Kayıt Ol

Hayaletin Şarkısı

Çevrimdışı Chiyo

  • **
  • 154
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Hayaletin Şarkısı
« : 12 Eylül 2011, 15:59:33 »
Başlamadan: Bu öyküyü ilk sekiz sayfası silindiği için tekrar yazmam gerekti. Esasen öykü seçkisi için yollamak istemiştim ama yetişmedi. Beklediğimden biraz daha uzun oldu. Keyifli okumalar.



HAYALETİN ŞARKISI
     
        Taş koridorda yankılanan piyanonun sesi ben adım attıkça artıyordu. Doğru koridordaydık anlaşılan. Adımlarımı sıklaştırdım ve müzik odası olduğunu tahmin ettiğim odanın kapısının önünde durdum.  Nil arkamdaydı.
   “Geri dönmeliyiz.” Dedi endişe dolu bir sesle. Onu duymazdan geldim ve ahşap kapının tokmağını çevirdim. Kilitli olacağını beklediğim kapı içeri doğru açıldı. Ay ışığının aydınlattığı odaya girdim. Müzik ise kulağımda yankılanıyordu. Hüzünlü bir ezgiydi bu. Akılda kalıcı ve etkileyici bir melodi…
Kalp atışlarım hızlanmıştı. Korkuyordum, hem de çok. Fakat merakım ve gerçeği öğrenme arzum korkuma galip geliyordu.  Bu karanlık ve küf kokan odada el fenerimizin pilinin bitmiş olması ise bir talihsizlikti.  Daha iyi görebilmek için odanın yuvarı doğru sivrilen taş penceresine doğru yöneldim. Penceren sızan ay ışığı eskimiş piyanoyu aydınlatıyordu. Piyano sandalyesinin bomboş bir şekilde öylece durduğunu gördüm. Müzik ve gördüğüm bu manzara tüylerimi diken diken etmesine rağmen bir adım daha attım. Nil arkamdan tekrar seslendi. Bu sefer sesindeki korku iyice belirginleşmişti.
   “Lale, geri dön diyorum sana! Bu hiç de iyi bir fikir değil.”
   Geri dönmedim ve dikkatlice piyanoyu inceledim. Görünmeyen bir el tuşlara basıyordu sanki. O an hangi akla hizmet yaptım bilmem, piyanonun üstünde duran eskilikten sararmış nota kağıtlarını uzanıp elime aldım. Müzik birdenbire kesildi. Nil’in nefesini içine çektiğini duydum.  O  anda bu odaya geldiğimizden beri mantıklı olan tek şeyi yaptım.
   “Koş!” diyerek  gerisingeri odadan çıktım.  Nil de arkamdan geliyordu. Taş binadan ayrılıp çamura bata çıka yatakhaneye döndük.  Eski müzik  odasının hayaletini rahatsız etmiş olmalıydık.

     Birkaç saat önce…
       
        Yatağımda bir sağa bir sola dönüp durmaktan sıkılmıştım. Uyku tutmuyordu işte. Hem kim lise çağına gelmiş insanları saat 22.30 da yatmaya zorlardı ki… Evimde olsaydım cep telefonumla ya da bilgisayarımla vakit geçirirdim. Oysa yatılı okulda elektronik cihazlara kesinlikle izin verilmiyordu.
 Okula yazılalı henüz iki ay olmuştu, fakat hala daha alışmakta zorluk çekiyordum. Durumum bundan önceki iki okulda daha yaşadığımdan farksız denebilirdi. Fakat bu okuldaki farklılık asosyalliğime zıt düşecek şekilde iki arkadaş edinmiş olmamdı.
        Kızın adı Nil’di. Aynı sınıfta değildik. Biraz korkak bir hali vardı, fakat bir şekilde onu kafa dengi bulmuştum. Kurallara uymak konusunda benim kadar zorluk çekmiyordu . Hatta biraz ikna ile bana uymasını sağlayabiliyordum. Belki de kötü arkadaş sınıfına dahil edilmeliydim. Tabi niyetim sadece zararsız bir eğlence bulmak olmasaydı. Bu korkunç derecede sıkıcı okulda ne yapılabilirdi ki zaten? Diğer arkadaşımın ismi ise Kenan. Arkadaş demek doğru mu olurdu bilmiyorum, ama buraya geldiğimden beri ne zaman kendimi yalnız ya da üzgün hissetsem bir şekilde karşıma çıkıyordu. Aynı sınıftaydık, fakat o istediği zaman derse giren istemediğinde okulu asan başına buyruk tiplerdendi.
        Birazdan gece teftişi başlayacaktı.  Yatakhane müdiresinin,  ya da bu okuldaki kızların tabiriyle Neriman cadısının tek tek odaları gezerek  kızların yataklarında olup olmamasını kontrol etmesini bekledim ve o  geldiğinde gözlerimi kapatarak uyuyor numarası yaptım. Neriman gittikten sonra, alt ranzamdan gelen bir kıpırtı fark ettim. Anlaşılan Nil de benim gibi uyumuyordu.  Kendimi aşağı sarkıtıp baktım. Gözleri açıktı. Beni görünce bakışlarını bana çevirdi.
        “Uyku tutmadı anlaşılan.” Dedim fısıltıyla.
        “Aynen.” Yanıtladı. Sonra davet beklemeden alt ranzaya indim.  Nil ile gece sohbetlerini alışkanlık haline getirmiştik. Ben yatağına inince doğruldu ve küt kesimli sarı saçlarından yüzüne düşen perçemini elinin tersiyle yüzünden çekti.  Son birkaç gecedir, daha doğrusu ben alt ranzamda uyuyan kişinin de benim gibi uykusuzluktan mustarip olduğunu fark ettiğimden beri geceleri uykumuz gelene kadar sohbet ediyorduk. Nil bana okul hakkında dedikodulardan bahsediyordu, ben de ona geldiğim diğer okullardaki maceralarımdan.
         O gece bana okulun eski binasıyla ilgili bir söylentiden söz etti. Yıllar önce eski binada eğitim öğretime son verilmiş ve şu an bulunduğumuz betonarme yapı inşa edilmişti. Fakat halen daha okulun adını internet görsellerinde arattığınızda karşınıza eski, taş binanın resmi çıkıyordu. Bunun sebebi eski binanın barok tarzı ve görkemli mimari stili miydi bilmiyordum, fakat şu an öğretimin sürdürüldüğü beton binadan çok daha iyi göründüğünü söyleyebilirdim. Zira yeni okul binasının son derece iç karartıcı ve sıradan olmasının dışında başka hiçbir özelliği yoktu.
        “Gerçek dışı ve biraz da komik.” Dedim Nil’e anlattığı öyküden dolayı. Hiç bozulmadı ve o da sessizce güldü.
        “Katılıyorum, ama insanın içinde az da olsa şüphe olmuyor değil.”  Bahsettiği öykü eski binanın müzik odasındaki hayalet hakkındaydı. Söylentiye göre bundan yıllar önce ölmüş bir gencin ruhu hala daha o odada piyanonun başındaydı. Her gece müzik odasında gün doğumuna kadar piyano çalıyordu.
        “Ne dersin şu anda herkes uyurken gidip bakalım mı?” diye fısıldadım. Yasak bir şey yapacak olmanın heyecanı şimdiden içimi sarmıştı
        “Bilmiyorum.” Dedi düşünceli bir şekilde “Yakalanırsak, başımız derde girer.” Anlamamış gibi baktım.
        “Ee, ne olmuş?” Onun hala daha ikilimde kaldığını görünce “Yoksa hayaletlerden mi korkuyorsun?” diye sordum hafiften bir alayla.
        “Saçmalama.” Canı pek istememesine rağmen “İyi, tamam gidelim.” Dedi ve sessizce yataktan kalktı. Ben de onu izleyerek ayaklandım.  O sessiz adımlarla yatakhane çıkış kapısına doğru ilerlerken onu durdurdum.
       “Nereye gittiğini sanıyorsun?”
       “Eski binaya gitmiyor muyuz?”
       “Maksadın güvenlik kameralarına yakalanmaksa doğru yoldasın.” Dedim. “Beni izle.” Okula geleli iki ay olmasına karşın kameraların görüntü alamadığı her deliği beynime kaydetmiştim. Buraya kaydedildiğinden beri aklından sadece buradan kaçma düşüncesi olan bir öğrenci için bu bilgilerin beynimde olması gayet normaldi.
Yatakhane penceresine doğru sessiz adımlarla yürüdük. Diğer kızların uyanmaması için çok dikkatli davranıyorduk.  Pencereyi açtım ve bir ayağımı pencereye dayanmış ağaç dallarından birine attım. Nil ise arkamda şaşkın şaşkın bana bakıyordu.
       “Ne yani, buradan mı çıkacağız?” dedi fısıltıyla.
       “Kameralar burayı çekmiyor. Hadi acele et ve lütfen korkak olma.”
Dallar ince görünüyordu ama cılız olmama güvenerek diğer ayağımı da ileri attım. Sonuçta hiçbir dalı kırmadan oradan aşağı indim. Fakat Nil bu konuda benim kadar başarılı değildi. Korkak adımlarla son dala doğru ineceği sırada adımını atarken ayağı kaydı. Yere düşüşünü yavaşlatmak için uzanıp onu durdurmaya çalıştım. Fakat çok geçti. Kötü bir düşüş olmadı ama giysileri çamura bulanmıştı. Hışırdayan dalların yatakhanedeki kızları uyandırmamasına dua ederek kalkmasına yardım ettim.
      “Sorun yok, iyiyim.” Dedi üzerini silkelerken. Daha sonra dinen yağmurun çimenlerin altında bıraktığı çamurlu yoldan yürüyerek –asfalt yolun başında da bir kamera bulunuyordu- eski taş binaya vardık. Uzanıp kapıyı açmaya çalıştım. Beni şaşırtmayacak şekilde kilitliydi. Siyah kıvırcık saçlarımın arasından bir tel toka çıkardım. Nil ne yaptığımı anlayınca “Yok artık.” Dedi gülerek. Hiç istifimi bozmadan tel tokayla kapının kilidini açmayı başardım. “Usulüne uygun davranılırsa açılamayacak bir kapı yoktur.” Dedim.
      “Bunu bir kağıda yazıp duvara as.”
      “Ben de öyle düşünmüştüm.”  dedim gülerek.
      Açılması için kapıyı ileri doğru ittim. İçeri girdik ve taş koridorda ilerlemeye başladık. Eski bina hafiften rutubet ve toz kokuyordu. Duvar diplerindeki camları kırık birkaç eski püskü dolabın dışında başka bir eşya yoktu.  Camları kırık pencerelerden içeri sızan ay ışığı biz adım attıkça yükselen toz bulutunu aydınlatıyordu.  Cebimden küçük el fenerimi çıkardım. Ay ışığı etrafı seçebilmemiz için yeterli değildi. Bir iki aydınlatma çabasından sonra fenerim çalışmaktan vazgeçti ve söndü. Pili bitmiş olmalıydı. Nil bana dönüp sordu.
      “Şimdi ne yapıyoruz?”
      “Binayı keşfe çıkabiliriz. Gece uzun nasılsa.”
      “Hayaletin şarkısını duymak için gelmedik mi?” dedi saf bir yüz ifadesiyle. Bunu duyunca tüm içtenliğimle bir kahkaha attım.
      “Nil,” dedim sabırla “hayalet diye bir şey yoktur.” Derken o anda üst kattan gelen bir piyanonun melodisi kulağımıza çalındı. Nil korkmuş bir vaziyette yüzüme bakarak sordu
      “Emin misin?”
         
* * *

      Edebiyat dersindeydik ve ders zilinin çalması için sürekli saate bakıyordum. Bir yandan da dün gece eski binada yaşadığımız olayı düşünüyordum. Hiçbir mantıklı açıklaması yoktu.  Kabul ediyorum, gerçek anlamda korkmuştum ve bu durum iyice canımı sıkıyordu. Çünkü korku alışık olduğum bir duygu değildi. Derken öğle arasını haber veren teneffüs zili çaldı.
      Herkesin sınıftan çıkmasını bekledim ve son kişi olarak ben de çıktım. Kalabalık yemekhaneye doğru ilerlerken ben yatakhaneye gittim. Dün gece yastığımın altına koyduğum notalar hala daha yerinde duruyordu. Sararmış nota kağıtlarını alıp müzik sınıfına doğru yöneldim.
      Müzik sınıfı boştu. Böylece korkunç derecedeki piyano çalışımı benden başka hiç kimse duymamış olacaktı. Kesinlikle iyi bir piyanist değildim. Küçükken de ailemin bana zorla verdirdiği piyano derslerinden kaçmanın bir yolunu mutlaka bulurdum. Şu anda ise piyano çalmak istememin sebebi dün gece dinlediğim o müziğin arkasındaki şeyin ne olduğunu anlayabilme umudumdu. Derin bir nefes aldım ve çalmaya başladım. Aynı hüzünlü melodi sınıfı doldurdu ve bu müziğin hissettirdikleri tüylerimi diken diken etmeye yetti. İçli, hüzünlü bir şarkıydı bu. Dün gece duyduğum versiyonuyla benim çalışım arasındaki en büyük fark benim ara ara notaları ve ritmi kaçırıyor oluşumdu. Buna rağmen yine de müziğin bende uyandırdığı ürperti değişmedi. Şarkının son notasını da çaldıktan sonra arkada duran birisinin varlığını hissettim ve hemen arkama dönüp baktım.
     Kenan kollarını kavuşturmuş bana bakıyordu. Kumral saçları hafiften dağınıktı. Düzgün hatlara sahip yüzünden bir şey anlamak ise mümkün değildi.
    “Böyle bir şarkıyı bu kadar kötü çalmana müsaade edemem.” dedi
    “Kötü mü?” diye sordum. Onu bir anda karşımda görmek heyecanlanmama neden olmuştu.
    “Notalara çok sert basıyorsun.” Dedi sakin bir şekilde.
    “Bir sorun mu var?” diye sordum.  Sesimin meydan okur gibi çıkmasını istemiştim, ama meraklı bir soru gibi olmuştu bu.
    Cevap vermedi ve izin isteme gereği bile duymadan yanıma oturdu. Kalbim birden daha hızlı atmaya başladı.  Şarkıyı çalmaya başladı. Beyaz uzun parmakları piyanonun üzerinde kendinden emin bir şekilde geziniyordu.
    Melodi sınıfta yankılanırken ben gözlerimi kapattım. Bu kez korku yoktu.  Sadece şarkının bana hissettirdiği duygular vardı. Sanki  gece yarısı ay ışığının altında yürüyordum.  Gökyüzündeki yıldızlardan başka hiçbir ışık yoktu. Yalnız değildim. Yanımda göremediğim ama varlığını tüm benliğimle hissettiğim biri vardı. Huzurluydum ve dolunay halindeki aya bakıyordum. Şarkı boyunca  yıldızları ve gecenin güzelliğini izledim. En sonunda şarkı bitti ve ben gözlerimi açtım. Tüylerim diken diken olmuştu. Gözlerimi kapatınca gördüğüm şey hayal gücümün bir ürünü müydü bilemedim. Dönüp yanımda oturan çocuğa baktım. Koyu yeşil gözleri üzerimdeydi. Az önceki ruh halinden sıyrılmak için müzikle alakasız bir soru sordum. Nedense bu duygu içimi ürpertmişti.
    “Bugün neden derse girmedin?”
    “İçimden gelmedi diyelim.” Diye yanıtladı sorumu. Oh ne ala, diye düşündüm. Benim de çoğu kez derse girmek içimden gelmiyordu, ama istemesem de buna mecburdum.
    “Neden peki?” 
    “Ders takibi konusunda bazı sorunlarım var.” Dedi.  Sanki anlamadığım bir espri karşısında gülmesini bastırmaya çalışıyor gibiydi. Sonra “Gitsem iyi olacak.” Diyerek  yanımdan kalktı. Tam çıkmak üzereyken durdu.
    “Gece vakti taş binaya uğramak pek tekin bir iş değil, Lale.” Dedi ve gitti. Bense arkasından bakakaldım. Dün gece güvenlik kameralarına yakalanmamış olsak bile bir çift göz bizi görmüştü. Bunun vermiş olduğu rahatsızlıkla ben de yerimden kalktım.
Öğle arası bitmeden yemekhaneye koştum. Zilin çalmasına az bir vakit vardı. Aç değildim ama gözlerim  Kenan’ı arıyordu.   Derken zil çaldı ve sınıfa yönelmek zorunda kaldım. Birdenbire birisinin koluma girmesiyle irkildim. Dönüp baktığımda bu kişinin Nil olduğunu gördüm.
    “Neredeydin?” diye sordu. Ben de ona öğle arasında başıma gelen olayı anlattım. Kenan’ın bizi görmüş olduğunu öğrenince durdu. Bu hiç hoşuna gitmemişti. “Umarım sınıf arkadaşın bizi ispiyonlamaz.” Dedi endişeli bir tavırla.
    “Zannetmiyorum. Derslere bile pek girdiği söylenemez.”  Aslında bizi ispiyonlayıp ispiyonlamaması umurumda değildi. İçten içe tekrar onu görmeyi istiyordum.  Ders dinlemek için hiçbir isteğim olmamasına rağmen sınıfa girdim.
     Ders başlayınca uyumamak için hocayı dikkatle dinlemeye karar verdim ve defterime tahtada gördüğüm trigonometri formüllerini geçirmeye başladım. Sonra hafifçe sınıfın kapısı çalındı ve çalan kişi cevap beklemeden sınıfa girdi. Gelen Kenan’dı.  Hoca öyle hararetle tahtadaki örneği çözüyordu ki gelene bakmadı bile. Kenan tahtanın önünden geçerek sırasına doğru yöneldi. Bu sırada hafif bir tebessümle bana baktı ve yerine oturdu. Demek arada sırada da olsa derse girmek istediği de oluyordu.
 
***

     Yatakhanenin ışıkları söndürüldüğünde çoktan kararımı vermiştim. O şarkıyı tekrar çalacaktım. Bugün gözümü kapadığımda hissettiğim ve gördüğüm şeyleri hayal mi etmiştim bunu anlamalıydım. Gece gece müzik sınıfına girip piyano çalamazdım. Tek bir seçenek kalıyordu; eski okul binasına gitmek. Bu fikrimi Nil’e söyleyince benimle gelmeyi kesinlikle reddetti. 
    “Bir daha asla o binaya girmem. Korkudan kafayı sıyırmak için çok gencim.”
    “İyi, sen gelmezsen ben de tek giderim.” Nil başta buna da itiraz edecek oldu ama kararlılığımı görünce beni caydırmaktan vazgeçti. Herkesin uyumasını bekledikten yanıma nota kâğıtlarını da alarak pencereden bahçeye indim. Bu sefer yağmur çiseliyordu ve çimenlerin altındaki toprak iyice çamurlaşmıştı. Anlaşılan yarın sabah ilk işim nefret ettiğim mokasenlerimi temizlemek olacaktı.
Korkumu bastırmaya çalışarak eski binaya doğru yöneldim. Yaklaştıkça kalp atışlarım hızlanıyordu. Tam kapının önünde durmuş kilidi açmaya uğraşırken bir ses duydum ve ufak bir çığlık attım. Kafamı çevirip baktığımda bu kişinin Kenan olduğunu gördüm.
    “Sessizce yaklaşmak adetin mi?” diye sordum.
    “Sana geceleri bu binada dolaşmanın tekin olmadığını söylemiştim. Yerinde olsam sıcak yatağıma geri dönerdim.”
    “Madem bana akıl veriyorsun neden sen yatağında değilsin?”
Elleri ceplerinde ve umursamaz bir tavırla cevap verdi. “Geceleri dolaşmayı severim.” Önüme döndüm ve kapıdan içeri girdim. Kenan da peşimden geldi. Bu sefer o sordu. “Peki sen neden buradasın?”
    “Bu beni ilgilendirir.” Dedim hızlı adımlarla müzik odasına doğru yürümeye başladım. Arkamdan seslendi  “Galiba nedenini biliyorum. Bunlar olmadan buraya gelmiş olmanın bir anlamı olmayacak.” Başımı çevirip ona baktığımda elinde eski nota kağıtlarını tuttuğunu gördüm ve şaşkına döndüm.
      “Sen nasıl- O kağıtlar montumun içindeydi.” Sakin adımlarla yanıma yaklaştı.
      “Niyetin piyano çalmaksa bunu doğru düzgün yapmalısın.” dedi  “Seni geri dönmen için caydıramayacağıma göre çalman için yardım edebilirim”
      “O kağıtları nasıl aldın?” diye sordum, fakat cevap vermedi. Önden yürüyerek müzik sınıfına girdi. Onu takip ettim. Bu sefer piyano kendi kendine çalmıyordu. Rahat bir nefes aldım.
 Kenan piyano sehpasına oturdu ve çalmaya başladı. Ürpermeme engel olamadım. Şarkı bitince bana döndü. “Sıra sende.”
      Yanına oturdum ve ben de çalmaya başladım. “Ritmi kaçırıyorsun.” Dedi. Sonra parmaklarını parmaklarımın üzerine koyarak tuşlara bastı. Bu hareketi kalp atışlarımın hızlanmasına ve yanaklarımın kızarmasına neden oldu. Odayı sadece ay ışığı aydınlattığı için şanslıydım. Tüm parçayı bu şekilde beraber çaldık. Çalarken gözlerimi kapatmadım. Geçen gece korkuyu sonuna kadar hissettiğim bu oda şu anda bana sıcak ve huzurlu geliyordu.  Zamanın nasıl geçtiğini anlayamamıştım. Yanında oturuyor olmak hoşuma gidiyordu. Daha yeni yeni tanımaya başladığım birine karşı böyle hissetmem mantıklı değildi           
      Gün doğumuna çok bir zaman kalmamıştı.
      “Artık yatağına dönmelisin.” Dedi ve sandalyeden kalktı. Ben de onu izledim. Fazla konuşmadan eski taş binadan çıktık. Ben bahçeye inmek için tırmandığım pencereye yönelirken beni durdurdu.
      “Daha iyi bir yol biliyorum.” Kararsız davrandığımı görünce ekledi “ Güven bana.”
Onu takip ettim. Neden sorgulamadan ona inandığımı bilmiyorum. Muhtemelen başka bir anımda olsa bildiğim yoldan giderdim. Sonunda okulun arka kapısından bir yerden –bu girişi daha önce hiç fark etmemiştim- beni içeri soktu. Kafamı kaldırıp güvenlik kamerası var mı diye baktım. Görünürde hiçbir kamera yoktu. Artık yatağıma dönmeliydim.  “Sonra görüşürüz.” diyerek hiç de içimden gelmemesine rağmen yanından uzaklaştım. Bir an önce yatağıma yatmak istiyordum.  Alışık olmadığım bu yeni duygu için bünyem hazır değildi.  Ne diyorlardı adına, hoşlanmak mı, ya da aşk belki? Hayır hayır aşk benim bünyem için fazla büyük bir kelimeydi.  Tam gitmeye yeltenmişken birden kolumdan tutup beni duvara çekti. Ne oluyor demeye kalmadan neden böyle yaptığını anladım. Yatakhane müdiresi koridorda dolaşıyordu ve eğer bir adım daha atsaydım kendimi tam da onun önünde bulacaktım. Bu kadar dikkatsiz davrandığım için kendime kızdım. Müdire uzaklaştıktan sonra yatakhaneye doğru yürümeye başladım. Son bir kez Kenan’a bakmak için başımı çevirdim. Gitmişti.

***

      Ondan sonraki iki gün boyunca onu okulda görmedim. Hasta falandı belki de. Yine de onu tekrar görmeyi çok istiyordum. Belki ona rastlarım diye ara ara müzik sınıfına gidiyordum. Fakat Kenan orada yoktu. Geldiğim zamanlarda da o şarkıyı çalıyordum. Geçen gece birlikte  eski taş binada çalıştığımızdan beri notalar ezberimdeydi.
      İlk teneffüs bahçede Nil ile oturuyorduk. Nil o gece eski taş bina da ne olduğunu sorunca Kenan hakkındaki hislerimi atlayarak olayı anlattım. Kendime bile duygularımın itirafını yapamazken bir başkasına bunu anlatamazdım.
      “Sen eski müzik odasına girdiğinde piyano kendi kendine çalmıyordu öyle mi?” dedi Nil düşünceli bir ifadeyle. Cevap vermeyince devam etti. “Peki ya nota kağıtlarını ne yaptınız?”
      “Orada bıraktık.” Dedim dalgın dalgın. O sırada bahçedeki banklardan birinde oturuyorduk. Elimle yerden bir çimen parçası koparıp onunla oynamaya başladım.
      “Biliyor musun anlattıklarına göre, Kenan pek normal birine benzemiyor.”
Güldüm. “Ben sence normal miyim?” diye sordum. Bir süre düşündü. “Geceleri hayaletli bir binaya girmeye çalışman, yatakhane kurallarını ihlal etmen ve bunu son derece normal bir şeymiş yapman göz ardı edilirse, evet Lale’ciğim, sen de pek normal sayılmazsın.” Bu söze ikimiz de güldük.  O sırada derse girmemizi söyleyen zil çaldı. Nil banktan kalkıp okula yöneldi, bense yerimden kalkmadım. Biraz daha bahçede oturmak istiyordum. “Sen git.” Dedim ona. “Ben öğretmen zili çalınca sınıfa girerim.” “Tamam” diyerek uzaklaştı.
       Kısa sürede tüm bahçe boşalmıştı. Serin havayı daha derin bir şekilde içime çektim. Sonra birdenbire yanıma birisi oturdu. Gayriihtiyari irkildim Aklımda olan kişiydi.
       “Bir anda karşıma çıkmaktan zevk alıyor gibisin.” Düzgün dişlerini ortaya  çıkaracak şekilde gülümsedi.
       “Sanırım öyle.” Sonra durdu “Derse girmek gibi bir niyetin var mı?”
       “Neden sordun? Yoksa bu kez de bahçede dolaşmanın tekin olmadığı hakkında bir vaaz mı vereceksin?”
       “Hayır. Ama eğer istersen okulu asabiliriz?”
       “Nasıl yani? Şimdi mi?”
       “Evet.”
       Gülümsememe engel olamadım.  “Tamam, olur.”
       “Öyleyse benimle gel.” Dedi. Dediğini yaparak onu çıkış kapısına kadar takip ettim. Ne kadar da hevesli görünen bir yeniyetmeydim öyle? İnsanın tamam demeden önce az da olsa düşünmesi gerekirdi değil mi? Fakat söz konusu Kenan olunca düşünme kısmını es geçiyordum.
Şansımıza güvenlik kulübesi boştu. Okula dizilmiş kameraları da umursamıyordum artık. Çünkü yatılı okulda bulunduğum bu iki ay boyunca çok fazla sıkılmıştım.
Bahçeden çıktık. O sırada ona sordum
       “Nereye gidiyoruz?”
       “Biraz dolaşabiliriz.”
       “Yürüyerek mi? Bilmem farkında mısın ama dağ başında bir okuldayız. En fazla nereye gidebiliriz ki?”
       “Yürüyeceğimizi kim söyledi?” eski model bir motosikletin önünde durduğumuzu fark edince neyden söz ettiğini anladım.
       “Bu bir 1950 model Bmw.”
       “Eh, dedemden daha yaşlı değil.” Hayal kırıklığımı saklama gereği duymamıştım.
Kenan elini motosikletinin üzerine koyarak “Merak etme sorunsuz çalışır.” Dedi.
       Çekimser bir ifadeyle sordum: “Bunu nereden buldun?”
       “Uzun zamandır benim.” Dedi ve bana kaskı uzattı. Anlaşılan bir tane kask vardı.
       “Ya sen?”
       “Benim buna ihtiyacım yok.” İtiraz edecek oldum ama dinlemedi. Sonuç itibariyle motora bindik.
       “Hazır mısın?” diye sordu. O sırada beline sarılmadan nasıl duracağımı hesap ediyordum. En sonunda ellerimi arkada sabitledim ve “Evet.” Diye yanıtladım. Motoru çalıştırdı ve hareket etmeye başladık. Eski bir motor olmasına rağmen kısa sürede çok hızlandı ve bir anda Kenan’ın beline tutundum. Motor hızını artırarak dağ yolundan aşağı iniyordu. Adrenalin seviyem yükselmeye başladı. Bu okula geldiğimden beri belki de başıma gelen en güzel şeydi bu. Biz hızlandıkça ben kendimi daha iyi hissetmeye başladım. Kenan sesini duyurmak için bağırarak sordu:
       “Korkuyor  musun?”
       “Hayır.” Diye yanıtladım dürüstçe.
Birlikte dağ yolundan indik ve asfalta çıktık. Nereye gittiğimizi bilmiyordum. Ama kendimi son derece özgür hissediyordum. En sonunda bir sahil yoluna girdik. Kenan motoru yavaşlattı ve en sonunda durdu. İnerken yardım etti. Hava puslu olduğu için belki de geldiğimiz sahilde etrafta çok az sayıda insan vardı.
       “Buraya ilk kez geliyorum.” Dedim kafamdan kaskı çıkarıp ona uzatırken.
       “Biraz yürüyelim mi?” diye sordu. Kabul ettim. Dolaşırken konuşmaya başladık. Ona iki gün boyunca nerede olduğunu sordum. Bu aklıma takılan onlarca şeyden biriydi.
       “Nerede olduğumun ne önemi var ki?” dedi her zamanki aldırmaz tavrıyla.
       “Yani kimse sana karışmıyor mu?”
       “Bak.” Dedi yakınlardaki bir tepeyi göstererek. İşaret ettiği yere baktım. Tepenin üzerinde bir sürü iki-üç katlı evler vardı. Minik bir kasabaydı gösterdiği.
       “Şu tepenin en üstündeki beyaz iki katlı evi görüyor musun?”
       “Evet.” Dedim. Bu ev diğerlerinden biraz daha uzakta kalıyordu
       “İşte benim ailem orada yaşıyor. Yani eğer okulda benim derslere girip çıkmam konusunda bir sorun olacak olsa evim okula çok da uzak sayılmaz. Ailem rahatlıkla okula gelebilir. Ama gördüğün gibi kimsenin bana karıştığı yok.” Sonra bana dönüp sordu:
       “Peki sen neden geceleri inatla yatakhanede olmayı beceremiyorsun?”
Nasıl cevap vereceğimi bilemedim. Çok mu sıkılıyorum demeliydim? Belki de okulu sevmediğimi söyleyebilirdim.  Kurallara uymaktan nefret ettiğimi ya da.  İnsanlarla bir arada bulunma konusundaki başarısızlığımdan da bahsedebilirdim. “Cevabı karışık.” Diye yanıtladım. Sonra aklıma geçen gece birlikte piyano çalışımız ve o odada ilk kez Nil’le beraber gittiğimizde yaşadığım hadise aklıma geldi.
       “Söylesene” dedim ona “hayaletlere inanır mısın?” Güldü.
       “Yoksa senin geceleri eski okul binasında dolaşma sebebin bu mu inancın mı?”
       “İnandığımı kim söyledi?” yanlıyor muyum der gibi kaşlarını havaya kaldırdı.
       “Peki, tamam. Kabul ediyorum.” Dedim ve ilk kez eski taş binaya gittiğimizde olan olayı anlattım ona. Bu sırada sahilde, yürüyorduk. Islak kumlar botlarımıza yapışıyordu. Anlatmamı bitirdiğimde  kıyıya vuran dalga sesleri dışında hiçbir sesi duymuyordum. “Ee, bir şey demeyecek misin?”
       “Sana neden gece gece taş binanın tekinsiz olduğunu söylediğimi şimdi anladın mı?”
       “Ne yani kendi kendine çalan piyanodan korkmalı mıyım?”
       “Hayır bunu demek istemedim. Demek istediğim şu ki kendi kendine çalan piyanolar ve hayaletler seni korkutmuyorsa orada olmanın ne sakıncası olabilir ki?”
       “Ama tekin değil demiştin.”
       “Bu normal korku duygusuna sahip olup da akıl sağlığı tehlikede olanlar için geçerli. Ama anladığım kadarıyla bu konuda pek normal sayılmazsın.”
       “Bu duruma üzülmeli miyim?”
       “Hayır. Bence mutluluk verici.” Dedi ve birden sustu. “Fazla bencilceydi.” Bunu kendi kendine konuşur gibi söylemişti.
       “Anlamadım.”
       “Boşver.” Dedi ve gülümsedi.
       O gün akşama kadar onunla dolaştım. Sahilden ayrılmadan önce deniz kabukları topladım ve cebime attım. Kenan da birkaç tanesine uzanınca vermedim.
       “Eğer istiyorsan, her sabah bir tanesini senin sırana bırakacağım ve sen de onları oradan almak için derslere girmek zorunda kalacaksın.”
       “Tamam.” Dedi beni şaşırtacak bir şekilde. Aptal deniz kabukları Kenan’ın umurunda olmaz sanıyordum. “Eğer senin için bu kadar önemliyse her sabah onları oradan almak için geleceğim.”
Güneş battıktan okula dönmemiz gerekti. Geldiğimiz yoldan geri döndük. Hava iyice kararmışken gizlice Kenan’ın bana gösterdiği yoldan içeri okula girdim. O gün de kimseye görünmemeyi başarmıştım. Tam yanından ayrılırken Kenan beni şaşırtıcı bir şey yaptı. Küçük bir öpücüğü yanağıma kondurmuştu.

***

       Ondan sonraki günlerde her sabah istikrarlı bir şekilde Kenan’ın sırasının altına topladığım deniz kabuklarından birer tane bırakmaya başladım.  Artık canım ne zaman canım sıkkın olsa Kenan karşıma çıkıyordu ve okulu asıyorduk. Zaman geçtikçe ona karşı duygularımın daha da derinleştiğini hissediyordum. Nil bu konuda sandığımdan daha meraklı çıktı. Sıklaşan okul asma olaylarım yüzünden başımın belaya gireceğini söyleyip duruyordu. En sonunda dayanamadım bir gün onu tersledim.
       “Neden nerede ne yaptığımı sormaktan vazgeçip kendi işinle ilgilenmiyorsun?” Sesim planladığımdan daha sert çıkmıştı.
       “Sanırım yüzünü bile görmediğim bir çocukla bu kadar zaman geçirdiğinden dolayı endişelendiğim için hatalı olan benim.” Dedi kinayeli bir üslupla. “Seni bu kadar önemsememeliydim Lale.” Dedi ve arkasını dönüp gitti. Sadece arkasından bakakaldım. Gözlerim dolmuştu. Sonra da Nil’in cevabına takıldım. Üç yıldır bu okuldaydı. Nasıl olur da okulundaki insanları tanımazdı? Demek ki gerçek bir asosyaldi.

***

       Daha önce hiç motosiklet kullanmamıştım. Motor kullanmaksa çok eğlenceliydi. Kendimi gerçek anlamda mutlu hissediyordum Fikir ise Kenan’dan çıkmıştı. O arkamda otururken sürücü konumunda başında kaskla oturan bendim. Az önce dinen yağmur asfaltı ıslatmıştı ve gecenin karanlığında siyah, parlayan asfalta son gaz ilerliyordum. Yaptığım şeyin son derece tehlikeli olduğunun farkındaydım. Fakat esas tehlikeli urumda olan Kenan’dı. Daha önce hiç motosiklet kullanma tecrübesi olmayan birinin arkasında oturup da kafasına kask takmadan kahkahalarla seyahat etmek pek de aklı başında olan birinin yapacağı bir şey değildi. Fakat bu düşüncelerimin hiçbiri o anda aklımdan geçmiyordu. Tek hissettiğim şey coşku ve mutluluktu.
      Kaygan yolda hızımı azaltarak virajı aldım. Sonra birden bire gözlerimi alan bir çift ışık huzmesi gördüm. Gördüğüm şeyin ne olduğunu anladığımdaysa dehşete düştüm. Hızla karşı şeritten gelen bir kamyona doğru sürüyordum motoru. Basiretim bağlanmış gibi hiçbir şey düşünemez haldeydim. Ne olduğunu anlamadan Kenan arkadan direksiyona uzandı ve seleyi yol kenarındaki tarlalara doğru kırdı. En son hatırladığım şeyse Kenan’ın “Korkma, yanındayım.” Diyerek bana sarılmasıydı.
***
   Sol kolumda keskin bir acı duyarak gözlerimi açtım. Nerede olduğumu kestirmem birkaç saniyemi aldı. Beyaz duvarlar ve rahatsız bir yatak bulunduğum yer konusunda iyi birer ipuçlarıydı. Revirdeydim. Buraya nasıl gelmiştim bilmiyordum.  Sonra iki kişinin koşuşturarak yatağıma yaklaşmasını duydum.
   “Gözlerini açtı.” Dedi kadınlardan biri. Gözlerimi kısıp kim olduğunu görmeye çalıştım. Okul müdiremiz Selma Hoca’ydı.
   “Saat gece ikiyi geçiyor.” Dedi diğer kadın. Sinirli gibi bir hali vardı. Yüzüne bile bakmama gerek olmadan kim olduğunu anlamıştım. Yatakhane müdiremizdi kendisi.
   “Ne oldu bana?” diye sordum. Sesim çok zayıf çıkıyordu.
   “Biz de bunu merak ediyoruz kızım.” Dedi Selma Hoca. “Gerçi kamera kayıtları ne olduğunu gayet de güzel anlatıyor.”
   “Çok üzerine gitmeyin.” Dedi başka bir ses. Bu seferki kadının sesi diğerlerine nazaran daha genç ve şefkatliydi. Revir görevlisi Nur Hanım’dı bu. “Kızın dinlenmeye ihtiyacı var.” Acıyan sol kolumu battaniyenin altından çıkardım. Sargıya alınmıştı.
   “Neyse ki kesik çok derin değilmiş.” Dedi Nur Hanım.
        “Şey, Kenan nerede?” diye sordum. Gözlerimi açık tutmaya çalışarak.
        “O kim?” dedi Neriman. Dalga mı geçiyordu bu kadın benle diye düşündüm.
        “Hani var ya bizim sınıfta.”
        “Tamam Lale, bu konuyu yarın konuşuruz.” Dedi Selma Hoca. Üçü de boş boş suratıma bakıyordu.  Eğer ben burada bu halde yatıyorsam Kenan da revirde bir yerde olmalıydı. 
       “Hadi artık uyumana devam et.” Dedi Nur Hanım ve tekrar üzerimi örttü. Bu sefer tekrar sordum: “O iyi mi?”
       “Evladım o kim?” dedi Neriman  tekrar. Sonra daha sert bir sesle devam etti:
       “Yarın sabah kendine geldiğinde ilk iş benim yanıma geleceksin. Bana ve müdire hanıma yapman gereken koca bir açıklama var. Daha sonra disiplin kurulu toplanacak. Okula geldiğinden beri onlarca kuralı ihlal ettin. Şanslıysan disiplin kurulu seni okuldan atmaz, sadece bir uyarı alırsın. Ama eğer tekrarlarsan bu yaptıkların baban bakan olsa dahi seni bu okulda tutmayız kızım.”
Bu kadının neden bahsettiği hakkında pek bir fikrim yoktu. O anda düşündüğüm tek şey Kenan’dı. Neriman’ın bu sert çıkışından sonra Nur Hanım diğer iki kadını çıkardı odadan. Daha sonra da lambayı kapatıp kendisi çıktı. Herkes yanımdan ayrılınca yatağımdan kalkıp Kenan’ı bulmaya karar verdim. Fakat bedenimde öyle büyük bir yorgunluk hissediyordum ki, tüm çabalarıma rağmen uykuya yenik düştüm.

***

       Kamera kayıtlarını tekrar izliyorduk. Neriman Hanım, Selma Hoca ve diğer birkaç öğretmen daha kurtlar konseyi gibi bir masada toplanmıştı. Beni karşılarına almışlardı ve mantıklı bir açıklama bekliyorlardı.
Önümdeki ekrana baktım. Siyah kıvırcık saçlı bir kız bahçedeydi ve çıkış kapısına doğru yürüyordu. Kız bendim, o zamanı da hatırladım. Başka bir video kaydında ben tekrar gizlice koridor diplerinde yürüyordum ve ses çıkarmadan yatakhaneye girmiştim. Bu ve buna benzer bir sürü daha kaydı izledim. Daha önce yerlerini fark etmediğim onlarca kamera bütün kaçışlarımı bir bir kaydetmişti. Fakat bunda bir hata olmalıydı. Kenan niye görüntülerde yoktu?
      “Yatağında olman gereken saatte neden kuralları reddedip dışarı çıktın?” diye sordu müdire azarlar gibi bir sesle. Cevap veremedim. Sonra başka bir öğretmen atladı:
      “Ailen seni buraya bunun için göndermiyor!” diye bağırdı. “Gece vakti başına her türlü iş gelebilirdi.” Dedi bir diğeri. Cevap veremedim.
      “Kızım konuşsana!”
      Tek söyleyebildiğim “Yalnız değildim.” Oldu. Müdire “O ne demek şimdi?” dedi dik dik yüzüme bakarak.      “Kayıtlarda gayet tek başına görünüyorsun.”
Haklıydı aptal kameralar sadece beni çekmişti. Başım zaten derde girmişti bir de Kenan’ın başını derde sokmaya gerek yoktu. Cevabımı üstelemedim.
      “Okul kurallarını ihlal etmenden dolayı senin hakkında disiplin kurulu olarak ne ceza vereceğimiz konusunda bir oylama yapacağız. Şimdi dışarı çık.” Dedi müdire.
Kafamda onlarca soru işaretiyle denileni yaptım. Saatler gibi gelen dakikaların ardından tekrar içeri çağrıldım. Şanlıydım, sadece bir uyarı cezası almıştım. Dışarı çıkar çıkmaz Nil boynuma atladı.
      “Senin için öyle korktum ki.” Dedi üzgün bir yüzle. Sonra sargılı koluma bakarak “Bu nasıl oldu?” diye sordu. Ben de bu sefer hiçbir yeri atlamadan her şeyi anlattım. Ağzı açık beni dinledi. Ne bir yargılama ne de yaptığım ne kadar tehlikeli olduğu konusunda bir nutuk verme gereği duydu. Konuşmam bitince “Sınıf listeni hiç kontrol ettin mi?” diye sordu. Bunu neden sorduğunu anlayamadım.
       “Niye ki?” diye sordum.
       “Benimle gel.” Diyerek sağlam olan kolumu tuttu ve beraber sınıfıma doğru gittik. Saat akşamüzeri gibi olduğu için dersler bitmişti ve sınıflar boştu. Nil listeyi eline aldı ve otuz dört kişilik sınıf listesindeki isimleri yüksek sesle tek tek okumaya başladı. Daha üçüncü isimdeyken onu durdurdum. 
       “Bunu neden yapıyorsun?” soruma cevap vermedi ve tek tek isimleri okumaya devam etti. Liste bittiğinde bana döndü: “Sence de bu listede bir eksiklik yok mu?” diye sordu. Evet, vardı.
       “Kenan’ın adını okumadın.” Dedim. Listeyi bana gösterdi.
       “Lale,” dedi temkinli bir şekilde “Bu listede Kenan diye birinin adı yazmıyor.” Sonra aklıma o korkunç düşünce geldi. Biz bir motosiklet kazası geçirmiştik  ve ben mucizevi bir şekilde hayatta kalmıştım. Peki ya benim kadar şanslı değilse?
      “Ya öldüyse?” dedim sesimin titremesine engel olamadan.
      “Hiçbir ölüm haberi duymadım.” Dedi Nil.
      “Eğer öyleyse bile hemen ertesi günü ölen birinin adını listeden silemezler değil mi?”  Listeyi elinden alıp tek tek inceledim. Gerçekten onun adı yazmıyordu.
      “İyi de böyle bir şey mümkün değil.” Dedim ona. Sonra sınıfın arkalarına doğru ilerledim ve elimle Kenan’ın oturduğu sırayı gösterdim. Sesim titreyerek konuştum.
      “Bak işte, sınıfta burada oturuyordu. Tamam, devamsızlık yapıyordu. Ama yine de bu sınıftaydı o.”
Nil yaklaştı. Sırada gördüğü bir şey dikkatini çekmişti. Elini uzatıp sıranın altından deniz  kabuklarını çıkardı. “Bunlar ne?” diye sordu. Bunlar benim her sabah Kenan için bıraktığım kabuklardı. Alacağına dair söz verdiği deniz kabukları…
      “Hiçbirini almamış.” Dedim derin bir üzüntüyle. Nil sonradan aklına bir şey gelmiş gibi sordu.
      “Soyadı neydi bu çocuğun?”
      “Sözbilir.” Dedim. Nil bu adı bir kağıda yazdı ve sınıftan fırladı gitti.
O gün akşama kadar okulda Kenan’ı aradım. Revire gittim ve orada yoktu. Okuldaki insanlar nasıl böyle birbirlerinden bihaber olurlardı anlamıyordum.  Kenan aklımdan çıkmıyordu hiç. Ya durumu çok ağırdı hastanedeydi ya da… Diğer ihtimali düşünmek bile istemiyordum. Öylesine derin bir vicdan azabı ve acı duyuyordum ki tarif etmesi mümkün değil gibiydi. Kararımı verdim. Ertesi gün bana Kenan’ın evi olarak gösterdiği yere gidip gerçekte durumunun nasıl olduğunu öğrenecektim.

***

      Kapı üçüncü çalışımda açıldı. Yaşlı, ufak tefek bir kadın kapıyı açtı.
      “Merhaba teyzeciğim. Ben Kenan’ın okuldan arkadaşıyım, onun nasıl olduğunu öğrenmek için geldim.” Dedim. Kadının kulakları ağır işitiyor gibiydi. Dediklerimi duymamış gibi yüzüme bakmaya devam etti.
“Kenan” dedim daha yüksek sesle “Bakabilir miyim eğer evdeyse?”
Kadın Kenan’ın adını duyunca sonunda anladı. Kapıyı açtı ve eliyle beni içeri davet etti. İçeri girdim. Salonun önünden geçerken büyük piyano dikkatimi çekti. Piyanonun yanındaki koltukta yaşlı bir adam uyuya kalmıştı.  Kadın önden yürüyerek  üst kata çıktı. Peşinden çıktım. Bir kapının önünde durdu ve kapıyı açtı. Kalp çarpıntılarıyla açılan kapıdan içeri girdim. Yaşı kadın eşikte durdu.
       Kenan’ı göreceğimi umuyordum, fakat odada o yoktu Derli toplu bir odaydı burası. Rafları yatağı el sürülmemiş gibiydi. Dönüp yaşı kadına baktım.
      “O nerede?” kadın cevap vermedi ve arkasını dönüp gitti. Burası Kenan’ın odasıydı demek. Fakat kendisi ortalarda yoktu. Üzeri toz tutmuş çalışma masasına baktım. Hala daha eski duran kitapları masanın üstündeki raflarda düzenli bir şekilde sıralanmış. Bir tane de çerçeveletilmiş siyah-beyaz resim dikkatimi çekti. Kenan kaygısız gülümsemesiyle bakıyordu. Birden ben de gülümsedim. Sonra masasındaki defterlerini karıştırdım ve beni çok şaşırtan bir şey fark ettim. Eski müzik odasında bıraktığımı sandığım notalar orada duruyordu. Telaşla elime aldığım notaların arasından bir kağıt yere düştü. Eğilip kağıda uzandım. Bu benim kara kalem bir resmimdi. Ben de gülümsüyordum bu resimde. Ne zaman portremi çizmiş olabileceğini düşündüm. Resmin arkasında baktım. Adımı eğik harflerle yazmıştı
Odasında ne kadar zaman geçirdim bilmiyorum. Büyükannesi ve büyükbabası olduğunu tahmin ettiğim o insanlar ise varlığı unutmuş gibiydiler. Sonra aşağından gelen piyanonun sesini duydum. Bu o gece eski, taş binada duyduğum şarkıydı. Koşarak alt kata indim. Yaşlı adam piyanonun başındaydı. Ben farkına varamadan göz yaşlarım akmaya başladı. Daha fazla duramayacağımı anladım ve koşarak o evden çıktım.
       Okula döndüm. Daha birkaç saat öncesine kadar Kenan’ın evinde olup da onun hakkında hiçbir şey öğrenemeden çıkmıştım. Ne anlamı olmuştu ki oraya gitmemin? Elimde hala daha notalar ve kara kalem portrem duruyordu. Nil yanıma geldi. Elinde bir dosya tutuyordu. Soran gözlerle ona baktım.
      “İnanılması güç, ama bu onun öğrenci dosyası.” Dedi bana uzatırken. Hemen elime alıp baktım. Eski görünüyordu. Tarihleri okudum 1972-1973 eğitim öğretim yılı yazıyordu ilk sayfada. Altında da Kenan’ın siyah beyaz bir vesikalık resmi. Başta okuduğum şeyin ne olduğunu anlamam birkaç dakikamı aldı.
      “Bu gerçek olamaz.” Dedim inanamaz gözlerle bakarak Nil’e. “Dahası var.” Dedi Nil.”Okul kayıtlarında, internette, gazetelerde Kenan Sözbilir hakkında ne bulduysam araştırdım.” Çantasından bir cdçalar çıkardı.
      “Bak bakalım bu şarkı sana tanıdık gelecek mi?”
Kulaklıkları kulağıma taktım ve cdçaları çalıştırdım. Bu o şarkıydı. Her notasına kadar bana Kenan’ı hatırlatan şarkı… Şarkıyı sonuna kadar dinledim. Kulaklıkları kulağımdan çıkarınca Nil konuşmaya başladı:
      “Bu 1972 yılında bestelenmiş ve klasik müzik ödüllerinden birini almış bir şarkı. İnternette arattım,  bulmam çok zor oldu. Bestecinin adı Kenan Sözbilir. On yedi yaşında bu ödülü kazanan en genç müzisyen.” Uyuşmuş bir şekilde Nil’i dinliyordum Nil çantasından bir gazete sayfası çıkardı. Çok eski, yıpranmış bir sayfaydı bu. Yazan haberi okudum. Motosiklet kazasında ölen genç müzisyenden bahsediyordu. Bahsedilen kişi Kenan’dı. Gözyaşlarım ben farkına varmadan yanaklarımdan aşağı süzülüyordu.
      “Hayır,” dedim Nil’e. “Biz beraber bu koridorlarda yürüdük. O buradaydı Nil. Ben yalan söylemiyorum.” Nil uzanıp bana sarıldı.
      “Neden benim hiç Kenan diye birini tanımadığımı merak etmedin mi?” dedi. “Sonra disiplin kuruluna gittiğinde kamera kayıtlarında senden başkası görünmüyordu Lale.”
      “Bütün bunları uydurduğumu mu düşünüyorsun?”
      “Hayır.” Dedi Nil. "Ben sana inanıyorum."
      Sonra birden yanından kaktım. Nil’in arkamdan seslenişini duymadan koşarak okuldan çıkıp eski taş binaya yürüdüm. Kilitli kapıyı tekrar açtım. Taş basamaklardan koşarak çıkıp eski müzik sınıfına yürüdüm. Piyano oradaydı ve görünmeyen bir eldi onu çalan. Sesimin titremesine engel olamadan konuştum:
      “Neredesin?”
      Cevap yoktu. Şarkı çalmaya devam ediyordu. Gözlerimi yumdum ve gözyaşlarıma engel olmaya çalıştım. Şarkı bitmişti. Onun sesini duydum:
      “Buradayım.”
      Gözlerimi açtım Kenan karşımda duruyordu. Diyecek tek bir kelime dahi bulamadım.  Yanıma yaklaştı ve şefkatli bir şekilde bana sarıldı.
      “Bu odanın neden kilitli tutulduğunu şimdi anladın değil mi?” dedi kulağıma doğru fısıldayarak.
      “Ben bir ölüyüm.”
Belki korkmam gerekirdi ama hayır en ufacık bir ürperti bile duymadım. O an tek istediğim şey sonsuza dek onun yanında olmaktı.
      “Aynı dünyalara ait değiliz.”
      “Peki nasıl oldu da birbirimizi bulduk?” diye sordum onun koyu yeşil gözlerinin içine bakarak.
      “Bunun bir açıklaması yok. Gitmek zorundayım Lale.” Dedi ve yanımdan birkaç adım uzaklaştı.
      “Nereye?” diye sordum umutsuzca. Bedeninden ışık huzmeleri çıkmaya başlamıştı.
      “Sen bana bir ruhun yaşaması gereken şeyi verdin, aşkı yaşattın. Beni özgür bıraktın. Gitmek zorundayım, hiç istemesem de…”
      “Hayır!”
      Odayı onun bedeninden çıkan ışık aydınlatıyordu.  Işık kaybolup Kenan yok olmadan önce şu cümleyi söyledi.
      “Seninle bir gün sonsuzlukta yeniden birlikte olacağız.”
      O gitti ve oda kapkaranlık bir hale büründü. Artık eski müzik odasının piyanosu sonsuza dek susmuştu.
 
***

       Yaşadığım bu olayı Nil’den başka kimseye anlatmadım. Zaten kim inanırdı ki? Şu an güneş doğuyor ve karanlığı aydınlatıyor. Ve artık biliyorum. Kenan’ın ruhu uzaklarda bir yerlerde hala beni bekliyor.

-SON-
[/b]

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Hayaletin Şarkısı
« Yanıtla #1 : 12 Eylül 2011, 19:36:43 »
Hikayelerinizi okumayı özlemişim :)

Okurken gerçekten de çok keyif aldım. Her ne kadar neyin ne olduğunu en başından itibaren anlamış olsam da bu okuma zevkimi kesinlikle baltalamadı. Aksine aldığım keyfi ikiye katladı. "Keşke seçkiye yetiştirebilseymiş." dedim içimden hatta. Orada olmayı sonuna kadar hakkediyor çünkü.

Kaleminize sağlık ve lütfen daha sık yazın :)
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Chiyo

  • **
  • 154
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Hayaletin Şarkısı
« Yanıtla #2 : 12 Eylül 2011, 22:25:40 »
Her okuyan aynı şekilde en baştan sonunu tahmin ettim diyor, bu da kurgumun çok da iyi olmadığının bir göstergesi. Ama olsun yazdıkça geliştireceğime inanıyorum :)

Teşekkür ederim yorumunuz için :)

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: Hayaletin Şarkısı
« Yanıtla #3 : 19 Eylül 2011, 13:02:19 »
Evet doğru sonu tahmin ediliyordu, ama bu alınan zevke de engel olmuyor. Yani oradaki ince nüans farkını yakalamışsın, ve bu da hikayeyi okurken dikkatin konudan dağılmasını engellemiş.

Aynı zamanda Ana karakterin hareketleri ve duyguları birbirlerine karıştırılmadan net bir şekilde anlatılmış.

Tabi ilk girişte boyutundan dolayı bir korku ile başlıyor insan ama hikayenin akıcılığı bu durumu kurtarıyor. Kısacası başarılı bir öykü olmuş ve çok güzel bir noktada bitmiş. :)

Çevrimdışı Chiyo

  • **
  • 154
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Hayaletin Şarkısı
« Yanıtla #4 : 19 Eylül 2011, 13:28:18 »
Beğenmenize sevindim :) Okuduğunuz için teşekkürler :)