Kayıt Ol

Geradon Yazıtları - 11. Bölüm Fragmanı Yayınlandı!

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Hikayenin tüm bölümlerine www.geradon.info adresinden ulaşabilirsiniz.

Hikaye bundan sonra ordan devam edecek, buradan tartışılacaktır.

Çevrimdışı Berre

  • ****
  • 1340
  • Rom: 34
  • Güle güle fermuar!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - Cilt 1: Kayıp Savaşçı
« Yanıtla #1 : 26 Kasım 2009, 12:07:52 »
İlk başta isimleri Türkçe kullandığın için sana kendi adıma teşekkür ederim.
Yazı uzun olmasına rağmen akıcı olmuş bu güzel bir başarı ama biraz konudan konuya atlamışsın.Yazıyı okurken acaba şimdi neredeyiz, neden bahsediyor yazar şeklinde düşüncelere sahip oldum.Bu biraz kafa karıştırıyor.
Bunun haricinde gözüme çarpan bir şey olmadı.Ellerine sağlık...

Not:Devamını bekliyorum...

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - Cilt 1: Kayıp Savaşçı
« Yanıtla #2 : 26 Kasım 2009, 12:34:33 »
Yorum için teşekkürler =). Türkçe konusunda her zaman hassasımdır. Konudan konuya atlama konusunda da haklısınız. Ben sol taraftaki tarihleri anlam karışıklığını gidermesi için yazdım ama sanırım yeterli olmamış. Gelecek bölümde daha çok dikkat ederim.

Devamını yazmayı da planlıyorum ama ben her bölümü oldukça dikkatli yazarım ki gelecek bölümlerle olan bağlantıları sağlam olsun. Tekrar teşekkürler =)

Hikayeyi okuyacaklar için önemli bir bilgi: Hikaye iki zaman çizgisinde anlatılacak. 1.-3.-5..... bölümler Haziran 2009'dan itibaren olanları anlatırken. 2.-4.-6.... bölümler Temmuz 2008'den itibaren olanları anlatacak. Böylece ilk cildin sonunda hem olayların ilk bölümdeki şekle nasıl geldiğini öğrenecek hem de ilk bölümde bahsedilen görevin ne olduğunu öğreneceksiniz.

Son olarak; 2. Bölümün Adı: Bambaşka Bir Hayat

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - Cilt 1: Kayıp Savaşçı
« Yanıtla #3 : 29 Kasım 2009, 23:59:13 »
Spoiler: Göster
Ön Not: Daha önce de açıkladığım gibi çift sayılı bölümler farklı bir zamanı, tek sayılı bölümler farklı bir zamanı anlatacak. Bölüm başında hangi zamanı anlattığımı mutlaka yazıyorum. Bölüm içinde zaman değişirse, sahnenin başına yine zamanı yazıyorum (birinci bölümde gördüğünüz gibi). Okuduğunuz için şimdiden teşekkürler. Yorumlarınızı bekliyorum.


~Geradon Yazıtları~
Cilt 1: Kayıp Savaşçı
Bölüm 2: Bambaşka Bir Hayat

Temmuz, 2008
Güzel bir Akdeniz sabahında yapılacak en iyi şey öğlen sıcağı ortalığı kavurmaya başlamadan havluları omuza atıp denize gitmektir. Gökçe, Gizem ve Kerem de güne iyi başlamak için bunu yapmışlardı.
"Alanya'da geçen bir yaz tatilinin en sevdiğim yanını biliyor musunuz?" dedi Kerem alaylı bir ses tonuyla.
"Cevap olarak kesin sapıkça bir şey alacağımı bilsem de, yine de soruyorum sevgili arkadaşım. Yaz tatilinin en sevdiğin yanı ne?" dedi Gizem.
"Dünyanın tüm harikalarını aynı yerde görmek." diye cevap verdi Kerem, plajda onlar gibi erkenci olan Rus kızlarını işaret ederek. Gizem gözlerini devirdi ve başını onaylamaz biçimde iki yana salladı. Gökçe ise gülümsemekle yetindi. Onun sırf Gizem'i sinirlendirmek için böyle konuştuğunu biliyordu. Kerem ve Gizem birbirlerini gıcık etmek için yaratılmışlardı sanki. İkisinden biri bundan vazgeçerse dünyanın sonu gelebilirdi.
"Merak ediyorum, Kerem; ergenliğin sana kazandırdığı şu muhteşem espri anlayışın ne zaman sona erecek? Hayır haber ver de, kendimize bunun yerini tutabilecek başka bir eğlence bulalım. Gerçi böyle bir şey mümkün değil ama en azından deneriz öyle değil mi?" dedi Gizem.
“Bu konuda hiç endişen olmasın. Böyle muhteşem bir şeyden sizi asla mahrum bırakmam. Kendimi çok iyi geliştirdim.”
“Ah, öyle mi? Keşke bu enerjini yüzmeyi öğrenmeye harcasaydın. En azından yararlı bir şey olurdu. Biz denizde açılırken kumdan kale yapmak zorunda kalmazdın.”
“Suyu sevmediğimi biliyorsun.”
“Bilmez miyim?” dedi Gizem sanki çok kötü bir koku almış gibi yüzünü ekşiterek. Ardından da burnunu tıkayıp gülmeye başladı.
"Sonsuza kadar böyle mi olacaksınız?" diye sordu Gökçe sert görünmeye çalışarak. İkisi de şaşkınlıkla dönüp ona baktı. Görünüşe bakılırsa yemi yutmuşlardı. Gökçe'nin gerçekten kızdığını düşünüyorlardı. Çünkü Gökçe’nin onların tartışmasına karıştığı pek görülmezdi. Birkaç saniyelik gergin bir sessizlikten sonra Gökçe kahkahayı patlatınca ikisi de rahatladı.
“Çok kötüsün. Bir an gerçekten kızdığını ve beni burda, bu çocukla bırakacağını sandım. Düşünsene... Bu benim en kötü kabuslarımdan bile daha kötü bir şey.” dedi Gizem.
“Benim de en büyük hayalim buydu zaten.”    dedi Kerem ona dil çıkararak.
“Demin şaka yapmış olabilirim ama isterseniz şansınızı fazla zorlamayın. Bir de bakmışsınız, Gökçe yok; puf!”
“Yapma lütfen. Sen bizi asla bırakamazsın.”
“Öyle mi, Gizem hanım? İzle ve gör.” dedi Gökçe ve hışımla ayağa kalktı. Havlusunu şezlongtan alıp üzerine sardı ve sandaletlerini giyip, kumda ulaşabileceği en yüksek hızda ilerlemeye başladı. Gizem ve Kerem birbirlerine baktılar. Kerem, Gizem’e göz kırptı ve ayağa fırlayıp henüz sadece iki metre ilerleyebilmiş Gökçe’yi kolundan yakalayarak çekti.
“Bırak beni. Gideceğim ben. Böylece siz de sonsuza kadar birbirinizi yiyebilirsiniz.” diye bağırdı Gökçe.
“Senin neye ihtiyacın olduğunu biliyorum, küçük hanım.” diye cevap verdi Kerem ve Gizem’e başıyla işaret etti. Gizem de ayağa kalkıp onu diğer kolundan tuttu ve ikisi birlikte Gökçe’yi şezlonga yatırıp gıdıklamaya başladılar.
Kız ilk başta kendini tutmaya çalışsa da en sonunda onların oyununa katıldı. Hayat onlar için gerçekten güzeldi.
XXX
   “Otobüslerden nefret ediyorum.” dedi Anıl, o ve anneannesi Marmaris-Alanya seferini yeni bitirmiş otobüsten inerlerken. Bagaj görevlisi bunu duymuş olmalı ki; Anıl’ın bagajını verirken, bir köpeğin önüne kemik atarmış gibiydi. Anıl gözlerini devirdi ve:
   “Cidden anneanne; uçakla gelmeliydik. Bu ne böyle? Adam kendini ne sanıyor ki? Ya içinde kırılacak bir şey olsaydı?” dedi güneş gözlüğünü takarken.
   “Kibir hiçbir zaman iyi bir şey değildir, oğlum. Fakat böylesine kötü bir şey sende niye bu kadar çok var, anlamıyorum doğrusu. Ah, niye anlamayayım ki? Muhteşem babanın sana kazandırdığı güzel özelliklerden sadece biri değil mi bu?” diye cevap verdi yaşlı kadın. Sesinde espri yapıyormuş gibi bir hava yoktu.
   “Bak... Babamla aranızın hiçbir zaman iyi olmadığını biliyorum ama sence de her fırsatta ona laf sokmak biraz acımasızca değil mi? Benim gözümde elinden geleni yapmaya çalışan biri. Sadece benim için ona karşı biraz daha hoşgörülü olamaz mısın? Beni sevdiğini biliyorum.” dedi Anıl. Bozulmamıştı çünkü kadının öfkesinin kendine olmadığını biliyordu.
Onun aklında yüzlerce şey varken, kendisinin sadece otobüsle ilgili ufak bir sorunu kocaman bir problem haline getirmesi zaten oldukça saçmaydı. Ama bu problemi dile getirmesi saçmadan da öteydi. Kadın iç geçirdi ve başını salladı:
“Elimden geleni yaparım ama keşke bazı konularda beni dinleseydi. Yukarıda Allah var, hiçbir zaman kötülüğünü istemedim. Neyse, bunlar şu an hiç önemli değil. Sana verdiğim fotoğrafla adresi kaybetmedin değil mi?”
Anıl elini arka cebine atarak cüzdanını çıkardı. İçindeki kağıtla fotoğrafı kadına gösterdi. Fotoğraf iki kız ve bir erkeğe aitti. Erkek olan kollarından bir tanesini, kızlardan birinin omzuna; diğerini ise, diğer kızın beline dolamıştı. Üçünün de yüzünde içten gülümsemeler vardı. Anıl bu fotoğrafa her bakışında en son ne zaman böyle gülümsediğini düşünmeden edemiyordu. Belki de hiç bu kadar mutlu olmamıştı. Bu hayatta uğruna yaşayabileceği fazla bir şey olduğu pek söylenemezdi. Fotoğrafa her bakışında aklına gelen diğer bir şey ise, resimdeki üç insana da aşina oluşuydu. Onlarla bir yerlerde bir şekilde tanımıştı sanki.
“Pekala...” diyerek onu düşüncelerden sıyırıp aldı anneannesi “Benim buluşmam gereken biri var. Ondan sonra ikimiz birlikte yazıtları aramaya gideceğiz. Sen de benim buluşmam sırasında boşsun. İstediğini yapabilirsin.”
“Onbeş yaşındaki torununu bilmediği bir şehirde yalnız mı bırakacaksın?” dedi Anıl şaşkınlıkla. Kadın başını iki yana salladı ve:
“O şekilde söyleyince kulağa pek hoş gelmiyor ama bunu bir fırsat olarak düşün. Gidip onları bulabilirsin. Hatta belki tanışırsın. Hem zaten Alanya’ya daha önce de geldin. Tamam üzerinden üç yıl geçmiş olabilir ama en azından buralara tamamen yabancı sayılmazsın. Hem gideceğin adres, buraya gelişimizde kaldığımız otele çok yakın. Gidince sen de hatırlarsın. Olur mu?” diye açıkladı. Anıl’ın kafasında onun konuşmasını duyduktan sonra bir görüntü canlandı. Daha çok bir anı gibiydi. Bir parkta birkaç çocukla oynadığı zamana ait bir anı. Fakat ayrıntıları hatırlayamadı.
“Olur.” dedi anneannesinin sorusuna biraz geç de olsa cevap vererek.
“Harika. O halde; seni, bir saat sonra adresteki binanın önünden alırım.” dedi kadın ve onu yanağından öpüp bir taksiye atladı. Anıl onun kendisini ‘almaktan’ kastının ne olduğunu sormadı. Anneannesi sürprizlerle dolu bir kadındı. Ne yapacağı pek belli olmazdı. Gülümsedi ve kendisi de onun ardından başka bir taksiye binip, şoföre elindeki kağıdı uzattı.
XXX
   Üzerindeki zarif kıyafetle bir kafede uzun süredir görmediği bir arkadaşının gelmesini bekliyordu. Gerçi iletişimleri hiç kopmamıştı ama tabi sadece telefonla konuşmak bir insanın özlemini gidermeye yetmiyordu. Kafenin kapısı açıldı ve beklediği arkadaşı içeri girdi. Her zamanki gibi görünüyordu. Yakışıklı ve uzun boylu. Yıllar ondan hiçbir şey alıp götüremeyecekti. Buna emindi.
Adam onu fark edince gülümsedi ve adımlarını hızlandırdı. Kadın da ayağa kalktı ve sarıldılar.
“Uzun zaman oldu öyle değil mi, Kenan?” diye fısıldadı kadın onun kulağına.
“Neredeyse üç yıl, Ayla.” diye cevap verdi adam. Sonra da: “Amma vefasız çıktın.” diye ekledi gülerek.
   “Ben mi, sen mi? İşimin başımdan aşkın olduğunu biliyordun ama birkez bile beni görmeye gelmedin. Konuşturma beni şimdi.” dedi kadın, masaya otururlarken.
   “Benim de göz kulak olmam gereken üç tane çocuk vardı. Tehlikenin nerden geleceğini bilemezsin öyle değil mi? Sen sadece bir tanesiyle uğraşmak zorunda kaldığın için kendini şanslı say bence.”
   “Ben çocuklardan bahsetmiyorum ki. Yazıtlarla ilgili araştırma yapmam gerekiyordu, bildiğin gibi. Bu yüzden de tatil yapmayı bırakmalıydım.”
   “Ne ironi ama! Buradaki yazıtlar için olan araştırmaları başka yerlerde yapıyorsun. Kulağa gerçekten mantıklı geliyor.”
   Ayla gözlerini devirdi. Yıllar gerçekten de ondan bir şey alıp götürmeyecekti. Cevap vermemeyi tercih etti. Adam bunu fark edince anlayışlı biçimde gülümsedi ve:
   “Konuyu saptırdığım için özür dilerim. Burda bulunma amacımıza dönebiliriz.” dedi.
   “Sanırım en iyisi bu olur. Ben, söyleyeceklerime geçmeden önce senin çocuklar hakkında gözlemlerini almak istiyorum. Mümkün mü acaba?” diye cevap verdi kadın.
Geçmişte olan şeylerin konusunun yeniden açılmamasına hem sevinmiş hem de üzülmüştü. Bütün düşüncelerini amaçlarına yönlendirmeye çalışsa da başarılı olamıyordu. Zamanın bazı yaraları asla iyileştirmemesi çok tuhaftı. Onu gözlerine her bakışında içinde bir şeylerin sızladığını hissediyordu.
“Bu kadar resmi olmazsan, mümkün.” dedi adam gülerek. Kadın düşündüğü şeyler yüzünden ilk başta onun ne demek istediğini anlamadı fakat birkaç saniye sonra o da güldü. Bu sırada yanlarına garson geldi. Kenan, hemen bir buzlu çay siparişi verip onu yolladı. Ayla ile geçirdiği zamanın bir saniyesini bile boşa harcamak istemiyordu.
“Kusura bakma, amacım bu değildi. Çok fazla vaktim yok da... Bir an önce sana gerekli olan bütün bilgileri aktarayım ve gideyim diye düşündüm.” diye açıkladı.
“Ah, öyle mi? Pardon.” dedi adam. Gözleri birdenbire dolmuştu. Ayla bunun neden olduğunu biliyordu.
“Nasılsa bir süre buralardayım. Yazıtları okuduktan sonra bol bol vakit geçiririz. Öyle değil mi?” diye toparlamaya çalıştı. Adam başını sallamakla yetindi.
“Pekala. En iyisi ben başlayayım; yazıtların yerini tam olarak öğrendim. Koordinatlarıyla. Tahmin ettiğimiz yerdelermiş. Ortaya çıkarmak biraz zor olacak ama kesinlikle imkansız değil. Geradon dilini tamamen öğrendim. Ama tabi tedbir olsun diye tanımda bir rehber kitap da getirdim. Yazıtları okuyup tılsımları aldıktan sonra da çocukları eğitmeye başlayacağız. Ben Anıl’a birçok şeyi zaten anlattım. Bir süreliğine o liderlik edebilir. Asıl liderin Kerem olduğu zamanla ortaya çıkacaktır nasılsa. Benim söyleyeceklerim özetle bu kadar. Ayrıntıları zamanla konuşuruz.” dedi kadın hızlı bir şekilde. Adamın üzüntüsünü ne kadar önemsese de o an için yapabileceği bir şey yoktu.
“Aslında benim de söyleyecek fazla bir şeyim yok. Kehanetleri araştırmak için bol vaktim oldu. Onların doğru çocuklar olduğuna eminim. Tek endişem geç kalıp kalmadığımız. Sanki bazı şeylere daha erken başlamalıydık gibi geliyor. Ama tabi bu sadece bir içgüdü. Kişisel bir şey yani. O yüzden boşverebiliriz. De-“
Ayla, elini onun eli üzerine koydu ve gülümsedi.
“İnan bana endişeni çok iyi anlıyorum. Ama emin olmadan hiçbir şey yapmamız doğru olmazdı. Hem önümüzde dört yıl var. Bu her şeyi düzeltmek için yeterli bir süre. Bana güven.” dedi.
“Sana her zaman güvendim. Sanırım bunu bir kere daha yapmaktan bir şey olmaz.” diye cevap verdi Kenan.
“Bu arada...” dedi kadın ilk baştaki alaycı haline geri dönerek. “Sanırım arabana ihtiyacım olacak. Yazıtlar buraya oldukça uzak. Ne dersin? Verebilir misin arabanı?”
“Bilmiyorum ki, Ayla. Geleceğimizi kurtarma konusunda sana güvenebilirim ama arabam konusunda... Bu gerçekten zor bir karar. Özellikle senin bir kadın olduğunu ve kadınların araba kullanma konusunda doğuştan yeteneksiz olduğunu düşünürsek.” dedi Kenan gülerek.
“Tamam boşver. Kendim gitmenin bir yolunu bulurum ne de olsa.” diye cevap verdi Ayla ve ayağa kalktı. Kenan bir kahkaha attı ve:
“Her zaman gereğinden fazla alıngan olduğunu düşünmüşümdür.” dedi. Ardından da cebinden bir anahtar çıkarıp kadına uzattı.
“Ben de blöf konusunda hiçbir zaman iyi olmadığını düşünmüşümdür.” dedi Ayla ve anahtarı aldı. Sonra masadan kalkıp; “Kendine çok iyi bak. Hesabı da ödersin. Biz sonra aramızda anlaşırız. Tamam mı canım? Yakında görüşürüz.” diye ekledi ve onun omzunu sıvazlayıp çıkışa doğru ilerledi.
Kenan onun arkasından bakarken gülümsemeden edemedi.
XXX
   Hatırı sayılır bir ücret ödeyerek taksiden indi. Alanya’da uyması gereken ilk kuralı öğrenmişti: Asla taksiye binme. En azından tam olarak gelmek istediği yerdeydi. Etrafına baktı. Her yer tanıdık geliyordu. Yolun sonundaki parkı da görünce her şey kafasında oturdu. Daha önce buraya gelmişti. O parkta, bu sokakta oynamıştı. Elini gözlerine siper edip yukarı doğru bakınca, ailesiyle, Alanya tatillerinde kaldığı oteli gördü. Sonra da elindeki fotoğrafa baktı. Onların da neden tanıdık geldiğini anlamıştı. Çünkü onları gerçekten tanıyordu. Burada geçirdiği tatillerde onlarla arkadaşlık etmişti ama o zaman telefonları falan olmadığı için sonradan iletişimleri kesilmişti.
   Önünde durduğu eve baktı. Kapıyı çalmalı mıydı? Saat daha öğlen bile olmamıştı. Saygısızlık olarak kabul edilebilirdi. Sokaktaki bir banka oturup, evden birinin çıkmasını beklemeye karar verdi.
XXX
   “Ben otele geçeyim. Akşamki parti için bana ihtiyaçları olabilir.” dedi Kerem. Üçü birlikte plajdan dönüyorlardı. Sıcak yakıcı olmaya başladığında eğlence sona ererdi. Onlar da öğlen saatlerini evlerinde geçirirlerdi.
    “Bu otel işi seni bayağı sardı bakıyorum da... Ben de film izleriz diye düşünmüştüm.” dedi Gökçe, hayal kırıklığına uğramış bir sesle.
   Onun böyle hayal kırıklığına uğraması, Kerem’i garip bir şekilde mutlu etti.
   “Benim de sizinle kalmak istediğimi biliyorsun ama vaktimin bir kısmını da otelde geçirmeliyim. Yoksa babam tepeme biniyor.” diye açıkladı.
   “Bahanen kabul edildi.” dedi Gökçe omuz silkerek.
“Teşekkürler. Akşamki partiye geliyorsunuz değil mi? Benim özel davetlimsiniz.”
“Bakarız.” dedi Gizem gülerek.
“Bakmayın. Gelin işte.” dedi Kerem, onu ve Gökçe’yi öptükten sonra yanlarından ayrıldı. İki kız yürümeye devam ettiler.
   “Sana bir şey soracağım.” dedi Gökçe sessiz geçen birkaç dakikadan sonra. Gizem merakla ona baktı ve:
   “Sor tabi.” dedi.
   “Sence, Kerem’le bütün o didişmelerinizin, birbirinize katlanamamanızın, başka bir anlamı olabilir mi?”
   Gökçe’nin kendiyle ilgili en sevdiği özellik, lafı dolandırmaya hiç ihtiyaç duymamasıydı. Tabi bu birçok durumda karşısındaki için pek iyi olmuyordu ama onun bu özelliğini değiştirmeye niyeti yoktu.
   “Yani bu o zaman mı?” diye sordu Gizem.
   “Ne zamanı?” dedi Gökçe gerçekten anlamayarak.
   “Aşk hakkında kafa yoracak kadar büyüdüğümüz o zaman. Hani hiçbir şey eskisi gibi olmaz ya; söylenen sözler, yapılan şeyler masumiyeti sonsuza kadar yok eder ya. Ondan bahsediyorum.” diye açıkladı Gizem. Sesinde herhangi bir ifade yoktu. Gökçe’yi iğnelemeye falan çalışmıyordu. Sadece soruyordu. Belki de bu yüzden cevap vermesi çok zordu.
   “Özür dilerim. İstersen konuşmayabiliriz. Hatta konuşmayalım. Unuttum gitti.” dedi Gökçe.
   “Sorun değil. Şimdi olmazsa başka zaman konuşacağız. Çünkü bu soru senin aklını deli gibi kurcalıyor.” dedi Gizem. Bunları söylerken çok rahattı. Bu konuşmanın yapılacağını biliyor gibiydi.
   “Bunu da nerden çıkardın? Deli gibi kurcaladığı falan yok. Sadece bugün, öyle aklıma geldi birdenbire. Kız muhabbeti olsun diye açtım.”
   “Biz senle hiç kız muhabbeti yapmayız ki?”
   “Belki de vakti gelmiştir diye düşündüm. Erkekler hakkında muhabbet etmemeye devam edersek cinsiyetimden şüphe edeceğimden korktum.”
   “Ve konuşmak için seçtiğin erkek de Kerem mi?”
   “Neden bu kadar üstüme geliyorsun, Gizem? Ne anlatmaya çalışıyorsun?”
   Gizem iç geçirdi. Dilinin ucuna kadar gelen cümleleri tuttu.
   “Bir şey anlatmaya çalışmıyorum. Sadece şunu diyorum; Kerem yüzünden asla aramız açılmayacak. Umarım bu senin için yeterli bir cevap olmuştur.” dedi.
   Gökçe itiraz etmeye çalışmadı. Başını salladı ve:
   “Sağol.” diye fısıldadı.
XXX
   Kerem, otele girer girmez babasıyla karşılaştı. Adam sanki onu bekliyordu. Yüzünde her zamanki sert ifade vardı. Bir asker çocuğu olmanın getirdiği sert mizaç onun iliklerine kadar işlemişti.
   “Günaydın, baba.” dedi Kerem. Babasıyla konuşurken her zaman çekinirdi.
   “Tünaydın, oğlum.” dedi babası, ‘tünaydın’ kelimesini iyice vurgulayarak. Sonra da ona dik dik bakmaya devam etti. Kerem hiçbir konu açılmadığını fark edince:
   “Annem nerede?” diye sordu. En azından bu sorunun üzerine iğneleyici bir cevap alamayacağını düşünüyordu. Fakat babasının yetenekleri konusunda yanılıyordu.
   “Akşam düzenlenecek parti için mutfaktakilerle ilgileniyor. Senin aksine bana yardım etmek için elinden geleni yapıyor.” diye cevap verdi adam.
   “Yapma, baba. Ne zaman bir şey istedin de yapmadım?” dedi Kerem sitem dolu bir sesle. Pek de haksız sayılmazdı ama babasının bazı konulardaki fikirleri sabitti.
   “Önemli olan benim bir şey yapmanı istemem değil. Senin bir şeyler yapmak istemen ve onbeş yaşına gelmiş olmana rağmen sen de kesinlikle bu isteği görmüyorum. Bu konuda bir şey yapmayı düşünüyor musun?” diye üsteledi. Kerem de çoğu zaman olduğu gibi kendini tutamayarak:
   “Valla senin görüşünle ilgili yapabileceğim pek bir şey yok ama dediğin gibi onbeş yaşındayım. Bu yüzden yaşımın gerektirdiği şeyleri yapıp, yaz tatilinde sonuna kadar eğleneceğim. Eğer bu konuda bir problemin varsa, senin için gerçekten üzüldüm.” dedi ve onun yanından geçip yürümeye yeltendi. Tam bu sırada babası kolunda tutup onu geri çekti ve:
   “Senden tek istediğim biraz saygı. Ama sen bunu bile göstermiyorsun. Ne biçim çocuksun anlamadım. Nasıl yetiştirmişim seni böyle. İnsan biraz bile abisine çekmez mi ya? Söylesene hayatta ne işe yarıyorsun sen?” dedi.
   Babasına ne kadar kızgın olursa olsun, onun söylediği bu kötü şeyler Kerem’e zehirli yılanlar tarafından ısırılıyormuş hissi veriyordu. Babası bütün resepsiyonun onları izlediği fark edince onu bıraktı. Kerem de hiçbir şey söylemeden asansöre koştu. Odasının anahtarını bile almadan asansöre bindi. Tek istediği kendisinden nefret eden o adamdan biraz olsun uzaklaşmaktı.
XXX
   Kızlar oldukça yavaş yürüyorlardı. Öğlenleri Alanya’da her şey yavaşlardı. Özellikle de mevsim yazsa. Çarşının sadece birkaç sokaktan ibaret olduğu eski günlerde, esnaf öğlenleri kepenkleri indirip uykuya dalardı. Tüm şehir sessizliğe bürünürdü. Para hırsı herkesin gözünü bürümeye başladığında o günler sonsuza kadar geride kalmıştı.
   “En azından hala ikimiziz. Akşama kadar bir şey yapabiliriz.” diye önerdi Gökçe. Deminki sohbetlerinden sonra onun kırılmamış olmasını umuyordu. Bu sırada evlerinin bulunduğu sokağa girdiler. Daha doğrusu yazlıklarının. ,
Üçünün de ailesinin yazlığı aynı sokaktaydı. Sokağın ortalarında; Kerem’in ailesinin yazlığı, ondan birkaç ev ötede Gizem’in ailesinin yazlığı, sokağın sonunda da Gökçe’nin ailesinin yazlığı vardı. Bütün yazlıkların bahçeleri yemyeşildi ki bu Alanya’da görülmesi gittikçe güçleşen bir manzaraydı. Sokağın sakinlerinin bunu hala saklayabiliyor olmaları onlar için büyük bir başarıydı. Denize dik uzanan bu sokaklar deniz havasının şehrin içine kadar girmesine yardım ediyordu.
   “Akşam gidiyoruz yani?” diye sordu Gizem.
   “Söylediğim şeyin ana fikri bu mu yani, Gizem? Akşam kelimesine mi odaklandın? Ben daha çok ‘bir şey yapabiliriz’ kısmına odaklanmanı isterdim. Hem cümlenin sonunda, hem daha uzun. Ama ne-“
   “Tamam, tamam. Sadece dalga geçiyordum.” diyerek onu susturdu, Gizem ve: “Ne yapalım istersin?” diye sordu fakat sorusunun cevabını dinlemek için oluşturduğu tüm dikkat birdenbire yirmi metre uzaklarındaki banka oturmuş olan çocuğa kaydı. Gözünde güneş gözlüğü vardı ama yine de onunla göz göze geldiğini biliyordu. Çocuk gözlüğünü yavaşça çıkarıp ona daha dikkatli baktı. Gizem onu bir yerlerden tanıdığına emindi ama nereden olduğunu çıkaramıyordu. Çocuk ise sadece ona bakmakla yetiniyordu. Ayağa kalktığı ya da onu tanıdığına dair başka bir şey yaptığı falan yoktu.
   “Gizem!” dedi neredeyse bağırır gibi çıkan bir ses. Gökçe’nin sesiydi. Hayal aleminden çıkıp ona döndü ve:
   “Özür dilerim. Aklım nedense bambaşka bir yere gitti. Bir daha söyleyebilir misin?” dedi elinden geldiği kadar ilgi göstermeye çalışarak.
   “Film diyorum... Hala film izleme konusunda kararlıyım.” diye cevap verdi Gökçe.
   “Olur tabi. Harika bir fikir.” dedi Gizem yapmacık bir ilgiyle. Hemen sonra yeniden çocuğa döndü. Tam bu sırada bir araba çocuğun tam önünde durdu. Fakat Gizem çocuğa bakmaktan arabaya dikkat bile etmiyordu.
   “Bu senin dedenin arabası değil mi?” diye sordu Gökçe şaşkınlıkla. Gizem de bunu duyunca hemen arabaya dönüp baktı. Arabanın modelinden plakasına kadar her şeyi kendi dedesinin arabasıyla aynıydı. Bankta oturan çocuk kalkıp arabaya bindi. Fakat hala Gizem’e bakıyordu. Kız hangisini düşüneceğini şaşırmıştı. Araba hareket etti ve yanlarından geçti. Gizem arabanın içine baktı ama bu sefer çocuk ona bakmıyordu.
   “Delirdin mi kızım sen? Polisi falan arayalım. Baksana bu kadın arabayı çalmış.” dedi Gökçe heyecanla. Cep telefonunu çıkardı ve 1,5,5 tuşlarına bastı. Gizem onun elinden telefonu kapıp:
   “Önce dedemi arayalım.” dedi itiraz kabul etmeyen bir ses tonuyla.

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - 1. Cilt Fragmanı Eklendi!
« Yanıtla #4 : 30 Kasım 2009, 22:05:04 »
Hikayenin ilk cildinin fragmanı:

~Geradon Yazıtları~
Cilt 1: Kayıp Savaşçı

Bundan Çok Uzun Zaman Önce

"Dünyanın sonunun 2012'de geleceğini söyleyenler sadece Mayalar değildi."

Anadolu'da Yaşamış Bir Halk
"Ne yani bütün bunları yaparsak, dünya kurtulacak mı?"

Kıyamete Karşı Koymanın Yolunu Buldu
"Bunu yapamayız. Kaderimizi değiştiremeyiz."

Dünyanın Sonuna Üç Yıl Kala
"Tılsımları kullanmaya öğrenmeye başlasak iyi olacak."

Üç Gencin Kaderi Bunu Önlemek İçin Kesişti
"O gitti Gökçe ve bu konuda yapabileceğimiz hiçbir şey yok."

Son Sözler Söyleniyor
"Zaten asla yürümezdi, Kenan. Sen de biliyorsun. Biz farklıyız."

Ve Görev Başlıyor
"Bunu onun için yapalım."

Not: Okuyan herkese teşekkür ederim.

Çevrimdışı Amras Ringeril

  • ******
  • 2483
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - 3. Bölüm Fragmanı Eklendi
« Yanıtla #5 : 30 Kasım 2009, 22:41:02 »
Bu hikayenin tutmaması değil, eskiden başka sebepten sürekli yorum yazılırdı ama genelde böyle devamlı hikayelerde yorum gelmiyor bitmeden, ya bitmeden okunmuyor ya da araya girmesin diye yapılıyor.

Yine o güzel olay örgüsü, akıcı anlatım ve güzel hikaye. Tek eleştirim yazı düzenine olacak. Yoruyor biraz okuması :)
try again fail again fail better

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - 3. Bölüm Fragmanı Eklendi
« Yanıtla #6 : 30 Kasım 2009, 22:47:35 »
İşte bu yüzden forumlarda pek hikaye yazmıyorum. Çünkü bu kadar uzun bir hikaye, her şekilde göz yorar. Sitenin arkası da koyu olduğu için okumak iyice zorlaşıyor.

Tutmaktan kastım şuydu; sonuçta burası insanların kendini geliştirdiği bir şey. Herkes bir şeyler yapmaya çabalıyor -ben de dahil- ve bunların karşılığında alınabilen tek şey okuyucu yorumları. Buraya yazan bir kişi ancak yorum alırsa bir şeyler kazanabilir. Sitenin tarzını eleştirdiğimden değil kendi fikrimi belirtmek istediğimden. Bu yüzden de hikayeyi toparlamaya karar verdim. Uzun bir yolculuğa çıkmadan da güzel bir şeyler anlatılabilir ne de olsa.

Çevrimdışı Berre

  • ****
  • 1340
  • Rom: 34
  • Güle güle fermuar!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - 3. Bölüm Fragmanı Eklendi
« Yanıtla #7 : 06 Aralık 2009, 12:12:09 »
Hadi ama ben devamını bekliyorum; ne zaman yazmayı planlıyorsun?

Çevrimdışı LewsTherin

  • **
  • 61
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - 3. Bölüm Fragmanı Eklendi
« Yanıtla #8 : 06 Aralık 2009, 15:10:02 »
hikayeyi şimdi bitirdim gayet güzel olmuş emeğine sağlık devamını sabırsızlıkla bekliyorum.

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - 3. Bölüm Fragmanı Eklendi
« Yanıtla #9 : 07 Aralık 2009, 22:38:47 »
Okul ve evle ilgili halletmem gereken bir sürü sorun çıktı. O yüzden hikayeyle ilgilenemedim. Birkaç gün içinde final bölümünü yükleyeceğim.

Çevrimdışı Berre

  • ****
  • 1340
  • Rom: 34
  • Güle güle fermuar!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - 3. Bölüm Fragmanı Eklendi
« Yanıtla #10 : 08 Aralık 2009, 18:11:18 »
Okul ve evle ilgili halletmem gereken bir sürü sorun çıktı. O yüzden hikayeyle ilgilenemedim. Birkaç gün içinde final bölümünü yükleyeceğim.
Hey neden hemen final geliyor keşke daha uzun olsaydı.

Çevrimdışı LewsTherin

  • **
  • 61
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - 3. Bölüm Fragmanı Eklendi
« Yanıtla #11 : 09 Aralık 2009, 20:26:10 »
bencede daha uzun olsa tadından yenmez :) umarım hikayeyi uzatırsın kurgusunu çok iyi kurmuşsun.

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - 3. Bölüm Fragmanı Eklendi
« Yanıtla #12 : 11 Aralık 2009, 00:08:57 »
Pekala hikayeyi uzatacağım. Ama o zaman fragman bölümle uyumlu olmayacak. Bu yüzden beni suçlamayın =)

Çevrimdışı

  • **
  • 139
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - '3. Bölüm: Yeniden Başlamak' Eklendi!
« Yanıtla #13 : 13 Aralık 2009, 00:18:39 »
Spoiler: Göster
Not: Hikaye uzadığı için bölüm fragmanıyla uyumlu olamadı. Bu yüzden fragmanı, bölüm fragmanından ziyade 1. Cilt fragmanı diye yeniden isimlendirmeyi uygun gördüm. Hikayenin uzaması kesinleştikten sonra bölümü baştan yazmak zorunda kaldım. Bu yüzden bu iş bu kadar uzadı. Okuyan herkese ve yorumlara şimdiden çok teşekkür ediyorum.


Bölüm 3: Yeniden Başlamak

Haziran 2009
   Gizem, hastaneden hızlı adımlarla çıktı. Gökçe’nin, Anıl’la yaptığı konuşmayı kendisine anlatmamasına olan öfkesi hala geçmemişti. Anıl’a olan öfkesiyse kesinlikle hiçbiriyle kıyaslanamazdı. Onu bulmak için bu kadar acele etmesinin tek amacı bir an önce ona ne kadar kırgın olduğunu anlatabilmekti. Bu kırgınlığı hiçbir şey geçiremezdi.
   Durağa vardığında, çok fazla beklemesine gerek kalmadan otobüs geldi. Otobüse binip en arkaya oturdu. Sakinleşmeye çalıştı. Bir plan yapması gerektiğini biliyordu. Anıl’ın Marmaris’te anneannesinin yanında olduğuna emindi. Bu yüzden o da bir an önce oraya gitmek zorundaydı. Peki bunu nasıl yapacaktı? Ailesi tek başına yola çıkmasına izin verir miydi? Onlara dinlemesine gerek var mıydı ki? Kendi tatil planlarını yapmakla o kadar meşguldüler ki kızlarının yaşadığı şey konusunda en ufak bir fikirleri yoktu. Kararını vermişti. İlk otobüsle Marmaris’e gidecekti.
XXX
   En yakın arkadaşının yanından ayrılmasının üzerinden sadece on dakika geçmişti ama o çoktan çıldıracak duruma gelmişti. Yalnız kalmak onu delirtiyordu. Sürekli Kerem’i düşünüyordu. Acaba neredeydi? Onun öldüğüne inanmak istemiyordu. Yıllarca onu görmese bile buna inanmayacaktı. Gözlerini dolduran yaşları tutmaya çalışmadı. İçten içe sürekli ağlıyordu zaten. Bunu dışarı da yansıtmanın çok fazla zararı olmazdı.
   Kafasındaki tek düşünce dünyanın en yalnız insanı olduğuydu. Göz kapakları ağırlaştı. Belki de uyumalıydı. Böylece zaman daha çabuk geçerdi. Kerem’in geri döneceği vakte daha da hızlı ulaşırdı. Yan dönüp gözlerini kapattı ve...
   Tekrar açtı. Sanki biri ona bıçak batırmış gibi keskin bir acı hissiyle uyanmıştı. Etrafına baktı. Etraf çok karanlıktı ama hala hastane odasında olduğunu anlayabiliyordu. Yavaşça doğrulup yataktan aşağı indi. Terliklerini bulmaya çalıştı ama göremedi. Birdenbire çok acelesi olduğunu hissetti. Bu yüzden terliklerini aramayı bırakıp, ışığı bile açmaya çalışmadan kapıya doğru ilerledi. Koridora çıktığında ışıkların yandığını fark edip rahatladı. İki tarafına baktı. Koridor bomboştu. Hızla sol tarafa doğru ilerlemeye başladı. Neden bu kadar acele ettiğini anlayamıyordu.
Kendini aynı anda hem yukarıdan görüyor, hem de kendi gözleriyle etrafa bakıyordu. Sanki iki farklı kişiydi. Koşmaya devam etti. Koridorun sonundaki merdivenlerden aşağı inip danışmaya ulaştı ve orada oturan bir hemşire gördü. Kendinden başka birini görmüş olmanın verdiği rahatlık o kadar mayıştırıcıydı ki, neredeyse oraya neden geldiğini unutacaktı. Sahi, oraya niye gelmişti? Bunu kendine sorar sormaz hatırladı. Sonra ağzından geçmişe ait bir cümle çıktı:
        “Bir arkadaşımın burada yatıp yatmadığını öğrenmek istiyordum, mümkün mü?”
Bunu soran hem kendisiydi hem değildi. Kadın kafasını hafifçe kaldırıp ona baktı ve:
        “Arkadaşının bir adı varsa, neden mümkün olmasın?” dedi alaycı bir ses tonuyla. Gökçe onun suratına bir yumruk atmak istese de bunu yapmadı. Derin bir nefes alıp:
        “Adı, Kerem Karahan.” dedi.
        Kadın, klavyenin tuşlarına birer birer basıp, kızın söylediği ismi usulca bilgisayar ekranına girerken, Gökçe de heyecandan titriyordu. Fakat bu heyecanı pek uzun sürmedi.
        “Üzgünüm, öyle bir kayıt yok.” dedi kadın başka soru kabul etmeyen bir sesle. Fakat Gökçe onun bu sertliğine aldırmadan üsteledi:
        “Nasıl olur? Balo gemisinin battığı gece orada olanlardan biriydi. Kurtulan herkes buraya getirilmedi mi?”
        “Evet.” diye cevap verdi kadın buz gibi halini inatla sürdürerek.
        “Ama ya Kerem? Yani o?”
        Gökçe ne olduğunu anlayamıyordu. Sanki gemi kazasından sonra olan her şeyi yeniden yaşıyordu. Olanları bilmesine rağmen hepsine sanki ilk defa karşılaşıyormuş gibi tepkiler veriyordu.
        “Belli ki arkadaşınız kurtulamamış. Üzgünüm.” dedi kadın inandırıcılıktan son derece uzak bir ses tonuyla.
Kız ona cevap vermeden gerisingeri koşmaya başladı. Hastaneden çıkıp rıhtıma yöneldi. Saniyeler içinde oraya varmıştı. Bu kadar hızlı koşabilmesinin nedenini düşünmeden denize doğru bağırmaya başladı:
        “KEREM! KEREM!”
        Delirmiş gibiydi. Kerem’in kurtulamamış olma ihtimalini düşünmek bile dayanılmazdı. Etrafına baktı. Hiç kimseler yoktu. Gece serinliği üzerindeki hastane kıyafetinin ne kadar ince ve korumaktan uzak olduğunu göstermek istercesine ona saldırıyordu. Ellerini ovuşturup ısınmaya çalıştı. İkiye bölünmüş gibiydi. Bir parçası tüm olanları biliyor, diğer parçası ise her şeyi yeniden yaşıyordu. İki farklı zaman aralığındaki zihinleri birleşmişti sanki. Bu daha da kötüydü. Çaresizce Kerem’in adını sayıklıyor ama öte yandan bir cevap alamayacağını adı gibi biliyordu. Yere çöktü ve ağlamaya başladı. Hiç durmadan ağladı. Ta ki onun sesini duyana kadar:
         “Ağlama.”
         Başını kaldırıp baktı ve gözyaşları anında kesildi. Kerem kendisinden on metre kadar uzakta durmuş ona bakıyordu. Denizin üzerinde duruyordu. Böyle bir şey mümkün müydü ki? Umursamadı ve ayağa kalkıp ona doğru ilerlemek istedi fakat Kerem bir el hareketiyle onu durdurdu.
         “Gerçek değilim.” dedi, Gökçe’nin duymaktan en çok korktuğu şeyi söyleyerek.
         “Ama seni görebiliyorum.” diye itiraz etti kız.
         “Ve duyabiliyorsun da... Ama gerçek değilim. Buraya sadece seni uyarmak için geldim.” diye açıkladı Kerem. Kız onu soran gözlerle bakınca da:
         “Geradon yazıtlarında yazanları ve bir görevimiz olduğunu biliyorum. Ama bunu yapamayız. Kaderimizi değiştiremeyiz, Gökçe. Eğer dünyanın sonunun gelmesini engellersek evrende daha büyük sorunlara yol açarız. İnan bana, gittiğim yerde bütün geleceği gördüm. Yazıtlar yok edilip son beklenmeli. Anıl ve Gizem’i buna ikna etmelisin. Bu işin peşini bırakmalısınız.” dedi. Gökçe onun söylediklerine inanamıyordu.
          “Ama sen içimizde Anıl’a en çok güvenen kişiydin. O gelip her şeyi anlattıktan sonra bütün hayatını bunun üzerine kurdun. Şimdi nasıl bütün bunların tam tersini söylersin ki? Dünyanın sonunun gelmesi nasıl iyi bir şey olabilir?” diye sordu tedirgin bir sesle.
          Kerem onun kendisine olan bu güvensizliğinden dolayı acı çekiyormuş gibi baktı. Derin bir nefes aldı ve:
          “Haklısın ama yanılmışım. Bunu ancak şimdi görebiliyorum. Sizden ayrıldıktan sonra. Ne olursa olsun onları ikna etmelisin. Sana yalvarıyorum, bana ömründe bir kez güvendiysen şimdi de güven.” dedi.
Gökçe onun gözlerindeki ifadeye daha fazla dayanamadı ve başını sallamakla yetindi. Kerem gülümsedi ve:
         “Teşekkür ederim. Sana güveniyorum ve daha da önemlisi seni seviyorum. Kendine iyi bak.” dedi. Gökçe daha ağzını bile açamadan yok oldu. Kız öylece kalakalmıştı. Ne yapacağını bilmiyordu. Gözleri ağırlaştı. Uyumamalıydı. Şehrin ortasında, bu karanlıkta uyuyamazdı. Göz kapakları kapanınca, korkuyla yeniden açtı:
Uyanmıştı. Hala hastane odasındaydı. Yine çok gerçekçi bir rüya görmüştü ve yastığı sırılsıklamdı. Hem terlemiş hem ağlamıştı.
         Yatağının yanındaki çekmeceyi açıp ucunda küçük, açık pembe bir taş olan kolyesini çıkarttı. Ayla Hanım ve Anıl hayatlarına girip onlara her şeyi anlattıklarından sonra her birine birer kolye vermişlerdi. Kolyelerin uçlarındaki taşlar tılsımlardı. Bu tılsımlar sayesinde Geradon halkının kayıp hazinesine ulaşıp dünyayı kurtaracaklardı. Ama ya Kerem’in söyledikleri? Rüyada gördüğü ve duyduğu şeyler birebir aklındaydı. Belki de Kerem haklıydı. Dünyanın sonunun gelmesini önlemeye çalışmak belki de o kadar iyi bir fikir değildi. Anıl’ın da söylediği gibi bu iş çıktığından beri her şey sadece kötüye gitmişti. Hayatları alt üst olmuştu.
O hastane odasında kararını verdi. Kerem’i dinleyecek ve bu işten elini eteğini çekecekti. Anıl ve Gizem’i de ikna etmeyi ne pahasına olursa olsun başaracaktı.
XXX
   Anıl, odasında kitabını okumaya çalışıyordu. Fakat ne kadar yoğunlaşmaya çalışırsa çalışsın, aklı hep Alanya’daydı. Gizem’i ve Gökçe’yi yapayalnız bırakmanın verdiği rahatsızlık, Kerem’i kaybetmenin verdiği acıdan bile daha fazlaydı. Kitabı bırakıp yatağına uzandı. Son zamanlarda sık yaptığı tavanı inceleme eylemine yine başladı. Bütün dikkatini tavandaki boyanın kusurlarına odaklamaya çalışsa da başaramadı. Çekmecesini açtı ve içinde müzikçalar’ını bulmaya çalıştı. Müzikçalar’ı bulduktan sonra tam çekmeceyi kapatmak üzereydi ki kolyesinin ipini gördü.
İç çekip, kolyeyi çıkardı. Ucunda koyu mavi bir taş vardı. Bu kolyeyi hala neden sakladığını bilmiyordu. Bu görevle bir daha uğraşmayacağına yemin etti. Kulaklığı kulağına takıp yüksek sesle müzik dinlemeye başladığında, bir yandan da kolyeyi inceliyordu. Taş kusursuzdu. Binlerce yıllık bir nesneye göre oldukça iyi durumdaydı. Eşkenar dörtgen şeklindeydi fakat köşeleri sivri değildi. Yuvarlak hatlıydı. Dokununca sanki saf ipekten yapılma bir giysiye dokunuyormuş gibi hissediyordunuz.
        Tam bu sırada aşağı katta telefon çalmaya başladı. Fakat kulağındaki kulaklık yüzünden duymadı.
XXX
   Ayla Hanım, Anıl onun yanından gittiğinden beri havuz başında oturuyordu. Anıl’ın hissettiği suçluluk duygusunu çok iyi anlıyordu. Çünkü kendisi çok daha fazlasını hissediyordu. Yazıtları bulan ve onları bu işe sokan aslında kendisiydi. Yaşadıkları tüm bu acıların sebebi yazıtlara inanıp, olacakları değiştirmek için ellerinden geleni yapmalarıydı. Yine de ne olursa olsun göreve devam etmek zorundaydılar. İnsanlığın kaderi onların ellerindeydi. Kerem’in de, eğer yanlarında olsa böyle hissedeceğinden emindi. Yaptıkları görev hissettiklerinden çok daha büyük ve önemliydi.
   Bir an kalkıp torununa tüm içtenliğiyle bunları anlatmayı düşündü. Ama o an bir yararı olmazdı. Tek yapılabilecek şey beklemekti. Bekleyip, Anıl’ın yapmak zorunda olduğu şeyin önemini kavramasını ummak...
   Ev telefonun çaldığını duydu. Koşarak içeri gitti ve ekrandan arayan numaraya baktı. Kenan’ın cep telefonuydu. Kendini onunla konuşmaya hazır hissetmiyordu. Ona ne söyleyecekti ki? Buraya kadar geldikten sonra, devam etmesi için torununu ikna bile edemediğini mi?
   Telefon çaresizce bir kaç kere daha çaldı ve en sonunda sustu. Belki bu seferlik bu kritik konuşmayı yapmaktan kurtulmuştu ama er ya da geç Kenan ile karşı karşıya gelecekti.
XXX
   Kenan Bey, üzüntüyle telefonun kapatma tuşuna bastı. Ayla’ya ulaşma denemesi bir kez daha başarısız kalmıştı. Gemide olanlardan sonra, kadın bir süre yalnız kalmak istediğini söylemişti. Fakat bu ‘bir süre’ gereğinden fazla uzamıştı. Zaman akıyordu.
   Kadınla yaşadığı şeyleri düşündü. Hiçbir zaman mutlu sona ulaşamayan trajik bir aşk hikayesi... O ve Ayla liseden beri arkadaştılar. Fakat üniversiteye gitme vakti geldiğinde ve Ayla arkeoloji okumak için yurtdışına gideceğini söylediğinde, Kenan hislerinin arkadaşlıktan çok daha fazlası olduğunu anlamıştı. İşte hayatındaki ilk yanlış kararı o zaman almıştı. Sırf Ayla’nın yanında kalabilmek için onunla birlikte Fransa’ya arkeoloji okumaya gitmişti. Bölümüne hiçbir zaman ısınamamış, orda kaldıkları beş yıl boyunca rol yapmıştı. Bunun ona kazandırdığı tek şey muhteşem bir aktörlük kabiliyetiydi. Ayla’nın ona karşı hisleri hiçbir zaman dostluktan daha fazla olmamıştı.
   Türkiye’ye döndüklerinde, Kenan, alacağı cevabı bilerek Ayla’ya evlenme teklif etmişti. Kadın bunu duyduğunda hiçbir şey söyleyememişti. Fakat onun yüz ifadesindeki hayal kırıklığı söylemek istediği her şeyi anlatmıştı. Konu hakkındaki tek yorumu; ‘Senin dostluğunu kaybetmek istemiyorum.’ olmuştu. Ve kaybetmemişti de... Kenan kazandığı aktörlük becerisini göstermeye devam edip hayatlarının geri kalanı boyunca her ihtiyacı olduğunda Ayla’nın yanında olmuştu. İkisi de kendilerine farklı hayatlar kurmuştu. Başarısız evlilikler, yarım kalan mutluluklar... Hayatları boyunca bunların esirleri olmuşlardı.
   Kenan’ın gözünde, Ayla’nın en büyük hatası birbirlerinin ruh eşi olduklarını görememesiydi. Bir araya geldiklerinde çok iyi anlaşıyorlardı. Ayla her zaman aksini iddia etse de ona göre birbirlerine çok benziyorlardı. Fakat olmuyordu işte. Kadın bir şekilde her zaman kendini uzaklaştırmayı başarıyordu.
   Ayağa kalkıp kendine büyük bir kadeh viski koydu. Dağlara bakan penceresinin yanına gidip Toroslar’ın muhteşem güzelliğini izlemeye başladı. Şimdi de ilk karısını düşünmeye başlamıştı: Merve. Fransa’dan döndükten sonra ailesinin isteğiyle, işletme fakültesine gidip, işlerin başına geçmişti. Hayallerinin hiçbirini gerçekleştiremediği için, kendisini ailesinin merhametine bırakmıştı. Onlar ne derse onu yapacaktı.
Fakülteyi bitirdikten sonra onların bulduğu ilk kızla evlenmişti. Aslında kadın dünyanın en mükemmel eşi sayılırdı. Bembeyaz bir teni ve simsiyah saçları vardı. Kenan’ı gerçekten seviyordu. Fakat adamın kendisine aşık olmaktan çok uzak olduğunu aradan geçen altı yıldan sonra anlayıp ayrılmayı teklif etmişti. Kenan bunu engellemek için hiçbir şey yapmamıştı. Yapması da doğru değildi zaten. O kadar zaman buna devam etmesinin tek nedeni evliliklerinin ilk yılında sahip oldukları erkek çocuklarıydı. Onu hiçbir zaman zorlamadığı için kadına hep minnettar kalmıştı. Hala onu ne zaman görse, kadının gözlerine ta o zamanlar yerleşmiş olan o hüznü görürdü. Karşılıksız sevmenin insanın gözlerine yerleştirdiği o acı verici hüznü... Fakat Merve asla ona acı verici bir şey söylemezdi.
Viskisini yudumlamaya devam ederken kapının çaldığını duydu. Bugün beklediği kimse yoktu. Kadehi sehpaya bırakıp kapıya doğru ilerledi.
XXX
   Eve geldiğinde, annesine selam bile vermeden odasına koştu. Kendine küçük bir çanta çıkarıp içine bulduğu ilk kıyafetleri koydu. Bu sırada bilgisayarın açma tuşuna bastı. Bir saniye bile kaybetmek istemiyordu. Küçük çantayı doldurduğunda kapatıp kapının yanına doğru attı.
   Hemen bilgisayara oturup, otobüs şirketlerinin Marmaris seferlerine baktı. Biraz hayal kırıklığına uğradı çünkü tüm şirketler içinde, otobüsünde boş yer olan ilk sefer bir sonraki akşamdı. Neredeyse bir buçuk gün vardı. Başka bir çözüm bulmak istedi. Antalya-İzmir uçak seferlerine baktı. Aslında üç saat sonra, Antalya havalimanından bir uçak kalkıyordu fakat biletin fiyatı karşılayabileceğinden çok daha yüksekti. Hayal kırıklığına uğrayarak bilgisayarı kapadı ve ayağa kalktı. Tam bu sırada annesiyle burun buruna geldi.
   “İyi misin?” diye sordu kadın endişeyle.
   “Arkamdan sinsice beni izleyen ebeveynlerim olmasa çok daha iyi olurdum.” diye cevap verdi Gizem ters ters.
   “Yeni geldim. Tam, ‘merhaba’ diyecektim ki sen ayağa kalktın. Seni izlemek gibi bir niyetim yoktu yani.”
   “Açıklama için teşekkürler ama gitmeliyim.” dedi Gizem ve çantayı alıp, ne yapacağını bilmeden kapıya yöneldi.
   “Peki sen bir açıklama yapmayacak mısın? O çanta ne?”
   “Birkaç gün dedemde kalmak istiyorum.” diye yalan söyledi kız tereddütsüzce. Fakat görünüşe bakılırsa annesinin ona kolay kolay inanmaya niyeti yoktu.
   “Marmaris’te ne işin var? Anıl’ı artık umursamadığını söylediği sanıyordum.”
   “Hani yeni gelmiştin? Niye yalan söylüyorsun?”
   “Yalan söyleme konusunda beni yargılamak için en ufak bir hakkın bile yok, küçük hanım. Bir an önce ne yaptığını söylesen iyi edersin.” dedi kadın yüksek sesle. Fakat Gizem’in de geri çekilmeye niyeti yoktu.
   “Bu kadar zaman benimle ilgilenmedikten sonra annelik yapmak şimdi mi aklına geldi? Onaltı yaşındayım ve istediğimi yaparım. Evet Marmaris’e gideceğim ve bu konuda yapabileceğin hiçbir şey yok. Birkaç gün içinde geri dönmüş olurum. Babama söylersin.”
   “Babana söyleyeceğim, evet. Hem de hemen. Yetti artık bu küstahlığın senin! Hiçbir yere gitmiyorsun dedim, o kadar.”
   “Merak ediyorum; bunun için ne yapacaksın?” dedi Gizem ve onun kendisini durdurmasına izin vermeden, hızla koşmaya başladı. Annesinin kendine bağırışlarına aldırmadan sokağa çıktı ve koşmaya devam etti. Onun peşinden gelmediğine emin olduktan sonra durup ne yapacağını düşündü.
Kendisine yardım edebilecek tek kişi vardı: dedesi. Adamın, birkaç sokak yukarıdaki bir binada oturuyordu. O tarafa doğru yürüdü. Binanın sokak kapısı açıktı. Şanslı sayılırdı. Cep telefonu delicesine çalıyordu fakat o hiç aldırmıyordu. En sonunda telefonu cebinden çıkarıp kapattı ve asansöre binip en üst kata çıktı. Soldaki dairenin yani dedesinin oturduğu evin zilini çaldı. Üzerinden çok geçmeden kapı açıldı. Dedesi onu görünce şaşkınlığını gizleyemedi:
   “Gizem?”
   “Yardıma ihtiyacım var.” dedi kız.
XXX
   Annesinin saçlarını okşamasından hiç hoşlanmadığı halde son bir aydır, kadını bu konuda hiç terslememişti. Onun sevgisini gösterme yolunun bu olduğunu biliyordu. O gün akşamüstü de annesi onu ziyarete gelerek sevgisini gösteriyordu. Aslında kadın ilk iki hafta boyunca kadın hastanede yatıp hastanede kalkmıştı. Fakat Gökçe böyle olmasını istememişti. Kliniğe yatmasının amacı biraz yalnız kalıp Kerem’in gidişiyle kendi yöntemiyle başa çıkabilmekti. Bu yüzden annesini ikna edip onu daha az ziyaret etmesini sağlamıştı.
Babası ise onun yanına pek uğramıyordu. Gökçe bunun nedeninin kendisine değer vermemesi olmadığını biliyordu. Aksine babası, dünyadaki her şeyden daha çok severdi kızını ama hastaneye gelemiyordu işte. Kızını bu şekilde görmek ona çok acı veriyordu. Gökçe de buna elinden geldiği kadar anlayış gösteriyordu.
“Yazının ne kadarını burada geçireceksin?” diye sordu annesi. Onlar için bu klinik bir otel gibiydi. Kızının bir süre kafa dinlemek için uğradığı bir tatil yeri...
   “Burada ne kadar kalacağımı bilmiyorum.” diye cevapladı Gökçe dürüstlükle. Kadın sorgulayan gözlerle ona baktı ve yüz ifadesi birdenbire değişti:
   “Önümüzdeki yıl okula gitmeyi düşünüyorsun değil mi?”
   Kız gözlerini yere indirdi ve cevap vermedi. Onun bu sessiz hali kadını daha da endişelendirdi.
   “Bir yıl kaybetmenin ne kadar önemli olduğunu sana anlatmama gerek yok herhalde? Biraz daha düşünürsen en mantıklı kararı vereceğine eminim.”
   Annesini daha fazla korkutmak istemeyen Gökçe, başını salladı ve:
   “Sen merak etme anne. Kısa zamanda toparlayacağım. Bir dahaki yılda okulda olacağım.” dedi. Kadın kafasını salladı ve:
   “Ben artık gideyim. Bir ihtiyacın var mı?” dedi. Gökçe başını iki yana sallayıp gayet iyi olduğunu belirtti. Annesinin beklentisinin aksine onun kalması için ısrar etmedi. Kadın da ona sıkıca sarılıp, çantasını alarak odadan çıktı.
   Can sıkıntısını gidermek için televizyonu açtı. Fakat televizyonun da pek iç açıcı olduğu söylenemezdi. Her yer kaza haberleriyle doluydu. Bu haberler kalbindeki yaranın bir kez daha sızlamasına neden oldu. Bu yüzden televizyonu kapadı. Gizem’i aramak istiyordu ama bu şansı kaybettiğini biliyordu. En azından o gün için... Bu sırada odasının kapısı çalındı. Gözü hemen saate kaydı. Doktorların ziyarete gelme saati çoktan geçmişti. Annesi de daha yeni çıkmıştı. Kim olabilirdi ki? Belki de Gizem geri dönmüştü. Bunu umarak:
   “Girin.” dedi.
   Kapı yavaşça açıldı ve içeri Gökçe’nin görmeyi hiç beklemediği biri girdi.
XXX
   Başı ağrıyana kadar müzik dinlemiş en sonunda pes edip kulaklığı çıkarmıştı. Doğrusu anneannesinin o saate kadar gelmemiş olmasına şaşırıyordu. Kolyesi hala elindeydi. Birden kolyenin parladığını fark etti.
   Ne olduğunu anlamıyordu. Kolyeyi elinde sıkıp gözlerini kapattı. Yoğunlaşmaya çalıştı. İlk başta hiçbir şey olmadı. Fakat kendini daha fazla zorladı. Bu parlamanın bir anlamı olduğuna emindi. En sonunda onu duydu:
   “Bana yardım et!”
   Bu Kerem’in sesiydi.

Çevrimdışı LewsTherin

  • **
  • 61
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Geradon Yazıtları - '3. Bölüm: Yeniden Başlamak' Eklendi
« Yanıtla #14 : 13 Aralık 2009, 13:33:31 »
dostum hikayen çok akıcı ilerliyor, bir çırpıda okudum özellikle karakterlerin birbirleriyle iletişimlerini birbirlerine karşı davranışlarını çok iyi yansıtmışsın.gökçenin ruh halini çok iyi anlatmışsın.'gece serinliği üzerindeki hastane kıyafetinin ne kadar ince ve korumaktan uzak olduğunu göstermek istercesine ona saldırıyordu. Ellerini ovuşturup ısınmaya çalıştı. İkiye bölünmüş gibiydi. Bir parçası tüm olanları biliyor, diğer parçası ise her şeyi yeniden yaşıyordu. İki farklı zaman aralığındaki zihinleri birleşmişti sanki. Bu daha da kötüydü. Çaresizce Kerem�in adını sayıklıyor ama öte yandan bir cevap alamayacağını adı gibi biliyordu. Yere çöktü ve ağlamaya başladı. Hiç durmadan ağladı.' buradaki tasvirini gerçekten takdir ettim.dediğim gibi karakterlerin yaşadıklarını çok iyi yansıtıyorsun.diğer bölümü bekliyorum.hikayeyi uzatman çok iyi oldu.