Kayıt Ol

Hızır'ın Çırağı -11-

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Hızır'ın Çırağı -6-
« Yanıtla #45 : 09 Aralık 2010, 12:44:12 »
@Malkavian Hayır hayır, asla ukalalık olarak algılamam asla. Kelime tekrarını Denge'de görüyoruz evet, bunu fark etmen çok güzel. =)

Ha benimkine gelince, uğraşıp renklendirmen gerçekten işe yaradı. Onları renkli bir şekilde art arda görünce hatamın farkına daha fazla vardım. Teşekkür ediyorum.

Ayrıca, kurguyu beğenmen, hatta "çok" beğenmen, hoşuma, hatta "çok" hoşuma gitti. =) Sarmal ve yılankavi kelimeleri de gerçekten kullanılabilir, tüm öyküyü bitirdikten sonra yapacağım düzenlemelerde kullanabilirim.

Tekrar tekrar teşekkür ediyorum okuyup yorumladığın için :)

lotr.frodo, teşekkürler. =)

bell[a]slı, işin kötüsü, ben de bazı şeyleri unutmuş, karıştırmıştım. Neyse ki, olayı toparlayabildim. Leonan'a ne olduğunu daha sonra öğreneceğiz, Kamar'ın durumu biraz farklıdır, tanışınca seveceğinize inanıyorum. =)

Bir dahaki bölümün gelmesi de yakındır. =)

RapMaster
, Baştan sona okumak, sabırlı birisin sanırım. =) Sabrını takdir ediyorum ve beğenmene sevindim. Bölümleri uzun tutmaya çalışacağıma dair de bir söz vermiş olayım buradan. =) Teşekkürler...

Veee mit, abi takip ettiğini görmek çok hoş, teşekkür ederim bu konuda =) . Yazım tarzıma da bir dahaki bölümde bir el atayım bakalım beğenecek misiniz? =)

 Teşekkürler... =)
May the force, be with you.

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Hızır'ın Çırağı -7-
« Yanıtla #46 : 09 Aralık 2010, 20:21:48 »
Spoiler: Göster
Uzun olmuştur umarım.



    Okuyan Adam’ın kapısının açılmasıyla beraber, kapının hemen üzerinde duran ve kapı her açıldığında şangırdayan çan, o bilindik sesini çıkarttı yine. İçeriye giren kişi, mavi bir cübbeye bürünmüş, garip, orta boylu, çevikliği yürüyüşünden belli olan bir adamdı.

   Kapıdan içeriye girişi tek kelimeyle harikaydı. Gri gözleri ışıl ışıl parlıyor, dükkanın kasasına doğru yürürken, mavi cübbesinin ardında mavi bir ışık hüzmesi dalgalanarak geliyordu. Sanki görünmez bir pelerin onu takip ederken, aynı zamanda ona muhteşem bir görkem eşlik ediyordu. Kitapçıya destursuzca dalan bu görkemli kişi, Hızır’ın Çırağı Kamar’dan başkası değildi.

  İçeriye girer girmez öfke mi yoksa telaş mı olduğu anlaşılamayan bir hışımla Hasan’ın üzerine yürüdü. O sırada Hasan, kasada oturmuş, bazı hesap işleriyle uğraşıyordu. Hasan’ın yakasından tutup büyük bir sinirle konuşan  Kamar  “Hızır’ın Çırağı, İskender tarafından kaçırılıyor, Hızır’ın, önemli olduğunu ısrarla belirttiği bir kişi zor kurtuluyor,  ve Hasan efendi hesap işleriyle uğraşıyor öyle mi? Söyle çabuk, Lisef nerede?”  diye bir nefeste konuştu ve Hasan’ın itiraz etmeye, veya kendisinin hiçbir suçunun olmadığına onu ikna etmesine fırsat bile vermeden o karşı konulamaz ses tonuyla sormuştu sorusunu.

  Hasan, asla korkak birisi olmamıştı ama karşısındaki kişi Hızır’ın Çırağı Kamar olunca, ona itiraz etmeyi pek de akıllı bulmamıştı. Hem, suçlu olmadığını söylese bile bu neyi değiştirecekti ki? Kimsenin onun suçlu olup olmamasıyla ilgilenmediğini fark etmişti ve Kamar’a asla kızmıyordu çünkü içinde bulunduğu durumun ehemmiyetinden haberi vardı.

  “Lisef şu anda arka taraftaki Ejderbaş Odası. Orada güvende olduğuna emin olabiliriz öyle değil mi Kamar? “

Kamar  çok az da olsa sakinleşmiş göründü. Ejderbaş Odası, Okuyan Adam’ın esas işleviydi. Önemli kişiler, önemli eşyalar, önemli olaylar, kısacası önemli olan her şey orada bulunurdu. Efsunlu Ejderbaş son derecede yüksek güvenlik sağlıyordu.Özellikle de büyü konusunda.

  Lisef, huzuru bir türlü bulamadığı yatağında uyurken kapı birden açıldı. Merak, kuşku, heyecan ve binbir duyguyla kaplı bir çift gri göz hemen yatakta yatan Lisef’i gördü ve bir süredir tutmuş olduğu nefesine sağladığı esarete son verdi. Soluk alışlarının normalleşmesini beklemeden yatakta yatanın yanına gitti.

  “Lisef, Lisef, beni duyuyor musun? Lisef !”

“Duymaktan da öte, kulak zarımla ne alıp veremediğin var be adam! “ diyerek yatağından doğruldu. Fakat gördüğü, az önce “adam” diye hitap ettiği kişi/şey kesinlikle bir adam değildi. Bir kurdun başını andıran kıllı kafası, cübbesinin altında olmasına rağmen fark edilebilen sivri kulakları ve belindeki deri kemerden sarkan garip yeşil-turkuaz bir karışımla karşısında duran şey, bir insandan çok, bir kurt kafasına benziyordu.

 Karşısında duran Gri kurt başının içindeki gözler o kadar endişeli, o kadar şefkatli bakıyordu ki, Lisef’in korkmasına imkan yoktu. Lisef silkindi, gözlerini açıp açıp kapattı ve gördüğü şeyden emin olmak istedi.

“Sen..?” diye başlayan sorusu, karşıdakinin itiraz kabul etmez ses tınısıyla kesildi.
“Hemen, gidiyoruz.”

  Lisef şaşırmıştı, “İyi de nereye? Hem dur bir dakika, sen… Kamar mısın?” Soruları öyle büyük bir şaşkınlık ve merakla sormuştu ki Kamar gülümsemeden edemedi.  “Evet, ben, Hızır’ın Çırağı Kamar ve yine  Hızır’ın emriyle seninle ilgilenmek zorundayım.Şimdi, eğer hazırsan, çıkalım mı?”

 Lisef gülümseyerek üstündeki pijamalarına baktı. O uyurken – daha doğrusu baygınken- birileri üzerini değiştirmiş olmalıydı.Hem, bu, çantasını da açtıkları manasına geliyordu ama canını kurtarmış olmanın verdiği heyecanla bunu önemsemedi.  “Sence..? Hazır mıyım?” diye sordu muzip bir şekilde. Fakat bilmediği bir şey vardı, Kamar, insan giyim biçiminden anlamazdı. “Neden hazır olmayasın?” dedikten sonra anladı Lisef. Kamar her ne kadar yüzündeki tüyleri yer yer beyazlamış, orta yaşlarına yaklaşmış bilge bir görünüşe sahip olsa da, gerçek, yani Lisef’e göre gerçek olan dünya ile ilgili pek fazla bilgi sahibi olmasa gerekti.

“Üzerimdekileri değiştirmem gerekiyor Kamar, lütfen izin verir misin?” dedi gayet nazik bir şekilde. Hatta o kadar kibar konuşmuştu ki kendine hayret etmişti. Doğrusu bu adamın-kurt- saygı uyandıran bir çehresi vardı.

Kamar, “Elbette Lisef, dilediğin gibi…” dedi ve arkasında mavi siluetler bırakarak odadan çıktı.

  Kamar’ın odadan çıkmasıyla birlikte, Lisef ilk defa tamamen kendinde olduğunu hissetti ve fark ettiği bir şey daha vardı. Ortamı inceleyebilirdi. Hızlıca etrafa göz attı. Duvarda monte edilmiş olan Ejder Figürü, ilk seferki gibi yaymıyordu ışığı. Ardına kadar açtığı ağzından ardı ardına onlarca ışık parçacığı yolluyor, dörtgen şeklindeki parçacıklar bir süre dönerek yarım kol mesafesine kadar ilerliyor, sonra orada soluklaşıp soluyordu. Parçacıklar beyazın en parlak tonlarındaydı ve Lisef’i bıraksalar saatlerce bu güzel manzarayı izleyebilirdi.

  Yatağının hemen ayak ucunda bir masa –tahminen çalışma masası- ve o masanın üzerinde de Lisef’in ismini dahi hatırlayamadığı o kitap. Şu, “Sadece sahibinin elinde açılır.” Lafından sonra merak etmesine rağmen inceleyemediği o kitap. Maalesef yine zaman yoktu ve giyinmesi gerekiyordu. Odanın geriye kalan kısmında da, mor bir gaz akıtan –mor bir şelale gibi odanın tabanına akan ilginç geniş ağızlı bir musluktan başka  ilgi çekici bir nesneye rastlamadı. Bu gazın ne olduğunu daha sonra Kamar’a sormayı ise aklının bir köşesine not etti.

  Üzerini değiştirip çıktığında, Kamar’ın, Hasan ile bir şeyler konuştuğunu gördü. Ne konuştuklarını merak etse de, onları gizlice dinlemedi ve sadece “Ben hazırım…” demekle yetindi.

  Kamar  hemen kafasıyla ‘gel’ dedikten sonra kapıyı açıp bekledi. Leonan’ın kapıyı suratına çarpma anı aklına gelince Kamar’a karşı daha büyük bir saygı duymaya başladı. İşte böyleydi, bazen ufak detaylar, büyük saygılar uyandırmaya yetebilirdi.

  Dışarıya çıkar çıkmaz Kamar gülümsedi. “Yağmur altında yürümeyi sever misin Lisef?” Lisef anlayamamıştı, tamam, hava bulutluydu ama, yürümek de neyin nesiydi şimdi? Hani, Hızır’ın Çırağı, Kamar’ın bir yerden bir yere giderken yürümekten daha havalı bir yol tercih etmesini beklerdi. Yine de cevapladı. “Evet, çok severim.”

Kamar, bu cevabı beklermişcesine lafı yapıştırdı. “Bir de tam kaynağından uçmayı dene bakalım!”
 
   Lisef, içinden koca bir “Ouuuvv..!” çekti. Gözleri ışıldadı, Daha havalı bir yolu olduğunu biliyordum, diye düşündü.

 Kamar bir elini Lisef’in omzuna dokundurdu ve fısıldadı.

“Ust tierra Kamar!”

 Lisef için hiçbir anlam taşımayan bu sözcükler Kamar’ın dudaklarından dökülür dökülmez mavi haleler Lisef’in etrafını sardı ve onu yerden bir kılıç kadar kaldırdıktan sonra yeniden yavaşca yere indirdi ve Lisef’in göğüs kafesinden içeriye girdi. İçeriye girer girmez, Lisef, sanki yağmurdan sonra ortaya çıkan toprak kokusunu içine almış gibi hissetti kendisini. Öylesine huzurlu ve öylesine sakin bir duyguydu bu. Tanımlayamadığı ilginç bir mutluluk içini kaplarken Kamar yeniden konuştu.

“Artık hazırsın.”


***    ***   ****  ***    ***   ****  ***    ***   ****  ***    ***   ****  ***    ***   ***    ***   ****

  Uçmak! Kesinlikle bu gün beklemediği bir şeydi Lisef’in. Hasan’ın “Kamar rüzgar hızıyla geliyor…” demesinin, tam anlamıyla rüzgarı kast ettiğini anlamamıştı tabi.

 Kamar, ellerini göğe kaldırıp tek bir emir verdikten sonra. “Çak!” Gerçekten de bir şimşek ikisini aynı anda birden bulutların arasına almış, onları tam anlamıyla uçurmuştu.

  Aslında filmlerdeki, kitaplardaki, hayallerindeki gibi bir süpürge, bir halı filan beklemişti ama bunlar yoktu. Çok daha güzeli vardı. Kamar’ın gezinti ve esinti sözcüklerini birleştirip, Gesinti dediği bu şey, rüzgarın biraz elle yoğunlaştırılarak kızak benzeri mükemmel bir araçtı. Kamar, ciddi görünse de, kesinlikle eğlenmeyi bilen biri olmalıydı. Bunu, “Aslında halı gibi düz zemin olarak yaptığım da oluyor ama, yukarı pike yaparken hiç de güvenli olmuyor!” deyişi de doğruluyordu. Şu kaybolan Çırak, Leonan’dan çok daha iyi biriyle karşılaştığına çok sevinmişti.

  Gesinti ile yaptıkları yolculuğun bittiğini, iki gesintinin de aynı anda burunlarını aşağıya vererek alçalmaya başlamasından anlamıştı. Geldikleri yer her neresiyse artık, oraya gelmiş olmalıydılar.

  Lisef, yüksekten korkmasa da, yüksek bir yerdeyken aşağıya bakmaktan korkuyordu. Aslında yükseklik korkusu tam olarak bu olmasa da, bu da bir çeşit yükseklik korkusuydu fakat kendi kendine bunu itiraf etmektense bu komik açıklamayı yapmayı daha uygun bulurdu. ‘Yüksekten korkmuyorum ama, yüksek bir yerdeyken yukarıya veya aşağıya bakmaktan korkuyorum.’ derdi hep.

  Gesintiyi sarmal bir şekilde saran rüzgar dalgasının yere değmesiyle birlikte haddinden biraz daha fazlaca uzamış olan çimenler gesintinin indiği noktayı merkez alarak, tam da o merkezin etrafında yine sarmal bir şekilde eğilmeye başlamışlardı. Sonunda gesinti alçaldı, alçaldı, alçaldı ve tam olarak istenilen noktaya indiğinde Lisef yan tarafta Kamar’ın da kendisinden bir kaç saniye sonra da olsa yere konduğunu gördüğüne sevindi. Sonra aklına geldi. “Kamar! Benim bir Gezdir’im vardı! Neden onu kullanmadık ki?” dediğinde, Kamar neşeli bir şekilde gülümsedi.

  “Uzun yoldan eğlenmek varken, neden kısa yoldan sıkılalım ki?”

  Bu cevap Lisef’i kesinlikle tatmin etmişti, hemen etrafa bir göz attı. Bir tepenin hemen yamacına inmişlerdi, etraf yemyeşil çimenlere berenmişti ve bu yeşillikle mükemmel bir uyum sağlayan toprak bir yol tepenin tepesine doğru kıvrıla kıvrıla uzanıyordu.

 Fakat Lisef’in aklında hala cevaplanmamış bir soru vardı. “Kamar, neden buraya geldik?”

 “Aman tanrım, bildiğini sanıyordum Lisef!”

“Ama bilmiyorum…”

  Kamar yine az önceki neşeli yüz ifadesine büründü. Tüylü yüzü o kadar sevimliydi ki, bir an garip bir şekilde Lisef’in içinden, ona sarılmak geldi!

  “Üzgünüm Lisef, sanırım eğlenceye o kadar dalmışım ki, sana açıklamayı unuttum. Ve biliyor musun, birilerini eğlendirmek, eğlenmekten daha eğlenceli bir şey…”

  “Buraya geldik çünkü, bu tepenin üstünde Hızır yaşıyor!”


[*]
Spoiler: Göster
++Repp diye bir kıroluk yapasım geldi nedense ama... Yapmıyorum. :D
[/*]
May the force, be with you.

Çevrimdışı

  • *
  • 32
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Hızır'ın Çırağı -7-
« Yanıtla #47 : 09 Aralık 2010, 20:49:43 »
Kamar’ın, Hasanın konuşmalarını ben olsam dinlerdim gizlice :D
Rüzgar hızı derken gerçekten rüzgarı mı kastediyormuş :O bu ilginç ve yağmur altında yürümek kadar hatta daha fazla mükemmel bir  duygu olmalı bu :D
Gesinti çok orjinal olmuş :)
 “Uzun yoldan eğlenmek varken, neden kısa yoldan sıkılalım ki?” Gayet harika bir açıklama hatta hayat felsefesi olarak bile kullanılabilir :P
Hızır mı?? ama ya bu haklsızlık tam burda kesilir mi hikaye . . .
Şu Hızır'ı çok merak ettim artık çıksın ortaya.
Bölüm uzun gibi ama biraz daha uzun olsun ya bi daha ki sefer :D Biliyorum yazılılar falan ama biraza daha yaz lütfen :)


Çevrimdışı Alorka Greenleaf

  • ***
  • 603
  • Rom: 6
  • End of the Ergenism
    • Profili Görüntüle
    • f
Ynt: Hızır'ın Çırağı -7-
« Yanıtla #48 : 09 Aralık 2010, 21:00:40 »
Çok orijinal bir şey oluyor bu öykün. Fazla mola verdiğinden dolayı başı unutmuştum ama tekrar okumak zorunda kalmadım. Bu arada anlamadığım şey Kamar' ın görüntüsü oldu. Gerçekten bir kurt mu yoksa fazla kıllı bir insan mı? :) Bir de Gesinti' yi de tam anlamış sayılmam. :S :)

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Hızır'ın Çırağı -7-
« Yanıtla #49 : 10 Aralık 2010, 15:42:27 »
bell[a]slı, belki o konuşmalardan bir şey çıkar ileride kim bilir :P Ha o cümleye gelince, zaten direk kendi hayat felsefemdir o kelime. Belki birileri de benimser :P

Gesinti'yi beğenmene sevindim. =) Teşekkürler...

lotr.frodo, Teşekkürler.
Spoiler: Göster
Şaka şaka, :D Aslında, ben de başı unutmuştum biraz. Notlarımı hatmetmem gerekti yeniden, ama ara vermek iyi oldu canım, mayalandı öykü. Gesinti, yoğun hava diyelim. Yani, havayı yoğunlaştırıp, yarı katı bir cisim haline getiriyor.

Kamar'a gelince. Şurada,
[spoiler]

bir resim vardı bilmem önceki bölümlerde dikkatini çekti mi. İşte bu, o. :)  Teşekkürler...

[/spoiler]


May the force, be with you.

Çevrimdışı DeePReSenT

  • *
  • 1
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Hızır'ın Çırağı -7-
« Yanıtla #50 : 10 Aralık 2010, 18:31:08 »
Beğendim gerçekten güzel olmuş ama bazı yerlere dikkat etmeni öneriyorum mesela 5 garsonu girişte hafızada canlandırmak için yamışsın güzel ama sonra 2.bölümde "Beş garson, her biri de farklı bir hayvan suretindeydi." bunu "garsonlar" veya "beş garsonun beşide" şeklinde yazabilirsin... bu yorumum sadece bu "beş garson" için geçerli değil birçok yerde vurguları noktalamalarla da hissettirmelisin mesela “Evet, adamları her yerde ve burada daha fazla kalmamız çok teh…” yazmışsın.“Evet, adamları her yerde ve burada. Daha fazla kalmamız çok teh…” şeklinde olabilirdi.Bunu anlamak için 3 kez okudum ama konusu olsun, karakterlerin isimleri olsun, betimlemeler olsun  gerçektende güzel olmuş. Yazılarının devamını bekliyorum...

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Hızır'ın Çırağı -7-
« Yanıtla #51 : 10 Aralık 2010, 19:51:20 »
DeePReSenT, öncelikle hoş geldin. Yorumun için teşekkür ederim de, son kısımda önerdiğin yerdeki gibi anlatırsak hiç olmuyor aslında. Garsonlar filan oradan yana da bir şikayeti ilk defa senden duydum aslında...

Yine de, yorum, yeni okuyucu görmek güzel. Devamı gelecektir, hele sen bir tamamını oku. =)
May the force, be with you.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Hızır'ın Çırağı -7-
« Yanıtla #52 : 13 Aralık 2010, 15:36:39 »
Selamlar aNTiSePTiK;

Seni üzmek istemem ama DeePReSenT'in eleştirileri doğru ve yerinde. Daha önce o kısımla ilgili şikayet gelmemiş olması haklı olmadığı anlamına gelmiyor. Zaten kendisi de o bölümü örnek olarak göstermiş, çünkü hikayenin genelinde var bu sorun. Malkavian'ın daha önce de dediği gibi...

Şöyle bir bak bakalım...
Spoiler: Göster

Okuyan Adam’ın kapısının açılmasıyla beraber, kapının hemen üzerinde duran ve kapı her açıldığında şangırdayan çan, o bilindik sesini çıkarttı yine. İçeriye giren kişi, mavi bir cübbeye bürünmüş, garip, orta boylu, çevikliği yürüyüşünden belli olan bir adamdı.

   Kapıdan içeriye girişi tek kelimeyle harikaydı. Gri gözleri ışıl ışıl parlıyor, dükkanın kasasına doğru yürürken, mavi cübbesinin ardında mavi bir ışık hüzmesi dalgalanarak geliyordu. Sanki görünmez bir pelerin onu takip ederken, aynı zamanda ona muhteşem bir görkem eşlik ediyordu. Kitapçıya destursuzca dalan bu görkemli kişi, Hızır’ın Çırağı Kamar’dan başkası değildi.

  İçeriye girer girmez öfke mi yoksa telaş mı olduğu anlaşılamayan bir hışımla...


Biraz Malkavian'dan kopya çeker gibi oldum ama yazılı ortamda bunu anlatmanın en basit yolu bu. Aynı kelimeyi bir paragraf içerisinde kaç defa tekrar ettiğini gördün mü? Bu örnek sadece son bölümün ilk iki kısmını (paragraf yerine kısım sözcüğünü kullanarak kelime tekrarından nasıl kaçtığıma dikkat et burada) kapsıyor üstelik. Üzülerek söylüyorum, bunu hikayenin başından itibaren genele vurduğumuzda karşımıza çok daha fazlası çıkar.

Spoiler: Göster

Bir kereye mahsus olmak üzere senin için bir şey yapacağım. Ve bunu sadece senin için yapacağım. Bölümü şöyle bir elden geçirip ben yazsaydım nasıl yazardım tarzında bir düzenleme göndereceğim sana. Sakın bunu büyüklük taslamak, kendini görmek vb gibi abuk sabuk hareketlerle karıştırma, öyle biri olmadığımı çok iyi biliyorsun zaten. Amacım hatalarını görmeni sağlamak, kesinlikle başka bir şey değil.

[spoiler]
Okuyan Adam’ın kapısının açılmasıyla beraber, eşiğin üzerinde duran küçük çan şıngırdayarak o bilindik sesini çıkarttı yine. İçeriye giren kişi, mavi bir cübbeye bürünmüş, garip görünüşlü, orta boylu, çevikliği yürüyüşünden belli olan biriydi. Gri gözleri ışıl ışıl parlıyor, dükkanın kasasına doğru yürürken, cübbesinin ardından mavi bir ışık hüzmesi dalgalanarak geliyordu. Sanki görünmez bir pelerin onu takip ederken, aynı zamanda ona muhteşem bir görkem veriyordu. Kitapçıya destursuzca dalan bu kişi, Hızır’ın Çırağı Kamar’dan başkası değildi.

İçeriye girer girmez öfke mi yoksa telaş mı olduğu anlaşılamayan bir hışımla Hasan’ın üzerine yürüdü. O sırada Hasan, kasada oturmuş, bazı hesaplamalarla uğraşıyordu. Kamar, Hasan’ın yakasından tutup “Hızır’ın Çırağı, İskender tarafından kaçırılıyor, Hızır’ın önemli olduğunu ısrarla belirttiği bir kişi zor kurtuluyor ve Hasan efendi hesap işleriyle uğraşıyor, öyle mi? Söyle çabuk, Lisef nerede?”  diye bağırdı büyük bir sinirle. Hasan’ın itiraz etmesine veya kendisini savunmasına fırsat bile vermeden, o karşı konulamaz ses tonuyla sormuştu sorusunu.

Hasan, asla korkak birisi olmamıştı ama karşısındaki kişi Hızır’ın Çırağı Kamar olunca, ona itiraz etmeyi pek de akıllıca bulmamıştı doğrusu. Hem, suçlu olmadığını söylese bile bu neyi değiştirecekti ki? Kimsenin onun suçlu olup olmadığıyla ilgilenmediğinin farkındaydı. Kamar’a kızmıyordu ayrıca... Çünkü içinde bulunduğu durumun ehemmiyetinden haberi vardı.

  “Lisef şu anda arka taraftaki Ejderbaş Odası'nda. Orada güvende olduğuna emin olabiliriz, öyle değil mi Kamar?"

Bunu duyan Kamar az da olsa sakinleşmiş göründü. Ejderbaş Odası, Okuyan Adam’ın esas işleviydi çünkü. Önemli kişiler, önemli eşyalar, önemli olaylar, kısacası önemli olan her şey orada buldurlurdu. Efsunlu Ejderbaş son derecede yüksek güvenlik sağlıyordu. Özellikle de büyü konusunda. Kamar, Hasan'ın yakasını yavaşça bırakıp "Evet, sanırım öyle" diye mırıldandı. Sonra da özür dilermiş gibi kitapçının omzunu hafifçe sıktı ve Lisef'in bulunduğu odaya doğru ilerlemeye başladı.

***

  Lisef, huzuru bir türlü bulamadığı yatağında uyurken kapı birden açıldı. Merak, kuşku, heyecan ve binbir duyguyla kaplı bir çift gri göz hemen Lisef’i gördü ve nefesine sağladığı esarete bir son verdi. Ardından soluk alışlarının normalleşmesini dahi beklemeden yatağın yanına gitti.

  “Lisef, Lisef! Beni duyuyor musun? Lisef!”

“Duymaktan da öte, kulak zarımla ne alıp veremediğin var be adam!" diyerek yatağından doğruldu. Fakat karşısında gördüğü "şey" kesinlikle bir adam değildi. Bir kurdun başını andıran kıllı kafası, cübbesinin altında olmasına rağmen fark edilebilen sivri kulakları ve belindeki deri kemerden sarkan garip yeşil-turkuaz bir karışımla karşısında duran şey, bir insandan çok, bir kurda benziyordu.

Gri tüylerle kaplı yüzün üzerindeki gözler o kadar endişeli, o kadar şefkatli bakıyordu ki, Lisef’in korkmasına imkan yoktu. Lisef silkindi, gözlerini açıp açıp kapattı ve gördüğü şeyden emin olmak istedi.

“Sen..?” diye başlayan sorusu, karşıdakinin itiraz kabul etmez ses tınısıyla kesildi.

“Hemen, gidiyoruz.”

  Lisef şaşırmıştı, “İyi de nereye? Hem dur bir dakika, sen… Kamar mısın?” Soruları öyle büyük bir şaşkınlık ve merakla sormuştu ki Kamar gülümsemeden edemedi.  “Evet, ben Hızır’ın Çırağı Kamar ve yine Hızır’ın emriyle seninle ilgilenmek zorundayım. Şimdi, eğer hazırsan çıkalım.”

 Lisef gülümseyerek üstündeki pijamalarına baktı. O uyurken – daha doğrusu baygınken- birileri üzerini değiştirmiş olmalıydı. Hem, bu çantasını da açtıkları manasına geliyordu ama canını zor kurtarmış olmanın verdiği bilinçle bunu pek de önemsemedi.  “Sence hazır mıyım?” diye sordu muzip bir şekilde. Fakat bilmediği bir şey vardı; Kamar her ne kadar yüzündeki tüyleri yer yer beyazlamış, orta yaşlarına yaklaşmış  bir bilge görünüşüne sahip olsa da, gerçek, yani Lisef’e göre gerçek olan dünya ile ilgili pek fazla bilgi sahibi değildi. İnsan giyim biçiminden hiç anlamazdı. “Neden hazır olmayasın ki?” dedikten sonra anladı Lisef.

“Üzerimdekileri değiştirmem gerekiyor Kamar, lütfen izin verir misin?” dedi gayet nazik bir şekilde. Hatta o kadar kibar konuşmuştu ki kendine hayret etmişti. Doğrusu bu adamın -ya da kurdun- saygı uyandıran bir çehresi vardı.

Kamar, “Elbette Lisef, dilediğin gibi…” dedi ve arkasında mavi siluetler bırakarak odadan çıktı.

  Kamar’ın odadan çıkmasıyla birlikte, Lisef ilk defa tamamen kendinde olduğunu hissetti. Fark ettiği bir şey daha vardı; artık ortamı inceleyebilirdi. Hızlıca etrafa göz attı. Duvara monte edilmiş olan Ejder Figürü, ilk seferki gibi yaymıyordu ışığını. Ardına kadar açtığı ağzından arka arkaya onlarca ışık parçacığı yolluyor, dörtgen şeklindeki parçacıklar bir süre dönerek yarım kol mesafesine kadar ilerliyor, sonra yavaşça solup kayboluyorlardı. Parçacıklar beyazın en parlak tonlarındaydı ve Lisef’i bıraksalar saatlerce bu güzel manzarayı izleyebilirdi.

  Yatağının hemen ayak ucunda bir masa –tahminen bir çalışma masası- ve masanın üzerinde de Lisef’in ismini dahi hatırlayamadığı o kitap vardı. Şu, “Sadece sahibinin elinde açılır.” lafından sonra çok merak ettiği fakat incelemeye fırsat bulamadığı o kitap. Maalesef yine zaman yoktu ve giyinmesi gerekiyordu. Odanın geriye kalan kısmında ise, mor bir şelale gibi odanın tabanına gaz akıtan, ilginç ve geniş ağızlı bir musluktan başka  ilgi çekici bir nesneye rastlamadı. Bu gazın ne olduğunu daha sonra Kamar’a sormayı ise aklının bir köşesine not etti.

  Üzerini değiştirip çıktığında Kamar’ın Hasan ile bir şeyler konuştuğunu gördü. Ne konuştuklarını merak etse de onları gizlice dinlemedi ve sadece “Ben hazırım.” demekle yetindi.

  Kamar  hemen kafasıyla ‘gel’ dedikten sonra kapıyı açıp bekledi. Leonan’ın kapıyı suratına çarpma anı aklına gelince Kamar’a karşı daha büyük bir saygı duymaya başladı. İşte böyleydi, bazen ufak detaylar büyük saygılar uyandırmaya yetebilirdi.

  Dışarıya çıkar çıkmaz Kamar gülümsedi. “Yağmur altında yürümeyi sever misin Lisef?” diye sordu muzipçe. Lisef anlayamamıştı, tamam, hava bulutluydu ama yürümek de neyin nesiydi şimdi? Hani, Hızır’ın Çırağı Kamar’ın bir yerden bir yere giderken yürümekten daha havalı bir yol tercih etmesini beklerdi. Yine de cevapladı. “Evet, çok severim.”

Kamar, bu cevabı beklermişcesine lafı yapıştırdı. “Bir de tam kaynağından uçmayı dene bakalım!”
 
   Lisef, içinden koca bir “Ouuuvv..!” çekti. Gözleri ışıldadı, "Daha havalı bir yolu olduğunu biliyordum!" diye düşündü içinden.

 Kamar bir elini Lisef’in omzuna dokundurdu ve fısıldadı.

“Ust tierra Kamar!”

Kendisi için hiçbir anlam taşımayan bu sözcükler Kamar’ın dudaklarından dökülür dökülmez mavi haleler Lisef’in etrafını sardı ve onu yerden bir kılıç mesafesi kadar havalandırdı. Sonra yeniden yavaşça yere indirdi ve Lisef’in göğüs kafesinden içeriye girdi. Haleler içine girer girmez Lisef, sanki yağmurdan sonra ortaya çıkan toprak kokusunu içine almış gibi hissetti kendisini. Öylesine huzurlu ve öylesine sakin bir duyguydu ki bu... Tanımlayamadığı ilginç bir mutluluk içini kaplarken Kamar yeniden konuştu.

“Artık hazırsın.”


***

  Uçmak! Kesinlikle bu gün beklemediği bir şeydi Lisef’in. Hasan’ın “Kamar rüzgar hızıyla geliyor…” dediğinde tam anlamıyla rüzgarı kast ettiğini anlamamıştı tabi.

 Kamar ellerini göğe kaldırıp “Çak!” diyerek, tek bir emri ile gökyüzünden inen bir şimşek ikisini aynı anda bulutların arasına almış, onları tam anlamıyla uçurmuştu.

  Aslında filmlerdeki, kitaplardaki ya da hayallerindeki gibi bir süpürge, bir halı filan beklemişti Lisef ama bunlar yoktu. Çok daha güzeli vardı. Kamar’ın gezinti ve esinti sözcüklerini birleştirip "Gesinti" dediği bu şey, rüzgarın biraz elle yoğunlaştırılmasıyla oluşturulmuş kızak benzeri mükemmel bir araçtı. Kamar ciddi görünse de kesinlikle eğlenmeyi bilen biri olmalıydı. Bunu, “Aslında halı gibi düz zemin olarak yaptığım da oluyor ama yukarı pike yaparken hiç de güvenli olmuyor!” deyişi de doğruluyordu. Şu kaybolan Çırak, Leonan’dan çok daha iyi biriyle karşılaştığına çok sevinmişti.

  Yaptıkları yolculuğun bittiğini, iki gesintinin de aynı anda burunlarını aşağıya vererek alçalmaya başlamasından anlamıştı. Gittikleri yer her neresiyse oraya gelmiş olmalıydılar.

  Lisef, yüksekten korkardı fakat bunu itiraf etmektense "Yüksekten korkmuyorum ama, yüksek bir yerdeyken yukarıya veya aşağıya bakmaktan korkuyorum." derdi hep. Bu komik açıklamayı yapmayı daha uygun bulurdu.

  Gesintiyi sarmal bir şekilde saran rüzgar dalgasının yere değmesiyle birlikte haddinden biraz daha fazlaca uzamış olan çimenler yine sarmal bir şekilde eğilmeye başlamışlardı. Sonunda gesinti alçaldı, alçaldı, alçaldı ve tam olarak istenilen noktaya indi. Lisef yan tarafta Kamar’ın kendisinden bir kaç saniye sonra da olsa yere konduğunu gördüğüne sevindi. Sonra aklına geldi. “Kamar! Benim bir Gezdir’im vardı! Neden onu kullanmadık ki?” dediğinde, Kamar neşeli bir şekilde gülümsedi.

  “Uzun yoldan eğlenmek varken, neden kısa yoldan sıkılalım ki?”

  Bu cevap Lisef’i kesinlikle tatmin etmişti. Keyifle sırıtarak etrafına bir göz attı. Bir tepenin hemen yamacına inmişlerdi. Etraf yemyeşil çimenlere bezenmişti ve bu yeşillikle mükemmel bir uyum sağlayan toprak bir yol tepenin üzerine doğru kıvrıla kıvrıla uzanıyordu.

 Fakat Lisef’in aklında hala cevaplanmamış bir soru vardı. “Kamar, neden buraya geldik?”

 “Aman tanrım, bildiğini sanıyordum Lisef!”

“Ama bilmiyorum…”

  Kamar yine az önceki neşeli yüz ifadesine büründü. Tüylü yüzü o kadar sevimliydi ki, bir an garip bir şekilde Lisef’in içinden, ona sarılmak geldi!

  “Üzgünüm Lisef, sanırım eğlenceye o kadar dalmışım ki, sana açıklamayı unuttum. Ve biliyor musun, birilerini eğlendirmek, eğlenmekten daha eğlenceli bir şey…”

  “Buraya geldik çünkü, bu tepenin üstünde Hızır yaşıyor!”

[/spoiler]

Bunun dışında hikaye orijinallik konusunda gayet iyi gitmeye devam ediyor. Yazdığın onca şeyin arasına Kamar gibi ilginç, Gesinti gibi enteresan bir yolculuk biçimini katman çok güzel. Böyle yenilikçi ve değişik şeyler görmek insanı ister istemez keyiflendiriyor.

Yorumum haddini aşmaz umarım.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Hızır'ın Çırağı -7-
« Yanıtla #53 : 13 Aralık 2010, 16:37:50 »
Aleykümselamlar mit,

Abi ne üzmesi, senin yorumunu görmek her zaman çok büyük bir zevk.

 Deeppresent, hepsini okumadı da arkadaşım olur kendileri, ondan dolayı sitem ettim aslında biraz da, neyse, konumuza dönecek olursak.

Öyküyü yayınlamadan önce okuyorum. Fakat, kendi yazdığım bir şey olmasından mıdır yoksa dikkatsizliğimden midir, bu sizin renklendirme yapıp gösterdiğiniz hatalarımı bir türlü fark edemiyorum. Cidden de, hikayenin genelinde bu sorunun olması beni üzüyor.

Hatta arada kendimi aptal gibi hissediyorum bu kelime tekrarları yüzünden -cidden ne kadar çok 'kapı' demişim yahu!- ama çok teşekkür ederim, her defasında bıkmadan yardımcı olduğunuz için. =]

Şu bir kereye mahsus yaptığın şey var ya. Mükemmeldi. Sanki kafamın içindekileri benden daha iyi anlatan biri var :D Hepsini okudum ve, aslında anlatmak istediklerimi gerçekten de tam olarak yansıtabilen öykü senin tarafından yeniden yazılmış olanı. Bu yaptığın estağfurullah haddini aşmak değil,aksine beni daha fazla utandıracak bir zahmet olmuş.

Bu kadar zahmete girip, bu uzun yazıyı yeniden yazıp bana ayna tuttuğun için gerçekten çok teşekkür ederim. :)

Gesinti ve Kamar'ı beğenmene de ayrıca çok sevindim. Cidden yazarken keyif aldığım şeylerdi ikisi de... Tekrar, tekrar ve hatta tekrar teşekkür ederim. :) 
May the force, be with you.

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Hızır'ın Çırağı -8-
« Yanıtla #54 : 18 Aralık 2010, 23:56:51 »

 O yeşil dağın tepesine çıkan toprak yolda, henüz çiselemeye başlamış olan tatlı bir yağmurun eşliğinde yürüyorlardı. Kamar’ın üzerine düşen yağmur damlaları, onun vücuduyla buluşmadan hemen önce masmavi parıldıyor, sonra ise Kamar’ın kıyafetine veya bedenine değmeden kayboluyordu.  Lisef ise huzur veren yağmur damlalarının üzerine düşmesinden çekinmiyor, Kamar’ın, ıslanmamak için kapüşonunu tak, uyarılarına ise “Biliyor musun Kamar, herkesin sevip ama kaçtığı şeylerden kaçmamayı öylesine çok seviyorum ki… Yağmur da bunların en başında geliyor, yağmur damlalarının beni ıslatması rahatsızlık vermiyor, aksine, bana büyük bir huzur veriyor. “ diyerek gülümsüyordu.

  Yaklaşık on dakikadır yürüyorlardı ve yağmur dinmeye başlamıştı. “Tepenin zirvesi hemen şu kıvrımdan sonra…” diyerek ileride yolun sola doğru döndüğü yeri göstermişti Kamar. O dönüş bir uçurumun kenarında olduğundan geçerlerken Lisef sürekli uçurumdan aşağıya bakıp o yemyeşil otları seyrediyordu. Fakat yolun aşağısına o kadar hayran kalmıştı ki, dağın zirvesine ulaştıklarında zirvenin boş olduğunu fark etmesi yaklaşık yirmi saniyesini almıştı. Sadece hafif bir meltem çimenlerle birlikte yüzlerini okşuyor, gökyüzünde tüm renkleri belirgin bir gökkuşağı sanki kutsal bir ilahiyi mırıldanıyormuşcasına bir yay şeklinde kıvrılıyordu.

Lisef, Kamar’ın yalancı olmadığından o kadar emindi ki şaşkınlığından sadece“Hızır’ın burada olacağını söylemiştin?”  diyebildi. Sonra, Kamar yine neşeli bir şekilde gülümsedi ve  “Evet, ve aynen de söylediğim gibi Lisef Hızır, burada!” dedi.

Sonra Kamar gökkuşağına doğru döndü, Lisef beş kılıç kadar uzaklıkta ona bakarken, Kamar ellerini dua eder gibi kaldırdı, Lisef’in bulunduğu yerden bakınca  sanki iki elinin gök yüzüne dönmüş avuç içleri  gökkuşağını okşuyormuş gibi görünüyordu. Lisef, rüzgarla uçabilen, yağmur yağdırabilen bir adamın gökkuşağını da okşayabileceğine hayret etmemişti. 

Ardından, Kamar, elleriyle havaya bir şeyler çizdi, yine Lisef’in hiçbir şey anlamadığı kelimeler mırıldandı ve Kamar’ın az önce havada dokunduğu yerler sarının en kutsal, en şefkatli rengiyle parıldamaya başladı. Parıldayan yerler belirginleştikçe, Kamar’ın havada çizdiği şeyin bir tür kapı olduğu ortaya çıktı.
Kapının hemen üzerindeyse şöyle yazıyordu…
“Gökte hakk, yerde halk över.”

Sonra kapılar açıldı ve içinden gözleri kör edecek derecede yoğun açık sarı bir ışık yayılmaya başladı. Bu ışık kütlesinin tam ortasında ise tüm ihtişamıyla duran tek bir kişi vardı, Hızır.
May the force, be with you.

Çevrimdışı Vega

  • ****
  • 1023
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Hızır'ın Çırağı -8-
« Yanıtla #55 : 19 Aralık 2010, 22:24:06 »
Her zamanki gibi en heyecanlı yerden bırakmışsın. Pembe diziye döndü yahu. Bak bu kadar heyecanlandırırsan kalpten gideceğim ona göre :P Yalnız bu bölüm kısacıktı. Sanırım bir geçiş bölümü?

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Ynt: Hızır'ın Çırağı -8-
« Yanıtla #56 : 20 Aralık 2010, 18:59:44 »
Her zamanki gibi en heyecanlı yerden bırakmışsın. Pembe diziye döndü yahu. Bak bu kadar heyecanlandırırsan kalpten gideceğim ona göre :P Yalnız bu bölüm kısacıktı. Sanırım bir geçiş bölümü?

Evet, geçiş bölümü diyebiliriz. :) E, olayın en önemli kısmına geçmeden önce bir durayım istdim, o yüzden heyecanlı bir yerde kestik. :)  Teşekkürler...
May the force, be with you.

Çevrimdışı

  • *
  • 32
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Hızır'ın Çırağı -8-
« Yanıtla #57 : 22 Aralık 2010, 17:22:33 »
Sonunda okumak kısmet oldu :D
Ama yine çok kısa bir bölüm :(
Off Alperen meraktan ölücem, betimle artık şu Hızırı :D
“Gökte hakk, yerde halk över.” Çok güzel bir söz.
Bu defa yazmaya çok ara vermediğin için teşekkürler. Yeni bölümü merakla bekliyoruz.

Çevrimdışı eyoping

  • *
  • 15
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Hızır'ın Çırağı -8-
« Yanıtla #58 : 03 Ocak 2011, 19:20:22 »
kardeşim ilk 3 ünün okudum ve güzeldi diğerlerinide okumaya çalışcam :)))

Çevrimdışı Wanderer

  • ****
  • 1501
  • Rom: 28
  • Uzun günler ve hoş geceler dilerim.
    • Profili Görüntüle
    • Blog Sayfam - Yolsuz Yolcu
Hızır'ın Çırağı -9-
« Yanıtla #59 : 10 Ocak 2011, 19:34:48 »
  Lisef, Kamar’a döndü ve sordu “Ne yani? ‘Hızır’ sadece bir ışık kütlesi mi?”

  Açılan kapının tam ortasında yoğun, biçimsiz bir ışık kütlesi yoğun bir şekilde parıldayarak konuşmaya başladı. Lisef’in duyduğu şey, fiziksel bir sesten öte, ruhlarına işleyen ve kulaklarıyla değil kalpleriyle algıladıkları kutsal titreşimlerdi.

  “Ben işine akıl sır ermeyen, geleceği değil ama seçeneklerin neler doğurabileceğini bilen, Yaratıcı’nın izin verdiği ölçüde insanlara görünen, yardım eden, yol gösteren, her kılıkta görünebilen, Yaratıcı katından rahmet verilmiş ve katından gizli bilgiler öğretilmiş Hızır’ım. Benimle arkadaşlık etmek zordur. Bana sabır etmek zordur çünkü insanlar bilmediği, tamamen kavrayamadığı şeylere zor tahammül ederler. “dedi.

  Ses konuşurken Lisef hipnotize olmuş gibi onu dinledi. Kamar ise sanki bambaşka bir âlemdeydi. Birden ikisi de kendine geldiğinde sarı kapı kapandı, Hızır, kaybolurken, söyledikleri hala yankılanıyordu. “Zor tahammül ederler… Kavrayamadıkları şeylere… Arkadaşlık zordur.”

  O garip transtan çıkıp birbirilerine baktılar. Sonra Lisef “Ne demek istedi?” diye sordu.

  “Bilemem Lisef… Bilemem çünkü sana söyledikleriyle bana söyledikleri arasında fark var.”


*** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** *** ***

  Gesintiyle uçmak harikaydı! Göğe yükselirken yerdeki ağaçların, biraz önce durdukları tepenin ve artık yerinde durmayan kapının olduğu mevkiinin görünümü o kadar harikaydı ki… İnsan, kendini her şeyin üstünde, yaratıcıya hayran bir şekilde buluyorken kendisinin de ne kadar aciz olduğunu hissediyordu.

  “Peki ya Hızır, ikisini birden nasıl yaptı Kamar? Yani, hem seninle hem benimle nasıl konuştu?”

  “O kitabı gerçekten hiç açmadın değil mi Lisef?” dedi Kamar, Lisef’in çantasını göstererek. “Her şey o kitapta yazılı. Bilmen gereken her şey…”

Lisef daha sonraları anlayacaktı ki ‘gerçekten’ bilmesi gereken her şey hakikaten de o kitaptaydı.

“Peki, şimdi ne olacak? Yani, ne yapacağız? Sonuçta sana ne dediğini bilmiyorum ve bana da sadece kendini tanıttı. Yani sanırım.”

  “Ne dedi?”

“Benimle arkadaşlık zordur tarzı bir şeyler filan işte. Ne bileyim...”

“Kayık’a gideceğiz. Orada bizi bekleyen cevaplar ve öğrenmen gereken bir öykünün orijinal nüshaları var. Hem, doğru, Lisef, Hızır doğru söylemiş. Ona ayak uydurmak zordur…”dedi ve kendi gesintisinde kolunu yaslamak için yaptığı yere yaslanarak düşünceli bir şekilde çenesini sıvazlamaya başladı.

  ‘Kayık mı?’ diye düşündü Lisef. ‘Beni bekleyen cevaplar bir kayıkta mı yani?’

  Sonsuza uzanacakmış gibi görünen firuze göğün pamuk bulutlarında, rayında ilerleyen iki trenmişcesine uçan iki gesinti içerisinde gökyüzünde sadece kendilerinin bulunduğunu fark eden Lisef ister istemez bir yalnızlık duygusuna kapıldı.

   Esas fark ettiği şeyse şuydu ki; kimsenin ulaşamayacağı bir noktaya ulaşmanın bedeli, kimsenin olmadığı bir noktaya ulaşmaktı. Kimsenin olmadığı bir noktada bulunmaksa, sonsuz bir yalnızlık gibiydi.

  O an bir şeyi daha anladı , Kamar çok yalnızdı. Masmavi gözlerinin, gri tüylerinin ardında, eğlenmeyi bilen, kendini eğlendirebilen bu insanın –veya her neyse- sonsuz bir tek başınalığı vardı. Göklere hükmetmenin bedeli, göklerde kimsesiz kalmaktan başka bir şey değildi.

  Gesintiler ilerlerken bulutların üzerinde süzülen, gökle aynı renkte tuğlalardan örülmüş bir orta çağ kalesinin koni biçiminde sonlanan burçlarla süslü silueti görününce Lisef sormadan edemedi.

“Bulutların üzerinde yüzen bu yer de neresi böyle?”

  Kamar yine, o ‘birini eğlendiren’ yüz ifadesine büründü ve anında cevap verdi. “Oraya kısaca ‘Kayık’ diyorum.”

“Kayık mı? “

“Evet! Yüzdüğünü söyleyen sendin değil mi? İlk gördüğümden beri seninle aynı fikirdeyim ve buraya kayık demenin hoş olacağını sanmıştım... “ Kamar birden yapmacık bir üzüntülü ifade takındı, “Ne yani? Bunun iyi bir isim olduğunu düşünmüyor musun?” diye devam ederken, çok hoşlandığı bir oyuncağıyakın arkadaşı tarafından beğenilmemiş,  üzgün bir çocuk kadar kırgın görünüyordu. Tabii yapmacıktı.

Lisef, “Yoo, hayır.”dedi. Rol yaptığı çok da belli olsa boğazını temizler gibi yaptıktan sonra devam etti ‘Yani, gerçekten harika bir fikir!” diye gülmeye başlayınca Kamar da, yine Lisef’in kalbindeki o  ‘baba’ figürünün gülüşüyle hafifçe kıkırdadı.
 
Kıkırdaması devam ederken bile düşünmeye devam ediyordu. Koyu lacivert kapüşonu hafif esintilerle güven veren çehresinin etrafında dalgalanırken, Lisef’in asla tahmin edemeyeceği şeyleri geçiriyordu aklından. Sonra, kararsız gözlerini istemsizce Lisef’in gözleriyle birleştirdiğinde, Lisef’in her şeyden habersiz gülüşüne karşılık huzur verecek bir biçimde gülümsedi. Ona yapmak istemediği şeyleri yapmak zorunda kalmak istemiyordu ama şartlar gittikçe zorlaşırken gerçekten yapmak zorunda kalabilirdi. Kamar, göründüğü gibi rahat değildi ve psikolojik açıdan kesinlikle çok zor durumdaydı.

 “Gittiğimiz yer, Lisef, bir kütüphane. Orada, kadim bilgileri muhafaza eden muhafızlar var ve ben de önceden onlardan biriydim. Belki eski bir kaç dost görürüz ha? Eski dostları görmek her zaman harikadır Lisef, her zaman…”

  Lisef, Kamar’ın ağzından ‘dostlar’ kelimesini duyduğuna gerçekten sevinmişti ve onun önceden uzun bir süre bulunduğu bu yerin içerisini de kesinlikle çok merak ediyordu… 





  Gesintiler yine bir direğe asılı yaylardan akan iki teleferik gibi akarcasına indiler kale kapısının tam önüne. Kapıda gri-beyaz ve gayet sade kaftanlar giymiş iki muhafız kapının önünde iki ayrı noktaya gerileyip, kapıya doğru eğilerek, mütevazı bir reverans ile sihirli sözcüklerin kendi bildikleri kısımları fısıldayıp kapıyı açtılar ve Kamar ile Lisef geçene kadar da başlarını kaldırmadan beklediler.

  İçeriye geçtikten sonra, kapı kendiliğinden kapandı. Duvarda yazan yazılardan her zamanki gibi bir şey anlamayan Lisef, girdikleri salonun tam tepesindeki balkonun hemen önünde yazan yazıyı Kamar’a sordu.

   “Orada, Eser Loncası yazıyor. İsminden de anlaşılacağı üzere havayla ilgili bir şeyler, şimdi daha önemli işlerimiz var. Bak, eski dostum Gehvasar buraya geliyor.”

  Yanlarına gelen kişi, sarı bir pelerin ve başındaki (gri) sarığın üzerinde taşıdığı kahverengi-sarı renkte bir taş ile dikkat çeken, önemli birisi olduğu her halinden belli olan bir kişiydi. Kollarını iki yana açarak Kamar’a yaklaşmaya başladı, kesinlikle çok samimi bir gülüşü vardı. “Hoş geldin eski dostum Kamar! Seni buralarda görmek ne güzel…” diyen iki dost birbirilerine hasretle sarılırken, Kamar, “Kehrübâ seviyesine yükselmişsin eski dostum, bu harika! ” derken eski dostuna, Gehvasar’ın gözleri Lisef’e takıldı.

  “Seni buraya hangi rüzgâr attı Kamar?”

“Aaah, bilirsin, hangi rüzgâr olursa olsun bizim emrimizde olur genelde ama sanırım bu kez beni getiren şey rüzgâr da olsa, gelme sebebim çoğu sefer olduğu gibi rüzgâr değil.” dedi ve başıyla Lisef’i gösterdi. 
 
 Lisef bir an kendini olayın tamamen dışında hissetti. Sonra Kamar “Lütfen Lisef, sen bizi biraz bekler misin? Eski dostum Gehvasar ile senin hakkında konuşmam gereken bazı şeyler var. Müsaade eder misin? Lütfen…”

  Kamar ve Gehvasar, yan taraftaki merdivenden yukarıya konuşarak çıkarken Lisef parça parça şeyler duydu.Duyduğuşeyler; ikizler… Kadim… Çifte kılıçlar ve dört element gibi tek tük kelimeler olmasına rağmen, Lisef, bunların tamamını bile duysa hiç bir şey anla-ya-mayacağını düşünüyordu.
May the force, be with you.