Kayıt Ol

İnsan ve İblis

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
İnsan ve İblis
« : 14 Eylül 2016, 18:00:46 »
Tanıtım: "İnsan olmak ne demektir?"

Yirmili yaşlarında, pek çok sorununun yanı sıra, sosyal olarak izole olmuş ve toplum tarafından reddedilmiş sıra dışı bir genç, bir gün şeytani bir güçle yaptığı bir anlaşma sonucu hiç düşünmediği olayların içine çekilir. Daha kendisiyle yaşamayı beceremeyen bu genç adam, doğaüstü yaratıklar, siyasi entrikalar ve komplolarla dolu bir dünyada hayatta kalabilecek ve sorusuna bir cevap bulabilecek mi?

Tür: Psikolojik, Fantastik, Aksiyon, Siyasi

Bölüm 1 - İşkence

Bütün hayatım boyunca ikilemlerde kaldım. Karşılaştığım bir durum hakkında o kadar farklı bakış açısından düşündüm ki, seçim yapamamış ve kendi kendini bitirmiş bir insan olarak kaldım. Ne olduğu fark etmedi, işle alakalı bir şey ya da kişisel hayatım; tek bir durum için aklına on beş seçenek geldiğini düşün. Hemen her biri de bayağı bir olası geliyor üstelik. Kafayı yememiş olmama şaşırıyorum.

Şimdiyse bu nefes darlıkları ve kalbimin mal gibi atıp durması başladı. Daha fazla soruna ihtiyacım varmış gibi.

Kendimi suçladım zayıf olduğum için, insanlığı suçladım bu kadar bencil ve sadist olduğu için. Gücü suçladım, sevgiyi kovaladım, idealist oldum, makyavelist oldum, pragmatist oldum... hiç biri fayda etmedi. Kendimi öldürmeyi de düşündüm ama içimdeki o umut kırıntısı ya da korku buna izin vermedi. Sonuçta bir kere yok olursam bir daha asla var olma şansım olmayacak, tüm o dinler ne derse desin.

Yoruldum. Var olmaktan ve her gün bu acı ya da sıkıntı dolu yaşamı çekmekten yoruldum. Eskiden olsa mucizevi bir değişim aramaya çalışır ve her şeye baştan başlamayı denerdim; sadece bir kere daha yenilmek için. Hayatta yeni bir sayfa açmak belki benim için vardır belki de yoktur. Bu mentaliteyle yapamayacağım ise kesin.

Bütün bu düşünceler, istenmeyen ama inatçı bir misafir gibi gelip giden kendinden şüphe krizleri ile kendimi bitirdim. Şu an ise, bu ayna karşısında ruhuma bakıyorum. Bütün çıplaklığıyla; zayıf, öfkeli, nefret dolu, korkan küçük bir çocuk gibi. Bir yandan bu dünyayı kabullenmek isteyen –ki böylece bütün çilesi sona ersin- fakat asla bunu uzun süreli yapamayan. Sürekli isyankar fakat hiçbir şeyi değiştiremeyen.

Bu işkenceyi kim ya da ne yaptı bilmiyorum. "Bir gün onu bulursam bütün bunları ödeteceğim! Hangi insan sonsuza kadar bilinçaltına maruz kalma cezasına çarptırılır ki!"

Demek isterdim fakat önümdeki bu zehir dolu ruh, benim ruhum, bunu başaracak güce asla ve asla sahip olamayacağımı bana fısıldıyor. Keşke bir çıkış yolu olsaydı...

"Yine bir neden mi arıyorsun? Senin gibiler hep bunu yapıyor?" diyen bir ses yankılandı kara boşluğun içinde.

"Kim var orada?" diyen genç, kısmen hışım kısmen korkuyla etrafına bakındı.

Burada ne kadar süredir bulunduğunu bilmiyordu fakat ilk kez, karşısındaki yansıma ve kendi düşünceleri haricinde birinin sesini duymuştu. Bir tehdit miydi yoksa arkadaş mı? Dost biriyse onu hayal kırıklığına uğratmamalıydı yoksa sonsuza kadar burada hapis kalabilirdi.

"Senin işkencecin diyebilirsin," dedi, kalın ve kuvvet kokan ses.

"Benden ne istiyorsun orospu çocuğu?" diye anlık bir cesaret patlaması yaşayan genç adam bağırmıştı.

"Güzel, içindeki potansiyel sonunda ortaya çıkıyor," diyen ses, onu onaylıyordu "Çok basit. Ortağım olmanı istiyorum."

"Ne?" dedi, bunu beklemeyen insan. Daha doğrusu bu seçenek de aklına gelmişti ama olası bulmadığı için göz ardı etmişti. Gerçi yine de bir umut kırıntısı olarak bir kıymık gibi zihnine saplanıp kalmıştı.

"Bu dünyadan sen de bıkmadın mı? İnsanoğlunun bütün bu bencilliği ve kötülüğü seni de bezdirmedi mi? Şu geldiğin hale bak, çocuk. Seni bu hale insan değil de ne getirdi? Hiç intikam istemediğini söyleme çünkü bunun yalan olduğunu ikimiz de biliyoruz," diye devam etti, gaip ses.

"Sen... bir iblis misin?" diye sordu, ergenliğini henüz bitirmiş olan adam.

"Tabii ki de. Tek bir amacım var; insanoğluna ve diğer herkese bütün bu yaptıklarını ödetmek. Bunun için de benimle işbirliği yapacak birine ihtiyacım var. Ancak bir bedeli var; ruhunu bana teslim edeceksin."

"Beni salak mı zannediyorsun?" diye retorik bir soru sordu, genç.

"Hemen öyle sinirlenme. Kiralık bir kontrat öneriyorum sana. Bir yıl için ruhun benim olacak, ardından istediğini yapabilirsin."

İşte bu aklına gelmemiş olan adam duraksamıştı. Artıları ve eksilerini uzun uzun düşündü, işin içinden çıkamaz hale gelene kadar.

"Süren sona erdi," dedi iblis, "Şimdi bir cevap ver; ya evet ya da hayır."

"Evet, kabul ediyorum," dedi genç adam.

Korkunç bir kahkaha zihninde yankılanırken bir anlığına etrafı dolduran koyu yeşil ışık yüzünden gözlerini kapamak zorunda kaldı. Ardından kendini elindeki market poşetiyle sokağın ortasında buldu. Bu salak işkenceye katlanmadan önce bulunduğu yerde duruyordu. Sanki zaman hiç ilerlememiş gibi.

"İlk hedefini belirledim," diyen iblisin sesini duydu kafasında "Komşunu öldüreceksin."

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: İnsan ve İblis
« Yanıtla #1 : 15 Eylül 2016, 14:43:06 »
Bölüm 2 - Komşu

Akşamüstü çayını hüpürdeten, başının üst tarafı kelleşmiş adam, balkondan aşağıyı süzüyordu. Sakin bir gündü, hayatının geri kalan günleri gibi. Bu sakinliğe ulaşmak için çabalaması gerekmişti ancak. Bundan yirmi beş yıl önceki hali, yani gençliği çok uzak bir rüya gibiydi şu an. Büyük planları ve hedefleri olan, tuttuğunu koparmaya odaklı agresif biriydi; başka bir deyişle normal bir erkek idi.

Aynı normallikle devam eden hayatı, yirmi beşini geçtikten sonra durulmaya başlamıştı. Kendisini iyi ve temiz bir eş ararken, yuva kurmak isterken bulduğunda ne kadar da şaşırmıştı. Böylelikle kendisine düzgün, normal bir kadın bulup evlenmiş ve kısa sürede ilk çocuğuna sahip olmuştu. Aynı zamanlarda politika ve partiler ona çok daha önemli gelmeye başlamıştı. Ne de olsa artık kurulu düzenin ve ülkenin üretken bir parçası olarak düşünmesi gereken şeyler vardı. Televizyon da bas bas ona bunu bağırmıyor muydu? Ülkesinin, dolayısıyla kendisinin geleceği için endişelenmesini ve korkmasını söylüyordu. Hem bütün o siyasiler yozlaşmış bir oyun içinde bütün bu insanları yıkıma sürüklüyordu.

Bu düşüncelerle katıldığı partide bir fark yaratacağını düşünmüştü. Gençliğinin ateşi solarken, belki de son bir değişim umuduydu bu. Fikirlerinin bir çok şeyi değiştireceğini, belki de bu partinin bir gün başına geleceğini düşünürken, kabullenmesi uzun süre alsa da hiçbir halta yaramadığını anladığında ise artık hayatta yapacak bir şeyi kalmadığını fark ederek yıkılmıştı... geçici olarak tabii ki.

Herkesin orta yaş bunalımı dediği şeye yakalanmıştı. Sıradan bir iş, sıkıcı bir hayat ve gerçekleşmemiş hayallerle çevrili olduğunu fark eden insanın isyan çığlığı onu sarmıştı. Sofra arkadaşları ve meyhanelerle de bu dönemde tanışmıştı işte. Aile hayatı artık onu tatmin etmez olmuş ve üç çocuğuyla karısına bilenir hale gelmişti. Bir kenara attığı hayatını hatırlatıyordu hepsi ona, özellikle büyük oğlunun onun zamanında izlediği yoldan gittiğini gördükçe tepkisi büyümüştü. Arkadaşlarıyla içtiği bir günün ardından eve geldiğinde, bağırıp çağırarak onu fena haşlamış ve bir iki tane indirmişti. Bunu yapmak istemiyordu fakat dünya onu buna itmişti, kötü adam olması gerekiyordu ki, çocuğunu korkutması gerekiyordu ki onunla aynı hataları yapmasın. Böyle düşünmüştü.

Bunalımdan çıkalı bir süre geçmişti ve artık daha oturaklı, tekrar üretken bir toplum üyesi olarak hayatını sürdürmeye devam ediyordu. Mahallede saygın bir adamdı o, parti görüşünün aksine markete gittiğinde (bir zincir de olsa alın teriyle kurulmuş bir yapıydı onun gittiği market, kimin umrundaydı artık bakkallar, ne de olsa risk almaya korkmuş ve küçük kalmış olan iş yerleriydi onlar, sonuçta kendi suçlarıydı) ordaki kasiyerler ile muhabbet eder ve engin bilgisinden bu gençlere bir öğün tavsiye verirdi.

Eve geldiğinde ise karısıyla biraz konuşur, akşamüstü çayını içer, ardından televizyonun başına kurulur ve haberleri takip ederdi. Neler olup bittiğini sürekli izlediği iki-üç kanaldan öğrenmek şarttı ne de olsa.

Ayda bir ise, yöneticisi olduğu apartmanın aidatlarını toplamaya çıkardı. Ne büyük bir şeydi bu, onun küçük hayatı için. Vergisini alan bir kral gibi bütün binayı dolaşır ve hakkını talep ederdi. Onun sayesinde bu yerin yeni sıvaları ve yalıtımı olmuştu. Sıva tamam ama kaç binanın bu devirde yalıtımı vardı? Arada bir, üç beş kuruş cebine atıyorsa ne vardı ki? Harcadığı emek için onun hakkı olan küçük bir ücretti. Yine de kimseye söylememişti bunu, insanların bunu anlamayacağının farkındaydı.

Hayatında küçük bir sorun vardı yine de, karşı dairede oturan gence ulaşması zor oluyordu. Kapısını çaldığında evdeki sesin kesildiğine birden fazla kez şahit olmuştu. Aidatı birden fazla kez geciktirdiği de olmuştu, ki bunu –ve onu baştan savmasını- saygısızlık addediyordu. Başta imalarla anlatmaya çalışmıştı bu durumu, karşısında utanıp bükülen bu genci gördüğünde ise zafer kazandığını sanarak sevinmişti. Kimse ama kimse, onun binasında ona saygısızlık edemezdi.

Oysa genç, bir süre sonra tekrar aynı davranışlara dönerek sinirini iyice bozmaya başlamıştı. Bu sefer daha büyük oynayarak, apartman toplantısında bu konuyu dile getirdiğinde ona haddini bildirmiş ve çevresindekilerin sessiz ama onaylayan desteğiyle bu oyunun galibi olmuştu. O zamandan beri bir kere bile bu tarz bir sorun yaşamamıştı.

İşte bu örnek vatandaş aşağıdaki dar sokağı süzerken, sorunlu gencin yüzü asık bir ifadeyle apartmana yol aldığını gördüğünde, tekrar, olanları ve zaferini hatırlayarak, bölgesini belirleyen bir horoz gibi kabararak çayını içmeye devam etti.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: İnsan ve İblis
« Yanıtla #2 : 16 Eylül 2016, 23:15:58 »
Bölüm 3 - Bağımlılık

Dairesinin kapısını açan genç adamın elleri titriyordu. Kendisini eve gelene kadar tutmaya çabalamıştı ve şimdi güvenli alana vardığının bilincinde olduğu için, bedeni gittikçe daha fazla koyuvermeye başlamıştı. Başına gelenlere hala tam inandığını söyleyemezdi, yoksa tamamen kafayı yemiş miydi sonunda? Her şey çok gerçek gelmişti fakat bunu bir kanıt sayamazdı. Bunların gerçek olduğuna işaret eden tek şey, daha önce hiç bu tarzda bir psikolojik vaka duymamış olmasıydı.

"Hepsi gerçek," diye düşündü "Bir iblisle anlaşma yaptım."

Eve girip, ayakkabılarını topuklarına basarak çıkardıktan sonra kuvvetlice kapıyı arkasından çarptı ve yere çöktü. Daha önce de bu tarz anlar yaşadığı olmuştu, kimi zaman zor bir günün ardından kimi zaman ise sebepsiz yere başına gelmişti. Hemen her seferinde ise içinden bir ses, ona abartılı bir tepki verdiğini fısıldamıştı. Kendine acımak, psikolojik bir "yıkım" yaşayarak her şeyi boşlamak için bir bahane arıyor ve kendi kendine yaşadığı bu küçük dramalarla bu davranışını pekiştiriyordu. Bunun doğru olup olmadığını bilmese de, zihninin bir köşesinde hep vardı bu düşünce.

Şimdiyse, gerçek olayın ağırlığı üstüne çökmüştü. Dakikalar birbirini kovalarken titremesi geçmeye ve yerini umursamaz bir boşluğa bırakmaya başladı. Kapının önündeki zeminde otururken, zaman kavramı bulanır ve kendini daha güvende hisseder olmuştu. Sanki burada ömrünün geri kalanı boyunca durabilir ve her şeyden uzakta kalabilirmiş gibi.

Ancak, hayat böyle işlemediği için bir süre sonra kalkarak mutfağa gitti ve hazır çorba çıkarıp, ketılda ısıttığı suyu üstüne boşalttı. Azıcık ekmekle onu midesine indirdikten sonra biraz daha iyi hissetmeye başlamıştı fakat boşluğun keyif veren uyuşukluğu onu hala terk etmemişti. Etmesini de istemiyordu. Bu andan yararlanarak bilgisayarının başına geçti ve saatlerini boş boş internette gezinerek harcamaya koyuldu.

Ertesi akşamüstü uyanan genç, güneşin kaybolmaya yüz tutmuş son ışığını görmek için perdeleri açıp sokağa şöyle bir göz attı. Her şey aynı sıkıcılıkta normal görünüyordu. Ne bir polis ne de peşine düşmüş bir şeytan avcısı vardı. Belki de zamanında hayal dünyasına çok kapıldığı için bu tarz bir şey beklemişti. Gerçi dün –ya da o garip hapiste ne kadar zaman geçirdiyse- yaşadıklarını normal sayamazdı. Öğrenmesi gereken şeyler ve bir sürü sorusu, başka bir deyişle bir ton yükümlülük, olsa da hala devam eden umursamazlık hissi sayesinde hiçbir stres hissetmeden "sabah" kahvesini koydu ve bilgisayarın başına geçti. Bu şekilde üç gününü harcadıktan sonra, küçük tatili sona erdiğinde ise, gerçeklik tekrar onu çağırmaya başlamıştı ve istese de istemese de –her insan gibi- onu yanıtlamak zorundaydı.

Dördüncü gün, internetten iblisler ve doğaüstü varlıklar hakkında bir şeyler araştırmaya teşebbüs etmişti fakat pek de bir şey bulduğu söylenemezdi. Metaldan tut, adını bile ilk kez duyduğu müzik türleriyle alakalı şarkı sözleri bir kenara, geri kalanlar ya dini öğütler ya da fantastik öykülerdi. Arada ise ya kafayı yemiş ya da ilgi arıyor gibi görünen kişilerin yazdığı, bir şeytana bakire kurban etme ya da Lucifer'le sevişme gibi şeylerle alakalı hikayeler görmüştü. Tam olarak nedenini bilmese de bunların uydurma olduğunu sezebiliyordu, ki bu onu rahatsız etmişti. Sezgilerin işe yararlığını reddetmese de, empirik bir yaklaşımı her zaman daha güvenilir bulmuştu. Oysa şimdi, bilmediği bir nedenden dolayı bilgilerin doğruluğunu ayırt edebiliyordu.

Bu yeniliğe rağmen, beşinci ve altıncı gün de aynı geçti. Ancak yedinci gün, bir blogdan bulduğu isim sayesinde deep web'teki bir siteye ulaşabilmişti. Aradığı bilgi yoktu fakat siteden siteye atlayarak sonunda bir belgeye ulaştığında, kalbi heyecanla hızlanarak aradığı bilgiye varmak üzere olduğunu bildirdi ona.

Derin nefesler alıp vererek kendini sakinleştiren genç, sekizinci günün şafağı sökerken, hafiften titreyen parmaklarıyla word dosyasını açıverdi. Yirmi sayfalık bu yazı, aynı kendisinin başına gelene benzer bir olayı anlatıyordu. Aynı zamanda, iblisiyle bağlantı kurmasının bir yolunu da belirtmişti. Bunun dışında olayın iç yüzü ya da neler yapılabileceğiyle ilgili pek bir bilgi yoktu. Yazarı her kim ise, onun da bu tarz bir işe yeni bulaşmış olduğu belliydi.

Dizüstü bilgisayarı kapayan genç, yüzündeki kirli sakalı sıvazladıktan sonra banyoya gitti. Sıçrayan sulardan arta kalan lekelerle kaplı aynaya bakarken, kahverengi gözlerinin altında torbaların belirmiş olduğunu fark etti. Otuz saattir uyumadığı düşünülürse normaldi. Bu sebeple, bir sarhoş gibi hareketleri ve düşünce akışı bulanmış olsa da, içindeki heyecan ve stres uyumasına izin vermeyecekti. Böylece, talimatları izleyerek aynayı bir yumrukla parçalarken şu kelimeleri sarf etti.

"Ortaya çık."

Kırılan cam parmaklarının dışını keserken, karşısındaki yansımanın değişerek kara dumanlar salan bir canlıya dönüşmesini izledi. Bir an sonra ise, kendisini tekrar karanlığın içinde buldu...

"Etkilendim, genç adam. Beni bu kadar erken çağırabileceğini düşünmemiştim," diyen kalın bir ses boşlukta yankılandı.

"Sağol..." diye otomatik bir cevap veren genç, kafasını sallayarak önceliklerini hatırladı "Benden ne istiyorsun?"

"Talebimi sana belirtmiştim," diye baştan savma olduğunu düşündüğü bir yanıt geldi.

"Oyun oynama," diye onu tersledi, içindeki her şey ona aksini yapmasını söylemiş olsa da "Asıl amacın ne?"

"Kim öyle bir şey yaptığımı söyledi, genç insan? Kendini yeterince ifade edemiyorsan bu senin suçun, bu yüzden tipik acınası insan güç gösterisini bir kenara bırak. Asıl amacıma gelirsek; intikam istiyorum. Ne daha fazlası ne de daha azı."

"İyi de neden? Neden komşum? Ve sen, sen kimsin? İblis de ne yani, sanki bunu çok açık bir şekilde anlamam gerekiyormuş gibi. Bir anda belirip, bana işkence ediyor ve bedenimi ele geçiriyorsun. Zorla isteklerini yapmayacağım, öldüreceksen öldür," diyen adam, aklındaki uzun ve mantıklı nutukla alakası olmayan bir şekilde tamamen tepkiyle konuşmuştu.

Geçmek bilmeyen saniyeler, bu patlamasının bedelinin korkunç olacağını fısıldadı ona. Karşısındaki bir iblisti, kötülük ve nefret dolu bir varlık. Aynı zamanda sonsuza kadar ona işkence edebilecek kapasitede birisi. Kimdi ki o?

Dediklerinden pişman olmaya başlamıştı ki, etraf birdenbire aydınlanarak karşısındaki bir gölgeyi gözler önüne serdi. Şaşırtıcı –bir açıdan da beklendik- şekilde, gölgelerle kaplı siluet onu andırıyordu. Bir seksen küsür boyundaki kapkara bedeninden siyah dumanlar yavaşça yere süzülen yaratık, koyu yeşil gözlerinden zümrüt rengi ışık huzmeleri saçarak ona bakıyordu. Elinde olmadan bu varlığın sağlam göründüğünü düşünmüştü.

"Seni aldatmasın, bu sadece senin vücudundaki formum. Gerçek halimi görmek istemezsin," dedi iblis "Ve insanlığın saçma kültürü ne kadar aksini söylese de, bir kere anlaşma yaptıktan sonra sana zarar vermek niyetinde değilim."

"Neden?" diye sordu genç, doğal olarak.

"Bir tüccar durduk yere partnerine niye zarar vermezse aynı sebeple. Parazitik yerine mutualistik bir ilişki çok daha karlı. Tam halinle çok daha işime yararsın. Aksini yapan bazıları olsa da, çok fazla dayandıkları söylenemez," diyen iblis, gözlerini kırpmadan ona bakmaya devam ediyordu.

"Ancak," dedi, sesi tehditkar bir tona bürünürken "Yüzleşmen gereken şeyler var ve küçük bir 'teşviğe' ihtiyacın olacak gibi görünüyor."

"Ne gibi şeyler?" diye sordu, nabzı hızlanan genç insan.

Kendi ayağıyla kapana kısıldığını düşünmeye başlamıştı.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: İnsan ve İblis
« Yanıtla #3 : 17 Eylül 2016, 20:47:33 »
Bölüm 4 - Veritas

"Ne gibi şeylerle?" diye sordu, kendine gelen genç.

"Bugüne kadar hep güç istememiş miydin? Senin bu çağrındı beni sana yönelten fakat şu an inanılmaz bir inkar içindesin. Söylesene, Eiros, gerçekten ne istiyorsun? Kalbinin derinliklerine bak ve bana cevap ver," diye onu yanıtlamıştı, iblis.

Güç yüklü kelimelerden ilk başta korksa da, ilgisini çekmiş olan bu yaratığa merakla baktı genç. Eiros'un ne demek olduğunu bilmiyordu, neden ona böyle hitap ettiğini de. Ancak asıl konu farklıydı. Onu çağırmış mıydı? Gücü arzuladığı bir gerçekti, hatta zayıflığı için kendini ve dünyayı lanetlediği olmuştu. Yine de bu şekilde istememişti ya da öyle olduğunu düşünüyordu... aklı bir hafta önce kısılı kaldığı düzleme ve aynaya gitti. Kendi yansımasına ve onda gördüğü açlığa.

"Bana ne öneriyorsun?" dedi, seçeneklerini bilmek isteyerek.

"İntikam," diye cevaplamıştı, daha fazla açıklamaya gerek görmeyen yaratık.

"Peki neden komşum?" diye sormak istediyse de, tekrar düşüncelerine dalıverdi. O adamı zerre sevmiyordu, inatçı bir zorba gibi habire onu rahatsız etmiş ve diğerlerinin önünde aşağılamıştı. Neden, diye düşündü, neden daha düzgün davranmadı? Beni ezik gördüğü için. Alt kattaki adam da aidatını kaç kere geciktirdi, hatta tatile gittiğinde aylar boyunca ödemediği oldu ama ona bir kelime bile etti mi?

"İstediğini yapacağım", diye kararını bildirdi iblise. Artık kararsızlıktan sıkılmıştı ve sonunda elinde eyleme geçmek için bir aracı vardı. Bunun nereye gittiği görmek istiyordu, tekrar hayata hüküm geçirmenin nasıl bir şey olabileceğini. Sonu nereye varırsa varsın.

"Güzel," dedi, sesi yankılanan iblis.

Bastığı yerde yeşil alevlerden bir iz bırakarak ona yaklaşırken, vücudundan salınan kara dumanların miktarı da artmıştı. Elini gencin göğsünün ortasına koydu ve konuştu.

"Fortis est veritas."

İblisin ağzının oynamasıyla hayat bulan kelimeler havaya geçer ve titreşen moleküller sayesinde yol alarak gencin kulağına ulaşırken, bilinen doğa kanunlarına aykırı olarak yok olmamışlardı. Zaman ve uzay bükülmüşçesine aynı anda tekrarlanırken, cümlenin başı, ortası ve sonu tek bir anda sonsuzluğa kadar var oluyor ve varlıklarını bu garip düzleme kazıyarak bir anlaşma ile bedelini bütün evrene bildiriyorlardı.

Derisini dağlanarak haykıran adam, kendisini tekrar evinde buluverdi bir anda. Hışımla tişörtünü çıkararak göğsüne baktığında yuvarlak bir sembolün bedenine işlenmiş olduğunu gördü. Kabarmış etinden yayılan yanık et kokusu burnuna dolunca midesi ağzına gelivermişti fakat kusmamayı başararak kendini tuttu.

Ayağa kalkarken, eğer bu işi zamana bırakırsa verdiği karardan şüphe duyacağını düşündü.

"Bu ses de ne be, saat gecenin kaçı?!" diye bir bağırtıyla birlikte kapısı şiddetle çalındı o anda.

Bu sesi tanıyordu, ne şanslıydı ki avı ayağına kendiliğinden gelmişti. Üstüne bir şeyler geçirme zahmeti duymadan kapıyı açtığında, karşısında öfkeden yüzü kırışmış yöneticiyi buldu. Ağzını açan adam tam bir şeyler diyecekti ki, gencin göğsüne dağlanmış olan izi gördü ve burnunu kapayarak elini salladı.

"Kafayı mı yedin sonunda?" diye bir yorumda bulunmuştu bir yandan.

"Bir sus be Allahın gerizekalısı," diye tersleyen genç, bir yandan ona yaklaştı.

Damarlarında farklı bir şeyin gezindiğini hissediyordu, duvarı yumruklasa içinden geçecekmiş gibi hissettiren bir şey.

Karşısındakinin art niyetli olduğunu sezmiş olan orta yaşlı adam, kendi kendine, veledin sonunda cidden sıyırmış olduğunu düşündü. Eve kapalı ve kimseyle muhabbeti olmayan biriydi ne de olsa, daha önce olmamasına şaşırması gerekiyordu asıl. Gözlerinde delicesine bir parıltıyla üstüne gelen bu üstü çıplak manyağı ittirip, yere yapıştırmayı denese de bir anda kendisini uçarken buldu. Katın tavanına çarparak tekrar yere indiğinde, vücudunda bir şeylerin kırıldığını hissetmişti. Acı dalgası bedenine yayılırken, ağzına gelen kanı öksürerek yere tükürdü.

Tek bir yumruğun bu kadar etkili olacağını düşünmemiş olan genç, saldırısı sonucu yerde kıvranan adamın üstüne çöktü.

"Y-yapma," diyebildi ev sahibi sadece.

Ancak bunun cevabı, başının büyük bir kuvvetle yere çarpılması oldu. Bilinciyle birlikte hayatı da yiterken, son sözleri bunlar olmuştu.

Adrenalinden nefes nefese kalmış genç doğruldu ve yaptığı işe baktı. Ne hissetmesi gerektiğini bilmiyordu, algılayamıyordu hatta. Birini öldürdüğü gerçeği daha üstüne çökmemişti. Bir çığlıkla dikkatini karşı dairenin açık kapısına vermek zorunda kaldığında, komşusunun karısını gördü.

"Poli—" diye bağırıyordu ki, karnına aldığı bir darbeyle yere yığıldı.

İlk tecrübesinden gerekli dersi almış olan genç öldürecek kuvvetle vurmamıştı fakat planlarında bu kadın yoktu. Ne yapması gerekiyordu? Onu da öldürmeli miydi? Ama öldürse bile ne olacaktı, artık buralarda yaşayamazdı.

Aceleyle dairesine tekrar girdi ve bir zamanlar dağcılık için almış fakat sadece birkaç kez kullanmış olduğu çantayı doldurmaya koyuldu. Salak! Ne diye bu kadar düşüncesiz davranmıştı, adamı bir köşede kıstırabilir ve bir soygun süsü verebilirdi. Mahallede bolca tinerci vardı ne de olsa, kimse bundan şüphe duymazdı ama anlık bir gazla hareket ederek her şeyi mahvetmişti.

Hayır, şu ana kadar olan hayatını çoktan bir kenara atmıştı. Böylelikle çantasını hazırladı ve üstüne bir gömlek geçirerek çıktı ve ev sahibinin dairesine girdi. Başka kimse evde gözükmüyordu, bu yüzden rahatlıkla evde bulduğu paraları cebine indirdi.

Merdivenleri hızlıca inerken, kapısını aralayan alt kat komşusu belirdi.

"Neler oluyor, genç?" diye bir soru yöneltmişti adam.

"Ananın örekesi," derken, elinin tersiyle adama vurarak dairesine geri yollayıverdi.

Nihayet apartmandan çıktığında koşturmaya baldı. Normalde olduğundan çok daha hızlıydı ve bu sayede birkaç dakika içinde uzun bir mesafe kat edebilmişti. Güvenliği olduğunu düşündüğü bir yere varınca durdu. Sokağın karşısından hızla gelen, sirenleri açık bir polis aracını görünce yakınlardaki dar bir ara sokağa sığınarak kendini gizledi. Şimdiden haberleri olmuştu demek ki. Birden, birinin onu arkadan dürttüğünü hissedince irkilerek arkasına dönüverdi.

"Paran var mı, moruk?" diye sormuştu, karanlık ara sokaktaki birisi.

Hayır anlamında başını sallarken, gözünden kaçan bir bıçak bir anda böğrüne saplandı. Dikkatsizliği için kendine söverken, korkuyla onun bir tinerci olduğunu anladı. Kafasına aldığı başka bir darbeyle yere çöktü. Üst üste inen tekmeler canını yakıyordu. Ancak acının eskisine kıyasla çok daha hafif olduğunu fark etti bir yandan.

İlk şoku atlatarak, yüzüne hızla yaklaşmakta olan başka bir tekmeyi yakaladı ve çekti. Yere kapaklanan tinerci n'olduğunu anlayamamıştı. Dikkatsizliği yüzünden dengesi bozularak düştüğünü sanarak doğrulduğunda, karşısında dikilen kurbanını buluverdi.

İnsanüstü kuvvetle onu tuttuğu gibi çıkmaz sokağın arkasına yollayan adam, yavaş adımlarla ona yaklaştı ve bacağının üstüne bastırarak kemiği acı verici bir sesle kırdı. Haykırmak için ağzını açtığında ise, kana bulanmış gömlekli adam eğilerek ağzını kapayıp, nefretle ona bakmıştı.

"Nasıl oluyormuş? Kendinden güçlü birine dalaşmak pek de hoş değil ha?" diyerek, tuttuğu gibi kolunu da kırıverdi.

Kıvranan bu adam, o an zerre vicdanına dokunmamıştı. Bu yüzden ağzına indirdiği bir tekmeyle onu katlettiğinde hiç rahatsızlık hissetmedi.

Ancak sokağın başından gelen bir emir, onu rahatsız etmeye yeter de artardı.

"Ellerini havaya kaldır!" diyen, silahını çekmiş ve tüm ciddiyetiyle dikilen bir polis –diğerlerinin aksine gerçek bir tehdit- onu kıstırmıştı.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: İnsan ve İblis
« Yanıtla #4 : 18 Eylül 2016, 16:42:15 »
Bölüm 5 - Kavga

N'apacağını şaşırmış olan genç bir anlığına donup kalıverdi. Bıçak ve tekmeler canını çok fazla yakmamış olsa da, doğrudan üstüne ateşlenen bir silahtan sağ çıkabileceğini sanmıyordu. Bir kargaşa yaratıp kaçamazdı da, sokağın arkası kapalıydı. Tek yön vardı ve onu da öldürmek için hazır dikilen polis tıkamıştı.

"Ellerini havaya kaldır ve arkanı dön!" diye tekrar etti adam.

Şansına önce ateş edip sonra düşünen birisi denk gelmemişti, öbür türlü çoktan gebermiş olacağının farkındaydı. Yine de başka seçeneği olmadığını bilerek, adamın dediklerine uydu. Yavaşça yaklaşan silahlı adamın adımları arka taraftan kulağına çalınırken, çevresini şöyle bir taradı. Sol tarafta kir ve pas kaplı bir konteyner, önünde ise öldürdüğü tinercinin cesedi uzanıyordu. Aklına bir fikir gelerek adamın yaklaşmasını bekledi, riskliydi fakat denemekten başka yol yoktu.

Birkaç saniye sonra varan polis, gencin kafasını sertçe eğerek kelepçelemeyi amaçlıyordu fakat onu ittirmesiyle beraber genç yere yığılmıştı. Tedbirle silahını kaldırsa da, gömleğe bulaşmış kan lekesini görünce yaralanmış olduğunu anladı. Henüz otuz yaşına bile basmamış olan memur –tedbiri elden bırakmayarak- yerde yatan gence kelepçeleri geçirmek için uzandı. Oysa evdeki plan çarşıya uymadı ve bir anda bacağına yediği bir tekmeyle ayakları yerden kesiliverdi. Düşerken silahını iki el ateşlese de, ondan daha çevik olan genç, tinercinin cesedini önüne çekerek kurşunlardan kurtulmayı başarabilmişti.

Sadece tek bir şansı olduğunu bilen Eiros, fırladığı gibi adamın elindeki silahı tekmeledi ve yakasından tutarak tinercinin cesedine doğru çekti. Hesaba katmadığı şey ise, karşısındakinin oturup göbek büyüten birisi değil, işinin gereklerini yerine getiren eğitimli bir profesyonel olduğuydu. Gencin ayaklarına doladığı kollarıyla dengesini bozup, yere kapaklanmasını sağladığı gibi üstüne çullanan polis memuru, kolunu arkaya çekip bükerek hareket etmesini engelledi. Kişinin gücünü kendisine çeviren bu teknikten kurtulmanın tek yolu kolunu kırması olurdu. Bu yüzden ne kadar debelenirse debelensin, üstüne çökmüş olan bu adamın kavrayışını bir türlü gevşetemedi.

"Bırak!" diye bağırdı, sinirlenerek.

İstifini bozmayan polis, gencin savrulan diğer kolunu da yakalayarak aynı hareketi uyguladı. Belli etmese de ürkmüştü, bu kadar kan kaybına rağmen bu kadar şiddetli direnebilen birisiyle daha önce hiç karşılaşmamıştı. Hatta tam kondisyondayken bile bunu yapabilen birisini görmemişti. Hareketleri savruk ve deneyimsizlik kokuyor olsa da, bir hayvanın vahşiliğine sahip bu suçluyu bir an önce etkisiz hale getirmeliydi. Kollarını bırakmayı göze alamazdı, bu yüzden onları tutup kendine çekerken, bir yandan diziyle gencin beline bastırdı ve yaradan daha fazla kan boşanmasını sağladı.

Omurgası gerilirken acıyla haykıran Eiros debelenmeyi kesmek zorunda kaldı. Feci bir hata yapmıştı, memuru öldürmek istemediği için elini tinercinin kafatasına –onun kendisine sapladığı ve şu an yerde bulunan dikiştutmazı kullanarak- saplamayı ve ardından onu bayıltmayı düşünmüştü. Böylece uyansa bile hemen peşinden gelemeyecekti. Bir ölüm kalım meselesinde asla bir daha yapmamaya ant içeceği bir hata olmuştu bu.

Başka yolu kalmadığını bilerek, cesaretini pekiştirmek için haykırdı ve son bir çabayla bedenini büktü. Hareketle birlikte, amaçladığı gibi omzu çıkmıştı. Acıyla gözüne yaşlar dolsa ve şoktan dolayı gözleri kararmış olsa da, düşmanının bir anlık boşluğunu yakalamayı başarabilmişti. Bundan yararlanarak, diğer kolunu kurtardı ve önündeki dikiştutmazı kaptığı gibi geriye, adama savurdu.

Yarım yamalak hamle hedefini bulmamış olsa da, polisin darbeden kurtulmak için gerilemesine yol açmıştı. Bu sayede ayağa kalkabilecek zamanı elde eden Eiros, görüşü yerine gelirken karşısındaki adama şöyle bir baktı. Kendisinin aksine adamda tek bir çizik bile yoktu ve korkutucu bir soğukkanlılıkla pozisyonunu almış halde onu süzüyordu. İçindeki bir şey, ona bu savaşı kazanamayacağını söyledi. Çok kan kaybetmiş ve bir kolu işlevselliğini yitirmişti. Daha fazla risk alamazdı.

Böylelikle adama atılarak, bir yandan bıçağı fırlattı. Hala damarlarında gezinen kuvvet sayesinde büyük bir ivmeyle yol alan keskin metal, üniformayı delip geçti ve adamın etine gömüldü. Ancak kavgayı sürdüremeyecek durumda olan Eiros, işi bitirmek yerine olanca hızıyla koşturmaya devam etti.

Bu adamdan bir an önce uzaklaşması gerekiyordu.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: İnsan ve İblis
« Yanıtla #5 : 19 Eylül 2016, 18:44:35 »
Bölüm 6 - Hastane

Hastanede yatan adamın başında dikilen amiri, karnı sargılarla kaplı genç polise baktı. Daha önce de başına dert açtığı olmuştu fakat bu kadar büyük bir şeye karışabileceğini hiç düşünmemişti. Dışarıdaki medya kalabalığı, her zaman olduğu gibi, aç yırtıcılar misali bekleşiyor ve bir cevabı ağızlarından kapıp yüz kat büyüterek halka yaymak için fırsat kolluyordu. Bu yüzden buraya gelmişti zaten, onun yanlış bir şey demesini önlemek ve aynı zamanda uzun süren çabaları sonucu oluşturduğu "toplumsal yüzünü" kaybetmemek niyetindeydi.

"Amirim?" diye şaşkınlıkla sordu, gözlerini yeni açan memur.

Bir komşusunu öldürüp, karısını komaya soktuktan sonra, kaçarken başka birini yaralayan ve bir tinerciyi de katleden katille yaşadığı çatışmadan aldığı yara yüzünden bayılmış, genç sayılabilecek polisi, son anda çağırdığı destek kuvvetleri bulmuştu.

Henüz onun ifadesini almamışlardı fakat yerdeki kandan aldıkları örneğe yapılan analiz sonucu, onunla çatışan kişinin komşu katili ile aynı kişi olduğunu biliyorlardı. Buldukları başka bir ceset daha vardı, şehrin kenar mahallelerinden birinde göğsü delinmiş orta yaşlı bir adam. Bunlar yetmezmiş gibi, bu adamın büyük bir şirketin sahibi olduğu ortaya çıkmıştı. Kısacası bütün halkın ve başbelası medyanın gözü onların üstündeydi, bütün ülke bu haberle çalkalanıyordu.

"Doğrulmaya çalışma," dedi, yaşlılık çağına yaklaşmakta olan rütbeli adam, gencin bu gereksiz çabasını önleyerek "Neler oldu?"

Vücudundaki sargıyı inceleyen memur, bir yandan olanları hatırlamaya çalıştı. Kendine yeni gelmiş olsa da, sıradışı şekilde odağı yerindeydi.

"Bildiri geldikten sonra, bir çok devriyenin olay mahalline yöneldiğini duydum telsizden. Ben de yakınlardaki tenha yerlere bakmaya giriştim, onu buldum orada. Öldürdüğü birisinin başında dikiliyordu, cesetten sıçrayan kanlar ayağına bulaşmıştı," dedi, gözleri boşluğa bakarak.

Başıyla devam etmesini işaret etti, kıdemli adam.

"Silahı çekip, protokole uygun halde yaklaştım fakat beni kandırdı ve biraz boğuştuk. Yere yapıştırdığımda kurtulmak için kendi omzunu çıkardı amirim. Çoktan bıçaklanmıştı bir de... onun gibi bir şeyle daha önce hiç karşılaşmadım. Vahşi bir kurdun atikliğine ve deli gücüne sahip gibiydi. Kaçarken bıçağı üstüme fırlattı," diye lafını tamamladı.

Başkası olsa, kendi beceriksizliğini örtmek için bir ton saçmalık uyduran birisi derdi fakat bu yeniyetme sayılabilecek adamı tanıyordu. Daha yaşlı gösteren genç, henüz yirmi beş yaşında olsa da bu alanda işine yarayan parlak bir dehaya sahipti ve belirgin bir disiplin gösteriyordu. Belki de bu yüzden önü tıkanmıştı, henüz öğrenecek çok şeyi vardı.

"Biraz daha dinlen," dedi adam, giydiği takım elbisenin kravatını düzelterek "Bu dediklerin büyük ihtimalle adrenalinin etkisi."

"Ne gördüğümü biliyorum," dedi genç fakat adamın keskin bakışların üstüne çevrildiğini hissedince, daha fazla çabalamanın anlamsız olacağını fark etti. Daha önce de böyle olmamış mıydı zaten?

"Bu dediklerini medyaya aktaramayız, zaten yeterince ilgi çekti bu olay," diye sürdürdü "Fakat hiçbir şey söylemezsek daha çok kontrolden çıkarlar."

"Ne dediniz..." diye sordu adam onaylamaz bir tonla, bakışları görünce ekledi "Amirim."

"Katilin yalnızlıktan dolayı kafayı yiyen sorunlu bir genç olduğunu, zaten gerçekten pek uzak olamaz. Seni nasıl indirdiğine gelirsek, doktoru biraz ikna etmek gerekti ama bir silahla vurulduğunu söyledik. Teşkilatın adına leke gelemez."

"Diğer tanıklara n'oldu?" diye sordu, yattığı iki gün içinde yüzünde kirli sakal belirmiş olan memur.
"Bize uyduklarını bil sadece," diye yanıtladı kır saçlı adam.

Doktorun ve tanıkların nasıl ikna edildiğini tahmin edebilen yaralı adam, bir şeylerin yanlış gittiğini düşündü. Sadece bir kişi için neden bu kadar zahmete girmişlerdi?

"Sana güvenebilirim, değil mi? Geleceğin için önemli bir an bu," diye imalı bir şekilde sordu, tek kaşı kalkmış amir.

"Evet," dedi adam, şu anlık akışa uymayı uygun görerek. Ancak kafasında farklı bir plan oluşmaya başlamıştı bile.

---

Bir kaç dakika sonra, habercilerle görüşmesini bitiren kır saçlı polis, hastanenin koridorunda başka bir adamla görüşüyordu.

"Ne dedi?" diye sordu, sıradan bir vatandaşa benzeyen fakat baskın bir özgüven saçan adam.

"Dediklerinize uyacak fakat bir şeylerden şüphelendiği belli," diye cevapladı, amir.

"Onu susturmak senin işin. Ne gerekiyorsa yap, altına o koymasını bildiğimiz gibi çekmesini de biliriz," diye bir tehdit savurdu, karşısındaki.

"Anladım," dedi korkan ve sinirlenen adam.

"İyi. Ekiplerini iş adamının öldürüldüğü yere ve çevresine yolla, başka bir yere gitmesinler," diye ikinci emri verdi adam.

Başını sallayarak onayladı amir ve görüşmeleri böylece sona erdi. Rahat bir edayla binadan çıkan bu sıradan vatandaş, buraların sahibiymiş gibi salına salına giderken içinden her şeyin ne kadar rahat gittiğini düşündü. Amir kendisinden bir şeylerin gizlendiğinin farkındaydı ama eyleme geçecek kadar cesur değildi. Güce gelmiş bir çok kişi gibi, pozisyonunu kaybetmekten korkuyordu. Her şey planlandığı gibi ilerliyordu.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: İnsan ve İblis
« Yanıtla #6 : 20 Eylül 2016, 22:08:52 »
Bölüm 7 - Döngüyü Kırmak

Tenha bir sokağın köşesine çökmüş olan genç, üstündeki kokuşmuş giysiye baktı. Elde etmek için evsizin tekini soyması gerekmişti. Aylar boyunca bir kez bile yıkanmamış olan kahverengi yağmurluk her türlü kirle ve kokuyla kaplıydı fakat kendi kana bulanmış gömleğinden daha iyi olduğu kesindi. Baştaki endişesinin aksine hasta olmamıştı ve omzunu –beceriksizliğinden dolayı olması gerekenden daha acı verici bir işlem sonucu- yerine oturtmayı başarabilmişti. Bıçak yarası da hızlı biçimde iyileşmiş ve ardında küçük bir iz bırakarak neredeyse tamamen yok olmuştu. Aç olması haricinde fiziksel olarak iyiydi. Oysa zihni bambaşka bir konuydu.

Hayatta kalma amacıyla geçici olarak kendini soyutlamayı başarabildiği hisleri, yavaşça beliren ama durdurulamaz bir lav seli gibi ortaya çıkarak, ona yaptıklarının bedelini fısıldamaya başlamışlardı.
Bir insanın hayatını yok etmişti, üstelik bir hiç uğruna. Gurunu incitmişti onun sadece. O kırılgan ve acınası gururunu. Ancak anlayabiliyordu ki, adil bulabileceği bir neden yoktu ortalıkta. Asla var olmamıştı.
Hayatının başından beri güçlü olsaydı bunlar başına gelmezdi, ruhunu satması gerekmezdi. Dünya zayıflara iyi davranmıyordu.

Yerdeki su birikintisine dalgınca bakarken, aklına önceki hayatı geldi. Melankoli üstüne çökerken, bir anda geçmişi çok daha çekici gelmeye başlamıştı. Kendi eliyle yok edene kadar, sahip olduğu şeylerin aslında ne kadar güzel olduğunu hiç fark etmemişti. Ancak bu da tam doğru sayılamazdı, daha önce de bu melankoli dalgasıyla sürüklenerek, kendi aklının oluşturduğu sahte bir "iyi güzel zamanlar" yanılgısını çokça tecrübe etmişti. Hayır, bu sefer gerçeklikten kaçmayacaktı. Kendini bir kurban pozisyonuna sokarak, yaptığı şeylerin onun suçu olmadığını düşünmek sadece bir bahane olurdu.

Böyle düşünüyordu, tekrar ve tekrar. O gecenin adrenalin patlaması geçtiğinden beri, kendine acıma ile yaptıklarıyla yüzleşmeye çalışma döngüsü içinde gidip geliyordu. Değişmeyen tek şey ise acıydı. Zihni, onu korumak için herhangi bir savunma mekanizması oluşturmaya çalıştığında ise -gerek inkar, gerek soyutlama, gerekse kendini kurban olarak algılama- bunları bilinçli olarak yeniyor ve daha fazla acıyı açık kollarla kucaklıyordu. Çünkü bunu istiyordu, kendisinin hem işkencecisi hem de kurbanı olmak ona açıklayamadığı bir haz veriyordu. Kötü davranmış birisini cezalandıran haklı bir öfkeyle, aynı zamanda onun hedefi olarak utançla doluyordu.

"Of, bu tarz bir duruma düşmeyeli bayağı olmuştu," dedi kendi kendine, aklı yıllar öncesine giderek.
Tabii o zaman yaşadıklarıyla şu an arasında ciddi bir fark vardı; yaptıkları bu sefer gerçekten kötüydü.

Ayağa kalkan genç, koyu yeşil beresini ayarlayarak, gözlerine kadar indirdi. Sağda solda konuşan insanlardan duyduğu kadarıyla bütün şehir onu arıyordu. Yüzünde peydah veren -saçıyla aynı renkte olan- açık kahverengi sakalı ise anormal bir hızla büyüyerek gürleşmişti bile. Önceden de hep hızlı çıkmıştı, ancak bu kadarı fazlaydı. Metabolizmasında fark edilir bir değişim olduğu düşünülürse şaşırtıcı değildi. Çantasına koyduğu konserve yiyecekler ve peksimetin onu birkaç gün idare etmesini beklerken, ilk iki günde bitirerek hiçbir şeysiz kalakalmıştı.

Artık bir şeyler yapmanın vakti geldiğini düşünerek, kullanabileceği bir ayna aramak için ayağa kalktı ve gecenin içine karıştı. Şehrin bu tarafını seçmişti çünkü polisin girmesi en zor mahalleler bu semtte bulunuyordu. İnternette, bulunması pek kolay olmayan bir kaynaktan öğrendiği kadarıyla, iki sene önce ülke çapında gerçekleşen isyanlarda burada bir çok sivil katledilmiş ve kaybolmuştu. Tabii ki ana akım medyada asla yer almazdı. Bütün ülkenin, gözünü başka yöne çevirerek yok saydığı –onlara göre- insan artıklarından oluşuyorlardı.

Bu olayları öğrendiğinde bir yargıya varamamıştı gerçi. Bir yandan polislerden ve temsil ettikleri şeyden nefret ediyordu, öte yandan buralar hep uyuşturucu ticaretinin ve daha başka bir çok suçun merkezi olmuştu. Şu anda onun yararına olan şey ise, zaten önceden devriyelerin bol bol sorun yaşadığı bölgenin, öfkeli ve olanları unutmamış halk yüzünden iyice polisten yoksun bir semt haline gelmiş olmasıydı.

Sokaklarda gezinirken, etrafın ne kadar da farklı olduğu ister istemez dikkatini çekti. Semtin daha çok içine girdikçe medeniyetten daha çok uzaklaşıyor ve insan doğasına daha çok yaklaşıyor gibi hissediyordu. Eskimiş kiremitlerle kaplı boyasız binalar, yamuk yumuk yollar ve asfaltsız yer gittikçe her yanını kuşatmaya başlarken, sağdan soldan gelen müzik sesleri kulağına çalındı. Kendisi neredeyse hiçbir zaman bu tarzı sevmemişti, yabancı müzik daha bir hoşuna gitmişti hep. Ancak istisnai olarak, yerli bir şarkıcının belli şarkılarına inanılmaz bir tutkusu vardı. Pişmanlık, hüzün ve kaybı anlatan o melodileri başka hiçbir dilde duyamamıştı.

Şu an çalan ise, onlardan biri değildi. Saldırgan ve aşağı insanlarla ilişkilendirmiş olduğu, sıradan ve bayat şarkılardı.

Çoktan işe girişmiş bir fırının yanından geçerken kömür kokusunu çekti içine ve saatin aşağı yukarı dört ile beş arası bir şey olduğunu anladı. Yolun ortasına atılmış, çürük meyve çöplerinden kaçınınca kendi insani ikiyüzlülüğü eğlendirecek gibi oldu onu. Hayatının başka bir zamanı olsa bu tarz bir hareketten zevk alabilirdi... bugün değil.

Dakikalar birbirini kovalarken, insanlığın pek gurur duyduğu ilerleme ile gelişme fikrine bütün inadıyla baş kaldıran –neredeyse başka bir yüzyıldanmış gibi görünen- bu diyarda ilerleyişini sürdürdü. Karnı tekrar guruldamaya başlamıştı ki, arkasından, koşturan –ve duyduğu kadarıyla bayağı hızlı olan- birinin sesi gelince, dönüp bakındı.

"Çekil!" diyen, henüz girdiği ergenlikten dolayı yüzü sivilcelerle kaplı gencin teki onu ittirdi. Saman rengi saçlara sahip ergen, bir an bile yavaşlamayarak, yoluna devam edip gecenin içinde yok olduktan sonra, birkaç kişinin –çocuğun geldiği- yokuştan nefes nefese yukarı çıktığını gördü, Eiros.
"Buradan biri geçti mi?" diye sordu, içlerinden birisi.

Kara derisi ve böğrünü açık gömlekten fışkıran gür göğüs kıllarından buranın yerlisi olduğu anlaşılıyordu. Terli yüzüne oturmuş vahşi ifadeden de çıkarılabilirdi bu gerçi.

Hemen insanlara istediklerini verip, kendini olaya dahil etmeme isteği –yıllar boyunca sürdürdüğü bir davranış- içinde belirse de, bu sefer farklı bir yol seçen Eiros "Hayır," diye cevapladı.

"Yalan mı söylüyon, kancık?" diye sordu başka birisi.

"Evsizin teki, boşverin," dedi üçüncüsü.

"Mal mısın oğlum? Yabancı olduğu duruşundan bile anlaşılıyor. Ürktün mü canım?" diye ava dahil oldu, dördüncü.

"Sana diyoruz, sikik," dedi birincisi "Cevap ver."

Bunu derken bir yandan çıkardığı bıçağı tehditkar bir havayla sallamıştı. Tavrına bakılırsa bu sürünün alfası o olmalıydı. Eiros'un etrafını çevirirlerken, pis pis gülen pembe gömlekli ikinci, iyice yaklaşıp onu incelemeye koyuldu. Herhalde kendini onlara kanıtlamaya çalışıyor olmalıydı.

"Konuşsana lan!" diyerek bir tokat indiriverdi.

Bunu yapmasıyla beraber karnına yediği bir yumrukla geriye fırlayıp, yokuştan aşağı yuvarlanmaya başlaması bir olmuştu.

"Zorlamayın beni..." dedi Eiros, tekrar birisini öldürmek istemeyerek.

Oysa, yeni elde ettiği güce rağmen hala saftı. Kaşla göz arasında bir yerden bir kiremit bulan dördüncü adam, onu bütün gücüyle kafasına indirmişti. Yere çöken ve sersemleyen genç – bu hafta içinde ikinci kez- bıçaklandı.

Ardından, bir ritüeli andıran şekilde onu tekmelemeye giriştiler. İçlerindeki öfke ve hıncın hedefi olan kurbanları ard arda darbeler alırken, çoğunun içinde zerre acıma yoktu. Hayatlarındaki sorunları ve stresi, gerek psikolojik gerek fiziksel olarak, şiddete dökerek baş etmeyi öğrenmiş insanlardı bunlar.
Bir süre sonra, hınçları geçince tekmeler kesildi.

"Parası var mı bakın. Biriniz de aşağı gidip şu salağa baksın," dedi alfa.

"Eski komando falan mı bu adam?" diye sordu, Eiros'un cüzdanını aramaya girişmiş olan dördüncü "Öyle bir yumruğu filmlerde gördüm sadece."

"Komando momando, buraları bilmediği belli," diye geçiştirdi kara adam.

Ancak, sessizce başlayan ve gittikçe yükselen bir şekilde kahkaha atan Eiros yüzünden konuşmaları yarıda kalmıştı.

"Kafasını hanginiz tekmeledi lan?" diye sordu, eğlenen alfa.

"Ma—" diyordu ki, cüzdanı arayan dördüncü, ağzına yediği bir tekmeyle dişleri kırılıp damağına saplandı.
"Güzelmiş bu," dedi, doğrulan Eiros "Bunu dediğime inanamıyorum ama hoşuma gitti! Belki de cevap falan aramayı bırakıp sadece sizin gibi artıkları temizlemeliyim."

Uzun zamandan beri ilk kez, korkudan olduğu yerde donup kalan kara adam, karşısındaki kişinin ne olduğunu algılamaya çalıştı. Ömrü boyunca, bu kadar şeyden sonra tekme çıkarmayı bırak, ayağa kalkabilen birisini bile görmemişti. Gözleri yerde yatan arkadaşına kayarken, hiç kıpırdamadığını fark etti. Ölmüş müydü?
"Enerjimin çoğu iyileşmeye gidiyor olmalı. Darbelerim ilk başta olduğu kadar kuvvetli değil," dedi Eiros, kendi kendine.

Haklıydı da, polisle yaşadıklarından sonra böyle bir kavgada kendisini tutmamaya karar vermişti. Yine de, tekrar hazırlıksız yakalandığı bir gerçekti. Öğrenmesi gereken şeyler vardı ve bu semt bunun için mükemmel bir yerdi. Kafasında bir plan şekillenmeye başlarken, önündeki adamı incelemeye koyuldu. Burada yaşamanın yolunu öğrenmek için birini bulması gerekiyordu, mahallenin girdisini çıktısını bilen birisini. Elindeki bıçağı savunmacı şekilde kaldırmış olan bu kara adamı değil ama. Onu sevmemişti.

"İyi haber, ülkeyi terk etmekten vazgeçtim," dedi Eiros "Kötü haber..."

Can havliyle yokuştan aşağı koşturmaya başlayan adamı yüzünden cümlesi yarıda kesildi. Dramatikliğin zamanı değildi demek ki.

Peşinden atıldığı gibi arkasına bir yumruk indirerek, adamı topraktan zeminde yuvarlanmaya bıraktı. Aşağı indiğinde ise, yerde kıpırtısız yatan iki adamı ve neler olup bittiğini anlamaya çalışan üçüncüsünü buldu.

"Sen bunlara pek benzemiyorsun," dedi Eiros.

Diğerlerinden farklı biçimde, üstünde modern dikim, koyu mavi bir tişört ve altında bej rengi bir şort olan adam kesinlikle farklıydı. Yediği dayak sırasında, köşeli yüzlü bu adamın pek istekli vurmadığını da fark etmişti. Olayın başında onu rahat bırakmaları söylemiş olması da vardı tabii ki.

"Geri çekil," diye cebinden çıkardığı bir neşteri gösterdi.

"Öğrenci olmalısın," dedi, Eiros "Sorularımı cevapla ve sana zarar vermeyeceğim."

"Siktir git," olmuştu cevabı oysa.

Konuşma kafasında kurduğu gibi ilerlemiyordu. Nedeni neydi ki bunun? Düşündüğünün aksine cidden arkadaşlar mıydı ya da çok mu ürkütmüştü onu? Yoksa bu adam hakkında yanlış izlenime mi kapılmıştı? Belki de bunların hepsinin karışımı idi. Büyük ihtimalle ilk ikisinin.

"Bana ilk siz saldırdınız," dedi, aklına bir fikir gelerek "Eğitimimi sizin gibiler üstünde kullanmayı istememiştim."

Kendisiyle hemen hemen aynı yaşlarda görünen adamın adalet duygusuna hitap etmeye çalışmıştı. İşe yarıyora benziyordu, neşter biraz aşağı inmişti.

"Onu öldürdün mü?" diye sordu, alfayı işaret ederek.

Yanına gidip nabzını kontrol eden Eiros, zayıf da olsa bir şey hissetti. Yukarıda bıraktığı herif de hayatta olmalıydı. Bütün gücünü açığa çıkaramamıştı darbesinde.

"Hastaneye götürürsen yaşarlar. Asıl konuya gelirsek, yardımını istiyorum."

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: İnsan ve İblis
« Yanıtla #7 : 21 Eylül 2016, 17:14:09 »
Bölüm 8 - Charmius

Eskimiş ahşap masanın üstüne çökmüş olan adam, farklı birimlerden gelen raporları inceliyordu. Hastaneden çıkalı iki gün olsa ve yarası hala sızlamaya devam etse de, boş boş oturmak yerine merkeze gelmeyi seçmişti. Zamanını gereksiz şekilde harcamayı seven birisi değildi o, hem bu kağıtların içinde kaybolup gitmenin belli bir çekiciliği de yok değildi. Bir bulmacanın parçalarını bir araya getirirken, günlük bütün sorunları bir kenara sessizce çekiliyor ve dehasını konuşturması için yer açıyordu.

Bu sefer bir sorun vardı fakat, elindeki belgelerde yeterince bilgi yoktu. Amiriyle konuşmasından dolayı üstlerinde oynanmış olduğunu bilse de, bu kadar fazla değiştirilmiş olacaklarını tahmin edememişti. Olayın üstünü örtmekten çok, sanki birileri özellikle onu farklı yöne çekmişti. Dikkatsiz bir göze sıradan bir karartma gibi gelecek olsa da, onu kandırmaya yetecek nitelikte bir şey değildi.

"Görünüşe göre bay imla yine işbaşında," dedi, odaya giren orta yaşlı bir kadın "Hiç dinlenmez misin sen?"
"Evde kalınca seni özlediğimi biliyorsun," diye takıldı adam.

"İstersen kocamı bırakıp kaçabiliriz, canım," dedi, gülen kadın "Ama beni kandıramazsın. O kağıtlarla kaçmayı tercih edersin sen. Kahveni tazeliyim mi?"

Başıyla onaylayan adam, neredeyse bitmiş olan bardağı kafasına dikip ona uzattı. Birimdekilerle arasının pek iyi olduğu söylenemese de, sekreter olarak görev yapan bu sarışın kadın bunu umursamamış ve aileden biriymişçesine içten davranmıştı ona. Yüzü kırışıklarla kaplı kadına, belki de kaybettiği oğlunu hatırlatıyordu.
"Sizinkiler pek koşturmaca içinde," dedi bir dakika sonra odaya elinde dolu bir bardakla dönen kadın "Bütün ülke olayın peşinde ne de olsa."

"Evet, bir an önce bu adamı bulsak iyi olur," diye yanıtladı, genç polis.

"Sen iyi misin peki? Ciddi bir yaran olmadığını duydum ama insanı değiştirebiliyor bu tarz olaylar. Konuşmak istersen buradayım," dedi kadın, içten şekilde.

"İyiyim iyiyim," dedi, sıcacık bardağı kavrayan adam.

"Peki, seni rahat bırakayım o zaman," diyen kadın odada çıktı.

Saatine bakan genç adam, on biri gösterdiğini gördü. Yani onu görmek için beklemiş olmalıydı kadın. Kısa, siyah saçlarına elini daldırıp ardından tıraş edilmiş çenesini sıvazladı. Koyu, sert kahveden bir yudum aldıktan sonra önündeki tonlarca kağıda baktı. Daha buzdağının görünen kısmına bile ulaşmayı başaramamıştı.

---

"Charmius!" diye seslendi birisi ona.

Sayısız giderle kaplanmış sokaklarda koşturan adam etrafına bakındı. Gri pusun içinde hiçbir şey görememişti fakat içindeki bir şeyler ona endişelenmesini söylüyordu.

"Charmius!" diye tekrarlandı, bu sefer korkuyla kaplı ses.

"Bu adı nereden biliyorsun? Sen kimsin?" diye seslendi adam.

Ancak aldığı tek cevap, mutlak bir sessizlik oldu. Sahne değişirken kendisini karlarla kaplı bir dağa tırmanırken buldu, yanında bir çocukluk arkadaşı vardı. Doruğa ulaşmak amacıyla, aylardır, aman vermeyen bu dağa tırmanıyorlardı.

"Acele et," dedi çocuk ona ve elindeki kazmayı buza sapladı.

Bunu yapmasıyla birlikte, çatlaklar dağın her tarafına yayılıverdi bir anda. Bel veren beyaz dev üstlerine yıkılırken, onun kardan ve buzdan değil, kağıttan yapılmış olduğunu fark etti adam. Kağıtlar bir anda buharlaşırken, üstlerine yazılmış olan kelimeler havada uçuşarak onu sarmaya başladı. Kara mürekkep katılaşır ve ağzına zorla girerek nefes almasını engellerken, sarsıldığını hissetti. Bütün bedeni içten gelen bir basınçla titreşiyordu.

---

Derin derin nefes alarak uyanan adam, n'olduğunu anlayamayarak etrafına bakındı bir anlığına.

"Dağı yok ettik," dedi önündeki kişiye.

"Ne?" diye sordu, onu uyandırmış olan polis memuru.

"Ne?" dedi genç adam, kendi dediğini anlamayarak.

"Toplantı var. Git bir yüzünü yıka," dedi, odadan çıkan adam.

Yüzüne bol bol su çarpan adam, aynada kendine baktı. Uykusuzluktan şişmiş yeşil gözlerindeki çapaklar gitmişti. Kavisli burnu ise temiz görünüyordu. Koyu renkli dudaklarının etrafında ise hala biraz salya artığı vardı. Onu da temizledikten sonra olanları hatırlamaya çalıştı.

En son baktığında saat beşti, artık eve dönmek için çok geç olduğuna karar vererek sabahlamayı amaçlamış olsa da, hava aydınlanırken gözlerinin iyice ağırlaştığını hissetmişti. Ancak ondan önce bir şeyler, bir örüntü bulduğunu anımsıyordu. Ne olduğunu bir türlü çıkaramadı o an.

"... ben de onu tuttuğum gibi trafoya yapıştırdım. Yüzündeki ifadeyi görsen altına sıçardın," dedi o sırada, gülerek tuvalete giren birisi.

"Bayağı elektrikli bir durummuş," dedi, eğlenen diğeri.

"Off, bırak be şu kelime oyunlarını artık. Bu yüzden kimse seni bir yere çağırmıyor," dedi diğeri.

Yarasına tuz basılmış olan kıvırcık saçlı kısa polis, sus pus oldu. Ancak yüzünü yıkayan siyah saçlı adamı görünce ikisi de duruldu.

"Hey, robot geri dönmüş. Vurulduğunu duyduk," dedi, kıvırcık, hafiften gülerek.

Cevap vermeyen adam, saçını düzeltmeye koyuldu. Yok sayılan adamın yüzündeki gülümseme silinirken, yerine bir somurtma oturdu.

"Soğuk pezevenk," dedi sessizce.

"Bir sorunun mu var?" diye sordu, başını ona çeviren, Charmius.

"N'apacan?" dedi diğeri, gevşek gevşek.

Heybetli bu adam, bir doksan boyunda Charmius'a bile tepeden bakabiliyordu. Pek zeki olduğu söylenemese de, verilen emirleri sorgusuz sualsiz yerine getirmesi ve teşkilati ele geçirmiş olan siyasi oluşumda yer alan babası sayesinde iyi bir yerlere gelmişti.

"Kavga mı edecen, tonton?" diyen Charmius, dibine girdiği adama, yeşil gözleriyle dik dik baktı.

"N'oluyor burada!?" diyen sert bir ses, tuvalette yankılandı o esnada.

Gerilmiş üç adam, odaya giren amiri görünce durup kendilerine çeki düzen verdiler.

"Bir şey yok amirim," dedi kıvırcık, kısa adam.

"Bu daha bitmedi, robot," dedi, kazulet.

Ancak yüzüne yediği bir tokatla birlikte, egosunun "fıss!" diye sönüşü neredeyse duyulabilecekti.

"Benim altımda çalıştığınız sürece bu saçma dalaşmaları bir kenara bırakacaksınız. Anlaşıldı mı?!" dedi, ona vurmuş olan kır saçlı amir.

Sinirlense de, eğitilmiş olduğu gibi onu onayladı adam. Karşısındakileri indirmeye hazırlanmış olan Charmius ise, duruşunu bozarak soğuk soğuk baktı sadece.

"Siktirin gidin şimdi buradan! Toplantıya," diyen orta yaşlı adam, üçünü de –sadece sözleriyle- kapı dışarı etti.

"Akşam garaja gel, robot. Vidalarını sökeceğim senin," dedi, sıktığı dişlerinin arasından tıslayan adam.

"Daha önceki brifingde söylendiği gibi bu mahalleleri kolaçan etmeye devam edeceğiz," dedi, elindeki lazerle şehrin kenar bölgelerinden birini işaret eden amir "Gece devriyelerini de iki katına çıkartıyorum."

Arka tarafta bir yerlerde olan Charmius, o sırada uykuya dalmadan önce bulduğu şeyi hatırladı ve seslendi "Tepe Semti'ne bakmamız daha iyi olmaz mı? Polisin en az olduğu bölge orası, oraya gitmiş olması daha muhtemel."

Söylediği yer, şu anda yoğunlaştıkları bölgenin tam tersiydi.

"Bunu bilen pek fazla insan yok ortada. Katil orta-sınıf bir aileden geliyor ve oradaki insanlarla hiçbir ilişkisi yok," diye yanıtladı amir "Öldürülen iş adamı da şu an aradığımız bölgede bulundu."

"İnternet geçmişine bakıldığında nette çok zaman geçirdiği anlaşılıyor. İsyanlardan beri oraya pek giremediğimizi birinden öğrenmiş olabilir," diye üsteledi, uzun genç.

"Elinde bunu destekleyecek bir kanıt var mı?" diye sordu, sakinliğini koruyan amir.

"Hayır ama internet geçmişi takip edilmesi mümkün olmayan bir tarayıcının şüphelinin bilgisayarında yüklü olduğunu buldum raporlarda. Eğer onu kullandıysa..." diyordu ki, lafı yarıda kesildi.

"İllegal porno bakmak isteyen biri sadece. Elinde bir kanıt yok yani," diye onun iddiasını geçiştiren amir, sunuma devam etmeye koyuldu.

Haklıydı da, elle tutulur bir şey yoktu. Ancak yine de bakmaya değer bulacağını düşünmüştü adamın. Belki de ilk başta düşündüğünden daha derindi bu iş. Teşkilattaki örgütsel yapılanma herkesçe bilinen bir şey olsa da, o ana kadar bu adama ulaştıklarını düşünmemişti. Yanılıyor olabilirdi.

"... Sirta Şirketi'nin yönetim kurulu, başkanların katilini bir an önce bulmamız için devlete baskı yapıyor. Bu yüzden herkes mesaiye kalacak. Fazladan çalıştığınız her saat için Sirta'dan bonus ücret alacaksınız. İş başına," diye lafını tamamlayan amir, projeksiyonu kapattı.

---

Külüstür arabasında, pansuman için hastaneye gitmekte olan Charmius düşüncelere dalmıştı. Teşkilattaki siyasi yapılanma onu bayağıdır rahatsız ediyordu, şimdi üstüne bir de devlet işlerine bulaşan bir şirket karışmıştı. Ayrıyetten raporlardaki boşluklar ve amirinin dikkate değer bir iddiayı göz ardı etmesi vardı, ki adam hakkında bir çok olumsuz düşüncesi olsa da, böyle bir soruşturmada yetersizlik sergileyecek kadar aptal birisi olmadığını biliyordu. Hayır, bunu bilinçli olarak yapıyor olmalıydı.

Şehre yukarıdan bakan bir köprüden geçerken, bakışları, milyonlarca kişinin yaşadığı sözde kozmopolit bu yere kaydı. Alçalmakta olan güneşin turuncu ışınları devasa yerleşim yerinin üstüne düşerken, sahil şeridinde uçuşan kuşlar tek tük noktalar halinde seçilebiliyordu. Belli bir etkileyiciliği yok değildi, hatta kara gecenin içinde parıldayan her renkten ışıklarıyla güzel bile denebilirdi. Ancak güneş ortaya çıkıp da, gri binalar ve asfalttan oluşan bu yapay bölgeyi aydınlattığında, insanın içinde bir çirkinlik hissiyatı uyandırıyordu.

Doğaya hasret kalmış halkı tatmin etmek için sağa sola serpiştirilmiş, karbon monoksit, dioksit vb. gazlarla yavaşça zehirlenen ağaçlar ise komiğine gidiyordu. Hayatta kalmak için doğadan kaçan ve kendi gerçekliğini oluşturan insanın, tekrar ona dönmek istemesi ama yaşam standartlarından vazgeçemeyeceği için bunu yapamaması. Bu yüzden, türünün geçmiş yaşamının kırıntılarını bu yeni gerçekliğe serpiştirmesi... ironik bir trajikomiklikti.


Araştırmak istediği, gelişmişlikten uzak semte baktığındaysa, aklı tekrar soruşturmaya gitti. Eğer teşkilata uyacak olursa kesinlikle bir yere varamayacaktı.

"Sana güvenebilirim, değil mi? Geleceğin için önemli bir an bu," diye imalı bir şekilde sordu, tek kaşı kalkmış amir.

Adamın hastanede dediklerini anımsamıştı, artık gün gibi açık biçimde anlayabiliyordu. Basit bir medya karartması değildi bu, işin içinde çok daha büyük güçler vardı ve kimsenin bu olaya karışmasını istemiyorlardı.

"Seni yaşlı salak... kendi kıçını korumak için nelere bulaştın?" dedi, kendi kendine.

Gazı kökleyerek hızlandı ve saatine baktı. Yeterince hızlı olursa akşam vaktine merkeze dönmüş olurdu. Sanırım insan azmanının dövüş teklifini kabul edecekti.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: İnsan ve İblis
« Yanıtla #8 : 23 Eylül 2016, 16:49:47 »
Bölüm 9 - Şantaj

Eskimiş arabasının içinde, merkezin bodrumundaki garaja inen Charmius etrafını kolaçan etti. Yerin altındaki bu bölüm, dört yüz metre çapında bir daire olarak dizayn edilmiş ve gri betondan oluşuyordu. Bütün merkezin yükünü desteklemek için düzenli aralıklarla serpiştirilmiş kalın kolonlar ve personelin araçları haricinde pek bir şey olduğu söylenemezdi. Hatırladığı kadarıyla beş tane yangın söndürücü bulunması gerekiyordu. Bir tanesi araç girişinin olduğu kısımda, iki tanesi üst katlara çıkan merdivenin girişinde ve diğer ikisi de aralarda bir yerde.

Beş metre yüksekliğindeki tavanın ise bir hikayesi vardı. On yıl kadar önce, başka bir ildeki merkezde, adrenalin peşindeki motorsikletli bir memur hız yapmış ve uçarak tavana çarpmıştı. Bu yüzden, yeni binalardaki garajları olabildiğince yüksek tasarlamaya başlamışlardı. Tabii ki genç memurlara biraz daha disiplin verilmesi de mantıklı olurdu ama yine de rütbeliler risk almak istememişti.

"Girişte bulunması gereken görevli yok. Herhalde birkaç saatliğine ortadan kaybolmasını sağladılar," diye düşündü, genç polis.

Buraya teke tek bir karşılaşma bekleyerek gelmemişti. Bu tarz olaylara yeterince şahit olmuştu zamanında. İki polis anlaşamaz, bu çıkmazı tanıkların olmadığı bir alanda fiziksel yolla çözmeye karar verirler fakat bir tanesi destekle belirir ve karşı tarafı hallettikten sonra şantaj yapabileceği fotoğraflarını çeker. O et ve yağ yığının böyle basit bir şeyi bile akıl edebileceğini düşünmüyordu gerçi, merkezdeki çoğu kişi gibi onu da gözlemlemek için bolca zamanı olmuştu. Ancak yanındaki kıvırcık farklıydı. Zayıf ve onaylanma peşinde koşan biriydi ve bu, zamanla içinde bir nefretin filizlenmesine zemin hazırlamıştı. Biraz zeka pırıltısı ve güç elde etmek için diğer yolların –sosyal ve fiziksel- kapanmasıyla beraber, kurnazlaşmıştı. Hatta, bir gün anksiyetesini bir kenara bırakabilirse, iyi bir yerlere geleceği kesindi.

"Bakalım elinde ne var?" diye düşünerek, farlarıyla küçük bir sinyal yolladı.

Cevabını alması uzun sürmedi. Birkaç saniye sonra, park alanının ortalarında, duvara yakın bir yerden korna sesi geldi. Bir gıcırtıyla açtığı koyu mavi kapıdan adımını atan Charmius, yükün azalmasıyla rahatlayan eski püskü süspansiyonlardan gelen sürtünme sesiyle araçtan indi. Kapıyı sertçe kaparken, ses bütün garajda yankılanmıştı.

Tontona "yavşak bir rahatlıkla" gibi gelse de, aslında temkinli biçimde müstakbel olay mahalline yaklaşan Charmius, duvarın dibinde bekleyen heybetli adam haricinde üç figür seçebildi. Pervasız davranan adamların hepsi, ona kafa tutmuş olan kişinin bir arkadaşının aracında bekleşiyorlardı. Eğilmiş adamlar, karanlığa ve dışarıdan saf bir idealist izlenimi veren Charmius'un cahilliğine güvenmiş olmalıydılar. Oysa ilk kontrol ettiği şey bu olmuştu siyah saçlı polisin. İlk hataları bu olmuştu. İkinci hataları ise aracı kavganın gerçekleşeceği alana çok yakın park etmiş olmalarıydı.

Onlar dışında birisi varsa da göremeyen Char, iri memura birkaç adım kala durdu.

"Geleceğini düşünmemiştim, korkak," dedi, kendinden emin heybetli adam.

"Gözdağı vermeye çalışmayı bırak. Bu olayın göğüs kabartmayla çözülemeyeceğini ikimiz de biliyoruz," diye yanıtladı, siyah saçlı adam.

"Dişlerini eline vereceğim," diyen iki metreden uzun adam bir anda üstüne atıldı.

Eğilerek yana kaçılan Char, kolayca bu hamleden kurtulmuştu. Kendinden uzun ve yavaş adamın dizlerine bir tekme indirmeyi bile başarabilmişti hatta. Canı yanarak dişini sıkan et yığını ona dönerek bir yumruk savurdu fakat hasmı çok hızlıydı. Gardını almış olan Char, darbeyi kolunun küçük bir hareketiyle savuşturduğu gibi üst üste iki yumruk indirdi ona. Çenesinin sivri uçlarını hedef alarak onu çabucak indirmeyi amaçlamış olsa da, ondan uzun olan adam yüzünden istediği etkiyi yaratamamıştı çünkü hedefini tam tutturamamıştı. Antrenmanda karşısına hep kendisinden kısa kişilerin gelmesinin verdiği bir tecrübesizlikti ve şimdi bedelini ödeyecekti.

Direnci yüksek adam, onu kollarıyla tutarak mengene gibi sıkmaya başladı. Bir iki debelenen genç polis, bunun anlamsız olduğunu anlayınca daha temel bir yol izleyerek vücudunu serbest bıraktı ve onu ezmeye çalışan adamın boşluğunu yakalayarak, kendisine biraz hareket alanı yaratabildi. Dizini uygun pozisyona getirerek adamın kasık arasına acı verici bir darbe oturttuktan sonra, inleyen ve kavrayışı gevşeyen herifin burnuna kızgın bir keçi gibi kafasını indirdi.

Kanlar içinde gerileyen ve yıkılmak üzere olan heybetli adam, yaşarmış gözleriyle çoktan belirmiş olması gereken desteğine baktığında, arabanın orada bir duman bulutu gördü. O anda anladı ki, gözlerinin yaşarmasının tek sebebi acı değildi.

İçine düştüğü durumdan hızla kurtulmayı başarabilmiş olsa da, ezilmiş göğsü yüzünden geçici olarak soluk alışı zorlaşan Char, önündeki adama saldırmadan önce soluğunu düzenlemeye çalıştı. Dövüş başlamadan önce arabanın altına yolladığı biber gazı bombası ise ona pek yardımcı olmuyordu. Neyse ki buna da hazırlanmıştı.

Cebinden çıkardığı bir yüz maskesini geçirdiğinde biraz daha rahat nefes alabilmeye başladı. Gazı çok fazla kestiği söylenemezdi ama giysisinin yenini de kullanınca, göreli olarak işe yarar hale geldi.

Karşısındaki adama baktığında, onun da kendine geldiğini gördü. Gerçekten zor bir rakipti. Gücü, dayanıklılığı ve fiziğinin de verdiği avantaj sayesinde en küçük bir hata bile onu yere yıkacak bir darbe yemesine neden olabilirdi.

Aceleyle, altından gazlar tüten arabanın yanından geçerken kapıların açılmış olduğunu gördü. Öksürüp tıksıran iki adam, biber gazından sürünerek uzaklaşmaya çalışıyordu. Bir tanesi ise içerideydi hala, bayılmış olmalıydı.

Bir şeyler yapmazsa adamın krizden gideceğini bilen Char, önündeki adamı tekmeledikten sonra aracın altına uzandı ve elini yakan fişeği aldığı gibi kavganın gerçekleştiği yöne, iri adama doğru fırlattı.

Ayağa kalktıktan sonra, yerdeki adamları tekmelemeyi ihmal etmeyerek, aracın içindeki baygın memuru sürükleyerek oradan çıkardı. Ancak bu insancıl hareketi güzel sonuçlanmadı. Kafasının arkasına aldığı bir darbeyle birlikte, dünya bir an gözlerinin önünden gidince kendisini yerde buldu.

"Patron kimmiş lan, sırık!?" diye, boğuk bir sesle bağıran birisi onu tekmeledi.

Görüşü yerine gelen Char, şiddetli darbelerin arasında kıvırcık bir saç yığını seçebildi. Diğer üçü aracın içinde beklerken, bir köşeye sinmiş olan bu küçük adam olan biteni görünce, olayın kahramanı olmak isteyerek –gazın içinde boğulan arkadaşlarını kurtarmak yerine- bir koşu yukarı çıkıp gerçek bir gaz maskesi almış olmalıydı. Zekiceydi ve başkası olsa planı işe yarayabilirdi fakat bedenini ve zihnini yıllar boyunca eğitmiş olan bu adama karşı bir hataydı.

Adrenalinin etkisiyle, küçük adamın ayaklarını yerden kesen hızlı bir tekme savuran Char, yere düşen kıvırcık adamın kulağına bir tekme indirdi ve onu bayılttı.

"Ben de bunu arıyordum," diyerek, ondan aldığı maskeyi yüzüne geçirdi.

Normalde, çıkan kaostan yararlanarak kendi aracına gidip, yanında getirdiğini almayı planlıyordu ancak artık buna gerek kalmamıştı.

"Korkak piç!" diye bağırdı, gazdan dolayı yere yıkılmış, kimi baygın kimi çaresizce inleyen dört kişilik destek grubuna bakan iri yarı adam "Amir bunun için –öksürerek durakladı- kelleni alacak."

Hala sızlayan kasıkları ve bol bol soluduğu gaz yüzünden bitap düşmüştü.

"Polisin biber gazıyla imtihanını epey komik bulacak kişiler olduğuna eminim," dedi, adamların aracını araştıran Char "Bu da neymiş?" diyerek çıkardığı bir kamerayı ve elektrikli copu salladı.

"Sanırım bayağı bir eğleneceğiz, ha tonton?" dedi, tehditkar bir tonda.

İşte o anda, yağ ve kastan oluşan bu büyük şımarık çocuk, her şeyi sıçıp batırdığını anladı.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: İnsan ve İblis
« Yanıtla #9 : 24 Eylül 2016, 22:17:04 »
Bölüm 10 - Çukur

Fırtınalı bir ilkbahar akşamı, kaosun içine doğmuş birisiydi o. Annesi çocuğu kollarına alır almaz, yorgun fakat mutlu yüzüne bir gülümseme yerleşmişti. Doğumhanenin dışında bekleyen kara bıyıklı baba, bir oğlu olduğu haberini aldığında aceleyle içeri dalmış ve küçük bebeği görür görmez yüzü aydınlanmıştı. Ebeveynlerinin durumu iyi olmayabilirdi fakat sevgi dolu bir aileye dahil olmuştu.

Erken çocukluğuna dair hatırladığı tek tük şeyler olsa da, genel hatlarıyla pek paraları olmadığını ve zamanının çoğunu dışarıda geçirdiğini biliyordu. Çamurlu ayaklarıyla eve daldığında peşinden koşturan annesinden yarı gülerek, yarı da korkuyla kaçışması ise çok net şekilde aklına kazınmıştı. Hafifçe gülümseyerek anımsadığı, kıçına yediği tahta kaşık darbeleri de öyle.

Biraz daha büyük olduğu zamanlardan ise en çok babası kalmıştı aklında. Krizin vurduğu ülkede herkes gibi onlar da zorlanıyordu ama ortada farklı bir şeyler vardı. Simsiyah bıyıkları ve kaşlarıyla bir dağ gibi dikilen o adam, herhangi bir zorluk karşısında hiçbir yılma belirtisi göstermemişti o güne kadar. Şimdi düşününce, ekonominin onu da bayağı zorlamış olduğunu anlıyordu, altı ay içinde saçlarında beyazlar belirmişti. Herhalde ailesine zayıflığını göstermek istememişti.

Kendini içkiye vurarak her şeyden kaçma gibi bir girişimi de olmamıştı, paranın az olduğunu biliyor olmalıydı. Bu yüzden küçük ve anlamsız şeylerde harcamak yerine karısına ve çocuğuna yatırmıştı. İyi ki de böyle yapmıştı çünkü kumral oğlu, okulda başarı göstermeye başlamıştı. Bu cehennem çukurundan çıkıp gidebilecek bir potansiyeli vardı.

Bu sebeple dişini sıkan adam, işte gittikçe uzun saatlerini geçirir olmuştu. Eve geldiği kısa anlarda ise yemeğini yiyip, küçük balkona çıkıyor ve uzun uzun sigarasını içiyordu. İçten içe bir şeylerin onu yediği belliydi, adam değişmeye başlamıştı. Arada bir annesiyle kavga ettiğini ve kadının yarı ağlamaklı halde ondan uzaklaştığını da hatırlıyordu. Kızmıştı adama bu yüzden çocuk, neden kadını ağlatıyordu ki? Çocukluğun verdiği saflıkla bayağı bir öfkelenmişti ve bir gün onlar kavga ederken, adama arkadan yaklaşıp bacağına küçük bir tekme savurmuştu. Etkisi olmamıştı tabii ki ama ona dönen adamın yüzündeki şaşkınlık ve içi parçalanmış ifadeyi hala hatırlıyordu.

---

Melankolinin yumuşak kollarıyla sarmaladığı genç, damda yıldızları izlerken sigarasını içli içli çekti. Duman yavaşça salınarak, yıldızlarla bezeli gökyüzüne salınırken adamı artık daha iyi anlayabildiğini fark etti. Her evlilik gibi, onun ebeveynleri de bir anlaşmazlığa çatmış olmalıydı. Belki de adamın çok fazla dışarıda zaman harcaması ve annesinin bundan yakınmasıydı durum. Hala bilmiyordu. Kadına dair çok fazla net anısı yoktu. Evet, sevecen bir insandı ama hep ikinci planda kalmıştı. Çamaşır, ütü, yemek ve bulaşıklarla geçirdiği zamanından geriye kalan anlarda ya mahallenin diğer kadınlarıyla sohbet ediyordu ya da televizyon başında gündüz kuşağı programlarına dalıp gidiyordu.

Bir açıdan acınası gelmişti bu ona hep, hayatının akışını başkasının eline bırakmış birisiydi o. Elinde kalanlarla yetinmek zorunda kalmış birisi. Ancak ağlaması aklına geldiğinde artık acıma hissetmiyordu. Daha çok bir tepki doğuyordu, bu kadar zayıf olduğu için kadına içerliyordu.

---

Ergenliğinin başları, hayatının öncesine göre çok daha yoğun geçmişti. Kavgalar daha da yoğunlaşmaya, sağda solda parçalanan bardak ve çanak kırıntıları, kafası zaten hormonlardan dolayı karışık olan ergenin yüreğini doldurmaya başlamıştı.

Bir yandan okul da zorlaşmıştı. Çocukken, saflığından yararlanan diğerleri tarafından kullanıldığı olmuştu. Sonuçta, okuldakilere kıyaslanınca kendi aile hayatı daha iyiydi ve bu ona bir dezavantaj olmuştu. Ancak zaman içinde, ortama adapte olmuş ve karşısına çıkan bu engeli aşmanın basit bir yolunu bulmuştu. Ait olduğu bir grup vardı ve onların da yardımıyla, diğerleri ile başa çıkabiliyordu. Bilinçli olarak yapmamıştı bunu gerçi, sonuçta bir çocuktu.

Ergenliğin başındaysa işler karışmaya başlamıştı. Eskiden sadece çocuksu kavgalar olurdu ve birkaç tane belalıya bulaşmadığı sürece başının çaresine bakabiliyordu insan; henüz sekiz yaşında sigaraya başlayan veya okula bıçak getiren kafasını kazıtmış o çocuk gibileri mesela.

Oysa yaşın on bire varmasıyla beraber, herkes daha da hırçınlaşmaya başlamıştı. Kendisi de bunu hissediyordu, evden bıkmıştı ve artık hayattan daha fazla bir şeyler istiyordu. Başkaları tarafından sağa sola savrulan bir kağıt parçası değildi, onun da istekleri vardı.

Böylelikle, yavaş yavaş küçük çaplı çeteler filizlenmeye başlamıştı. Birbirlerine çatmak için herhangi bir neden arayan bu oluşumlar için, bir bahane bulması zor olmuyordu. Zaten işi doğal akışına bıraksalar bile kız meselesi yüzünden yeterince vurdu kırdı olurdu fakat onları tatmin etmek için yeterli değildi bu. Bunun sonucu olarak da, kendi şeref ve şerefsizlik anlayışları oluşmuştu. Bir grubun bir üyesine herhangi bir "yamuk" yapıldığındaysa, karşı tarafın bunun bedelini ödemesi gerekiyordu, kan bedelini.

Çok büyük olasılıkla müdür ve yardımcılarından oluşan ordudan dayak yiyeceklerini bile bile, çocuğun üstüne çullanırlar ve işin sonunda, onu yerde solucan gibi kıvranır halde bırakırlardı.

Ardından klasik karşılaşma gelirdi. Çocuğun parçası olduğu grup ile, okul çıkışı tarafsız bir alan belirlenir, iki taraf da dolu olarak buraya gelirdi. Ardından, tahta, kiremit ve bıçaklarla birbirlerine neredeyse öldüresiye saldırırlardı. Şaşırtıcı olarak, ciddi şekilde bıçaklanan olmuş olsa da, hiç ceset çıkmamıştı bu karşılaşmalardan.

Bu çeteleşmeye bulaşmayan tek tük öğrenciler da vardı tabii ki, hiçbir gruba ait olmayan sosyal olarak reddedilmiş kişiler. Bütün okulun alay konusu ve şamar oğlanı olanlardı bunlar. Arkası olmadığı bilindiği için kimsenin korkmadığı, hiyerarşide aşağının da aşağısı insanlar. Zamanla kiminin ailesi mahalleden taşınmış ve çukurdan kurtarmıştı çocukları, kimi ise bir şekilde bir gruba dahil olmayı başarmıştı. Geriye kalanlar ise, öğrenim hayatları boyunca aşağılanmaya devam etmişti.

Bu görünüşte önemsizlerden birisi kendi canına kıydığındaysa, bakanlıktan müfettişler gelmiş ve müdürü haşlamışlardı. Tabii ki yine de formalite icabıydı bu. Sessiz bir cenaze gerçekleşmiş ve okulu aylar boyunca çalkalayacak bir dedikodu dalgası yaratmak dışında bir etkisi olmamıştı. Sonuç olarak kimsenin umurunda olmamıştı.

Babasından miras aldığı köşeli yüze sahip genç ise bütün bu kaotik düzen içinde sıradan bir kişiydi. Çocukluğunda göstermiş olduğu potansiyel de yavaş yavaş solmaya yüz tutmuştu. Eğer hayatını değiştirecek o olay olmasaydı, büyük ihtimalle de tamamen kaybolup giderdi.

---

Elindeki tenekenin dibini çalkaladıktan sonra, azıcık kalan birayı kafasına diken genç adam, ardından altıncı kutuyu açtı. Bir yandan ikinci sigara paketine geçmişti.

Kendini uyuşturarak, bu anıların getirisini az da olsa hafifletmeye çalışıyordu.

---

Yıllar geçmiş ve on dört yaşına basmıştı. Zamanın getirisi olarak, okuldaki şiddet döngüsü sadece daha da yoğunlaşmıştı. Sürtüşmeler, yani kıvılcımlar artarken kavgaların bedeli daha da ağırlaşmış, ayrıyetten işin içine uyuşturucu da girmişti. Alkol ve sigarayla bir sorunu yoktu, çevresinde tanıdığı her akranı öyle ya da böyle bunlara bulaşmıştı. Bir nevi kabul edilme aracıydı ve iyi hissettirdiği de bir gerçekti. Arada sırada ot içtiği de oluyordu ama gerçek uyuşturucular tamamen farklı bir konuydu. Henüz denememişti ama arkadaşları gittikçe baskıyı arttırıyordu, bu gidişle dışlanacağından korkuyordu.

Bu düşüncelerle eve vardığında, kimseyi bulamadı ve biraz zaman öldürdükten sonra uykuya daldı. Bir takırtıyla uyandığındaysa, mutfaktan konuşma sesleri kulağına çalındı. Küçük odanın ışığını açıp baktığında, saatin gece yarısını çoktan geçtiğini ve şafağın yakın olduğunu gördü. Normal değildi bu durum, onunkiler yine kavga mı ediyordu yoksa?

Gözlerini ovarak mutfağa girdiğinde bir kadın konseyi karşıladı onu. Aralarında bir yerde annesini seçebildi.
"N'oluyor?" diye sordu, kadına.

Oysa bir cevap alamadı. Orta yaşlarına varmış kadın gözünü kaçırıyordu ondan.

"Babam nerede?" diye sordu, bu garip topluluğun amacını anlamaya çalışarak "Yine işte mi?"

Rahatsız edici bir sessizliğe sahip kadınlardan çıt çıkmamıştı. Küçük mutfağın üstüne ölüm sessizliği çökmüştü. Genç olan biteni hala kavrayamasa da, içindeki bir şeyler ona fısıldamaya çalıştı. Ancak gerçeğin sesi, savunmaya geçmiş bilinçaltında çabucak yok olup gidiverdi.

Mutfağı terk eden ergen, başka sesler duyunca o tarafa yöneldi. Salonu bulunmayan evin dışından geliyordu bunlar. Metal kapıyı açıp dışarı çıktığında, bir çok orta yaşlı adamı buldu orada. Onları tanıyordu. Akrabaları ve babasının arkadaşlarıydı bu kişiler.

Gecenin karanlığı içinde, kendi aralarında alçak sesle konuşan adamlar onu görünce sus pus oldu ve her biri gözlerini ona dikti.

Arkalarındaki araçta bir tabut gördü genç.

"Babam nerede?" diye sordu.

Birbirine bakan adamlar biraz fısırdaştı ve en son, hepsi tek bir adama baktı. Dayısıydı bu. Hatırladığından çok daha yaşlı görünüyordu.

"Babanı kaybettik," kelimeleri döküldü ağzından.

---

Cenaze zar zor hatırladığı bir rüya gibi gelip geçmişti. Ağlayan kadınlar, asık suratlı erkekler ve neler olup bittiğini anlamayan küçük çocuklar.

Babasının cesedine bakmak istememişti fakat gelenek icabı göstermişlerdi yine de. Ezilmiş göğsündeki dikiş izlerini, soluk bedeni ve tek tük beyazların düştüğü kara bıyığı asla unutabileceğini zannetmiyordu. Ancak aklında en çok yer eden şey, bir zamanlar hayat dolu olan bu adamın hareketsiz, hastalıklı fakat yine de her an uyanıp her şeyin bir yanlış anlaşılma ya da saçma bir şaka olduğunu söyleyebilecekmiş gibi yatmasıydı.

Olaydan sonra, günler boyunca neler olup bittiğini anlamadan boş boş gezinmişti. Okula gidiyordu, dışarı çıkıyordu ve alışveriş yapıyordu her zamanki gibi. Ancak hiçbir zaman, hala var olduğu hissine ulaşamıyordu.
Eve geldiğinde ise ağlayan annesi ve acıma dolu gözlere sahip sözde yardımsever insanların bakışlarına katlanamıyordu. Uyuşuk hissetmediği ve kimsenin görmediği anlarda zaten kendisi yeterince ağlıyordu, bir de bu insanlarla uğraşmazdı.

Bu şekilde aylar ayları kovaladı, başta sonu gelmeyecek gibi görünmüş olsa da acı zamanla sönüp, yerini hafifçe ama kesintisiz biçimde yanan bir sızıya bıraktı.

Gelen giden azaldı, akrabaların yaptığı yardım da kesildi. En çok dayısı yardımcı olmuştu onlara fakat bir süre sonra o da, bakması gereken bir ailesi olduğunu söyleyerek parayı kesmişti. Annesi de dahil herkes, ona okumayı bırakıp bir işe girmesi gerektiğini söylüyordu, kadın çalışmaya başlamıştı fakat ev işleri haricinde bir şey bilmediği için yeterli para getiremiyordu.

Genç de bunu biliyordu fakat kabul etmek istemiyordu. Bir süre cebelleştikten sonra, en sonunda razı olacağı hafta evin kapısını garip bir adam çaldı. Düzgün takım elbisesi, temiz ve soğuk yüzü ile buraya yabancı olduğu açıkça belliydi. Detayları pek kavrayamasalar da, annesi de o da tek bir şeyi anlayabilmişti. Babası yıllar boyunca gizliden gizliye köşeye bir şeyler koymuştu, akıllıca ve kısmen de şanslı olarak yaptığı yatırımlar sayesinde de miktar büyümüştü. Miras olarak, onların koşullarına göre, büyük bir birikim bırakmıştı. Yanında da bir mektup.

Mektupta yazana göre bu paranın, oğlunun eğitimi için kullanılmasını istiyordu, ki bu durum genç ile annesi arasında bir gerilim oluşmasına yol açmıştı. Oğlan artık bir şeyleri daha net görebiliyordu, hayattan o an istediği tek şey bu çukurdan –babasının da onun için istemiş olduğu gibi- kurtulmaktı. Körelmiş olsa da potansiyeli olduğunu da biliyordu.

Öte yandan annesi ona saçmalamamasını ve parayla güzel bir iş yeri açıp onları geçindirmesini söylemişti. Babası gittiğine göre bu görev artık ona düşüyordu. Yıllar yılı kocasının son isteğine hiç saygı duyup duymadığını sorduğundaysa "Adam ne kadar zamandır arkamdan iş çevirmiş? Bir şeyleri sakladığını biliyordum. Neden bana güvenmedi ki?" cevabını almıştı.

Kadın nuh deyip, peygamber demiyordu. Canının yandığı barizdi, kocasının güvensizliği ona koymuştu. Aynı zamanda açıkta kalma düşüncesi de bayağı korkutuyordu. Yine de oğlan bu kadar büyük bir fırsatın kaçıp gitmesine izin veremezdi. Böylece uzun bir süre boyunca kavga ettiler ve iş artık bir yerden sonra yaşayıp gitme meselesini geçip gitti. Kocası tarafından ihanete uğradığını düşünen kadın, şimdi de oğlunda aynı belirtileri gördüğünü düşünüyordu. Oğlan ise bencil davrandığını düşündüğü annesine içerliyordu.
En sonunda, inceldiği yerden kopsun diyerek, olayı, onlara haberi getiren avukata taşıdıklarında ise, çocuk yasal olarak reşit olmasa da onun hakkının geçerli olduğu ortaya çıktı. Kadın onun vesayetine sahip olarak parayı kullanabilirdi yine de. Ancak mirasın gerektirdiği şekilde –oğlanın eğitimi için- harcamazsa parayı, yerine yeni bir varis atanacaktı. Sorun oydu ki, güvenilir birisi yoktu ortalıkta.

Duygusal olarak birbirlerine bağlılıkları zayıflamış olsa da, gereklilik bağıyla bir araya gelmiş ana-oğul, böylece bir anlaşmaya varmak zorunda kaldılar.

Genç oğlan yavaşça kendisini çeteleşmeden çekti ve derslere yöneldi. Bir süre sonra da, kendi payıyla yeni ve daha düzgün bir okula yazıldı. Annesi ise zaman içinde kendisine yeni bir koca buldu. Daha iyi bir semtte oturan, hayatının bu vaktine kadar yalnız yaşamış, orta yaşlı bir adamdı.

Bu olay olduğunda çocuk on sekiz yaşına basmış ve artık bir yetişkin olmuştu. Babasından başka birinin altında yaşamayı reddederek, evi kendisine aldı ve annesiyle yollarını ayırdılar. Son görüşmelerinde kadının aklından neler geçtiğini çözememişti. Kendisininkinde ise kısmen pişmanlık, biraz acı fakat bir yandan da bir rahatlama vardı. İstediği üniversitede tıp kazanmış ve sonunda bağımsızlığını ilan etmişti. Para büyük oranda suyunu çekmiş olsa da, yıllar içinde geliştirdiği notları ile devletten kazandığı burs ve yarı-zamanlı bir iş sayesinde hala okuyabilirdi.

Sonunda özgürdü.

---

Bu olaydan beri üç yıl geçmişti ve şimdi, annesinin ölüm haberini almış olduğu gece çatıda birasını yudumluyordu. Ne hissetmesi gerektiğini bilmiyordu. Kadının ağlamaklı bencilliği aklına geldikçe öfkeleniyor fakat bir yandan da tarif edilemez bir acı hissediyordu. Bu kadar kötü olacağını hiç düşünmemişti, kadını üç yıl önce aklında gömmüştü. Oysa şimdi, onu gerçekten gömmüştü.

İstemsizce gözünden dökülen yaşları ilk başta silmeye çabalasa da, çok geçmeden hıçkırarak ağlamaya başladı. Böyle olmasını istememişti, böyle boktan bir dünyaya gelmeyi o istememişti. Böyle boktan bir insan olmayı istememişti.

Bira kutusunu fırlatırken, içindeki acının yerini öfke almaya başladı. O güne kadar duymadığı bir tepki, dünyaya isyan içini bürümüştü. Kendini sokaklara vurdu ve dolanmaya başladı. Yarım saat sonra üç tane eski arkadaşını gördü, birinin peşinden koşturuyorlardı. Eski zamanların hatırına onun da yardımını istediler.
O da kabul etti...

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: İnsan ve İblis
« Yanıtla #10 : 25 Eylül 2016, 21:21:12 »
Bölüm 11 - Charmius 2

"Charmius," dedi adam, kendi kendine "Yıllar sonra bu ismi neden tekrar duydum?"

Salonla birleşik olan mutfakta, akşam yemeğiyle uğraşmakta olan bir doksanlık adam, olan bitenlerden dolayı yorulduğunu kendine itiraf etmek zorunda kalmıştı. Önündeki tencreye odaklanmışken, kaslı göğsündeki bıçak yarası sızlayınca, eli farkında olmadan oraya gitti.

Pazardan aldığı barbunyayı attığı tencereyi kontrol etti, tekrar kaynatma vakti gelmemişti daha. Eti bir an önce yemek için sabırsızlansa da, sebzeyi de bekleyecekti. Normalde olduğu gibi kısa yemekler yapmak yerine, bugün kendine küçük bir ikram hazırlıyordu.

Yemek pişe dursun, koca bir kaseyi alıp geniş salona geçti. Köşedeki televizyonun önündeki küçük, tahta sehpaya bol marullu salatayı bıraktı ve ardından mutfaktan şarabını aldı. Sehpaya dönerken önünden geçtiği pencereden, dışarıdaki karanlığa baktı bir anlığına. Sokak lambalarının ölü beyazı ışığı, zar zor etrafı aydınlatıyordu. Gerçi, müstakil evinin bahçesindeki koca çınardan dolayı normalde de pek bir şey görebildiği söylenemezdi.

Rengi atmış, bir zamanlar lacivert olan mavi koltuğa çöktü ve kumandanın düğmesine bastı. Pili bitmiş kumanda çalışmayınca, söylenerek kalktı ve siyah televizyonu açmak için uzandı. Tam düğmeye basacaktı ki, sol omzuna saplanan bir acıdan dolayı kolunu refleksif olarak geri çekti. Bu arada elinden fırlayan kumanda, duvarın kenarında duran geniş kütüphaneye giderek çarptı ve dolu kitaplıktan taşan bir kitabı devirdi.

Onu yerden almaya tenezzül etmeyen adam, koyu yeşil gözlerini acıyla kısarak omzunu ve kolunu esnetti. Bu işlemi biraz daha sürdürünce batma hissi yavaş yavaş kayboldu ve yerini rahatlamaya bıraktı.

En sonunda televizyonu açıp karşısına geçti ve salataya daldı. Bir yandan, bayağı eski olduğu belli olan maşrapasından kırmızı şarabı yudumluyordu. Televizyonda oynayan sitkom pek kaliteli olmasa da, iyi gelmişti. Arada bir eğlenerek kaf hafifçe gülen, kah sırıtarak burnundan kuvvetlice nefes veren adam, bir süre sonra yeşilliği bitirdi ve mutfağa döndü.

Sonunda pişmiş olan barbunyayı dinlenmeye bıraktı ve yarım kiloluk bifteği cızırdayan tavaya attı. Acemice karıştırdığı baharatları üstüne dökerken, pişen etin kokusu etrafa yayılmaya başlamıştı. Tereyağının cızırtısı, televizyondan gelen kahkaha efektiyle karışarak geniş odayı dolduruyordu. Şaraptan bir yudum daha aldı.

Birkaç dakika içinde, harlı ateşte yaptığı et hazır olunca ve hafiften sallanarak koltuğa attı kendini ve yemeğin keyfini çıkarmaya koyuldu. Salatanın aksine, bunları yavaş yavaş tüketerek keyfini çıkarmak niyetindeydi.

---

"This will never end,

'Cause I want more.

More, give more,

Give me more..."


Telefonun çalmasıyla gözlerini açan adam, kendine gelmeye çalışarak komodine doğru baktı. Titreşerek zarıldayan alet sabah sabah nedense sinirlerini bozmuştu.

"... this will never end,

'Cause I want more.

More, give me more,

Give me more..."


Bir daha sevdiği bir şarkıyı zil sesi yapmamaya karar verirken, bir yandan doğruldu ve arayana baktı. Çağrının kimden geldiğini gördüğünde ise, hemen telefonu açtı.

"Charmius!" diye bağırınca bir kadın, kulağından uzaklaştırdı cihazı "Yine içip kendinden mi geçtin?"

"Sesinin tizliği gitmiş," dedi, adam "N'apıyorsun, Gece?"

"Hala bir ergen olduğumu mu sanıyorsun? Kaç yıl oldu, öküz adam. İnsan bir kere arar sorar," diye devam etti kadın.

"Meşguldum," dedi ayağa kalkıp, yatak odasının penceresine giden adam.

Salon harici evdeki tek oda olan bu yerden, etrafı daha rahat görebiliyordu. Aşağıda oynayan çocuklar vardı.

"Cık cık, demek hala umursamazın tekisin," dedi kadın "Evde misin?"

"Şehre mi geldin?" diye sordu, adam.

"Dedektif materyali olduğunu biliyordum sende. Tahmin et ne oldu?" dedi, sesindeki heyecanı zar zor bastırdığı belli olan kadın.

Adam onun dediklerini dinlerken, sokağın karşısındaki çocuklardan biri onun tarafını işaret etti. Baksırı haricinde üstüne bir şey geçirmemiş adamı görünce, kollarını ve vücutlarını kasıp, kasıla kasıla yürümeye ve ona oyuncul bir şekilde tehditkar pozlar vermeye başladılar. Sekiz-dokuz yaşındaki bir tanesi, tişörtünü kaldırıp karın kasını çıkarmaya çabaladı. Yeni uyanan adam bunların hiçbirini fark etmemişti.

Birkaç dakika sonra kapısı çalınınca, üstüne beyaz bir tişört geçirmiş adam onu açmaya gitti. Karşısında uzun, siyah saçlara sahip alımlı bir kadın buldu. Kimin geldiğini bilmese onu tanımayabilirdi.

"Naber?" diyen, genç kadın ona baktı.

Cevap vermek yerine, bütün ciddiyetiyle, durduğu yerde ona resmi bir selam çaktı adam. Şaşırmak yerine, bütün havası değişen kız da ona karşılık verdi. Gerilimli hava ortamı kaplarken, bir anda ciddiyetin yerini gülüşmeler aldı ve adam onu içeri davet etti.

"Hatırlayacağını düşünmemiştim," dedi, spor ayakkabılarını çıkaran beyaz tenli kadın.

"Unutur muyum?" dedi, bir elinde kahve tutan adam.

"Böyle kolay kurtulabileceğini sanma. Yine de bir öküzsün! Kaç kere aradım seni, niye cevap vermedin?" diye sordu, girişte duran kız, gözleri terlik arayarak.

"Al," diyen adam, kendininkileri çıkararak ona yolladı "Meşguldum işte."

"Neyse," dedi, üstünde sportif, siyah arka plana işlenmiş gri desenlerle kaplı bir tişört olan kadın "Yeni çalışma arkadaşına merhaba de."

"Tam olarak birlikte çalışmayacağız," dedi adam "Sonuçta istihbarattasın sen."

"Öyle deme. Bizimkiler bütün bu olan bitenlerle bayağı bir ilgili. Başkenti görmeliydin, siyasetle kafayı bulmuş bütün o morukların etekleri tutuştu. Hiçbir fark yaratmayacağını düşünüyordum ama bak, piyango kime çıktı."

Bunu derken, gözlerinin içi gülüyordu.

"Terfiyi hak etmiştin, akademideki en iyilerden biriydin," diyen adam mutfağa yöneldi "Kahve alır mısın?"

Sarıya kaçan kahverengi gözlere sahip kız, başıyla onayladı ve etrafa göz gezdirdi. Tekli koltuk, sehpa ve televizyon harici sadece duvarda bir resim asılı olan geniş salon bomboştu. Tabii büyük kütüphane sayılmazsa. Evi tararken, arkası dönük şekilde kahve koyan ve hala altında siyah baksır olan adamın kıçında gözleri normalden biraz fazla daha kalmıştı.

Adam iki adet kahveyle döndü ve ikisi de, koltuğu boş bırakarak, yere çöküp bağdaş kurarak sohbete daldılar.

"... ardından ağzına bir tane vurdum ve herif dönüp ne dedi dersin?" dedi, bir beklenti oluşturmayı amaçlayan kız.

"Ne?" diye sordu, kahvesini son demlerini yudumlayan adam.

"Bir tane daha vur, yahşi güzel," dedi, kendi bardağını çoktan bitirmiş kız "Ben de dediğine uydum ama bu sefer yüzü yerine taşaklarına bir tane geçirdim. Kıvranışını görmeliydin."

Bunu derken bir yandan gülerek, çok kalın olmayan fakat kaslı ve sıkı koluyla uzun saçını elledi. Adam da gülmüştü, ancak kızın teşkilatta bu kadar uzun saçlarla dolaşmasını da bir yandan garip bulmuştu. Belki de istihbarattakileri daha rahat bırakıyorlardı.

"Şey, Charmius, duyduğum kadarıyla hala sokak görevindeymişsin," dedi, sesinin tonu değişen kadın.

"Haberlerden mi gördün?" diye sordu, rahatsızlık emaresi göstermeyen adam.

"O da var," dedi, uzun yüzlü kız "Toy katile rastlamışın."

"Toy katil mi?" dedi, bir anlığına anlamayan adam.

"Bazı sitelerin verdiği bir ad, komşu katili işte. Başkentte en çok bu tuttu. Entellerin hoşuna gidiyor," dedi ve bilerek takındığı yapmacık, tepeden bakan bir sesle devam etti "Toplum tarafından dışlanmış bir genç. Artık baskılara dayanamayarak kendini kaybediyor ve bir intikam görevine çıkıyor!"

"Burjuvazi figürlere karşı bir ayaklanmanın başlangıcıdır belki de!" dedi, ona uyan adam.

"Hah," dedi küçümseyen kız "O solcuların çok hoşuna giderdi. Gerçi veledi anlamadığımı söyleyemem."

Bunu derken biraz utanmış gibiydi.

"Neden?" diye sordu, adam merakla.

"Bayağı sağa sola savrulup duran biriymiş duyduğum kadarıyla, zayıf olmak hoş bir şey değil," dedi, elindeki bardakla oynarken bilek kasları gerilen kadın.

"Niye buradasın?" diye sordu, adam lafı dolandırmadan.

"Ben..." dedi kız, duraksayarak "Başkent sandığından daha karışık ve sen, sandığından çok daha büyük bir üne ulaştın."

"Ne? Ne ünü?" diye, sordu kaşları kalkan adam.

"Yok, hayır. Boşver," dedi, apaçık şekilde gerilmiş kadın.

"Gece, birbirimizi akademi yıllarından beri tanıyoruz. Ortada bir şeyler dönüyor," dedi, yanık tenli adam.

Genç kız bir anlığına düşüncelere daldı, ardından makyajsız, koyu dudaklarını aralayarak bir şeyler demek istedi fakat ne diyeceğini bilemiyormuş gibi tekrar kapadı.

Alnında ince kırışıklıklar belirmiş adam, sakin bir görünümle onu izliyordu.

"Tek bildiğim öldürülen o şirket sahibinin politik bir öneme sahip olduğu. Ölümü bayağı bir karmaşaya yol açtı," dedi, yüzüne kararlı bir ifade yerleşmiş olan kadın.

"İstihbarat bu yüzden mi burada? Seni tek mi yolladılar?" diye sorguladı, adam.

"O kadarını söyleyemem. Hatta bunları bile sana dememiş olmam gerek," dedi, ayağa kalkan, bir yetmişlerdeki kadın "Kahve için sağol."

Son cümlelerine rağmen, yüzünde hiçbir pişmanlık yoktu.

"Ne demek," dedi, onun ardından doğrulan, kısa ve düz saçlı adam "Demek istihbarat soruşturmaya dahil oluyor."

"Öyle. Gitsem iyi olur, Charmius," dedi, kadın "Bir ara dışarı çıkalım."

"Rütbeli birinin hoşuna gidecek bir mekana girebilir miyim bilmiyorum," diye, alaylı bir tonda cevapladı adam.

Sağ koluna şakasına bir yumruk savurdu kız. Yine de, darbenin ardına biraz acıtacak kadar kuvvet katmıştı.

"Tamam tamam," dedi adam "Mekanı sen seç."

"Adios, muchahos," dedi kapıdan çıkan kız.

Charmius, içinde beliren onu düzeltme dürtüsünü yoksaydı.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: İnsan ve İblis
« Yanıtla #11 : 27 Eylül 2016, 19:03:24 »
Bölüm 12 - Ekim

"Tao Te Ching mi?" diye sordu, genç kızın yanında yürüyen oğlan.

"Dao De Çing diye okunuyor," diyen sarı, kısa saçlı kız kitabı geri almaya yeltendi fakat adam oyuncul bir şekilde elini geri çekti.

"Dur be, iki dakika bakayım," dedi eğlenerek.

Kalabalıkla birlikte yol alan ikili, kah şakalaşıp kah gülerek yürümeye devam ettiler. Güneşin sarı ışıkları açık meydana düşerken, nereden estiği belli olmayan bir rüzgar binlerce kişiyi havanın yakıcı etkisinden koruyordu. Öğlen güneşi altında insana nefes aldıran doğanın bu lütufu, zaten gergin olan kalabalığa iyi gelmişti. Kimisi açık, kimisi koyu tenli, bir kısmı orta kesim başka bir kısmı ise alt düzey gelirli olan insanlar, sadece tek bir amaç için bir araya gelmişti o gün; baskıyı her geçen arttıran hükümete karşı seslerini duyurmak.

Bir kaç yüz metre gerideki köprünün orada bulunan yüzü aşkın otobüs, ülkenin dört bir yanından gelen kalabalığı başkente taşıma görevini yerine getirmiş halde duruyordu. Onların yakınında toplanmış şoförler ise, asfalt alanda bekleşirken memleket muhabbetine dalmışlardı. Gür bıyıklı ve koyu tenli bir tanesinin kahkahası yankılanarak rüzgara karıştı ve eylem alanına giden kalabalığa ulaştı. Tam olarak nedendir bilinmez ama bu kahkaha bir çok kişinin içini rahatlatmıştı, hayatın normalliğine dair bir işaretti sanki. İçinde bulundukları durum ve aldıkları riske rağmen, kendini sakinleştirmek için değil fakat tam anlamıyla içten kahkahayı basan birisi, her şeyin normal olduğunu gösterir gibiydi.

Kırmızı, uzun ve ince bir kortej bayrağını taşıyan bir genç keyifle bir sigara koydu ağzına ve yanındaki arkadaşına yaktırdı. Çantasının kayışıyla oynayan orta yaşlı bir bakkal, kendinden küçük bir çok kişinin olduğu alana bakarken gözlerinin içi ışıldıyordu. Hazırlık olarak çantasına limon atıp gelmiş bir kadın ise, onları belki de kullanmasına gerek kalmayacağını düşünmeye başlamıştı. Çocuğuyla gelmiş bir baba ise, onu omuzlarına alarak devleştirmişti. Yerel baş örtüsü ve şalvarla giyinmiş yaşlı bir kadın ise, evde hazırlayıp getirdiği börekleri, etrafındaki gençlere dağıtıyor ve bir yandan sohbet ediyordu. Topluluğun diğer tarafında, su ve simit satan henüz ergen yaşta birinin ise etrafına pek çok kişi doluşmuş ve aceleyle paraları uzatıyorlardı.

---

"Topluluğa katılsana," dedi oğlan "Senin gibi hevesli birisi iyi olur."

"Eh," dedi, kavisli burnunu kaşıyan, teklifi pek de umursamamış ve geri aldığı kitabındaki kırışıklıkları düzelten kız "Kendi başıma bir şeyler yapmayı tercih ederim."

"Apolitik takıl bakalım," diyen siyah sakallı genç, ağzının kenarıyla ekledi "Yakında kırmızı et ve şarap falan da yemeye başlayacaksın bu gidişle."

"Parasını ver yiyelim. Makarnadan imanım gevredi," dedi, altta kalmayan ince kız.

"Makarna demişken bak aklıma ne geldi. Ketılla kaynatma konusunda yeni bir yöntem buldum..." diye lafa başlıyordu ki, kız onun lafını böldü.

"Etrafta neredeyse hiç polis görünmüyor nedense," demişti kendi kendine "Pardon ne diyordun?"

Ancak sohbete devam etme girişimine rağmen, istemsizce, mavi gözleri alanı taramaya devam etti. Daha önce bu tarz toplaşmalarda çok bulunduğu için, güvenliğin bu kadar az olması içine sinmemişti. Belki de ileride bir yerde barikat kurmuş halde onları bekliyorlardı ya da kim bilir, belki de caddeye girdiklerinde bir anda her sokaktan üstlerine çullanacaklardı. Ne olacağını bilmese de, hayra alamet olmadığı açıktı.

"... ardından azar azar kaynayan suyu ekliyorsun. Hey, dinliyor musun?" dedi genç adam, hafiften bozularak.

"Sivil görüyor musun etrafta?" diye sordu kız ona.

"Ne?" diye afalladı, sorunun mantığını anlayamayan adam.

"Sivil polis, diyorum. Görüyor musun?" diye, daha açık şekilde tekrarladı, sırtındaki çantanın kayışlarını sıkılaştıran kız.

Ondan daha uzun olan siyah tişörtlü adam, parmaklarının üstünde doğrularak şöyle bir etrafı taradıktan sonra, başını olumsuz şekilde salladı.

"Artık çok daha fazla uzmanlaştılar. Senden benden ayırt edilemiyorlar," dedi bir yandan.

"Yine de bir kaç tane de olsa bariz olanlar oluyordu. Garip bir şeyler..."

Ancak cümlesini tamamlayamadan, yakınlarda bir yerlerden gelen patlama sesiyle birlikte donarak kaldı. Zaman yavaşlamışken, mavi gökyüzünün altında yükselen alev öbeğine çevrildi gözleri.
Basınçla birlikte etrafa saçılan kol, bacak ve et parçalarının kalabalığın üstüne yağışını gördü yavaşça.

Bir kaç sıra önündeki insanların çoğunun eş zamanlı şekilde yere yığıldığını gördü. Onların ardındaki sırada bulunanlardan bazıları ise acıyla haykırmıştı.

Babasının omuzlarına yerleşmiş çocuğun alnındaki delikten kanlar süzüldüğünü de gördü. Bir an sonra ise, hızla fışkıran kan taneleri yüzüne sıçrarken gözlerini kapamak zorunda kaldı.

Kızın bilinci olan biteni daha kavrayamasa da, gözlerini açtığı sırada, beynindeki sinaptik bağlantılar ateşlendi ve saliseler içinde kaçma güdüsü kontrolü ele geçiriverdi. Yanındaki oğlan da, o da, refleksif olarak birbirlerinin elini tutarak arkaya döndüler.

Döner dönmez, ikinci bir patlama, bu sefer çok daha yakınlarında gerçekleşti ve görüntüler solarken, yere yığıldı. Son gördüğü şey, katliamdan kaçmak için koşan birisinin yerdeki kandan dolayı kayıp düşmesi olmuştu.

Üç saniye geçmişti, sadece üç saniye. Bu kısa süre, ahenk ve neşeyle yürüyen kalabalığın kaosa ve kana bulanması için yetmişti.

---

Etraftan sesler gelirken, karanlığın içinde bulunan kız neler olduğunu anlayamadı. Evde olduğunu sanarak, neden bu kadar gürültülü olduğunu merak etti. Birileri ziyarete mi gelmişti? Gözlerini yavaşça açmaya çalıştığında, sol gözünde bir sızı hissetti ve onu aralayamadı. Sağ gözü ise masmavi gökyüzüne doğrulmuşken, eli kendiliğinden, merakla, diğer gözüne gitti. Yapış yapış bir şeyler vardı, neydi ki bu? Eline baktığında bunun kan olduğunu anladı. Bununla birlikte olan biten her şeyi hatırlamıştı.

Elinden geldiği kadar hızlı doğrulunca, etrafında toplanmış pek çok kişiyi gördü.

"Yaşıyor! Burada hayatta olan birisi var!" diye bağırdı birisi ve anında dibinde bir doktor belirdi.

"N'apıyorsun? Uzan!" diyen adam, yüzünün sol tarafını inceliyordu bir yandan.

"Arkadaşım... o nerede?" diye sordu ve ona uymayı reddederek ayağa kalktı.

Üstünde bir şeyler olduğunu fark edince bakışlarını ona doğrulttu. Özgürlük temalı, plastik bir pankarttı bu. Yere atarak etrafına bakındı.

"Neler... ne oldu...?" diye sayıklamıştı bir yandan.

Açık olan tek gözü yaşarmıştı bunu derken. Genzi ve ciğerleri de yanıyordu.

"Gaz attılar, polis geliyor!" diye bağırdı birisi o sırada.

"Yolu kapadılar, ambulans giremiyor!" diyen, üstündeki gömlek kana, başkasının kanına bulanmış bir adam haykırdı.

Sağ gözündeki bulanıklık geçmeye başlamış kız, o sırada alanı daha net görebilmeye başlamıştı. Kendisinin de bulunduğu yaralıların bir araya getirildiği alan, patlama bölgesinden yüz metre kadar uzaklıktaydı. Kimisi koşturan, kimisi amaçsızca dolanan pek çok insan vardı çevresinde. Az sayıda doktor yaralılara müdahale etmeye çalışırken, başka bir taraftaki kalabalık polis barikatına saldırıyor ve ambulans yolunu açmaya çalışıyordu. Ancak bir kısmının yüzü öfkeyle çarpılmış, bir kısmı gülen güvenlik güçleri onları engelliyordu.

"Barış nerede?" diye sordu, onu inceleyen doktora.

İşine odaklanmış adam onun dediğini duymamıştı bile. Sol göze isabet etmiş demir bilye, gözün frontal tarafını penetre etmiş olsa da çok derine girememişti. Ancak gözü ezerek, akının akmasına ve tamamen işlemez hale gelmesine yol açmıştı. Operasyonla kurtarılma şansı yoktu. Yani genç kız, ömür boyu bir daha o gözünü kullanamayacaktı. Yine de cismin orada kalmasına, enfeksiyon riski yüzünden izin veremezdi.

Böylelikle, yanındaki kutudan çıkardığı iğneyle lokal anestezi uyguladığında, kız acıyla inledi fakat zaman kaybetmeyerek, lateks eldivenli elinde tuttuğu tıbbi cımbız ile cismi hemen çekip çıkardığı gibi yaraya anti-septik döktü. Sarmaya geçecekti ki, açık sarı saçları kan ile kızıla bulanmış kız bu sırada yere yığılıverdi.

"Kendini kaybetme, kafa travman var. Uyumaman gerek," diyen adam, yüzünün sol tarafını sardığı gibi kızı omuzlarından tutarak kaldırdı. Bir yandan, kendisinin de taktığı -bu tarz olaylar için tasarlanmamış olsa da çok hafif şekilde işe yarayan- tıbbi maskelerden birini kızın yüzüne geçirmişti.

Biber gazı içinde nefes almaya çalışarak fısıldadı "Her şey düzelecek."

Ardından, alnındaki teri kolunun tersiyle sildikten sonra, birisine el etti.

"Ambulans gelene kadar onu uyanık tut. Gerekirse dolandırabilirsin," diye, yardıma koşan gür bıyıklı adama direktif verdi.

"Tamam," diyen şoför, genç kıza destek olarak onu kanlı bölgeden uzaklaştırmaya yeltense de kız direnerek durdu.

"Barış'ı bulmam gerek," dedi, adama.

İlk başta ona karşı çıkmak istese de, yüzünün yarısı sarılı genç kızın geri kalan tek gözündeki acı dolu ifadeyi görünce gönlü bu isteği reddetmeye el vermedi.

"Arkadaşın nasıl birisi, kızım?" diye sordu, yumuşak bir sesle.

"Uzun, koyu tenli. Siyah, uzun saçları ve sakalı var," dedi, minnettar olan kız.

Daha çok detaya girmek istese de, aklına gelen bir şeyden dolayı kelimeler boğazında düğümlenivermişti.

"Tamam, kızım. Yaralılar arasındadır herhalde, gel bakalım," diye yanıtladı adam ve alanı gezmeye koyuldular.

İlerleyen dakikalarda, bayraklar ve pankartlardan yapılmış sedyelerin üstünde bulunan yüzlerce yaralının arasında dolaşsalar da, onu bulamadılar bir türlü. Adam, kızı mümkün olduğunca patlama bölgesinin vahşetinden uzak tutmaya çalışsa da bir işe yaradığı söylenemezdi. Önünden geçtikleri, kırmızı saçlı bir kadın "Hepimizi öldürecekler!" diye ağlıyordu telefonda. Kamerasını yere bırakmış bir haberci, kendini tutamayarak yüzünü elleriyle kapamış ve hüngür hüngür ağlıyordu. Ağzından kanlar boşanan, bilinçsiz bir gencin başındaki kadın doktor bütün gücüyle ona kalp masajı yaparak hayata döndürmeye çabalıyordu. Börekleri yere saçılmış bir kadın, oturmuş ağıt yakıyordu. Birbirine sarılmış iki tane orta yaşlı adamdan biri, ağlayan diğerini durdurmaya çalışmadan sadece tutuyordu. Kan, uzuv, et ve demir parçaları her yere saçılmıştı. Barış ve özgürlük temalı pankartlar kızıla bulanmıştı.

Bu esnada, polisi geri püskürtmeyi başarmış olan grup sayesinde ambulanslar tek tük alana girebilmeye başladı. Kızın da enerjisi tükenmeye yüz tutsa da, Barış'ı bulmak konusunda diretmeye devam etti. Bıyıklı adam, ona arkadaşının ölmüş olabileceğini nasıl söyleyebileceğini bilmediği için kızla birlikte dolanmaya devam etti. Ayrıyetten, kızdan çok daha ağır yaralılar vardı ve önce onların tahliye edilmesi gerekiyordu.

Böylelikle, kalan küçücük umut kırıntısına tutunarak arayışı sürdürmeye devam ettiler. Ancak bir süre sonra, adamı daha acil bir ihtiyaç için çağırdılar.

"Bir yere gitme. Geri geleceğim," diyerek, gözleri dolmuş bir şekilde ayrılarak, onu yalnız bıraktı.

Ona uymayı bir an bile aklından geçirmemiş kız tekrar doğruldu ve bu sefer, daha önce inanmak istemediği olasılığa boyun eğerek patlama alanına doğru yol aldı. Gözü Barış'ı arıyordu ve onu, kısmen, bulması uzun sürmedi.

Bedeni parçalanmış Barış, cansız halde yerde uzanıyordu.

Geriye kalan bütün enerjisi de çekilen kız, yere düşerek ağlamaya başladı. Arkadaşının kanı içinde oturmuş, gözünden yaşlar akarken, hayatta kalan ve hala yaşama şansı olanları kurtarmaya çalışan kalabalığa saldıran polisi gördü. Bunlar olup biterken bir yandan da etrafındaki dünya kararmaya başlamıştı, yaşam enerjisi gittikçe azalıyordu. Ölümün yaklaştığını hissederek, aciz şekilde direnmeye çabalasa da yaralı bedeni ve aklı buna el vermedi.

Ve her şey karanlığa büründü...

---

Boşluğun içinde süzülen kız, kendi bedeni haricinde hiç bir şey göremiyordu. Sadece, karanlığın hakim olduğu uçsuz bucaksız bir boşluk vardı. Başka bir an olsa, içine düştüğü bu garip durumu sorgulayabilirdi fakat o anda hissettiği tek şey, ölçmesi imkansız bir acıydı.

Dakikalar boyunca süzülmeye ve ağlamaya devam etti, öteki hayatta mı olduğunu ya da ölüp ölmediğini umursamadan. Ancak bir süre sonra yaşlar duruldu ve -kısmen- rahatlamış bir boşalma hissi, bunun yanında da büyük bir yorgunluk çöktü üstüne. Bir yandan nerede bulunduğunu sorgulamaya başladı, cidden ölmüş müydü?

O anda, bedeni süzülmeyi kesti ve çevresi bir anda aydınlanarak, önünde beliren çelik mavisi, yuvarlak ve geniş platformu aydınlattı. Dairenin ortasında, hava -sanki cayır cayır yanan bir alev varmışçasına- bulanıyor ve etrafa ısı saçıyordu. Ancak insanı yakan bir sıcaklığı yoktu, tam tersine hoş bir ılıklığı vardı.

Artık yatışmış kız, neler olduğunu merak ederek, merkeze doğru yaklaşmaya koyuldu. Attığı her adımla beraber bulanıklık daha da belirginleşiyor, hatta belli bir forma bürünüyordu. Bir kaç metreden sonra insana benzer bir şekil, seçilebilir hale gelmişti. Daha da yaklaştıkça, ısı dalgasından oluşmuş bir bedeni apaçık biçimde görebilmeye başladı. İki yanında uzanan, her biri ikişer metre civarı kanatlara sahip form, kıza çevirmişti başını.

"Öldüm mü? Burası neresi?" diye sordu, kız ona.

Ancak konuşma şeklinde bir cevap gelmedi. Bunun yerine, aklının içinde bir fikir, daha doğrusu bilgi belirmişti. Kelimelerden, sesten ya da görüntüden değil, sadece kavramlardan oluşuyordu. Ona daha ölmediğini fakat çok yakın olduğunu bildiriyor, dünyaya geri dönmesini salık veriyordu. Aynı zamanda varlık, kendi tözünün kavrayışını da ona aktarmıştı; insanların melek dediği şeydi o.

"Ne? Tanrı gerçekten var mı yani?" diye sordu, kız.

İlginç şekilde, bu tecrübeyi garipseyemediğini belli belirsiz fark etti. Kendisine verilmiş tözden dolayı, önündeki yaratığın ve bu diyarın var olması ona gayet akla yatkın gelmişti.

Gelen yanıt, tanrı hakkında meleğin de bir bilgisi olmadığını iletti ona. O, diğer bütün canlılar gibi, sadece vardı. Melek kavramı, bir insan olan kızın anlaması için kullandığı bir şey idi ve tanrı konusunda, melekler de insanlardan daha ileri bir duruma gelememişti.

Kavram akışı devam ederken, ona bir teklif fikri sundu aynı zamanda. Kızın ve alanda bulunan herkesin yaşadıklarını görmüştü ve yardım etmek istiyordu. Bu görüş kıza aktarıldığında, onun dokusuna işlemiş bir tepki ve hüznü de fark etmişti sarışın kız.

"Sen..." diyen kız durakladı, yaşadığı şeyi tam anladığı söylenemezdi. Geri çekilerek etrafına bakındı ve vücudu titremeye başladı. Sıcaklıktan uzaklaşırken, ürpertici bir soğukluk da çökmüştü. Rahatlatıcı hava bir anda dağıldı ve paniklemeye başladı. Bu... bu doğru olamazdı. Biraz önce insanlar ölüyordu, kan... Barış ölmüştü.

"Hayal görüyorum. Ölüyorum ve zihnim sapıtıyor," diye kendi kendine konuştu "Bütün bunlar yalan."

Kesik kesik nefes almaya ve kontrolunu kaybetmeye başlamıştı ki, ona yaklaşan ısıl varlık kızı yatıştırdı. Hasarlı bedenini ve zihnini sarmalayan, rahatlatıcı bir duşa benzer sıcaklık sayesinde nefesi düzeldi ve şüphe uçmaya başladı.

"Bütün bunlar gerçek, değil mi? Yaşadığım her şey... bütün o katliam," dedi, konuşurken bile canı yanan kız.

Varlık onu onayladı, ardından bir kavram dalgası daha yollayarak acele etmesini söyledi. Eğer yaşamak istiyorsa meleği bünyesine kabul etmeliydi, kız ile onun tözü bir araya gelerek tek bir varlık haline bürünmek zorundaydı. Onu şu ana kadar hayatta tutabilmiş tek şey, varlıktan kaynaklanan sıcaklık idi.

"Ne istiyorsun peki benden?" diye sordu, aklını başına toplayan sarışın kız.

Melek, ona tek bir kavram yolladı bunun üstüne; adalet.

---

Derin bir nefes alarak uyanan kız, diğer boyutta bulunduğu süre boyunca, bu dünyadaki zamanın hiç ilerlemediğini fark etti. Ayağa kalktığında, uzun bacaklarını sarmalayan bej rengi, dar kotun kana bulanmış olduğunu gördü. Bir an sonra, önünde yatan arkadaşının bedeninden kalanlara baktı ve açık kalmış gözlerini yavaşça kapadı. Bunu yaparken canı yanmış olsa da, delirtici acı dalgası artık geçmişti ve bedeninin her tarafına bir sıcaklık dalgası hakimdi. Neredeyse yaşam enerjisi ile dolup taşıyor bile denebilirdi.

Böylelikle, Barış'ın bedenini daha sonra almaya and içti ve yüreğinde beliren yeni bir kuvvetle harekete geçti. Doktorların yanına koşuyordu ve tek bildiği, yardım etmek için elinden gelen her şeyi yapacak olduğuydu.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: İnsan ve İblis
« Yanıtla #12 : 28 Eylül 2016, 17:54:44 »
Bölüm 13 - Sorgu

Projektörün önünde gezinen amir, her zamanki sert ve dikte eden havasına bürünmüştü.

"Hepinizin bildiği gibi, cumartesi günü başkentteki patlamada pek çok kişi öldü. İstihbarattan gelen bilgiye göre halkın yoğun bir tepki vermesi bekleniyor, ekranda görülen bölgelerdeki devriyeleri iki katına çıkarıyorum," diyen adam, kumandanın düğmesine bastıktan sonra arkasındaki ekrana gözünü bile çevirmeden konuşmaya devam etti "İkinci görüntüsü ise Genç Katil'i gördüğünü iddia eden bir tanık, şu an binada sorgulanmak için bekliyor."

Kumaşa yansıtılmış görüntüyü dikkatle inceleyen Charmion, tanığın sözde odaklanmış oldukları bölgeden birisi olduğunu fark etti. Gözleri alkol kullanımından dolayı kaymış, saçı başı dağınık herifin resminin yanındaki bilgilere göre bir evsiz idi.

"Sen ve sen," dedi Charmion ile kalabalığın diğer tarafında sanki otururken bir şeyler batıyormuş gibi hareket edip duran irikıyım adamı işaret etti "İkiniz sorguyu gerçekleştireceksiniz. Dağılabilirsiniz."

Önüne gelmiş olan bu fırsata şaşırmış olan yeşil gözlü genç polis, bakışlarını kır saçlı amire sorgular şekilde yöneltse de adam oralı olmadı. Bunun üstüne kalkıp, bir kaç gün önce pek de hoş bir olay yaşadıkları adamın yanına gitti. Üniformasından fırlayacakmış gibi duran heybetli adam, gergin bir halde onun yaklaşmasını izliyordu.

"Demek sonunda baş başa kaldık," dedi imalı imalı, Charmion.

Dişlerini kenetleyen adamın çene kasları gerilirken, boynundaki damar belirginleşmişti.

"Gel koca oğlan, sorguyu halledelim," diyerek adamın önüne geçti ve odaya doğru ilerlemeye koyuldu.

Kendisi gibi daha çaylak sayılabilecek bu adam hakkındaki tahminleri tutmuştu. Yüzüne olabildiğince az vurarak sağlam bir dayak attıktan sonra, onun ve yoldaşlarının "garip" pozisyonlarda çektiği fotoğrafları sayesinde, beynini kullanmayı pek bilmeyen adama söz geçirebilir hale gelmişti. Gerçi küçük, kıvırcık adam çok ağlayıp sızlanmış ve az kalsın içinde bir acıma hissi oluşmasına yol açmıştı ama eninde sonunda, pek de umurunda olmamıştı. Ancak ileride onu yakından takip etmesi gerekecek gibi duruyordu.

İşinin başına düşmüş ya da sohbete dalmış insanların arasından, sonunda koridorun nispeten boş bir bölgesine ulaştıklarında, arkasındaki devasa adama durmasını işaret edip yana çekti.

"Bilgi işi n'oldu?" diye sordu "Anlaşmamızı hatırlıyorsun, değil mi?"

"Senin gibi bir sikiğe bilgi vereceğimi mi sanıyorsun?" diye çıkıştı, gerinen adam.

Anlaşılan, olayları yediremeyen adamın bir hatırlatmaya ihtiyacı vardı.

"Bak, canım. Götüne soktuğum copun resmini herkesin görmesini istiyor musun, istemiyor musun?" diye sordu Charmion, rahat rahat "Belki de teşhircilik hoşuna gidiyordur, yani yardımcı olmak isterim ama babanın pek de güzel karşılayacağını sanmıyorum bu durumu."

Bu bir kaç cümle, istediği etkiyi yaratmıştı. Yakasının çekiştiren, nefesi hızlanmış büyük burunlu adam kızardı ve kem küm bir şeyler sayıkladı.

"Öldürülen adam, yapılacak bir kaç proje hakkında baştakilerle ters düşmüş. Değerli bazı yerlerin ihalesini hükümettekiler yerine o almış sanırım. Babamdan sadece bu kadarını öğrenebildim ama çekmecesinde sakladığı bazı şeyler var, daha çok bilgi olabilir," dedi, azarlanmış utanç dolu bir çocuk gibi.

"Cemaatin bu işteki konumu ne? Sadece bilgiye mi sahipler yoksa işin içindeler mi?" diye sordu, Char.
"Bilmiyorum! Çok da yüksek bir yerde değil benimki, bir çok şeyi ondan saklıyorlar," diyen adam, terlemeye başlamıştı.

"Tamam, koçum. Belgelerin resmini çek ve bana getir," diyen Char, sesinin tınısını ayarlayarak anlayışlı bir tonda konuşmuştu. Karşısındaki adama küçük onaylamalarda bulunması gerekiyordu ne de olsa, aynı bir hayvanı eğitircesine.

Yola devam eden ikili, arada bir terleyen adam yüzünden duraklamak zorunda kalsalar da, sonunda sorgu odasına vararak içeri girdiler. Odadaki adam, üstündeki temiz giysiler ve sakin duruşuyla, bilgilendirmede gördükleri fotoğraftan çok daha farklı duruyordu. Bundan şüphelenen Char, bir şey demeden adamın etrafında gezinmeye başladı. Bir yandan da yeşil gözlerini adama kenetlemişti.

"Demek olayı gördün," dedi, tane tane.

"Evet, bayağı ilginç bir şeydi," diye yanıtladı evsiz.

"Anlat, hiç bir detayı atlama," diye emir geldi.

"Takılan gençlerden şarap almak için para toplamış, dönüyordum. O sırada sokak arasında bir bağırış duyunca bakasım geldi..." diyen adamın lafı bölündü.

"Alkol almıştın yani?" dedi, yargılayan bir tona bürünmüş Char.

"Evet--ne, hayır. Daha içmeye başlamamıştım," dedi, tekleyen, sakalını kestirmiş olan adam.

"Evet mi hayır mı?" diye devam etti, tek kaşı kalkmış olan, fit polis.

"Hayır. Alkolu kendi paramla satın aldım ama içmeye başlamadım," dedi, toparlayan adam.

"Hep böyle mi yaparsın? Niye hemen içmeye başlamadın?" diye başka bir soru geldi.

"Kendi yerim var, orada içmeyi daha çok seviyorum," diyen adam, bu sefer daha hızlı cevaplamıştı ki, Charmion bunu şüphe verici buldu.

Sorgu ilerledikçe, adam her zaman gittiği bir yeri detaylıca tarif etti. Ardından sokak arasından gelen bağırışları ve bıçaklanan, düzgün giyimli birisi anlattı. Ona saldırmış olan ve Toy Katil'in tarifine uyan birisi, bıçaklayarak öldürdüğü adamın parasını aldıktan sonra kaçmıştı. Anlatılanlar ne gereğinden fazla ne de az detay içerse de, evsiz ve alkolik birisinin kuramayacağı kadar düzgün cümlelerden oluşuyordu.

"Demek öyle," diyen Char, ellerini masaya koyarak adama yaklaştı "Gömleğin güzelmiş."

"He ya, yeni aldım," dedi, heyecanlı adam "Bayağıdır giymiyordum bu tarz bir şey."

"Parasını nereden buldun?"

"Dün sabah yolda yürürken yerde buldum, ne şanslıyım de mi?" dedi, hala gülümseyen adam.

"Kes lan!" diye Char, masaya bir yumruk indiriverdi "Tavuk mu sikiyorsun burada?!"

"E-efendim?" diyen evsiz adam, sandalyesine sinmişti.

"Tavuğa mı benziyoruz burada? Ha?" dedi, ona iyice yaklaşan Char.

Korkmuş adam, cevap veremedi.

"Tavuğa mı benziyoruz lan!?" diye, adamın yüzünün dibinde bağırdı bunun üstüne.

"Hayır! Hayır, tavuğa benzemiyorsunuz," diye, bir çırpıda yanıt geldi.

"O zaman niye bizi sikiyorsun?" dedi, bu sefer yavaş ama hala gelecekteki bir tehdidi belirten tonla.

"Amirim ben öyle bir şey..." diyecekti ki, kendini savunmaya çalışan adam, lafı yine yarıda kaldı.

"Ağzın şarap bile kokmuyor," demişti, Char sakin sakin.

"Ne?" diye kalıverdi, adam.

"Şarapçı olduğunu söylüyorsun ama ağzın şarap bile kokmuyor. Üstünde yeni bir gömlek var ve yeni tıraş olmuşsun. Evsizmiş... ajan mısın sen? Hangi ülke yolladı seni?"

"Doğma büyüme buralıyım. Askerde yaralandım hatta, bak," diyen adam, çorabını sıyırmaya çalıştı.

"Vatana ihanet ve devlet soruşturmasını yanlış yönlendirmeye çalışmak ne kadar ciddi suçlar bir fikrin var mı?" diye sordu, Char.

"Ha-ha-hayır, yok... öyle bir şey istemedim," dedi, artık ağlamaklı hale gelmiş adam.

"Ülkemize geliyor ve bizi tavuk gibi sikmeye çalışıyor. En kötü ceza evine gider derim, sen ne dersin?" diye sordu, o ana kadar sessiz kalmış olan irikıyım adama.

"Katillerle teröristlerin arasına yollarlar," diye onu onayladı, heybetli adam.

Bütün bunları duyan evsiz adamın gözlerinde toplanan yaşlar, yüzünden süzülmeye başladı.

"N'olur beni yollamayın oraya. Beni öldürürler orada," diyerek ağlamaya başladı.

"O zaman gerçeği anlat. Eğer söylersen, sana hiç bir zarar gelmeyeceğini garanti ediyorum," diye onu yumuşak bir sesle teşvik etti, Char.

"Tamam, tamam... dün yabancı bir adam yaklaştı bana. Olayı gördüğümü söyleyip size ifade verirsem para alacağımı ve aynı zamanda vatanıma hizmet etmiş olacağımı söyledi," diyen adam, hıçkırarak durakladı "Bu ülkeyi seviyorum, asla ona ihanet etmem. Parayı da kullanabilirdim, sokakta yaşamaktan ve soğuk kırıntılar yemekten sıkıldım. İnsanların bana iğrenerek bakmasından sıkıldım."

Bunları diyen, elli yaşlarındaki adam hala ağlıyordu.

"Oldu, gel buraya, gel," diyen Char, adama sarıldı "Anlat bakalım kimmiş bu yabancı."

"O..." diyordu ki evsiz, odaya dalan birisi yüzünden sorgu yarıda kesildi.

"Naptığını sanıyorsun sen?" diye bir soru geldi.

Kafasını çevirip bakan Charmius, karşısında takım elbiseli, temiz yüzlü birisini gördü. Gözleri öfkeyle kısılmış olan adam, siyah kaşlarını çatmıştı.

"Ne istiyorsun ve kimsin?" diye sordu, kaslı kollarını göğsünün önünde kavuşturan Char.

"Ne demek oluyor bu? Amirin nerede?" diye devam etti adam.

Cevap vermeyen Charmius, neler döndüğünü merak ederek adama bakmayı sürdürdü. Odanın bir kenarında dikilen iri polisin de kafası karışmıştı. Evsiz tanık ağlaya dursun, üç adam neler olup bittiğini çözmeye çalışarak birbirlerine bakmayı sürdürdüler. Neyse ki, bir kaç saniye sonra içeri dalan amir sayesinde gergin sessizlik bozuldu.

"Özür dilerim, memur bey. Bilgilerde bir sorun olmuş, sizin geleceğinizi bilmiyorduk," dedi ve sorguları bölünmüş olan iki adama işaret etti "Siz ikiniz, dışarı."

"Boşuna uğraşma, sahte tanıkmış. Kendi itiraf etti," dedi Charmius, çıkmayı reddederek.

"Ne saçmalıyor bu?" diyen, takım elbiseli adam amire dönmüştü.

"Gel lan!" diye bağıran amir, Char'ı yaka paça dışarı çekti.

"Ne bok yediğinin farkında mısın?" diye sordu kır saçlı adam, irikıyım polis kapıyı kapadığı sırada.

"Sorgula dediniz, sorguladım," diyen Char, bozuntuya vermedi.

"İçerideki İstihbarat Örgütü'ndan birisi. Gerizekalının teki bilgiyi geç yollamış, soruşturmayı onlar devraldı," dedi amir, burnundan soluyarak.

"Ne?! Şu yeni kurulan hükümet köpekleri mi?" diye ağzından kaçırıverdi, Char.

Ancak gelen cevap, yüzüne yediği bir tokat olmuştu, daha doğrusu az kalsın yediği. Refleks olarak yakaladığı eli büktü ve kendisini, az kalsın rütbece gömleklerce büyük birisine kafa atarken buluverdi. Neyse ki son anda durabilmişti.

"Siktiğimin gerizekalısı, sen kendini ne sanıyorsun?" diyen amir sinirle elini çekti ve Char'ın karnına bir yumruk geçirdi.

Etraftaki insanların hepsi gözlerini o yöne çevirince, duraklayan amir bozulmuş kravatını düzeltti ve Char'a bir saat sonra odasına gelmesini söyleyerek hışımla çekip gitti.

Yaptığı şeyin sonucunun hayra alamet olmayacağını bilen yeşil gözlü polis, neler olduğunu idrak etmeye çalışarak olduğu yerde kalakalmıştı.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: İnsan ve İblis
« Yanıtla #13 : 29 Eylül 2016, 21:05:05 »
Bölüm 14 - Sonuç

Olaydan bir saat sonra amirin ofisine doğru yol alan Charmius, başına gelecekleri tahmin edebiliyordu. Hükümetin polise bağlı kurduğu istihbarat birimi hakkında yaptığı yoruma ek olarak, kendi üstüne el kaldırmıştı. Yargıya verilmezse iyiydi ki umudu bu yöndeydi. Ancak o ana kadar olan emekleri boşa gidecek ve bir kez daha aynı şeyleri sil baştan yaşayacaktı.

İnsanların arasından geçerken, pek çok kişinin gözünü çevirip onu süzdüğünü gördü. Dedikodu bir orman yangını gibi hızlıca yayılmış ve yeşil gözlü "isyankar" adamın sonunun geldiği her tarafta konuşulur olmuştu. Çoğu kişinin yüzünde, tatminkar bir ifadede vücut bulmuş olan "Bunu hak ettin!" iması vardı fakat kimse yanına gelip de, bunu yüzüne söyleme cesaretini göstermiyordu. Bunun yerine, ona bakan erkekler ve kadınlar, sanki lisede müdürün odasına yollanmış belalı biri hakkında konuşuyormuş gibi fısırdaşıp, adam onlara baktığında gözlerini kaçırıyorlardı. Bir kısmı ise, ona dik dik bakarak olaydan haz aldıklarını pis sırıtışlarıyla siyah saçlı adama bildiriyorlardı. Adalet yerini bulmuş, sorun çıkaran bu anlaşması imkansız ayakbağından kurtulunmuştu.

Camları dıştan bakmayı imkansız kılacak şekilde karartılmış olan ofisin kapısını çalan Charmius, gel emrini duyunca içeri girdi. Uzun ve geniş koltuğuna kurulmuş olan kır saçlı amir onu karşıladı. Yayıldığı koltuk, içeri giren kişilerle neredeyse yüz yüze konuşmasını sağlayacak kadar yüksekti. Koyu kahverengi deriye eşit aralıklarla kondurulmuş düğmeler, koltuğun derisini içe doğru bastırarak, gözlerden korunan metal gövdeye sabitliyordu. Garip gelmişti ona bu düğmeler hep, resmi mekanlarda bulunan saçma bir otoriter dekor izlenimi veriyordu. Şu andaysa, bu hissiyata ek olarak, koyu derinin içinde kaybolmuş sıska ve zayıf bir adamı sarıp sarmalıyor, boyundan büyük koltukta kaybolmuş olan bu kişinin etrafında ve arkasında deliğe benzer girintiler oluşturuyorlardı.

"Ne yaptığın hakkında düşündün mü?" diye sordu, kaskatı adam.

"Evet," dedi, sakin Charmius "Haddimi aştım."

"Elbette aştın!" diye sesini yükseltti, koltuktaki adam "Sen kendini ne sanıyorsun? Akademiden zar zor mezun olmuş, gittiği her yerden kovulmuş bir çapulcunun tekisin!"

Duraksayarak soluklanan kır saçlı adamın alnındaki ve boynundaki damarlar şişmiş, yüzüne hücum eden kandan dolayı derisi kızarmıştı.

"Anlık bir refleksti, istençli olarak yaptığım bir şey değildi," diye kendini açıklamaya çalıştı Charmius.

"Siktirtme refleksini, sadece bu yüzden mi burada olduğunu sanıyorsun?" diye sordu adam.

Kafası karışan Charmius, başka ne sebeple çağırılmış olabileceğini düşündü. İstihbarat Örgütü düşündüğünden daha mı güçlü bir hale gelmişti yoksa? Milli istihbaratın gücünün azaldığını ve polise bağlı olan örgütünkinin arttığını biliyordu fakat bu kadar da kutsal bir pozisyona -henüz- ulaşmış olamazdı.

Anlık olarak içine düştüğü belirsizlik dumanı, açılan kapı ile birlikte aralandı. İçeri giren kıvırcık saçlı, kısa polis, hiç bir şey demeden kır saçlı adamın önüne gitti ve bir dosyayı bıraktı.

"Amirim," dedikten sonra ayrılırken, nefret dolu küçük gözleriyle Charmius'a uzun uzun bakmayı da ihmal etmemişti.

Bir anda her şey bütün netliğiyle üstüne çökerken, yakalandığını anladı Charmius. Durum düşündüğünden çok daha kötüydü.

"Dosyanın içinde ne olduğunu bildiğini tahmin ediyorum," diyen amir, müdür yardımcısı edasıyla ona baktı.

Ağzından bir kelime bile çıkmayan Charmius, başıyla onayladı onu. Sarı kağıdın masaya bırakılmasıyla birlikte kenarından kendini göstermiş olan fotoğrafları iyi tanıyordu...

---

"N'olur yapma!" diye haykırdı, küçük adam.

Bir anlığına duraksayan gaz maskeli, uzun polis onun yakarışına kulak vermiş gibiydi. Ancak, bu belki bilerek belki de bilmeyerek yapılmış bir yanıltmacadan başka bir şey değildi. Biber gazından soluksuz kalmış, debelenen adamın üstüne çöküp dizini omurgasına bastırdı ve ağzına bir kumaş parçasını sıkıca bağladıktan sonra, altındaki pantolonu çekip çıkardı. Ardından, onu elastik cop ile dövmeye girişti. Beton zeminde yatmakta olan bedene inen, sadece uzvun ön tarafına değil fakat esneyerek arkasına bile ulaşarak yakan ve acıtan darbeleri indiren yeşil gözlerde, hiç bir acıma yoktu. Yüzün geri kalanı görünmese bile, zaman zaman ara verip, salına salına, korku saçtığı adamların etrafında dolanması bu işten zevk aldığını bildiriyordu onlara.

Bir süre sonra bu kurban ile işini bitirip, onu, yara bere içinde inleyen diğerlerinin yanına sümüklü mendil gibi fırlattı. Sert zeminde sürüklenen çıplak deride sürtünmeden dolayı yeni yaralar açılmıştı bu esnada. Biyolojik bir insan artığı gibi bir köşeye bırakılmış olan, bilincini kaybetmenin eşiğine gelmiş küçük adam, bacaklarındaki ve kıçındaki kanlı morlukları elleriyle tutarak -mantıksız bir çaba içinde- iyileştirmeye çabalıyor gibiydi.

Sıra ana yemeğe gelmişti. Elindeki siyah copu sıkıca kavrayan maskeli adam, önceden döverek terbiye ettiği, iki metrenin üstündeki devasa adamı sürükleyerek arabanın kaportasına sertçe yapıştırdı. Metale çarpan büyük bedenin sesi bütün otoparkta yankılansa da, avcılığa soyunarak orada bulunabilecek herkesi gerek rüşvet gerekse gözdağı yoluyla uzaklaştırmış ve şu anda bunun bedelini ödemekte olan avlar, ve avcı dışında duyan kimse olmadı.

Bir şey diyemeyen heybetli adam, maruz kaldığı hasara rağmen yine de direnmeye çalıştı ve onu kenetlemiş olan adamdan kurtulmaya çalıştı. Hiç zaman kaybetmeden gelen yanıt, çıplak bacağına inen şiddetli bir cop darbesi oldu. Haykırmaya çalışan adamın sesi, ağzına tıkılmış çorap yüzünden pek çıkmamıştı. Ancak gözünde biriken yaşlar ve acıyla kasılmış yüzünden damlayan terler de yeterliydi. Kalın ve iyi gelişmiş kemikleri sayesinde, şiddet dozu olarak bayağı bir yüksek seviyeye dayanabiliyordu, ki Charmius için iyi bir şeydi bu.

"Bana bunları yapacaktınız demek!" diye bağırdı Charmius, ellerini bağladığı adamın çıplak alt bedeninin fotoğrafını -onlara ait kamerayla- çekerken "Ava giderken avlanmak nasıl bir his, koca oğlan?"

Cevap gelmeyince, adamın uyluğuna bir darbe daha indirdi ve destek kuvvetin onu pusuya düşürmek üzere bekleşmiş olduğu arabaya, tekrar, giderek bir şeyler aramaya koyuldu.

"Şuna bak, halat, kamera, elektrikli cop... bu ne lan? Ceviz kıracağı mı?" diyerek, yerde yaralı çekirgeler gibi sürünen adamlara döndü "Taşaklarımla Cevizkıran mı oynayacaktınız? Gerizekalılar, asla kalıcı hasar bırakılmaz."

Tekrar, iri elebaşının yanına döndü ve copu yavaşça kendi avuç içine vurmaya başladı. Arkasına geçtiği adamın gözlerini bağladı ve kendi kendine bir ritim tutturdu. Avuç içine indirdiği coptan çıkan sesin aralıkları ilk başta uzun olsa da, zamanla kısaldı ve kuvvetlendi. Yarı çıplak, titreyen ve nefesi daralmış adam her darbeyle birlikte korkudan kasılana kadar bunu sürdürdü. İri polis, artık bu dehşet senfonisine dayanamaz hale geldiğindeyse yavaşlamaya koyuldu ve en sonunda durdu. Bir kaç saniyelik sessizlik otoparkı kapladığında, arabaya yatırılmış adam, acınacak bir çaba ve umutla kıpırdanarak arkasına dönmeye çalıştı. Acaba sonunda bitmiş miydi?

Ancak tam o anda, vücuduna arkadan giren plastik ile birlikte irkildi ve deli gibi çırpınmaya başladı.

"Heyt be, tosunum!" duyduğu son net cümle olmuştu...

---

Ağzının ortasına inen bir yumruk ile geriye sendeleyen Charmius kendini korumaya çalışmamıştı. Ardından gelen darbelerden de kaçmadı ve hepsini kabullendi. Birim üstünde kaybettiği kontrolun öfkesiyle ona patlamış olan amir, nereye vurduğunu umursamıyordu. En sonunda yumruklardan birisi Charmius'un göğsündeki -henüz iyileşmekte olan- yaraya indi ve onun tekrar açılmasına sebep olarak, üniformayı kana buladı. Kır saçlı adam, bunu yeterli bulmuş olacak ki, acıyla iki büklüm olmuş fakat hala ayakta olan yeşil gözlü polisi rahat bırakarak döndü ve tekrar koltuğuna çöktü.

"Seni mahkemeye vermek gerek!" dedi, soluğunu toparlayarak "Ömrünün kalanı boyunca hapislerde çürümelisin."

Sinirle, bırakmaya çalıştığı sigaradan bir tane çıkardı ve klimayı temizleme moduna aldıktan sonra yaktı. Kızgınlığı geçmemişti ve geçecek gibi değildi de. Böyle bir şey, sadece bu herifi değil kendi yetkisini de sarsacaktı. Birileri duyarsa rütbesi kesinlikle düşürülürdü. Hem "o adamın" bu genç serseri ile ilgilendiği belliydi, hapise düşmesinin hoşuna gitmeyeceğine dair bir his vardı içinde. Düşünmesi gereken çok ama çok şey vardı... öyle de yaptı. Bir kaç dakika sonra, sonuna geldiği sigarasından derin bir nefes daha çekip, onu söndürdüğü sırada bir karara varmıştı.

"Süresiz olarak açığa alındın. Resmi olarak atılmamış olsan da bir daha bu teşkilatta çalışamayacağından emin olabilirsin. Bunu önleyeceğim," dedi, kaşı patlamış Charmius'a bakarak "Senin yerinde olsam bu şehirden giderdim. Çok yanlış kişilere bulaştın."

Arkasını dönerek çıkmaya yeltenen Charmius, son bir laf etmekten kendini alamamıştı.

"Korkak. O koltuğu hak etmiyorsun."

---

Kendi masasındaki eşyaları toplamaya bile yeltenmeyen Charmius, çıkışa yönelmişti. Üstüne yöneltilen bakışlar da umurunda değildi. Onu asıl rahatsız eden, fotoğrafların nasıl olup da kıvırcık adamın eline geçtiğiydi. Cevabı biliyordu gerçi, bunun tek bir yolu vardı ve o da, birisinin evine girmiş olmasıydı. Bir meydan okuma ve savaş ilanıydı her şey. Elebaşı olacak kişi iri yarı herif olamazdı, -kendi elleriyle- cesaretinin kırıldığından yeterince emin olmuştu fakat küçük adamı bir kez daha küçümsemişti. Ona yaşattığı utancın ve şantaj kozunun herifi korkutacağını düşünürken, adamı patlama noktasına getirerek her şeyi berbat etmişti. Yine de evine girilmiş olması, göz ardı edebileceği bir şey değildi.

"Charmius..." diyen birinin sesini duydu o esnada.

Kafasını çevirip baktığında, yanından geçtiği odalardan birinden çıkmış, uzun saçlarını başının arkasında topuz yapmış olan Gece'yi gördü. Doğru ya, o da artık buradaydı. Laf ettiği istihbarat biriminin bir parçası olarak.

"N'oldu sana?" diye sordu genç kadın.

"Düştüm," dedi, umursamayan ve yoluna devam etmek üzere hareketlenmiş olan adam.

"Yine mi kaçıyorsun? Bana doğruyu söyle," dedi, kız.

"Doğruyu söylesem ne yapacaksın?" diye bir anda, hışımla, kıza dönüverdi adam "Ne değişecek? Bir şeyler yapabileceğini mi sanıyorsun? Yoksa yine umursuyormuş izlenimi verip beni arkadan mı bıçaklayacaksın?"

Bunu beklemeyen kadın, kırgınlık dolu sarımtırak kahverengi gözleriyle ona baktı. Hafi çıkık elmacık kemiklerine sahip uzun yüzüne yerleşmiş koyu dudaklarını bir şeyler demek için aralasa da, vazgeçermiş gibi onları kapadı ve ardından, bu sefer keskinlikle dolu bakışlarını adama yöneltti.

"Bunları kendi başına getiren sensin, ne zaman duracağını bilmiyorsun. Yine haddini aşıp, göz ardı edilmesi imkansız bir şey yaptın, değil mi? Kendimi korumuş olduğum için senden ya da herhangi birinden özür dileyecek değilim," dedi, sert bir tonla.

"Diğerleri gibi yap o zaman. Sana dokunmadığı sürece her türlü şeye kafanı çevir..." diyen adam, göğsüne bir acı saplanınca duraksamak zorunda kaldı "Sana bir şey olduğundaysa bağıra çağıra mağdurluğunu ilan et."

"Char, saçmalıyorsun ve konuyu saptırıyorsun. Akşam sana geleceğim ve konuşacağız, ister kabul et ister etme. Ayrıca git bir hastaneye uğra," dedi kadın ve gri pantolonun cebinden çıkardığı bir kumaş mendili adama uzattı.

Onu alıp, göğsündeki kanlı yaraya bastıran adam, biraz sakinleşmek için duraksadı ve derin derin nefes aldı. Kaslı göğsü ciğerlerine her hava aldığında genişliyor ve öne eğmiş olduğu köşeli yüzündeki hafif sivri çenesine yaklaşıyor, bunu takiben soluğunu verdiğindeyse uzaklaşıyordu. Bir kaç kere tekrarladıktan sonra sakinleşmişti.

"Özür dilerim, Gece. Garip şeyler oldu şu son bir kaç günde. Akşama görüşürüz," dedikten sonra, hızlı hızlı yürüyerek binadan ayrıldı.

Onun ardından bakan genç polis, açık renkli ve sıkı kaslarla kaplı kollarını, bej rengi tişörtle çevrili dolgun göğüslerinin üstünde kavuşturup düşünmeye koyuldu. Char'ın dürtülmediği sürece başını belaya sokmayacağını biliyordu ama birisi onunla uğraşırsa tepkisi... ayarsız olabiliyordu. Bu da demekti ki, bu binada öğrenmesi gereken şeyler ve kişiler vardı. Ne şanslıydı ki, istihbaratın görevlerinden birisi de tam da buydu.

Çevrimdışı Celebhol

  • **
  • 215
  • Rom: 8
    • Profili Görüntüle
Ynt: İnsan ve İblis
« Yanıtla #14 : 02 Ekim 2016, 00:35:09 »
Bölüm 15 - Charmius etu ai Ne Ma

Deniz kenarındaki şehrin üstünde dolaşan koyu gri bulutlardan inen yağmur damlaları, ayrım gözetmeden, her bir binaya ve açıkta olan her bir canlının üstüne usulca düşüyordu. Körfezin tuzlu sularına denk gelenler ise, hafif rüzgarlı havayla birlikte çalkalanan denizde küçük halkalar oluşturarak, karanlığa gömülü ve çoktandır doğal populasyonlarının büyük kısmını kaybetmiş olan bu -zaman zaman kokuşan- sularda, durgun bir ezgi yaratıyordu. Sahildeki uzun binalar, yer yer serpiştirilmiş gökdelenler, kulüpler ve bilimum işletmeden gelen yoğun kırmızı ve sarı ışıklar ise sulara yansıyor, kayalık sahil şeridindeki algal patlamanın kızılıyla karışıyordu.

Oksijen soluyup, karbon monoksit veren bu şehrin asfaltla kaplı damarlarında ise, yaklaşan gece ile birlikte eğlenceye hücum eden insanlar ile araçlar doluydu. Şemsiyeler ve yağmurluklar ile donanmış olanlar, içlerindeki boşluğu dolduracak bir şeyler bulma umuduyla koşuşturarak, yağmuru pek de umursamadan barlara hücum ediyorlardı. Özellikle, belli saatler dışında araçların girmesi yasak olan, iki tane paralel ve neredeyse cadde denebilecek kadar geniş sokak bayağı bir dolmuştu..

Gençler ve tek tük orta yaşlı kişiler koşturadursun, sarı neon tabelaya sahip bir kitapçının önünde dikilen bir adam, kızıl tuğlalarla kaplı yolu arada bir keserek birini bekliyordu. Üstündeki gri, pejmürde yağmurluk sırılsıklam halde olsa da pek önemsiyora benzemiyordu. Bir doksan boyundaki adam, bacaklarını öne çıkararak elini beline koymuş ve düşüncelere dalmıştı.

Dört-beş kişilik bir genç grubu, adamın önünden geçerken, erkeklerden birisi ona bakıp nasıl bir çalışma programı uyguladığını merak etti; yani yapılı olduğu belliydi, aynı zamanda spor salonlarında şişirilmiş gibi de değildi. Bir saniye sonra bu düşüncesinden kurtulup, yanındaki kız arkadaşını kendine çekti ve yürümeye devam etti. Sokağın başından olabildiğince yakın zamanda uzaklaşmaları gerekiyordu, kızın veya kendisinin polis müdahalesine yakalanmasını istemezdi. Ne de olsa, başkentteki patlamayı protesto eden bir kitle, yine, iki sokağın kesiştiği tuğlalı yolun başında toplanmıştı.

Başka bir zaman olsa, kız arkadaşını korumacı bir tavırla kendine çekmiş olan bu genç adam, onların arasında olabilirdi. Doğru ya, iki sene önceki isyanlarda ona düşen görevi pek bir şevkle yerine getirmişti. Ailesinin, özellikle babasının, itirazlarına ve yasaklarına rağmen sokağa dökülen kitleye katılarak özgürlük için haykırmış, terlemiş ve nefes nefese kalmıştı. Günler boyunca devam etmiş olan süreç sırasında, gittikçe artan bir uzmanlık ile polisin gelebileceği yerleri, ne zaman müdahale edeceklerini ve kaçılabilecek yolları ezberlermişti. Aynı zamanda gazdan korunmanın yollarını ve limon yerine kullanabileceği daha etkili yöntemleri de öğrenmişti fakat eninde sonunda, ülkede pek bir şey değişmemişti. Böylelikle, zaman içinde eylemlere gitmeyi azaltmış ve bir vakit sonra tamamen kesmişti.

Yoğun yağmurun altında dikilen Charmius, ne başına düşen taneleri ne de önünden akmakta olan kalabalığı umursuyordu. Aklında başka şeyler vardı, hayatının geri kalanı ile ne yapacağı gibi. Artık bir polis olması imkansızdı. Dışarı pek çıkmadığı ve tutumlu davrandığı için elinin altında bulunan birikmiş bir miktar parası, onu bir kaç ay daha götürebilirdi, ancak eninde sonunda bitecek ve yeni bir iş bulması gerekecekti. Henüz yirmi beş yaşında oluşu sayesinde piyasa açısından değerlenebilecek bir yatırım olduğu için, onu idare ettirebilecek küçük bir işletmeye girebilirdi ama asıl sorun bu değildi.

"Char!" diyen birinin sesini duyunca kafasını çevirdi ve kızıl desenlere sahip, koyu mavi bir şemsiyeyle yaklaşmakta olan Gece'yi gördü.

İşten çıkınca saldığı siyah saçları nemden dolayı hafifçe kabarmış kadının üstünde, siyah düğmelerle bezeli bordo bir trençkot vardı.

"Mesajı almışsın," dedi adam.

"Evet, sana ulaşmaya çalıştım ama telefonun çekmiyor," diye yanıtladı kadın.

Bunun üstüne, temizlik şirketinin birine ait olan bir minibüsü işaret etti Char. Tuğlalarla döşeli caddemsi sokağın karşısına bakan kadın, olan biteni anlamıştı. Protestocuların iletişimini kesmek isteyen güvenlik güçleri, müstakbel olay mahalline bir jammer yerleştirmişti.

"Gel, biraz uzaklaşalım," dedi kız.

Bunu söylerken, bir yandan, gökyüzünde dolanan ve ışığını açarak sokağın ucunda toplanmış yüz kişilik gruba doğrultmuş olan helikoptere bakmıştı. Çevik kuvvetin yaklaşmakta olduğunu anlayan Char, kadına uyarak yürümeye başladı. Beş dakika sonra, sahile bakan salaş bir barda oturmuş ve biralarını yudumluyorlardı. Gelen bağırış çağırışa ve koşuşturmacaya bakılırsa müdahale de başlamıştı.

"Hiç bir şansları yok," dedi kız, göstericileri kast ederek "Neden bunu bile bile devam ediyorlar ki?"

"Sadece seslerini duyurmak istiyorlar," diye yanıtladı adam.

"Hayatlarına devam edip, iyi bir yerlere gelmeleri daha mantıklı değil mi?" diyen kadın, ciddi bir ifadeyle camdan dışarıyı süzdü ve can havliyle koşturan kitleye baktı "Yazık... çok gençler."

"Ömründe bazen bir noktaya gelirsin..." diyen Char, yetmişlik bardaktan büyük bir yudum aldı.

"Evet?" diye, kız onu dinlediğini belirtti.

"... öyle bir nokta olur ki, sadece haykırmak ve sesini duyurmak istersin. Var olduğunu bildirmek, gidişattan memnun olmadığını söylemek. Yaşadığını ve tepkini bütün herkese duyurmak."

"Onaylıyor musun yani bütün bunları?" diyen kadın, açık tenli parmağıyla aşağıdaki eylemcileri ve onları kovalayan çevik kuvveti gösterdi.

"Bu tarz şeyleri yargılamayı uzun süre önce bıraktım," diyen Char, ifadesiz bir yüzle, düştüğü yerde iki çevik ve bir sivilden dayak yiyen bir gence bakmıştı bunu derken.

Coplar bir görev dürtüsüyle değil fakat şevkle, acımasız bir zevkle, henüz yirmilerinde olan delikanlının baldırlarına iniyordu. Çeviklerden birisi, hırsını alamamış olacak ki, kocaman botuyla bir tane de tekme geçiriverdi.

"Sana ne oldu? Yaptığın şey senin için bile bayağı uç," dedi, endişeli bir şekilde ona bakan Gece.

"Öğrendin mi?" dedi, kaşı kalkan yanık tenli adam.

"Başka bir memurun makatına cop sokmayı diyorsan, evet," dedi, lafı dolandırma gereği duymayan kadın.

"Muhteşem istihbaratımız çalışıyor," diyen adam güldü "Kıça giren çıkan her şey hükümeti ilgilendiriyor olmalı. Ne de olsa bu ülkede analın tekelini onlar aldı."

"İnkar etmiyorsun yani? Char... aklından ne geçiyordu? Bir de zevk alır gibi dolanman yok mu!" diye çıkıştı kadın.

"Resimlerde bunlar yoktu. Nasıl öğrendin?" diye sordu adam.

Ağzından söylememesi gereken bir şey kaçırdığını anlayan kız durakladı ve bardak altlığıyla oynadı.

"İstihbarat sandığından daha farklı," dedi ve artık saklamanın anlamsız olduğunu fark ederek ekledi "Sadece ülke güvenliğiyle alakalı değil, polis teşkilatını da izliyoruz."

"Hah," diyen adam şaşırmamış gibiydi "Demek baştakiler iyice paranoyaklaştı."

"Hiç bir fikrin yok," diyen kadının hafiften canı sıkılmıştı "Ülke garip bir yerlere gidiyor. Biz bile her şeyi bilmiyoruz, kimse bilmiyor. Bunları boşver ve konuyu saptırmayı bırak; neden yaptın?"

Sessizleşen adam, önündeki kadını süzdü. Uzun, zarif yüzündeki küçük burnu ile doğal ve kırılgan bir güzellik izlenimi yaratan kadının bu hali, bir aldatmacadan başka bir şey değildi. Açık tenine kondurulmuş koyu dudaklarından, arada bir özellikle bir şeyler "kaçıyordu" ya da en azından adam bu kanıdaydı. Sıcaktan dolayı önünü açmış olduğu bordo trençkotun altındaki bej rengi tişörtün -tenini açığa vurmasa bile- hatlarını belli ettiği göğüsleri ise kesinlikle özellikle bu şekilde sergileniyordu. Kadınlığını avantaj olarak kullanmayı gayet iyi öğrenmişti.

Bütün bunlara rağmen, kadına zarar verecek bir şey olmadığı sürece kendisini bilerek inciteceğini düşünmüyordu ama kelimelerini dikkatle seçmesi gerekliydi.

"Toy Katil'i hatırlıyorsun," dedi kadına, onaylama gelince devam etti "Onun soruşturmasında bir çıkmaza vardık. Amir bunu bilerek ya da bilmeyerek yaptı, bir fikrim yok ama yine de böyle oldu. Bana takık olan tontonun da cemaatla bağlantısı var, kullanabileceğimi düşündüm."

"Bu kadar sert olman şart mıydı peki?" diye bir soru geldi.

"Bu tarz şeyler bu işte normal, istihbaratçı olarak neler döndüğünü daha iyi biliyor olmalısın," diyen adam, biranın kalanını da hüpletti ve garsondan bir tane daha istedi.

İkili, bir süre, tek kelime bile etmeden içkilerini yudumladılar. Loş, sarı ışık, cam bardaklara düşerek kenarlarındaki su damlalarını aydınlatırken, batan güneş ile birlikte aysız gecede sadece şehrin ışıkları vardı. Sağanak yağmur daha da kuvvetlenirken, uzaklarda bir yerde denizin üstünde uzunca bir şimşek çaktı. Gök gürültüsü, milyonlarca insanın yaşadığı şehre ulaşarak camların sarsılmasına ve arabaların alarmlarının ötmesine neden olmuştu. Ancak, küçük barın içerisi sıcaktı. Tahta dekorlarla kaplı, eskimiş yumurta sarısı bir boyaya sahip duvarlar ikisini çevreleyerek, dışarının karmaşasından koruyordu.

Üstündeki trençkotu çıkaran Gece, gerinerek sırtını esnetti. Char'ın ona baktığını görünce, hafiften gülümseyerek masaya yaslandı. Bir yetmiş boyunda ve kadın olmasına rağmen yapılı vücudu, yine de elastikliğe izin verecek derecede inceydi. O an, adamın gözüne, avının üstüne çöken bir çitayı çağrıştırmıştı.

"Ee..." dedi kız "Görüyorum ki hala antrenmanlara devam ediyorsun."

"Devriyeye çıkıyorum diye yabancı filmlerdeki gibi donat yiyip göbek büyütmemi mi bekliyordun?" diye sordu, adam.

"Yoo, kondisyonunu bozmayacağını biliyordum. Akademideyken de hep böyleydin, millet sohbet ederken salonda çalışan gizemli adam," diye alaylı bir tonda yanıtladı kız.

"Sesinde biraz bir yargı sezdim sanki," diyen adam tahta sandalyenin gerisine yaslandı "Kendine bir bak önce derim."

"Ne açıdan?" diye, meraklı bir cevap geldi.

"Son gördüğümde kendini derslere vermiş bir inektin," dedi adam.

Bozulmuşa benzeyen kız rahatsızca kıpırdandı ve gözlerini sola kaçırdı, hoş olmayan bir şeyleri hatırlarmış gibi. Ancak, anlık bu davranışının yerini, kendine güvenen bir tavır alıvermişti hemencecik.

"Ne düşünüyorsun peki?" diye sordu.

"Ne konuda?" dedi, tam anlamayan uzun eski-polis.

"Değişimim hakkında, yani beni süzdüğünü fark etmediğimi sanmadın değil mi? Paslanmışsın Char, eskisi kadar iyi rol yapamıyorsun," diye bir yanıt geldi.

"Ya da beni daha iyi tanımaya başlamışsın," diyen adam, ne diyeceğini tartmak için biraz durdu.

Biraz da bahane olmuştu soru çünkü Gece'nin onu böyle ayan beyan yakalamasından dolayı utanmamış değildi. O düşünedursun, hala yarısına yakın dolu olan bardağını bir dikişte bitiren kız onu beklemeye devam etti.

"Daha güçlüsün," dedi adam, bir süre sonra.

"Hepsi bu mu?" diyen kız, küçük masanın ötesine uzanarak şakacıktan adama bir yumruk attı "Öküzüm benim."

"Yumrukların daha güçlü aynı zamanda," dedi adam ifadesizliğini korumaya çalışarak fakat istemsiz olarak sırıtmıştı.

"Ne yani, rol yapamıyorsun dedim diye intikam almaya falan mı çalışıyorsun?" dedi, sandalyesinde geriye çekilen genç kadın.

"Tamam tamam. Nasıl söylesem... istihbarata girmene şaşırmadım aslında. Sistemin içinde nasıl yol alacağını bilen birisin benim aksime, istihbaratta oluşun ile bu potansiyelin daha bir açığa çıkmış," diye bir yorumda bulundu.

Tek kaşı kalkmış olan kadın, merakla tekrar masaya yaslandı ve adama baktı. Loş ışıkta, gözlerinin sarısı daha bir ortaya çıkmıştı. Adam, onların arkasında nelerin döndüğünü tahmin edemedi, sanki karşısında farklı birisi vardı o anda. Gece'yi daha önce bu şekilde gördüğünü hatırlamıyordu.

"Burasının sangriası güzelmiş diye duydum, denemek ister misin?" diye sordu, kadın.

"Olur," dedi, onun bariz lafı değiştirme girişimine uyan adam.

Nedendir bilmese de, içindeki bir his kadına karşı daha dikkatli davranmasını söylemişti. Belki de sorun, onun paslanmış olması değildi.

---

Meyveler ve baharatlar ile zenginleştirilmiş iki tane birer litrelik şarap masaya geldiğinde, bardak kullanma gereği duymayan Charmius, siyah bir tişört giymiş garson ile kendisininkini geri yolladı.

"Eskilerdensin demek. En iyisini yapıyorsun, adamım," diyen genç, gülümseyerek gitmişti.

Böyle yapmamış olan Gece, küçük bardağa doldurdu içkisinin bir kısmını. Hala sessizdi.

"İşe dönemeyeceğine göre ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu bir süre sonra, sakince.

"Biraz birikimim var, idare ederim," diye asık bir suratla yanıtladı ve ekledi "Gece?"

"Evet?"

"Bir süre etrafta gözükmeyebilirim, aramak için uğraşma," dedi, yüzüne ifadesizlik çöken adam.

"Anlıyorum," dedi, gözlerini kısarak önüne bakan kız "Geri gelecek misin?"

"Bilmem," dedi, planladığı şeylerin onu nereye götüreceğini kestiremeyen adam.

"Seni beklemeyeceğim, Char," dedi, genç kadın "Bu sefer değil."

Gözlerini masadan kaldıran adam, karşısındaki kadının kahverengi gözlerine kenetlendi. Bu sefer, onlardan neler geçtiğini anlayabilmişti. Bir anlığına içinde bir pişmanlık belirdi, geleceğine dair bir pişmanlık. Ancak, etkisi akan saniyelerle beraber geçiverdi. Kararını çoktan vermişti, bir bedeli olması gerekiyordu.

Bir kaç saat sonra, yağmurla birlikte sohbetleri de dinmişti. Hesabı ödedikten sonra, biber gazı katılmış suların kokusunun sindiği ve artık boşalmış olan sokaklarda yürüyen ikili, kapanmış dükkanların yanından geçerek  arabalarına ulaştılar. Ayaklar altında ezilerek yırtılmış, üstündeki yazı akarak artık okunamaz hale gelmiş bir pankartın yanında durup, vedalaştılar. Emektar aracına binen adamın sol omzu tekrar acımaya başlamıştı.