Kayıt Ol

Göl Halkı (Bölüm 1 / 2 / 3 / 4 / 5 / 6 - Son)

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Göl Halkı (Bölüm 1 / 2 / 3 / 4 / 5 / 6 - Son)
« : 11 Haziran 2010, 11:58:05 »
Spoiler: Göster

Bu ayki öykü seçkisinde yayınlanan Uzak Diyarların Birinde isimli hikayem için yazdığım devam bölümleri... İki hikaye arasında konu olarak bir bağlantı yok fakat karakterlerin birbirleri ile nasıl tanıştıklarını merak ederseniz ilk hikayeye bir göz atabilirsiniz. Keyifli okumalar...


Bölüm 1


Bizden oldukça uzak diyarların birinde, geçmiş zamanların içinde, küçük bir köyün yamacında, bir göl kıyısının dibinde cesur ama emekli bir şövalye yaşardı. Emekli olmasına emekliydi ama kendisinden daha genç birçok maceracıya taş çıkarttırırdı. Zaten emekliliği zoraki bir tercihti çünkü o aslında bir sürgündü. Cesur Şövalye derdi kendine. Kendisine böyle hitap edilmesini isterdi, onu tanıyanlar da öyle yapardı. Gerçek adını kimse bilmezdi.

Çok yiğitti şövalye. Her zaman haklının yanında yer alır, şövalyelik düsturundan ödün vermez, gerekmedikçe silahına davranmazdı. Silahını eline aldığında ise yapılacak çok önemli iki şey olduğunu öğrenmişti herkes. Yolundan çekilmek ve kulaklarını tıkamak...

Kulaklarını tıkamak, evet. Çünkü konuşan, sihirli bir kılıca sahipti şövalye. Şey... Konuşan yerine çok konuşan hatta hiç susmayan bir kılıç demek daha doğru olur sanırım. Çok kuvvetli bir büyüye sahip olduğu söylense de konuşmaktan başka bir meziyete sahip olduğunu henüz gören olmamıştı. Ama şu bir gerçekti ki kılıç, Cesur Şövalye'nin ellerinde öldürücü bir silaha ve düşmanlarının korkulu rüyasına dönüşüyordu. Kısa zamanda tüm kötücül yaratıklar şövalyeye ve koruması altındaki köye yaklaşmamaları gerektiğini öğrenmişlerdi. Ama bu başka bir hikâye...

Günlerden bir gün şövalye, ormandaki derme çatma kulübesinin bahçesinde oturmuş, öğle güneşinin tadını çıkarıyorken kulübesine doğru uzanan patikada belli belirsiz iki suretin ağır adımlarla kendisine doğru yaklaşmakta olduğunu gördü. Dikkatle baktığında gelenlerin köyden tanıdığı bir delikanlı ve daha önce hiç karşılaşmadığı bir adam olduğunu gördü. Adam zorlukla yürüyor gibiydi. Yanındaki delikanlının adamın koluna girerek yürümesine yardımcı olduğunu fark etti sonra da. Hemen ayağa fırladı ve kendisine yaklaşanlara doğru hızlı adımlarla ilerledi. Onun yaklaştığını gören delikanlının yüzü aydınlandı ve kafasını sallayarak şövalyeyi sessizce selamladı. Şövalye de delikanlının selamına aynı şekilde karşılık verdi ve o da adamın diğer koluna girerek ilerlemelerine yardımcı oldu.

Adamın çok yorgun ve hırpani bir görüntüsü vardı. Sanki günlerdir yoldaymış gibi... Uzun saçları keçeleşmiş, yüzünde birkaç günlük sakal birikmişti. Sendeleyerek anca yürüyebiliyordu. Muhtemelen koluna giren delikanlı olmasa şuradan şuraya adım atamazdı. Şövalye adamı dikkatle incelediğinde olduğundan daha yaşlı bir görüntüsü olduğunu fark etti. Sanki yaşadığı derin bir hüzün adamı yaşlandırmış gibiydi. Zar zor kulübeye vardılar ve içeri girip adamın rahat edebileceği bir yere oturmasına yardımcı oldular.

"Su..." dedi adam bir fısıltı halinde çatlak dudaklarının arasından.

Şövalye eliyle delikanlıya masadaki maşrapayı işaret etti. Genç, bir koşu maşrapayı kaparak raftaki tahta kupalardan birini suyla doldurdu ve içmesi için yorgun adama uzattı. Adam titreyen ellerle kupayı aldı ve bir dikişte içerek bitirdi.

"Su..." diyerek kupayı tekrar delikanlıya uzattı. Biraz daha içtikten sonra minnetle şövalyeye ve delikanlıya bakarak "Teşekkürler..." diye fısıldadı.
 
Şövalye bir elini adamın omzuna koyarak "Sorun değil yolcu kişi. Şimdi biraz dinlenmeye çalış." dedi.

"Hayır, dinlenmek için vakit yok. Henüz yok." dedi adam korku ve endişe ile açılmış gözlerle. Bir eliyle şövalyenin kolunu sıkıca kavradı ve "Sizi bulmak için çok uzun yoldan geldim beyim. Tek umudum sizsiniz. Şimdi dinlenemem, size olanları anlatmadan olmaz." dedi heyecan ve korkuyla karışık.

"Pekâlâ, tamam sakin ol yolcu kişi. Seni dinleyeceğim." dedi şövalye bir taraftan adamı sakinleştirmeye çalışırken diğer yandan da kolunu adamın sıkı kavrayışından kurtarmaya çalışıyordu. Adam bir müddet daha şövalyenin koluna sıkıca yapışmış halde korku dolu gözlerle şövalyeye baktı. Sonra şövalyenin kendisini dinleyeceğine emin olmuş olacak ki tutuşunu gevşeterek arkasına yaslandı. Kendisine bir sandalye çeken şövalye adamın karşısına oturdu. Delikanlıya da aynısını yapmasını işaret etti ve bakışlarını tekrar adama yöneltti.

"Sorun nedir yolcu kişi? Anlat bana..." dedi en bariton sesiyle. Adam nereden başlayacağını bilemiyormuş gibi boşluğa bakarak bir süre sustu. "Nereden geliyorsun?" diye sordu şövalye adamın konuşmasına yardımcı olmak için.

Adam bakışlarını yerden kaldırarak tekrar şövalyeye baktı ve "Kuzeyden, Ra'n Dağların ardından geliyorum beyim. Semmak adındaki balıkçı kasabasından."

"Orayı bilirim." dedi şövalye. "Yolculuklarım sırasında bir kez orada bulunmuştum. Denizin hemen dibinde, balıkçılıktan başka hiçbir şeyle ilgilenmeyen kendi halinde bir kasabaydı. Misafirleriyle bile ilgilenmiyorlardı hatta. Pek konuksever bir halkın olduğunu söyleyemeyeceğim maalesef." diye ekledi ardından da.

Adam mahcup bir şekilde başını eğerek "Söyledikleriniz doğrudur beyim. Halkım kendi işine o kadar kendini kaptırmıştır ki balık ve balığımızı almaya gelen tüccarlar dışında kimseyle fazla ilgilenmeyiz." dedi. Sonra endişeli bakışlarla tekrar şövalyeye bakarak "Ama bu bize sırt çevireceğiniz anlamına gelmiyordur umarım? Yardımınıza ihtiyaç var beyim!" diye ekledi.

"Önce sorunun ne olduğunu bir öğrenelim, ona sonra karar veririz. Ama önce sormak istediğim bir şey var. Semmak'a giden yol dağın diğer yamacından, ormanın içinden daha yakındır. Oysaki sen köyün olduğu taraftan yani uzak olan yoldan geldin. Madem yardıma bu kadar ihtiyacınız var, neden dağlardaki geçidi kullanmadın?"

"Şaka mı ediyorsunuz? O geçidin ve Viran Kent'in goblinlerce ele geçirildiği herkes tarafından bilinir. Büyücü Marvin kaybolduğundan beri o yoldan geçmek çok tehlikeli."

"Haberiniz yok mu? Büyücü Marvin geri döndü. Viran Kent tekrar canlandı. Yollar artık güvenli." diye bildirdi genç delikanlı. "Hepsi cesur şövalyemiz sayesinde."

Şövalye tam gururla şişinecekken odanın arkalarından bir yerlerden bir takırtı eşliğinde "Hıh! Şövalyenin sayesindeymişmişmiş..." diye söylenen bir ses duyuldu. Sahipsiz sesi duyan yolcu "O da neydi?" diyerek oturduğu yerde merakla etrafa bakınmaya başladı.

"Bu..." dedi elleri ile yüzünü kapayan şövalye "...benim baş belası ortağım."

"Hey! Ben baş belası olan ortağın sen olduğunu sanıyordum." diye yanıtladı cırtlak ses onu.

Adamın hiçbir bir şey anlamadığını gören delikanlı çaktırmadan adama yaklaşıp "Konuşan kılıç..." diye fısıldadı. Bir parmağıyla odanın köşesindeki büyük sandığı işaret ediyordu.

"Ah, evet. Şu meşhur kılıç..." dedi adam heyecanla sandığa bakarak. "İyi ama neden bir sandıkta?"

"Meşhur mu? Meşhur dedi duydun mu? Ha-ha-ha-ha! Meşhur!" diye ciyakladı kılıç zevkle. Ardından da "Meşhurum ben, meşhurum, meşhurum, meşhurum..." diye bir tempo tutturup zevkle şarkı söylemeye başladı. Sesi o kadar kötüydü ki kulübedeki herkes kulaklarını tıkamak zorunda kalmıştı.

Adam "Sanırım niye bir sandıkta tutulduğunu şimdi anlıyorum." dedi sıkılmış dişlerinin arasından. Kılıcın susmaya niyeti olmadığını anladıklarında üçlü grup olabildiğince hızlı bir şekilde kulübeyi terk edip bahçeye çıktılar. Can havliyle kapıyı kapayıp kulübe duvarına yaslı bir şekilde oldukları yere çöküverdiler. Kılıcın şarkısı kesik kesik de olsa hâlâ duyuluyordu. Adam hayret ve merak dolu bakışlarla şövalyeye baktı. O ise sadece bezginlikle omuz silkmekle yetindi ve "Yakında alışırsın. Şimdi, nerede kalmıştık? Derdinin ne olduğundan bahsetmek üzereydin." diyerek tekrar konuya girdi.


Adam ne için burada olduğunu hatırlayarak şaşkınlığını üstünden attı ve anlatmaya başladı: "Muhtemelen bildiğiniz üzere kasabamızın hemen üstünde Uzun Göl yer alır. Halkım denizden avladığımız balıklardan çok Uzun Göl'ün meşhur alabalıkları sayesinde geçimini sürdürür. Oradan çıkan balıkların lezzeti diyarlarda başka hiçbir yerde yoktur. Bu yüzden denizden çok orada avlanmayı tercih ederiz. Daha doğrusu ederdik..." Hüzünle başını eğdi ve derin bir nefes alarak anlatmaya devam etti.

"Uzunca bir süredir gölde anlam veremediğimiz bir gariplik, bir uğursuzluk vardı. Önce balıklar azalmaya başladı, daha önce hiç böyle bir şey gelmemişti başımıza. Daha sonra da avlanmaya giden balıkçılar kaybolmaya başladı. Yapılan arama çalışmalarında izlerine bile rastlayamadık. Sanki toz olup havaya karışmışlardı. Hepimizi bir korku almıştı. Viran Kent'teki uğursuzluğun göle de bulaştığı söylentileri aramızda dolaşmaya başladı. Korkumuzdan göle avlanmaya gidemez olduk. Cesaret edip gidenler ise bir daha dönmediler. Sonunda Kasaba Meclisi gölde avlanmamızı yasakladı. Ama bu sadece sorunların artmasına neden oldu. Gölde avlanamamak gelirlerimizi inanılmaz ölçüde düşürdü. Kasabaya gelen tüccarlar alabalık istiyorlardı, deniz mahsullerini değil. En sonunda dayanamayacak hale geldik ve bir grup balıkçı köy meclisine baş kaldırarak göle avlanmaya gitmeye karar verdi. Onlara katılanların arasında ben ve oğlum da vardık." dedi hüzünle başını eğerek.

Yanaklarından yaşlar süzülmeye başladı ve bir müddet sustu. "Korkunçtu" Geniş sandallarımızla Uzun Göl'e açılmış avlanıyorduk. İlk başta her şey yolunda görünüyordu. Fakat sonra... Birdenbire nereden çıktığı belli olmayan yoğun bir sis etrafımızı sardı. Göz gözü görmüyordu. Öyle ki yanı başımda oturan oğlumu bile göremiyordum. Sonra her yanımızdan çığlıklar yükseldi. Arkadaşlarımın gökyüzünü yırtarcasına yükselen çığlıkları ve imdat sesleri... Sandalımızın parçalandığını hatırlıyorum. Oğluma beni takip etmesini söyleyip suya atladığımı ve kıyıya doğru yüzmeye başladığımızı hatırlıyorum. Oğlum tam arkamdaydı. Tam kıyıya varmıştık ki aniden suyun içinden fırlayan bir şeyler onu kıskıvrak yakalayıp gölün derinliklerine doğru çekip götürdü! Onu tutmaya çalıştım ama başaramadım. Gitmişti! Her şey bir anda olup bitmişti ve ben karada yalnız kalmıştım. Hiç kimseden eser yoktu. Orada durmaya cesaret edemedim ve koşarak hızla oradan ayrıldım. Oğlumu kurtarmak için hiçbir şey yapamadım. Yapabileceğim hiçbir bir şey yoktu, ben savaşçı değilim anlayın beni." dedi yalvaran gözlerle şövalyeye bakarak. Şövalye anladığını belirtmek istercesine kafasını salladı.

"Olabildiğince hızlı bir şekilde köye döndüm ve olanları kasaba meclisine anlattım. Bir kurtarma ekibi oluşturmaları için yalvardım ama beni dinlemediler. Bu felaketi üzerimize kendimizin çektiğini ve bizim sorumsuzluğumuz yüzünden başka insanların hayatını tehlikeye atmayacaklarını söylediler. Buna inanabiliyor musunuz? Biricik oğlumu kurtarmak için kıllarını bile kıpırdatmadılar ve eğer azıcık aklım çalışıyorsa benim de aynı şeyi yapmamı önerdiler. Bunaklar!" Adam öfkeyle hırladı.

"Bir şeyler yapmalıydım, öylece duramazdım. Büyücü Marvin'in tekrar köşkünde olduğunu bilseydim belki de ona giderdim. Ama bilmiyordum. Onun yerine aklıma siz geldiniz beyim. Diyarların dört bir yanında adı duyulan mağrur şövalye... Hemen köyden ayrıldım. Üç gün iki gecedir yoldayım ve sonunda sizi buldum. Lütfen bana yardım edin. Oğlumu kurtarın, lütfen!"

Acı çeken babanın yalvarışı şövalyeye dokunmuştu. Adama yardım etmeye karar verdi. Hoş, adamın hikâyesini dinlemeden önce de zaten bu kararını vermişti. Zorda olan kimseyi geri çevirmezdi çünkü. Kendi ahmaklıkları sonucu belaya bulaşmış olanları bile...

Şövalye ayağa kalkarak "Merak etme. Elimden geleni yapacağım yolcu kişi. Konuşmak için kendini daha fazla yorma. Biraz dinlenmen gerek." dedi. Bu sözlerle birlikte adamın yüzü sevinç ve ümitle aydınlandı. Anladığını göstermek mahiyetinde başını bir kez olumlu anlamda salladı ve arkasına yaslanarak gözlerini kapadı. Şövalye delikanlıya dönerek "İçeride biraz yiyecek ve içecek bir şeyler olması lazım. Burada dinlenebildiğiniz kadar dinlenin sonra da köye geri dönün." dedi.

"Peki sen ne yapacaksın Cesur Şövalye?" diye sordu delikanlı merakla.

"Gidip göl halkına yardım edeceğim elbette. Her ne kadar geçmişte bana pek de hoş davranmamış olsalar da onları bu durumda yalnız bırakmak şövalyelik düsturuma aykırı. Ama önce eski dostum Marvin'e bir ziyarette bulunacağım sanırım. Hem tavsiyelerine ihtiyacım olacağından hem de yol o yönden daha kısa olduğundan." dedi şövalye.

"Yolun açık olsun şövalyem. Dediklerini yaşlılar heyetine aynen ileteceğim. Dönüşünü dört gözle bekleyeceğiz. Geri geldiğinde yeni maceranı Büyük Salonda bizimle paylaşacağını umarım. Duymak için şimdiden sabırsızlanıyorum." dedi delikanlı heyecanla ve hayranlıkla ışıldayan gözlerle.  

Şövalye sadece gülümsemekle yetindi ve kulübesine girerek hâlâ şarkı söylemekte olan kılıcına doğru yöneldi. Sandığın kapağını sert bir hareketle açtı ve "Kes sesini seni geveze. Yoksa seni yanıma almam ona göre!" diye çıkıştı kılıca, şakayla karışık.

"İyi tamam, sustum. Nereye gidiyoruz? Umarım bu sefer kokuşmuş goblinlerden daha iyi rakipler çıkar karşımıza. Yeni bir dövüş için sabırrrrsızlanıyoruuum. Nı-ha-ha-ha!"

"Hâlâ konuşuyor musun sen?" diye sordu şövalye kılıcı belindeki kınına yerleştirirken.

"Tamam, tamam sustum. Bak konuşmuyorum işte. Tamamen sessizim. Sessizden de sessizim. Sessiz ötesiyim. Sessiz..."  Bezginlik dolu bir homurtu koyan şövalye kulübeden ayrıldı. Yorgun yolcuyla ve delikanlıyla kısa bir vedalaşmanın ardından ormanın içine daldı.

Kılıcın hâlâ devam eden "Sessizim." mırıldanmaları arasında ağaçların arasına girerek gözden kayboldu.


Kulübe resmi: Minnhagen

( Devam edecek... )
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı deanna

  • **
  • 324
  • Rom: 9
  • ***
    • Profili Görüntüle
Ynt: Göl Halkı (Bölüm 1)
« Yanıtla #1 : 11 Haziran 2010, 13:56:19 »
Ah, konuşan kılıca çok güldüm. :D
Mizah anlayışını beğeniyorum ve severek okudum. Beklemedeyim devamını.
Yalnız bir ricam var, okurken bin bir çile çektim. Çok bitişik ve göz yorucu olmuş bu yazı.
Buna dikkat edersen çok, çok memnun olurum :)

.


Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Göl Halkı (Bölüm 1)
« Yanıtla #2 : 11 Haziran 2010, 14:05:23 »
Çok güzel ve akıcı bir yazı olmasının yanı sıra aşırı derecede göz yorucu olmuş... Umarım bi el atarsın =)
May the force, be with you.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Göl Halkı (Bölüm 1)
« Yanıtla #3 : 11 Haziran 2010, 14:45:41 »
Ellerine sağlık çok keyifli bir hikaye olmuş. Hikayenin ilk paragrafı için genelde bana tavsiye edilenin tam tersini tavsiye etmek zorunda kalacağım sanırım. Cümleleri biraz birbirine bağlayıp uzatırsan daha akıcı olur gibi. Çok fazla kısa cümle arka arkaya gelince telgraf gibi olmuş ama sadece ilk paragrafın başlarında o kadar.

Paragrafları da ayırmışsın aslında ama siteden kaynaklı paragrafları ekleme sorunu var. Orjinal word metninde paragrafların her birinden sonra bir satır boş bırakırsan yukarda arkadaşların değindiği sorun da ortadan kalkar diye düşünüyorum.


Konuya bayıldım bu arada.  Ellerine sağlık tekrardan, devamını sabırsızlıkla bekliyorum.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Göl Halkı (Bölüm 1)
« Yanıtla #4 : 11 Haziran 2010, 15:01:16 »
Öncelikle hepinize teşekkürler. Yazıyı biraz düzenledim, umarım şimdi daha rahat okunuyordur. Word'de yazarken insanın dikkatini çekmiyor böyle şeyler. Ama internet üzerinde işler biraz farklı tabii... Bundan sonra dikkat ederim.

Malkavian, eski bir yazı bu. Acemilik zamanlarımdan kalma. Şimdi okuyunca bana da biraz garip geliyor ama orjinal metni bozmayayım dedim.

Tekrar teşekkürler...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı brisingr

  • ***
  • 655
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Göl Halkı (Bölüm 1)
« Yanıtla #5 : 11 Haziran 2010, 19:11:56 »
Çok güzel bir hikeye olmuş. Ben de konuşan kılıca çok güldüm. Onun goblinleri öldürdüğünü düşünemiyorum. :D Sabırsızlıkla hikayenin devamını bekliyorum.

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Göl Halkı (Bölüm 1)
« Yanıtla #6 : 11 Haziran 2010, 19:43:17 »
Ellerine sağlık beyim çok güzel bir hikaye olmuş.  ;D Kılıcın ve gevezeliklerinin kattığı o tadı macerayla harmanlamışsın.
Sonuç=Mükemmel
Spoiler: Göster

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Göl Halkı (Bölüm 1)
« Yanıtla #7 : 12 Haziran 2010, 10:40:59 »
Teşekkürler denizlerin hanımı :) Konuşan kılıç hikayelerim içerisinde en sevdiğim karakter. Sizlerin de beğenmesi beni mutlu etti.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Göl Halkı (Bölüm 2)
« Yanıtla #8 : 13 Haziran 2010, 12:42:11 »
- Bölüm 2 -

Nihayet ormanın sonundaydı. Geniş açıklıkta durdu ve önünde uzanan manzaraya baktı. Büyücünün köşkü tüm haşmetiyle karşısında duruyordu. İster istemez buraya ilk geldiği güne kaydı düşünceleri. O zaman burası karanlık ve kötücül bir yerdi ama büyücünün dönüşüyle şu anda oldukça güzel bir yere dönüşmüştü. Köşkün bulunduğu tepenin eteklerine baktı ve yeniden kurulan Viran kent'i gördü. Eskiden bir harabeden ibaret olan kenti böyle canlı görmek şövalyeyi mutlu etmişti. Ne yazık ki kılıç aynı görüşte değildi.

"Pöh! Onca yol teptik ve karşımıza biçebileceğim tek bir düşman bile çıkmadı. Ne sıkıcı..." dedi memnuniyetsizlikle.

"Buna sevinmelisin. Büyücü dostumuzun ve buradaki halkın güvende olduğunu gösterir bu."

Kılıç "Hıh!" diyerek homurdandı. Şövalye ise başını olumsuz anlamda sallayarak gülümsedi ve köşkün bulunduğu tepeye doğru yürümeye başladı.

Kısa bir süre sonra köşkün çift kanatlı kapılarının önündeydi. Onun yaklaşmasıyla birlikte kapılar kendiliğinden açılarak yol verdi. "Tıpkı daha önce olduğu gibi..." diye mırıldandı şövalye. Kapıları tutan her iki sütunun üzerindeki Gargoyle heykelleri uğursuzca onu süzdü. Şövalye onların bakışları altında ürperdiğini hissetti. Hızlı adımlarla bahçeyi geçip köşkün asıl kapısına vardı ve kısa merdiveni çevik bir şekilde tırmanarak kapıyı çaldı.

Kapıyı eliyle tıklatmasıyla birlikte acı dolu, keskin bir "Ahh!"  sesi işitildi. Şövalye şaşkın gözlerle etrafına baktı ama sesin sahibini göremedi. Bir omuz silkti ve beklemeye başladı. Tam kapıyı tekrar çalmak için elini kaldırmıştı ki "Hey, kes şunu! Ben senin kafana vuruyor muyum?" diye bir ses yükseldi yeniden. Konuşan kapıydı! Kapının ön yüzeyinde ahşaptan bir yüz belirirken Şövalye ağzı bir karış açık bakakaldı.

"Bütün gün orada aval aval dikilip beni mi seyredeceksin yoksa ne istediğini söyleyecek misin?" diye çıkıştı kapı sinirle.

"Ben... Şey... öhöm!" diyerek kendini toplamaya çalıştı şövalye. "Büyücü Marvin'i görmeye gelmiştim de. Eski bir arkadaşıyım." demeyi becerebildi sonunda.

"Böylesi daha iyi." dedi kapı, oldukça aristokrat bir uşağın aksanı ile. "Randevunuz var mıydı?"

"Randevu mu? Şey, hayır. Neden? Olması mı gerekiyordu?"

"Randevusuz kimseyi içeri alamam. Size iyi günler." dedi kapı kendini görmüş bir sesle.

"Alamaz mısın? Alamam da ne demek! Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" diye çıkıştı şövalye öfkeyle.

"Hayır, siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?" diye sordu kapı, yüksekten bakan bir ses tonuyla.

"Hayır ama umurumda bile değil!" dedi şövalye.

"Güzel. Ben de sizin kim olduğunuzu bilmiyorum ve umurumda bile değil. İyi günler." dedi kapı ve sessizliğe gömüldü.

Şövalye zar zor kapadığı ağzının tekrar bir karış açılmasına engel olamadı. Az önce bir kapı tarafından faka bastırılmış, üstüne üstlük bir de kovulmuştu.

"Hey! Siz saygıdeğer koruyucu, merhaba." diye ciyakladı kılıç, şövalyenin şaşkın bakışları arasında.

"Buyurun efendi kılıç." diye yanıtladı onu, gururu okşanmış kapı.

"Selam olsun size. Biliyor muydunuz? Ben de tıpkı sizin gibi Efendi Marvin'in büyülü icatlarından biriyim. Yani sizinle akraba sayılırız."

"Öyle mi?" dedi kapı ilgiyle. "Hoş geldiniz efendi kılıç. Size nasıl yardımcı olabilirim acaba?"

"Sizin için bir sakıncası Büyücü Marvin'i görmek istiyoruz." diye bildirdi kılıç.

"Hay hay, ne gibi bir sakıncası olabilir ki? Ama önce sormam gereken bir soru var. Randevunuz var mıydı?" dedi kapı.

"Hayır."

"Randevusuz kimseyi içeri alamam. Üzgünüm." dedi kapı tekrardan.

"Bana baksana sen, seni sonradan görmüş kereste. Hemen kenara çekil yoksa seni cilalandığın güne pişman ederim." diye çıkıştı kılıç, sinirli bir şekilde. Bir anda bütün kibarlığı gitmişti sanki.

"Hiç sanmıyorum efendi tereyağı bıçağı!" diye yanıtladı kapı onu aynı sinirli tonla.

İki büyülü nesne arasında gürültülü bir hakaretleşme başladı. Ne yapacağını bilemeyen şövalye ellerini kulaklarına bastırmış kapıdan geçmenin bir yolunu bulmaya çalışıyordu. Tam o esnada kapının ardından "Burada neler oluyor yine? Yoksa yine o büyü ansiklopedisi satmaya çalışan üçkâğıtçı mı?" diye bağıran bir ses duyuldu. Kapı bir hışımla açıldı ve Büyücü Marvin'in öfkeyle kızarmış yüzüyle karşılaştılar. Marvin karşısındakileri görünce bir anlığına afalladı. Sonra yüzündeki kızgın ifade yerini bir sevinç dalgasına bıraktı.

"Sevgili dostum! Demek ziyaretime geldin ha? Bu ne güzel sürpriz." diyerek hararetle şövalyenin elini sıktı.

"Hey, bilmiyorum dikkatini çekti mi ama ben de buradayım." dedi kılıç, gücenmiş bir sesle.

"Elbette, elbette. Sen de hoş geldin eski dostum. Buyurun, orada bir yabancı gibi dikilmeyin lütfen. İçeri gelin." diyerek misafirlerini salonuna buyur etti.




Marvin'in salonu, şövalyenin bugüne kadar gördüğü en ilginç mekânlardan biriydi. Odanın bir köşesinde üzerinde çeşitli aletler olan bir masa ve küçük bir kitaplık bulunuyordu. Odanın ortasında ise hasır bir masa ve masanın etrafına sıralanmış geniş, egzotik koltuklar vardı. Masanın üzeri ise birbirinden garip, hareketli gümüş aletlerle doluydu. Tam şövalye bakarken aletlerden biri ufak bir duman bulutu fışkırtıp odaya güzel bir koku yayılmasını sağladı. O merakla odayı incelerken büyücü konuşmaya devam ediyordu.

"Kapının kusuruna bakmayın. Ama araştırmalarımı sağlıklı bir biçimde yürütebilmem için böyle bir koruyucuya ihtiyaç duydum. Yanlış anlamayın sakın, ihtiyacı olan birine yardım etmekten asla çekinmem. Ama kapımı o kadar abuk sabuk şeyler için çalıyorlar ki, bir bilseniz. Kızının kısmetinin açılmasını isteyen kocakarılardan tutun da kurbağaları prensese çevirmeye çalışan delikanlılara kadar her türlüsü kapımda. Nasıl, ortalığı bayağı toparlamışım değil mi?" dedi keyifle, eliyle salonu göstererek.

"Evet, harika iş çıkarmışsın doğrusu." dedi şövalye.

"Eskisinden bile iyi olmuş Efendi Marvin." diye ciyakladı kılıç.

"Teşekkürler, biraz büyünün de yardımı olmadı değil hani." dedi Marvin böbürlenerek. "Fakat ne kadar da kabayım!" dedi eliyle alnına bir şaplak atarak. "Size içecek bir şeyler bile ikram etmedim. Yorgun olmalısın. Ne içersin dostum? Ya da yiyecek bir şeyler mi istersin?"

"Çay olabilir." dedi şövalye, aklına çaydan hiç haz etmeyen bir dostu geldiğinden hınzırca gülerek.

"Çay olsun o zaman." dedi Marvin.

Kıkırdayarak elini sivri uçlu şapkasına daldırdı ve içinden birkaç porselen fincan ile gümüş bir çaydanlık çıkartıverdi. Şövalyenin kendisini keyif ve hayret karışımı gözlerle izlediğini görünce gülümsemesi genişledi ve "Aslında büyü ile de hazırlayabilirim elbette ama tadı asla gerçeğinin ki gibi olmuyor." dedi göz kırparak.

Marvin şöminenin mavi ateşi üzerinde çayları hazırlamakla meşgulken şövalye de odayı incelemeye devam etti. Neyin konuşup neyin ısıracağından emin olamadığı için hiçbir bir şeye dokunmaya cesaret edemiyordu. Gözü duvara asılmış olan çerçevelere takıldı. Daha yakından baktığında bunların diploma ve sertifikalardan oluşan bir sergi olduğunu gördü. Yüksek Büyücülük Sertifikası, Merlin'in Nişanı gibi birçok ödül ve nişan arasında özellikle bir tanesi çok ilgisini çekmişti. Zamanda Yolculuk Araştırma Kurulu tarafından verilmişti ve üzerinde

"...gösterdiğiniz üstün başarılardan ve araştırmalarımızda kat ettiğiniz önemli adımlardan dolayı..."

yazıyordu. Merakla Marvin'e baktığında büyücünün çay servisini tamamladığını ve onun da kendisine bakmakta olduğunu gördü. Tam parmağıyla sertifikayı işaret etmiş ve bir soru sormak için ağzını açmışken, Marvin "Ha, o mu? Saçmalıktan başka bir şey değil." dedi elini aptalca bir fikri başından savuşturur gibi sallarken. "Zamanda yolculukmuş, hah! Böyle bir şeye kim inanır ki?" diye ekledi ardından da abartılı bir şekilde gülerek.

Şövalye gülüşteki abartıyı ve büyücünün gözlerindeki ifadeyi kaçırmadı. Şövalyenin bilmediği bir nedenden ötürü büyücü yalan söylüyordu. Ama üzerinde fazla durmamaya karar verdi. Sonuçta dostum dediği bu yaşlı adama güveniyordu ve herkesin sır saklamaya hakkı vardı. Şövalyenin bile büyücüye anlatmadığı pek çok sırrı vardı ne de olsa...

Marvin eliyle koltuklardan birini işaret ederek "Otursana. Merak etme, ısırmaz." dedi gülerek.

"Ben ısırmasından çok konuşmasından çekiniyorum." diye yanıtladı onu şövalye, kılıcının bu yoruma yaptığı itirazlara kulak tıkayarak. İki arkadaş bir süre çaylarını yudumlayıp son görüşmelerinden beri olan biten olaylar hakkında konuştular. Sonunda laf dönüp dolaşıp şövalyenin geliş sebebine ve balıkçı kasabasında meydana gelen garip olaylara geldi. Şövalye, balıkçının hikâyesini anlatabildiği kadarıyla büyücüye aktardı. Kılıç ise arada düzeltmeler yaparak veya katıldığı yerlerde mırıldanarak yine sessiz kalmamayı başardı.

"İşte böyle Marvin. Anlayacağın hem yolu kısaltmak hem de yardımını almak için buraya geldim." dedi şövalye en sonunda, hikâyesinin bittiğini belirtmek için.

"Hmmm... İlginç bir durum. Size yardım edeceğim elbette ama ben gelemem maalesef. Çok önemli bir araştırmanın ortasındayım ve öylesine kenara atılıp bırakılabilecek bir şey değil. Çok üzgünüm." dedi büyücü.

"Anlıyorum." dedi şövalye, hayal kırıklığını gizlemeye çalışarak.

Bir anlık bir sessizliğin ardından Marvin, "Burada bekleyin. Size yardımcı olacağını sandığım nadir bir bitki var elimde." diyerek ayağa kalktı ve odadan çıkıp gözden kayboldu. Birkaç dakika sonra elinde ufak bir kavanoz ile birlikte geri döndü. Kavanozu hafifçe havaya kaldırıp içindeki bitkinin görünmesini sağladı.

"Galsamotu. Bizim ihtiyar Rowling'in stokundan. Rowling'i tanıyorsun değil mi? Meşhur bir büyücüdür. Çok da maharetlidir aynı zamanda. Geçenlerde ziyaretime geldi. Hediye olarak da ender bulunan bitki ve parşömenler getirmiş yanında. İyi adamdır bizim Rowling ama biraz çatlaktır da. Büyücüler hakkında bir kitap yazmak gibi garip bir fikir oluşturmuş kafasında. Torununun torununun torunlarından biri için saklayacakmış ve çok zor bir zamanında kitabı ona verip zengin olmasını sağlayacakmış. Daha neler! Bir kitapla nasıl zengin olunabilir ki? Hem de içinde büyücüler olan bir kitap!" diyerek gevrek bir kahkaha attı.

Büyücünün söylediklerinden tek kelime bile anlamayan şövalye kavanozu eline alıp bitkiyi dikkatle incelemeye başladı. Yapışkan, grimsi yeşil bir görüntüsü vardı otun. "Ne işe yarar bu?" diye sordu merakla.

"Ah, evet. Konuyu fazla dağıttım yine. Bu ot, su altında nefes almanı sağlar dostum. Anlattığın olaylara bakılırsa sorunun kaynağı gölün dibinde. Orada nefes almak kılıç için olmasa bile senin için epey bir sorun olur zannımca." diyerek gülümsedi yarım ay biçimindeki gözlüklerini düzelterek.

"İyi bir noktaya değindin." dedi şövalye.

"Daha fazlasını yapmak isterdim ama şu anda elimden gelenin hepsi bu. Ama yapabileceğim bir şey daha var sanırım. Hava iyice karardı. Bu gece burada kalın, akşam yemeğini beraber yeriz. Yarın sabah da erkenden yola çıkarsınız."

Şövalye bu teklifi memnuniyetle kabul etti. "Güzel!" dedi Marvin ellerini bir kez çırparak. "Şimdi... Biraz daha çaya ne dersin? Bu arada, sizce de burası çok sıcak olmadı mı?" diyerek cebinden ufak bir cihaz çıkarttı. Cihazı, tavana yakın bir yere monte edilmiş bir alete yöneltip bir tuşa bastı. Yumuşak bir Bip! sesi duyuldu ve anında odada hafif bir rüzgâr esmeye başladı.

"Nereden buluyorsun bu garip aletleri hiç anlamıyorum." dedi şövalye hayretle.

"İcatlarımdan biri sadece." diye kıkırdadı Marvin. "Buna süper klima diyorum. Nasıl buldun?"
 
"Oldukça enteresan. Sanki burada icat edilmiş gibi değil de gelecekten gelen bir buluş gibi..." dedi şövalye, hafif iğneli bir ses tonuyla.

Bu yorum üzerine Marvin telaşla yerinde zıpladı ve yanlışlıkla kumandadaki farklı bir düğmeye basıverdi. Birdenbire odanın içinde yağmur yağmaya başladı. Büyücünün panikle başka bir tuşa basmasıyla yağmur yerini keskin bir tipiye bıraktı. Ardından sis bastı. Nihayet üçüncü denemesinde büyücü havayı eski haline döndürebildi. Bir taraftan da şövalyeye kaçamak bakışlarla bakmaktaydı.

Şövalye çayını yudumlarken bıyık altından hafifçe gülümsedi. Görünüşe göre hedefi tam on ikiden vurmuştu.

( Devam edecek... )

Büyücü Odası / Wizard's Study by NightsongWS
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Göl Halkı (Bölüm 1 / 2)
« Yanıtla #9 : 13 Haziran 2010, 12:54:41 »
Alıntı
]aletlerden biri ufak bir duman bulutu fışkırtıp odaya güzel bir koku yayılmasını sağladı.

Günümüzden bir şeyler çalmış büyücü efendi ha ? :D

Alıntı
“Hiç sanmıyorum efendi tereyağı bıçağı!”

Buraya da çok güldüm xD

Harika bir yazı olmuş mit, ilk bölüme göre kat kat daha fazla eğlendirici... Ve, Rowling ha ? :D "İçinde büyücüler olan bir kitap insana nasıl para kazandırabilir ki ? " xD

Mükemmelsin mit gerçekten... O kadar harika ki, bu gece Romlar benden ! :D
May the force, be with you.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Göl Halkı (Bölüm 1 / 2)
« Yanıtla #10 : 13 Haziran 2010, 12:56:44 »
:) Teveccühünüz efendim, hiç kimse mükemmel değildir :) Romdan ziyade değerli yorumlarınız ve eleştirileriniz benim için çok daha kıymetli. Teşekkürler.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Göl Halkı (Bölüm 1 / 2)
« Yanıtla #11 : 13 Haziran 2010, 12:57:28 »
:) Teveccühünüz efendim, hiç kimse mükemmel değildir :) Romdan ziyade değerli yorumlarınız ve eleştirileriniz benim için çok daha kıymetli. Teşekkürler.
,
Öyleyse sen mükemmelimtırak bir adamsın ;) Bişey değil :D
May the force, be with you.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Göl Halkı (Bölüm 1 / 2)
« Yanıtla #12 : 13 Haziran 2010, 13:07:17 »
İnanılmaz eğlenceli bir bölüm olmuş. Kılıçla kapı diyaloğuna çok güldüm  :D, hikayenin anlatılışı her zamanki gibi şahane. Harika olmuş harika! :)
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Göl Halkı (Bölüm 1 / 2)
« Yanıtla #13 : 13 Haziran 2010, 13:14:43 »
Teşekkürler Koyu Beyaz. Bu eski hikayeyi buraya taşırken biraz tereddütteydim açıkçası. Bu kadar iyi tepkiler alacağımı hiç tahmin etmiyordum çünkü. Beğenmenize çok sevindim, tekrar tekrar teşekkürler.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Vega

  • ****
  • 1023
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Göl Halkı (Bölüm 1 / 2)
« Yanıtla #14 : 13 Haziran 2010, 13:34:41 »
İnsan nasıl olurda beğenmez ki?Kurgu İskelesi'nde okuduğum en iyi hikayelerden biri.Güzel yerledre güzel espriler ve şu zaman yolculuğu olayı çok hoşuma gitti.Air wick fıslasın temizlik büyüsü fıslasın!