Kayıt Ol

Ruhun İncelikleri // Bölüm II

Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ruhun İncelikleri // Bölüm II
« : 30 Ağustos 2012, 18:08:18 »
Merhaba arkadaşlar. Bir hikaye ile daha karşınızdayım. Karışık bir hikaye olacak gibi, tam emin değilim. Şimdilik sadece birkaç cümlelik bir tanım yazıyorum, artık bu akşam mı yarın mı bilemem, bölümleri koymaya çalışacağım. Beş bölüm olarak yazmayı planlıyorum.


“Bir an kasabanızın hanında kör kütük sarhoş iken, bir diğerinde kendinizi tanımadığınız dünyada, bambaşka bir ırk halinde bulunca nasıl hisseder insan biliyor musunuz?

Berbat. O konuya sonra geleceğim.”


Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun İncelikleri // Bölüm I
« Yanıtla #1 : 30 Ağustos 2012, 19:16:18 »
İlk bölüm çabuk geldi.

Ve yorumlarınızı, her tür sert eleştirilerinizi yazmayı unutmayın lütfen! :)



Bahar Festivali’nin getirdiği hareketlilik, elbette ki buralara da sıçramıştı. Han iğne atsan yere düşmeyecek haldeydi ve ana salon neşeli kahkahalarla, bağırış çağırışlarla ve yiyecek getirip götüren adamlarla kadınların “özür dilerim, geçebilir miyim?” sözleriyle inliyordu. Elbette herkes burnunun ucunu göremeyecek kadar sarhoştu, ben de dahil. Ara sıra yakalayabildiğim bir garsonu tutuyor, bir başka maşrapa daha istiyordum. Yeterince yemek yemiştim ve önümde küçük bir çıkıntı oluşturan göbeğimi daha da büyütmeye gerek yoktu.

Gülümsedim. Bahar Festival’leri hep böyle olurdu. Gelen her insan kasabamızdaki tek hana, yani buraya doluşurdu. Ki ben bunu sevmiyor da değildim. Babamın dilinden düşürmediği “Ne kadar çok, o kadar iyi.” Cümlesi beynime işlenmişti. Benliğimin bir parçası olup çıkmıştı. O yüzden bu tür festival, şenlik ve benzeri şeyleri çok severdim.

O sesi duyduğumda belki de onuncu içkimi bitiriyor, söylenen şarkıya eşlik ediyordum. Bir anda durdum. Bu kadar sarhoşken bile kulaklarımın işlevlerini yerine getirmesi şaşılacak şeydi. Üstelik böyle bir ortamda. Hana kısaca göz gezdirdim. Kimse bu sesi duymuş gibi görünmüyordu. “Belki de hayal gücümün ürettiği saçmalıklardan biriydi,” diye düşünerek düşüncelerimi o sesten uzaklaştırmaya çalıştım. Hatta başardım da. Ancak birkaç dakika sonra yine aynı sesi duydum. Sanki birisi nefes nefese koşuyordu. Ve gitmek istediği yere yakınlaşmıştı. Nedenini bilmiyordum fakat bir rahatlama hissettim.

Bunların hayra alamet olmadığını düşünüyordum. Sonuçta insan her zaman garip garip sesler duymazdı. Hana tekrar göz gezdirip de hala kimsenin fark etmediğini görünce, yavaşça ayağa kalktım. Böyle bir gecede dinamik olmak güçtü. Meslektaşım Finmar’ın bana kalabalıkta zar zor duyulacak bir sesle bağırdığını duydum. Yanlış duymadıysam “Nereye gidiyorsun?” diye sormuştu. “Benimkini biliyorsun, dırdır eder şimdi!” diye bağırdım karımı kast ederek. Anlarmış gibi bir hareket yaptı. Demek ki beni duymuştu. Hanın kapısına ulaşmaya çalışırken rastladığım arkadaşlarıma da kısa bir baş selamı verdim.

Çıkışa ulaştığımda hızlıca kapıyı açtım ve kendimi dışarı fırlattım. Temiz hava bana hücum ederken, hızlıca çıkmanın karşılığı olarak şiddetli bir baş ağrısı kazanmıştım. Yavaş yavaş yürümeye başladım. Bir bakıma Finmar’a yalan söylememiştim. Planım etrafa göz gezdirmekti. Birisini göremezsem de, eve doğru yol alacaktım. Dikkatimi yapabileceğim kadar çok toparladım. Ve sessizleştim. Her nefes alış verişimde ağzımdan çıkan o tanıdık hırıltıyı yok etmeye çalışarak dinledim. Evet, ses hala geliyordu. Sanki hem yanımdan hem de içimden geliyormuş gibiydi. Biraz daha kulak kesildim. Ve ardından ilk düşüncemin doğru olduğuna karar verdim.

Bir karaltı hızla buraya doğru yaklaşıyordu ve benim önünden çekilecek zamanım yoktu. Kaçınılmaz sona hazırlanarak bekledim. KÜÜT. İkimiz de yere kapaklandık. Gerek midemin dolu oluşundan, gerek de üzerimde elli kiloluk –öyle umuyordum- bir ağırlığın oluşundan, kusmuk boğazıma kadar geldi. Kendimi zorlayarak onu geri gönderdim.

Başımı çevirerek üzerime düşen kişiyi görmeye çalıştım fakat çok zordu. Bir süre uğraştıktan sonra onun üzerimden çekilip ayağa kalktığını gördüm. Sonra da bir elini bana uzattı. Pelerininin kolu da olabilirdi, emin değildim. O anki şaşkınlığımla bunu fark edemedim.

“Özür dilerim.” Diye bir ses geldi derinden. Bir an o kadar afalladım ki, sesin adamdan geldiğini düşünemedim. Çünkü ses düşüncelerimden geliyormuş gibiydi. Tıpkı o hızlı nefes alıp veriş gibi. “Bir şeyiniz yok değil mi?” Yine aynı ses. Biraz kuru, biraz kulak tırmalayıcı. Sanki beynimi deliyor, paramparça edip bir kenara atıyor gibi.

“Hayır, bir şeyim yok.” Dedim. Kafası kapüşonunun altında olduğu için bir şey göremiyordum fakat kafa sallamış olabilirdi. Döndü ve gitmeye hazırlandı. Merakıma yenik düşmemek için çok çaba harcasam da, beceremedim ve beni rahatsız eden o soruyu sordum. “Özür dilerim ama Bahar Festivali’nde neden buradasınız? Sizi tanıdığımı sanmıyorum.”

Göremesem de bir an boyunca gözlerini bana diktiğini hissettim. Sanki içimi, derinliklerimi görmeye çalışıyor gibiydi. Temiz hava gibi, korku, heyecan ve dehşet duyguları da bana hücum etmeye başladı. Yanlış bir şey söylediğimi sandım. Ancak bir saniye sonra bu his gitti ve kendini sessizliğe bıraktı. Cevap vereceğine dair umutlarımın kesilmek olduğu sırada, o kuru ses yine konuştu. “Eğer benimle gelmekten tedirgin olmazsan, sana gösterebilirim.”

Bu benim gitmemem gerektiğine dair ilk ipucum olmalıydı, fakat anlarsınız ya, insanlardaki şu merak duygusu neler neler yaptırıyor.

Çevrimdışı HighLord

  • **
  • 244
  • Rom: 5
  • Dragonborn
    • Profili Görüntüle
    • Kotalılar Vakfı
Ynt: Ruhun İncelikleri // Tanıtım
« Yanıtla #2 : 30 Ağustos 2012, 19:41:26 »
Güzel bir hikaye olduğunun ve konunun ilgi çekici olduğunu söyleyebilirim. Fakat izninle biraz eleştiri yapacağım.

Tanıtım yazısından başlayalım. Tanıtım yazısında hemen spoiler vermen açıkçası bana göre iyi değildi. Hikayeye daha da meraklanmak yerine önümüzde ne olduğunun bildiğimden dolayı biraz hayal kırıklığı oluştu. Bunu vermeseydinde merak ederek ilerleseydik daha iyi olurdu sanırım.

Küçük bir ayrıntı ama şuna da takıldım :''O yüzden bu tür festival, şenlik ve benzeri şeyleri çok severdim.'' Zaten neden sevdiğini açıklıyorsun. Bir daha bunu yazmanın anlamı yok. Anlam düşüklüğü yarattı sanki orada.

Mekan tasviri. Evet buna önem veriyorum ben. Adam dışarıya çıkıyor da nereye çıktığından haberimiz yok mesela. Hayalimizde canlandırırken etrafında ne olduğunu bilmiyorum. Burada sanırım okuyucunun hayalgücüne bırakmak istemişsin. Ama ben okuyucuya mekan tasvirinin yapılması gerektiği düşüncesindeyim. Kafamızda daha iyi oluşur böylece.

Şimdilik benim gözlemlediğim şeyler bunlar.

Ellerine sağlık. :)



Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ruhun İncelikleri // Bölüm II
« Yanıtla #3 : 31 Ağustos 2012, 16:12:27 »
@HighLord, söylediğin şeylere dikkat ettim ve hatalarımı düzeltmeye çalıştım.

Ayrıca bölüm biraz uzun olabilir, betimlemeler vs. şeyleri pek kullanmazdım eskiden. Şimdi böyle uzun yazınca bir garip oluyor :)



Kararsızdım. Bu tanımadığım kişiyle gitmeli miydim? Beynimin arkasından bir ses “Hayır!” diye çığlık atıyor, kırıp geçiriyordu. Fakat uzaktaydı, ve benliğime işlemiş olan merak duygusu o sesten çok daha güçlüydü, bu sayede kısık bir sesle “Evet.” dedim. Belirsiz bir cevap vermiş olsam da, vücudunun neredeyse hiçbir yeri gözükmeyen adam hafifçe başını salladı. Ve onu takip etmem gerektiğini gösteren bir işaret yaptı.

Tedirgin ve –sarhoşluğum sebebiyle- yavaş adımlarla onu takip ettim. Küçük bir patikada yürüyorduk. Eğer bu patikadan hiç sapmadan direk giderseniz, evime ulaşabilirdiniz. Ama adamın evime gideceğini sanmıyordum. Patikanın etrafı düzensiz ve karmakarışık ağaç öbekleriyle doluydu. Ağaçlar hanın kapısına kadar bu şekilde gidiyor, sonra budanmış ve düzenlenmiş bir hal alıyordu. Aslında belirli aralıklarla bu çalılıklar kesilirdi, çünkü uzamasına izin verirseniz, insan boyunu geçtiği olurdu. Bu yüzden en fazla dizlerimizin boyunca gelecek şekilde keserdik, böylece hem insana etrafı çevriliymiş gibi hissettirmiyor, hem de güzel görünmesini sağlıyordu. Ara sıra çalıların arkasından evler görüyordum. Küçük penceresinden sızmayı başaran ışıklarla birlikte, uzaklarda, küçük birer pırlantaya benziyorlardı. Bazen de bu evlere gitmek için açılan küçük, ağaçsız yollar vardı.

“Keşke bu yollardan birine sapsak.” Diye düşündüm içimden. Bu işin sonu iyiye varacağa benzemiyordu. Aslında kaçabilirdim, fakat öyle bir şey yaparsam engelleneceğime dair bir his vardı içimde. Yürümeye devam ettim.

Bu arada farkında olmadan patikadan çıkmıştık. Ne ara çıktık bilmiyordum, fakat bunun yanımdaki adamla ilgili olduğunu varsayıyordum. Görünürde çalılardan başka bir şey yoktu. Onların içinden nasıl geçeceğimiz hakkında da en ufak fikrim yoktu. Tam başımı çevirip nereye gittiğimizi soracakken fark ettim ki, ağaçlık alan yok olmuştu! Gözlerimi birkaç kez kırpıştırdım. Hayır, yol açıktı. O kadar şaşırmıştım ki bunu nasıl yaptığını sormayı unuttum. Tabi o yaptıysa. Belki de benim görmediğim bir yer olabilirdi, fakat bu ihtimalin olma ihtimali çok azdı.

Bir şeyler söylemeye, en azından bir hırıltı çıkarmaya çalıştım fakat nafile, yapamıyordum. Geldiği yere geri gidiyordu hemen. Bunun da onun marifeti olduğuna dair bir şüphem vardı, fakat kurcalamadım.

“İşte.” Dedi. Birkaç dakika mı yoksa birkaç saat mi geçtiğinden emin değildim. Sessizlik üzerime o kadar çok yapışmıştı ki, onu delip geçen bir ses olunca olduğum yerde sıçrayasım gelmişti. Karnınızda bu kadar çok içki olunca onu da yapamıyorsunuz tabi.

Geldiğimiz yere göz gezdirdim. Küçük bir açıklıktaydık-ki böyle bir yeri daha önce görmemiştim. Toprağın içine küçük taşlar karışmamıştı. Çalılar sanki birisi onları süpürmüş gibi açıklığın etrafına dizilmişti. Ve gariptir ki, gittikçe büyüyüp durduğumuz yeri karanlığa boğuyorlarmış gibi hissediliyordu. Çevrede her zaman duyulan baykuş sesleri ve kurt ulumalarından eser yoktu. Bu beni daha da rahatsız ediyordu.

“Otur lütfen.” Dedi adam. Neden böyle söylüyordu ki? Ve ben hangi akla hizmet bu lanet olasıca yere kadar onu takip etmiştim? Sessizde kendi kendime mırıldandım. Hem topraklı bölgeye neden oturacaktım ki? Fakat pelerinli benden önce davranmış, yere çökmüştü. Sanki onun oturduğu yerde bir karanlık vardı, ve koskoca dünyadaki hiçbir ışık o karanlığı delip geçemezdi.

Gözlerini bana dikti yine. İşte bu sefer gözlerini görebiliyordum. Tahmin ettiğim gibi değildi. İçinde kaybolacağınız bir koyuluk değildi, maviydi sadece. Sadece mavi. Ama ne mavi. O gözlerde bir ışıltı vardı, ne olduğunu anlayamıyordum. Mavi gözleri, siyaha yakın pelerini ve cübbesiyle  koskoca bir tezat oluşturuyordu.

Ne yaptığımın farkında olmayarak oturdum. Paldır küldür kendimi yere attığım için homurdanmam gerekirdi. Homurdanmadım. Muhtemelen başımın ağrıması gerekirdi. Ağrımadı. Aslına bakarsanız hiçbir şey hissedemiyordum. Uygun olmayan bir yerde oturduğum için ağrıması gereken popomu, yere çökmeden önce şöyle bir elimi gezdirdiğim toprağı, vücudumu…

Gözleri hala bana kilitlenmişti. Şimdi dünya etrafımda dönüyordu. Çalılıklar başımın yukarısındaydı. Topraklar havada uçuşuyordu.. Sonra hepsi birbirine karıştı. Nerede olduğumu, ne yaptığımı hatırlayamadım. Kimdim ben? Boşlukta süzülüyordum. Kimdim ben? Kendimi tanımıyordum. Kimdin ben!?

Başımın döndüğünü, midemin bulandığını hissettim. İçimi buruk bir sevinç kapladı. Hissedebiliyordum! Evet, yapabiliyordum! Bu hissin çabucak geçmesi de ayrı bir üzüntü dalgası yayılmasına sebep oldu tabii.

Kendimin de ters düz olduğunu anlayınca kusmaya başladım. Kusmuk bu sefer geri gitmedi, bir hortumdan çıkıyormuşçasına dağıldı. Yine hissedemiyordum.

Tüm bunların arasında, evrenin tam ortasında pelerinli duruyor, tam karşısına bakıyordu. Ona hiçbir şey işlemiyordu. O sıfır noktasıydı. Başlangıçtı. Her şeyin ve herkesin birleştiği noktaydı o. Onu oradan söküp alamazdın. Her şeyin ve herkesin efendisiydi o , düzenin, dengenin. Bunların hepsini yabana atamazdın. O sendi. O bendi. O herkesti.

Görüntü bir anda değişiverdi. Artık iki ayağımın üstünde durabiliyordum. Açıklık da yok olmuştu, her şeyin ve herkesin efendisi de. Aydınlık bir alandaydım. Ne olduğunu anlamadığım, beyaz bir şeyin üzerinde duruyordum. Beton, diye yankılandı bir ses. Aniden arkama döndüm. Hiç kimseyi göremedim. “Kimsin sen?” diye bağırdım. Bu sefer de benim sesim yankılandı. Ben senim, dedi yine o ses. Sen de bensin. Kendine bir bak. Sen artık sen değilsin.

Vücuduma, kollarıma göz gezdirince doğruyu söylediğini anladım. Kendimi çığlık atmamak için zor tuttum, ama pek az bir şey kalmıştı hani.

Haklıydı. Derimin rengi değişmişti ve ben, artık ben değildim.