinden katlanmış kalın keçe kumaşı çıkarıp önümdeki masaya bıraktılar. Masadan kaldırmadan yavaş yavaş önümdeki engelleri kaldırmaya başladım. Her katı açtığımda biraz daha merak uyanıyordu içimde. İnsanın karşısına her gün gelmiyor böyle nadide düzenekler dostum.

“Nihayet o değersiz kumaş parçasının içinde onu gördüğümde heyecandan küçük dilimi yutacaktım. Öylesine basit bir düzenek fakat öylesine muhteşem ve kusursuz... İlk dikkatimi çeken şey dışını tamamen kaplamakta olan bakır tabakanın üzerindeki işlemelerdi. Akçaağacın dalları öylesine güzel işlenmiş. Yapraklarının her biri üzerinde ince ince çalışılmış. Üzerine baykuş dahi tünemiş. Sen de gördün değil mi güzelliğini dostum?”

Görmemişti fakat doğruyu söyleyip karşısında aşkla tarif eden adamın heyecanını bölmemek adına onaylarcasına başını salladı Berberi ve zaten karşıdakinin beklediğinin bir cevap olmadığını kendisine bakmadan devam etmesinden anladı.

“Bu bakır tabakanın üzeri camekanla örtülüydü. Kenarları ise altınla mühürlenmişti. Düşündüm; bunun bir sebebi olmalıydı. Yapan zat içerisinin havayla temas etmesini istememişti belli ki. Camekanın içinde bakır tabakanın tam ortasına çakılmış bir de gümüş temren vardı. Öylesine küçük bir şeyin üzerindeki işlemeler gece mehtabını kıskandırır dostum. Temrenin ucunda işlenmiş şahin ardına sabah yellerini almış gibi, öylesine süzülüyor. Her parçasını incelediğimde hayretim ve hayranlığım katlanıyordu. Yalnızca ilmi bir düzenek değildi karşımdaki, aynı zamanda bir sanat eseriydi.

“Ellerim titreyerek avucuma aldım onu. Ne işe yaradığını öğrenmek için sabırsızlanıyordum. İlk dikkatimi çeken şey yanlarda bulunun yuvalar oldu ki bu bir kilit düzeneğinin varlığını gösteriyordu. Yani ikinci bir parçası vardı ve bu parça ilki olmadan düzgün bir şekilde çalışmayacaktı.

“Elimde sağa sola çevirdiğim düzeneğin herhangi bir işe yaramamasının sebebinin bu olduğunu anlattım onlara. Adam beni dinledikten sonra onu eline aldı… O anı sana kelimelerle tarif edebilmemin bir yolu yok dostum. Onun eline geçtiğinde gümüş şahin, avına yönelmiş gibi kanatlandı adeta. Akçaağacın dalları bir anda çiçekler açtı. Baykuşun gözleri parladı. Bir hicaz ezgisi çalındı sanki kulağıma o an. Aklımın bana oynadığı oyunlar neticesi kendimden geçmişim. Beni uyandırıp su içirdiler. Sonrasında düzeneğin sırrını gösterdiler. Nereye götürürse götürsün, ne yöne döndürürse döndürsün temren hep aynı yönü gösteriyordu: Garbı!

“Bu ilim olamazdı. Bundan kesinlikle emindim. Bu büyü olmalıydı. Yeniden isteyip elime aldım bakır tabakayı. Kül suyu dökülmüş çiçek gibi canı çekildi birden bire. Hemen arkasını çevirip eser sahibi imza atmış mı diye baktım.” Cafer susup ağzı meraktan bir karış açık olan Berberi’nin yüzüne baktı gülümseyerek. Hekim bu gereksiz sessizliğe daha fazla dayanamadı:

“Eeee? Kimmiş eser sahibi?”

“Meryem El İcliyye!”

“Meryem El Usturlabi?”

“Ta kendisi! Usturlablarından bir iki tanesini görmüştüm fakat böyle bir aletle uğraştığını hiç duymamıştım.”

“Ben büyüyle uğraştığını hiç duymamıştım.”

“O kısmıyla alakası olduğunu düşünmüyorum, dostum” dedi Cafer yüzünü çevirerek. “Tabakanın arkasında sadece imza yoktu. Aramca bir takım yazılar da vardı. Bu yazının başkasına ait olduğu belliydi. Yani Meryem’in eserini bir başkası ele geçirip bunu bir büyüyle bir şeye yönlendirmiş. Altına da bir yazı yazmış. Yazıyı okuduktan sonra fazla tereddüt etmedim. Dükkanı ve kitapları, içlerinden işime yarayabilecek üç beş tanesini yanıma aldıktan sonra, küçük kardeşime verdim. Zaten pederim öldükten sonra miras yüzünden yüz yüze bakamaz olmuştuk. Bu sayede o hususu da tatlıya bağlamış oldum.”

“Ne diyordu yazıda?”

“’Yolun açık olsun şahinin efendisi,
Güneş battığında baykuşun gözüne bak,
Engin denizlerin ardında hazinesi,
Salaman seni beklemekte olacak.’”

Dörtlüğü aklında ölçüp tarttı hekim. Bahsi geçen Salaman muhakkak Süleyman olmalıydı. Demek gerçekten bir hazine vardı! Bunları aklından geçirirken odun ateşinin aydınlattığı adamın yüzüne gözlerini dikerek konuştu:

“Öyleyse gerçekten Süleyman’ın hazinesi var!”

“Bu kadar zahmeti alelade bir şeyi saklamak için çekmiş olamazlar. Yani bu düzenek çağımızın çok ötesinde, kullanılan büyü ise çok kuvvetli. Daha kim bilir nelerle karşılaşacağız.”

“Muazzam bir şey olmalı.” Diye sessizce içinden geçirdi Hekim. Hazinenin boyutunu tahayyül etmeye çalışıyordu fakat ne kadar büyük olsa bu kadar zahmete değeceğini kestiremiyordu. Bir oda dolusu saf altın, medreseye ihanetin bedelini ödeyebilir miydi? Ya da bir koca elmas Drakkar’ın gemisini ve tayfalarını satın alabilir miydi? Kafasında sorularla boğuşurken Cafer aklını okurmuşçasına konuştu yeniden.

“Sadece altın olarak düşünmemek gerekli bu hazineyi. Dinarla satın alınamayacak şeyler de var.”

“Ne demek istiyorsun? Başka ne olabilir ki buradaki hazineden kasıt?”

“Hazine lafından hemen önce baykuştan bahsediyor dörtlükte. Yani bu hazine baykuşla ilintili olmalı. Baykuş da eski Rumların sözde ilim ilahesi Athena’nın hayvanıdır.” Konuşmasına ara verip Hekim’in söylediklerine anlam vermeye çalışan bakışlarını yakaladığında devam etti: “Bilmem kulağına gelmiş midir, eski Rum yazmalarından Salaman ile Absal’ın hikayesi? Eğer bu ikisini birleştirirsen…”

“İklikolas’ın kütüphanesi!” diye haykırdı Hekim, daha karşısındaki sözünü bitirmeden. Çok heyecanlanmıştı. Varlığının gerçekliğinden emin olmadığı bir şeydi bu yapı. Fakat düşününce bu da yalnızca bir varsayımdı. Belki altın ve mücevher dolu bir sandık, belki gizli hikmetlerle dolu bir oda, belki de hiçbir şey… Evet! Bu olasılık da mevcuttu. Oraya kadar gidip ellerinde koca bir hiçle dönebilirlerdi. Fakat bu insanlar hayatlarını bir hiç için geride bırakmazlardı. Orada ne olduğunu muhakkak bilen bir kişi varsa bu ancak dörtlükte bahsi geçen şahinin efendisi olmalıydı. Şahinin efendisi aklına geldiğinde Farisi dostundan izin isteyip hastasının durumunu kontrol etmeye gitti.

Spoiler: Göster
Yıl olmuş neredeyse yüzüm de tutmuyor aslında ama neyse. Paslanmışımdır yazmaya yazmaya. Bol bol hata bulabilirsiniz :)

Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı Gülbüyüsü

  • **
  • 84
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #58 : 03 Ağustos 2014, 16:32:55 »
Harun gerçekten bölüm aran çok uzun ve bağlantısal kopukluk yaşadım önceki bölümlerle. O yüzden sadece bu bölüme odaklanarak okumayı denedim. Ben çok hata fark edemedim birkaç tane eksiklik dışında genel olarak iki kişi arasında geçen bir bölüm olarak düşünürsek okuyucu olarak hiç sıkılmadım. Belki de benim çok ilgimi çeken bir konu olduğu için çok pozitif düşünüyor olabilirim ama şahsi fikrim oldukça kaliteli bir bölüm okuduğumdur. Eksik gördüğüm birkaç yeri özelden geçerim :) Sonuç itibariyle bölüm aralarını açmazsan sevinirim. İkimizden biri ölmeden bitir bu hikayeyi derim  :inca
Kim olduğunu unutursan, olmaman gereken kişiye dönüşürsün.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Gemileri Yakmak
« Yanıtla #59 : 04 Ağustos 2014, 18:24:21 »
Hele şükür! Yaz, yaz, yaz demekten dilimde halıfleks bitmişti vallahi.  :inca

Öncelikle eline sağlık, keyifli bir bölümdü. Bu sefer sadece karakterlerden birinin geçmişini açıklamakla kalmamışsın, yol arkadaşlarının hedefine ilişkin ipuçları da vermişsin. Meryem El Usturlabi ve Hz. Süleyman gibi tarihi kişilerin de öyküye katılması gerçekten de çok hoş olmuş.

Dikkatimi çeken hatalardan biri cümle sonlarındaki Dedi sözcüklerinin çoğunun büyük harfle başlaması. Bir de bir-iki virgül eksikti. Ama en çok gözüme batan şey Cemal'in çok ama çok fazla dostum demesiydi. Onun haricinde her şey güzeldi, tekrardan ellerine sağlık. Seneye yeni bölümde görüşürüz :P

Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.