Kayıt Ol

Sonsuz Açlık

Çevrimdışı Dende

  • *
  • 27
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Sonsuz Açlık
« : 08 Ağustos 2016, 15:09:54 »
"Neden biz de diğer aileler gibi et tüketemiyoruz?"
Bu sorunun yaklaşık yirmi iki yıldır bu fakir ailenin bireyi olan genç kız tarafından soruluyor olması şaşırtıcıydı. Neden et yiyemediklerini hatta karınlarını doğru düzgün doyuramadıklarını, neden böyle dökük bir evde kaldıklarını ve neden yeni kıyafetlere sahip olamadıklarını belki de en iyi o biliyordu çünkü. Ailecek tarım ile uğraşıyorlardı. Küçük bir köyün hemen yakınlarında onlara dedelerinden kalmış ve her geçen gün bir harabeye dönüşen kulübede kalıyorlardı. Büyük sayılabilecek bir de bahçeleri vardı. Topraklar ekip biçmek için aşırı verimli olmasa da yine de yüzleri güldürüyordu. Gel gör ki; fiyatların diğer vilayetlerden daha aşağıda olması, alınan vergilerin adil olmaması, yoldan geçen askerlerin kafalarına göre erzak alıp üç kuruş para bırakmaması bu aileyi otuz yıldır "fakir" sıfatından kurtaramamıştı.



O sırada tabaklara lahana çorbası doldurmakta olan kır saçlı annesi homurdandı. Son zamanlarda tek evlatları olan Tania'nın iyice asileştiğini gözlemliyordu. Büyüdükçe bu sefil yaşamdan kaçma eğilimleri daha da artıyordu sanki. Oysa kendisi, şu sıralar hasta yatağında -muhtemelen hiç kalkamayacak- yatmakta olan babası ile evlendiğinde durumları çok daha kötüydü. Yine de ses etmemiş, güzel günlerin ileride olduğuna inanmıştı hep. Uzattığı tahta kasenin içine eski bir kaşık iliştirerek kızına uzattı. "Bunu babana götür." Tania hiç ses çıkarmadan kendinden istenileni yaptı. Öksürdükçe ciğerlerinin kaburgalarına vurduğunu düşünen biçare adam, pencereden dışarıyı seyrediyordu. "Kış çetin geçecek." dedi genç kıza. Tania ona pek de umursamadığını gösteren bir yüz ifadesi ile karşılık verip hızla küçük odayı terk etti. Onun çıkışı ile komodinin üzerinden odaya ürkek ışıklar saçmakta olan gaz lambası tamamıyla söndü. Adam sesini çıkarmaya cesaret edemedi.



Üzerine ince bir hırka geçirdikten sonra hızla evden fırladı. Kapı eşiğini sıçrayarak geçti fakat açlıktan dönmekte olan başı dengesinin iyice bozulmasına neden oldu. Soğuk taş basamağa birkaç saniye de olsa oturması gerekti. Bu aptallığına ve açlığına sayıp söverek karanlık ormana doğru yürümeye başladı. Son zamanlarda -özellikle geç saatlerde- ormana gezmeye gidiyordu. Belki şansı yaver gider de bir vahşi hayvan onu öldürür, sefil hayatına son verirdi. Ölse, ailesi üzülmez, aksine üzerlerinden bir yük kalktığını düşünürdü. Belki de ona öyle geliyordu. Büyük bir nankörlük yapıp yapmadığını ölçebilecek kadar vicdana sahip değildi.



Aştığı patikadan sonra etrafı sık ağaçlar ile çevrili minik bir göletin yanına vardı. Etrafı iyice kolaçan etti. Zararsız birkaç böcek ve göletteki balık haricinde hiçbir şey yoktu. Ciğerlerine alabildiğince hava doldurdu. "LANET OLSUN, BU HAYATTAN BIKTIM, SIKILDIM! SÜREKLİ AÇ GEZMEKTEN, BOZUK ŞEYLER TÜKETMEKTEN, TOKLUK KAVRAMINI BİR KEZ DENEYİMLEYEMEMEKTEN BIKTIM, USANDIM ARTIK!" diye avazı çıktığı kadar bağırdı. Bu sessiz ormanda kuş sesleri ve pek çok kıpırdanma duyulmaya başlanmıştı. Korku ifadesi yüzünün her bir noktasına yayılıyordu. Yaptığından pişman olmuştu. Az sonra öleceğinden emindi artık. Son hızla geldiği yoldan geriye doğru koşmaya başladı. Kafası ile sürekli arkayı gözlüyor, gafil avlanmak istemiyordu. Kısa süre sonra sert kabuklu bir kestane ağacına çarptı. Sadece "Başım..." diyebildi. Hemen ardından gözleri karardı ve bayıldı. Ormanın vahşi sesleri, kesilmişti.



Uyandığında hâlâ geceydi. Gözlerini ovuşturdu ve doğruldu. Az önce bağırıp çağırdığı göletin yanındaydı yine. Şaşkınlığını gizleyemedi. Göletteki balık da kaybolmuştu. Sanki ona baktığını anlayan su birikintisi aniden siyah renge büründü. Kesik kesik çığlık sesleri çalındı kulağına. Sanki bir hayvan can çekişiyordu. Kafasını hızla sağa sola çevirdi. Eğer bir şeyler oluyorsa bu yakınlarda olmuyordu diye düşündü. Rahatlayacaktı ki, garip bir ses ile irkildi. Kara göletin içerisinden hafif kıkırtılar duyuruluyordu. Tania yaklaştı, kulağını uzattı. Kıkırtılar daha derinden gelmeye başlamıştı. Onu içine çekebileceği gerçeğini göz ardı ediyordu. Büyü gibi olağanüstü şeylere inanmıyordu, korkmuyordu. Ne zaman konusu açılsa bunların kulaktan dolma saçma sapan şeyler olduğunu söyleyip geçiyordu. Şimdi bu kıkırdamaların yanına bir takım cızırtılar eklenmişti. Tania merağına karşı koyamıyor, gittikçe daha da yaklaşıyordu bu katran göletine. "Yaklaş, çocuğum." dedi yansımasını güçlükle görebildiği bu iğrenç birikintiden bir ses. Genç kız attığı tiz çığlık ile geriye doğru sıçradı. Sırtını arkasındaki ağaca yaslayıp dizlerini iyice kendine çekti. Ellerini sadece gözlerini açıkta bırakacak şekilde yüzüne kapadı. Korkudan titriyor, garip iniltiler çıkarıyordu. Bunun bir ayı tarafından parçalanmaktan çok daha korku verici olduğunu düşündü. Göletin içinde ne olduğunu kestiremiyordu. Dahası, artık büyüye inanıyordu. Ömrünün son anlarında bunun bir anlamı yoktu belki de. O ses yine duyuluyordu. Bu sefer çok daha ciddi ve emir havasındaydı. "Yaklaş, çocuğum." Tania dehşeti iliklerinde hissettiğinden olsa gerek, kesik kesik çığlıklar atıyordu. Giderek koyulmuş olan katranımsı sıvı fokurdamaya başladı. İçinden gri renkte bir toz bulutu saldı. Tania başına gelecek kötü şeylerin farkına vardı. Kaçmalıydı. Ancak korkudan bacakları kitlenmişti. Değil koşmak, ayağa dahi kalkamıyordu. Bir yandan dizlerine yumruk indirip lanet okuyor, diğer yandan da yavaş yavaş ona doğru gelmekte olan toz bulutunu izliyordu. Bir ara gözlerini sıkıca kapattı. "Yok ol, şeytan!" dedi kendi kendine. Korkutucu hırıltıların kesildiğini fark edince korka korka da olsa gözlerini aralamaya başladı. Gitmişti. Büyülü toz bulutu kaybolmuştu. Etrafa bakındı ancak hiçbir iz bulamadı. Gölet de kendi rengine dönmüştü. Tam rahatlayacaktı ki tekrar bir ürperti hissetti. "Aç mısın, çocuğum?" Sesleri olabilecek en yakın yerden, kafasının içinden duyan kız, acı ve çaresizlik dolu bir çığlık attı. Kafayı sıyırdığını düşünüyordu. "Karnını doyur, çocuğum." Bu seferki ürkütücü gelmemişti. Belki de o alışıyordu. "Kalk, çocuğum." Ona söylenileni yaptı ve hemen ayağa dikildi. Şaşkınlığı çok hızlı biçimde kalkışından kaynaklanıyordu. Kemikleri normal bir insanınkinden daha güçsüzdü. Eğilip kalkmak konusunda pek iyi olduğu söylenemezdi. Kafatasının derinlerinden duymakta olduğu ses ona koşmasını söylüyordu şimdi de. Nereye doğru koşması gerektiğini bilmiyordu ama içgüdülerini takip edip evine doğru yöneldi.


Orman boyunca hayatında hiç koşmadığı kadar hızlı koştu ve birkaç dakika içinde evinin hafifçe tüten bacası görüş alanına girdi. Bahçedeki kırık taş yolda henüz iki adım atmıştı ki arkasından biri seslendi. "Tania, bu saatte nerden geliyosun böyle?" Bu gıcık ses tonunun sahibini kafasını çevirmeden tespit etmişti. Ahmak bir köylü olan Jenkins'ti bu. Üzerinden hiç çıkarmadığı solmuş bir maviye bürünmüş çiftçi tulumu, ayağına iki numara büyük eski ve çamurla kaplı çizmeleri, kırık ön dişleri ve çalı süpürgesini andıran kül sarısı saçları ile "ahmak" sıfatını layığıyla taşıyordu. Genç kızdan bir süre cevap alamayınca kızmaya başlayan köylü tekrar sordu "Sana diyom, nereden bööle gecenin bi vakti?" Tania tam ona küfür saydıracaktı ki midesinin düğümlendiğini hissetti. Sanki açlıktan kendi kendini yiyordu. İki büklüm kalıp acı çığlıkları attı. "Ye, çocuğum." dedi kafasındaki efendisi. Kızın gözleri bir anda kırmızıya döndü ve etrafına ışık saçtı. Diğer emirleri yerine getirmişti ancak bu sefer yapamıyordu. "Ye" de ne demek oluyordu. Bu çirkin herifi yemesini mi istiyordu bu ses? Tekrar "Ye, çocuğum." dedi büyülü varlık. Sesi kafatasının içerisinde yankı yapmış, kızın tam anlamıyla hedefe kitlenmesini sağlamıştı. Ağzından az miktarda köpük salak Tania bir anda iradesini kaybetti. Kendini Jenkins'in üzerine aç bir kurt gibi sıçrarken buldu. Nasıl oluyorsa içinden geri çekilmek gelmiyordu. Çıkık köpek dişlerini adamın elmacık kemiğine sertçe geçirdi ve derin bir yara açtı. Suratından kanlar aktığını çabucak kavrayan ahmak adam tepinmeye ve tiz çığlıklar atmaya başladı. Güçsüz kolları suratını yavaş yavaş parçalamakta ve bundan büyük bir haz duymakta olan genç kızı durdurmaya yetmiyordu maalesef. Kendini kaybedecek gibi olduğu anda kızın açlığını dindirmenin verdiği hazzı yaşayan yüzünün paramparça olmuş suratından çekildiğini hissetti. Kurtulduğunu düşündü. Yanıldı. Şeytani bir kahkaha basan Tania, dişlerini bu sefer adamın şah damarına kesti. "Yaşam sıvısının en baştan çıkarıcı şekilde aktığı yerdir burası, çocuğum." diye rehberlik etti ona içindeki ses. Adam çoktan can vermiş, eblek gözleri ardına dek açılmış biçimde sonsuzluğa uzanmıştı. Büyük iştahla adamın vücudundaki kanın çoğunu emdi. Bağırsaklarını da nazikçe midesine indirdikten sonra ayağa kalktı. Her yeri kan içindeydi. Yüzündeki gülümseme kan donduran cinsteydi. "Ben" dedi tanıdık ses "Yamyamlık Tanrısı Xeheon. Seni şampiyonum ilan ediyorum. Artık sonsuza dek bitmek bilmeyecek bir açlığa ve susuzluğa sahipsin. Aklını ve yeteneklerini kullanırsan, ölümsüzlüğünü ilan edebilirsin. Gafil avlayıp sindirdiğin her canlı, gücüne güç katacaktır. En güçlü kurbanlarını benim adıma katlet. Tanrını onurlandır ve sadakatini göster." Kız bu duydukları üzerine deliye döndü. Derhal yiyecek bir av bulmalıydı. Kafasını korkutucu hızda sağa sola çevirerek etrafını taradı. Zifiri karanlıkta bu izbe kulübenin yakınlarda hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Son bir kez "Koş" dedi tanrısı. Evine doğru koşmaya başladı. Küçük bir kız çocuğu gibi neşeli, bir o kadar da cani kahkahalar ile evine daldı.

Kırk beş dakika sonra tüm duvarları kan ve organ parçaları ile kaplı evden dışarıya adım attı. Gözleri adeta bir alev gibi etrafa ışık saçıyordu. Bakışları bir sonraki durağının bol nüfuslu köy olduğunu gösteriyordu. Açlığını dindirmeliydi.

Dindirecekti.
This is a song about sticking needles in your arm...

Çevrimdışı milenya

  • **
  • 260
  • Rom: 6
  • Belki de Tanrı bize inanmıyor!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sonsuz Açlık
« Yanıtla #1 : 09 Ağustos 2016, 04:16:12 »
 Öncelikle eline sağlık. Öykü bana anime izliyormuş hissi verdi. (Ne zamandır izlemesem de hissi tanırım  :P ) Güzeldi lakin yanımda not tutabileceğim bir kağıt ya da office belgesi olmadığından bazı hatalarına sadece değinmek durumunda kalacağım ama sen de okuyunca göreceksin diye tahmin ediyorum.
 
 Ufak tefek yazım ve noktalama hatalarına denk geldim, arka arkaya gelen fiillerin verdiği rahatsız edici bir okunuş vardı. Özellikle o ilahi ses geldikten sonra olmasa da olurdu dediğim kelime ve cümlelere rastladım. Bu tarz şeyler akıcılıktan alıkoyuyor öyküyü aksi halde belirtmezdim.
 
 Gelelim öyküdeki bana göre en ilginç tutarsızlığa. İlk başlarda sağlam betimlemeler varken, ara ara aşırı hızlanan bir kaç sahne vardı. Köylü oğlanın görünümü hala aklımda canlanıyor ama ormanın sessizliğine vurgu yapılmamıştı. Örnek vermek gerekirse, dördüncü paragrafta kızın bağırmasından hemen sonra sessiz ormandaki hareketlilik bana çok normal geldi. Biri bağırıyor, kuş sesleri ve akabinde çıtırtılar geliyor ormandan. Ben ilk başta kızın bağırması yüzünden olduğunu sandım ama kız korkup kaçmaya başlayınca dedim, herhalde acayip sessiz bir orman olmalı ki işin içinde başka bir şey dönüyor. Bence oradaki gerilimi kızla beraber yaşatmamış bize paragraf.
 
 Kızın büyüye karşı çok hızlı bir şekilde inancını kazanması mı yoksa başına gelenin büyülü bir şey olduğunu anlaması mı daha hızlı oldu benim için emin değilim. Bir dur, korkunu yaşa, bir şeyler düşünmeden titre, değil mi? Garip şeyler dönüyor sonuçta, şşşşş  :shrlock

 Hikayenin sonunu çok beğendim özellikle şu 'şampiyon' meselesi beni bitirdi. Çok severim bu tarz şeyleri (anime hissi veren yer de burasıydı) daha başka şampiyonlar ve tanrılar, belki de bir lig vardır kapışabilecekleri falan, beni düşünmeye itti. Hikayenin başındaki et tüketememe konusu, son kısımda tatlıya bağlandı, o epey güzeldi. Okuduğum ve izlediğim şeylerde başta ve sondaki tezatlığı/benzerliği gösteren kısımları epey severim zaten. Kısaca öykünün konusu ve onu işleme şeklin hoştu. Sürçü lisan ettiysek, kalp kırdıysak affola, tekrardan ellerine sağlık.
Spoiler: Göster

Çevrimdışı Dende

  • *
  • 27
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sonsuz Açlık
« Yanıtla #2 : 09 Ağustos 2016, 09:05:45 »
Öncelikle eline sağlık. Öykü bana anime izliyormuş hissi verdi. (Ne zamandır izlemesem de hissi tanırım  :P ) Güzeldi lakin yanımda not tutabileceğim bir kağıt ya da office belgesi olmadığından bazı hatalarına sadece değinmek durumunda kalacağım ama sen de okuyunca göreceksin diye tahmin ediyorum.
 
 Ufak tefek yazım ve noktalama hatalarına denk geldim, arka arkaya gelen fiillerin verdiği rahatsız edici bir okunuş vardı. Özellikle o ilahi ses geldikten sonra olmasa da olurdu dediğim kelime ve cümlelere rastladım. Bu tarz şeyler akıcılıktan alıkoyuyor öyküyü aksi halde belirtmezdim.
 
 Gelelim öyküdeki bana göre en ilginç tutarsızlığa. İlk başlarda sağlam betimlemeler varken, ara ara aşırı hızlanan bir kaç sahne vardı. Köylü oğlanın görünümü hala aklımda canlanıyor ama ormanın sessizliğine vurgu yapılmamıştı. Örnek vermek gerekirse, dördüncü paragrafta kızın bağırmasından hemen sonra sessiz ormandaki hareketlilik bana çok normal geldi. Biri bağırıyor, kuş sesleri ve akabinde çıtırtılar geliyor ormandan. Ben ilk başta kızın bağırması yüzünden olduğunu sandım ama kız korkup kaçmaya başlayınca dedim, herhalde acayip sessiz bir orman olmalı ki işin içinde başka bir şey dönüyor. Bence oradaki gerilimi kızla beraber yaşatmamış bize paragraf.
 
 Kızın büyüye karşı çok hızlı bir şekilde inancını kazanması mı yoksa başına gelenin büyülü bir şey olduğunu anlaması mı daha hızlı oldu benim için emin değilim. Bir dur, korkunu yaşa, bir şeyler düşünmeden titre, değil mi? Garip şeyler dönüyor sonuçta, şşşşş  :shrlock

 Hikayenin sonunu çok beğendim özellikle şu 'şampiyon' meselesi beni bitirdi. Çok severim bu tarz şeyleri (anime hissi veren yer de burasıydı) daha başka şampiyonlar ve tanrılar, belki de bir lig vardır kapışabilecekleri falan, beni düşünmeye itti. Hikayenin başındaki et tüketememe konusu, son kısımda tatlıya bağlandı, o epey güzeldi. Okuduğum ve izlediğim şeylerde başta ve sondaki tezatlığı/benzerliği gösteren kısımları epey severim zaten. Kısaca öykünün konusu ve onu işleme şeklin hoştu. Sürçü lisan ettiysek, kalp kırdıysak affola, tekrardan ellerine sağlık.

Değerli vaktini ayırıp okuduğun ve yorum yaptığın için çok teşekkür ederim. Bahsettiğin hatalara, anlatım bozukluklarına baktım ve sonuna kadar haklı olduğunu gördüm. Bunları birer tavsiye olarak not etmeyi de unutmadım :) Bir şeyler yazmaya kısa süre önce başladım, zamanla her açıdan daha düzgün yazılar yazacağımı düşünüyorum. Ayrıca başka 'şampiyonlar' da var, evet. Mesela Savaş Tanrısı'nın şampiyonu olan Son Panda buna bir örnek. Söylediklerinizin kalp kırabilme gibi bir imkanı yoktu. Aksine bu değerli tavsiyeler üzerine benim teşekkür etmem gerekir  :mlk
This is a song about sticking needles in your arm...