Kayıt Ol

Işığın ve Karanlığın Savaşı

Çevrimdışı ersin96

  • *
  • 34
  • Rom: 0
  • Kış Geliyor!
    • Profili Görüntüle
Işığın ve Karanlığın Savaşı
« : 21 Mart 2014, 19:05:36 »
Yeryüzü şeytanlarla dolar ancak tüm perdeler kapalıdır. Kim iyi kim kötü bilinmez. İnsanlar arasında kargaşa çıkar ve birbirlerini öldürürler. Anne çocuğunu, oğul babasını, kardeş kardeşini, dost dostunu katleder. Ele Geçirilmişler istila ettiğinde ilk kapı açılır ve O "Ben geliyorum!" der.

Tanrı'nın Sesi kitabında böyle der Ele Geçirilmişler hakkında. Dünyada güzel günler yaşanmaktadır. Bahar güzel geçmiştir. Bereketli bir dönemdedir insanlar. Fakat Tanrı'nın Sesi kitabındaki karanlık gün her geçen gün yaklaşmaktadır: Kıyamet Günü! Bir adam peygamber olduğunu iddaa eder ve insanları bu güne karşı uyarmaya başlar. Bir şövalye evine döner ve kendini karanlık bir oyunun içinde bulur. Bir prenses, bir iç savaşın içinde bulur kendini. Bir ozan, zorluklarla dolu bir yolculuğa çıkar. Cennetin ve Cehennemin Savaşı başlamıştır. Kadim güçler uyanır ve dünya felaketlere kucak açar!

Yazmayı planladığım bir fantastik kitap serisidir bu. Kitabın konusunu basitçe açıklamak gerekirse kutsal kitaplarda geçen kadim gün yani Kıyamet yaklaşmaktadır. Tabi bu kıyamet v dini figürler tamamen kendi kurgulamış olduğum evrende gerçekleşecek. Kıyamet Alametleri tek tek gerçekleşmektedir. İlk kitapta Kıyametin ilk alametini yani Ele Geçirilmişleri işleyeceğim. Kitaptan ilk kısımları burada yayınlamayı planlıyorum. Görüşlerinizi, önerilerinizi bekliyorum. Ayrıca serinin adı dediğim gibi Işığın ve Karanlığın Savaşı olacak. Ancak kitap isimlerinde kararsızım. İlk kitap ismi olarak I.Alamet - Ele Geçirilmişler ismini kullanıyorum şuan ancak daha güzel bir isimle değiştirebilirim. O yüzden ilk kitap için isim önerilerine de açığım.  :)

1.Bölüm
Spoiler: Göster
Lfenso

  Izakrat'ın surları nihayet gözükmüştü. Şimdilik küçücük görünüyorlardı. Öyle ki elleriyle koca şehri avuçlayabilirdi. Normalde açık kahverengi olan surlar batan güneş yüzünden simsiyah görünüyordu, bulunduğu noktadan bakınca. Birkaç saatlik yolları kalmıştı ama ilerlemeye de mecali kalmamıştı pek. Gözleri isyan noktasını çoktan geçmişti. Bu yolculuğa çıktığından beri düzgün bir uyku çekebilmiş değildi. "Burda kalıyoruz!" dedi.
  "Şehre yaklaşmıştık." dedi adamlarından biri. "Şehre ilerlemek daha iyi olmaz mıydı Sör?"
  "Yaklaştığımız doğru!" dedi Lfenso. "Fakat saatte epey ilerledi. Önümüzde uzun bir yol var henüz."
  Atından indi. Arkasındaki adamlar da onu izleyerek atlarından indiler. Yüklerini atlarından indirdiler. Çadırlar kurulmaya başlanmıştı. Sabırsızlıkla çadırların kurulmasını izledi. Kendi çadırını Bilf adlı yardımcısı kuruyordu. Çocuk seri hareketlerle kazıkları toprağa sapladı. Çubukları da dengeli bir şekilde oturtuktan sonra iplerle bağlayıp sağlamlaştırdı. Daha sonra çadırın üzerini örtüp şiltesini içeride serdi. Tüm işleri tamamladıktan sonra küçük çadırın içinden çıkıp karşısında dikildi. Muhtemelen bir tebrik, övgü dolu bir söz bekliyordu ama beklediğini bulamayacaktı. Lfenso kendi eğitiminde her zaman takdir edilmemişti, aslında hiç edilmemişti. Şövalyeliğe çıkan basamaklar epey uğraştırıcıydı, Lfenso bir çırpıda şövalye olmamıştı. Çok zor günleri olmuştu. Üstelik bütün bunları Bilf'ten daha genç bir yaştayken yaşamıştı. Karşısında dikilen bu genç adam on beşindeydi henüz. Sarı saçları ve gerçekten çok hoş bir yüzü vardı. Yaşına oranla uzun sayılırdı. Bfsitlilerin geleneklerine uygun kıyafetler giyiyordu hep: Deri kıyafetler. İpek bir gömlek, üzerine ayı derisinden bir kürk yelek giymişti bugün. Gri bir pantolon giymişti ama ne kadar pantolon denilebilirse... Başına ise tilki derisinden işlenmiş bir kavuk sarılmıştı. Uzun bot ayakkabıları kıyafetlerini tamamlıyordu. Ailesini tanımıyor olsa asla bir soylu çocuğu olduğuna inanmazdı. Bfsitliler, Izak ülkesinin en garip insanlarıydı Lfenso'ya göre. Gerek giyimleri, gerek gelenekleri, gerekse yaşam tarzları... Karşısında dikilmiş ve bir cevap bekleyen delikanlıyı hatırladı birden. "Tamam, kendi çadırını kurup inzivaya çekilebilirsin!" dedi. Delikanlı başıyla onaylayıp çekildi. Çocuk hiçbir şey söylememesine rağmen Lfenso onu anlıyordu şuan. Zamanında o da benzer şeyler yaşamıştı. Eski günlerini hatırlayarak güldü ve çadırına girdi.


  Şiltesine uzandı. Izakrat'ı özlemişti doğrusu. Aradan çok uzun zaman geçmiş olmalıydı. On üç yaşında ayrılmıştı şehirden. Şövalye olmak istemişti hep ve olmuştu da. Yıllarını merhum Sör Maart ile geçirmişti. Yedi koca yıldan sonra o büyük şövalyeden herşeyi öğrenmişti ya da öğrendiğini umuyordu. Aslında üçüncü yılını tamamladıktan sonra ayrılacaktı ancak o sıralarda patlak veren bir savaş yüzünden kalmak zorunda kalmıştı çünkü Maart'a borçlu olduğunu hissediyordu. Savaş çok kanlı geçmişti. Frask'ın savunmasında o da vardı. Maart'ın babası Lord Genry için kaleyi birlikte savunmuşlardı ama Sör Maart... Kalbinde bir acı hissetti. Geçmişi, en azından o savaşla ilgili geçmişini düşünmeyi bırakmalıydı.
  Babası geldi aklına birden: Yaşlı Lord Slep. Son gördüğünde siyah saçlarına beyazlar inmeye başlamıştı. Şefkatle bakan mavi gözlerini, candan kucaklamasını özlemişti doğrusu. Her oğul gibi babasını gözlerinde kahraman olarak mı görüyordu yoksa gerçekten öyle miydi hatırlamıyordu ama hatırladığı lord babasının güçlü bir adam olduğuydu. İyi kılıç kullanırdı. Orta boyluydu. İnsanlar onu babasına benzetirlerdi hep ve bu Lfenso'nun gururunu okşardı daima. Babasını hatırladığı gibi bulmayı ümit ediyordu, değişmişse de daha az yaşlı... Tek kardeşi Caef de son gördüğünde küçük bir çocuktu. Şehirden ayrıldığında dört yaşındaydı Caef, şimdi epey büyümüş olmalıydı. Caef, annelerine çekmişti. Mavi gözlerini babaları Lord Slep'ten almıştı ancak geriye kalan tüm yönleri annelerini andırırdı. Zavallı Caef, annelerini bir kez bile görememişti, doğumunun ardından çok geçmeden dünyadan ayrılmıştı anneleri. Ateşli bir hastalığa yakalanmıştı ve hekimlerin, bilgelerin hiçbiri çare olamamıştı.
  Annesini düşünmek ayrı bir hüzündü. Annesi dünyanın en tatlı kadınıydı belki de. Kızıl saçları, yeşil gözleri, kar kadar bembeyaz teni vardı. Yaramaz bir çocuktu Lfenso ve sık sık düşerdi. Babası bu tür şeylerle ilgilenmezdi, onun daima işleri olurdu. Babasının onu sevdiğini biliyordu ama babasından çokta ilgi görmezdi çocukken ama annesi... Her zaman yanında olurdu. Her düştüğünde onu kaldıran, yarasını saran annesiydi. Lfenso onun bakışlarını asla unutamazdı. Şefkat dolu ve endişeli gözler... Masum bir gülüş...
  Şövalye olmayı hep isterdi zaten, her çocuk gibi... Izakrat sınır bir şehirdi ve şövalyelik yemini için çok kuzeye gitmeliydi: Astafro'ya. Izak başkenti Astafro'da Kral Heaftrold'un önünde diz çöküp yemin etmeliydi. Bundan önce de bir şövalyeden dersler alması ve ondan da önemlisi kendini bir turnuvada kanıtlaması gerekiyordu! Annesi öldükten sonra Izakrat'a yabancı kalmıştı. Uzun bir süre içine kapanık biri olmuştu. Bir süre misafirleri olmuş Sör Maart'ın peşinden bu yüzden gitmişti belki de. Babasını ikna etmek için çok uğraşmıştı, sebebi annesinin ölümünü kabullenememek olabilir miydi? Bunları düşünmemeliydi. Yarın Izakrat'a girecekti. Girebilecek miydi, annesinin olmadığı o şehre? Evet, girecekti. Bir yanıysa yapamayacağını söylüyordu. Düşünmeyi bırakmalıydı. Gözlerini kapattı ve uyumaya çalıştı.

...

  Gün ışığı göz kapaklarını rahatsız ediyordu. Rahatsızca bedenini döndürdü şiltenin içinde. Sonra birden gözlerini açtı, sabah olmuştu. Dışarı çıktı. Adamlarının bir kısmı uyanmıştı, diğerleri henüz uyuyorlardı. "Herkes uyansın!" diye bağırdı. "Uyayanları uyandırın ve derhal toplanmaya başlayın."
  Adamları rahatsızca kıpırdandı. Uyuyan adamlar uyandırılıyor, çadırlardan bazen küfürler yükseliyordu fakat eninde sonunda herkes kalkıyordu. Uyanmış adamları çadırlarını kaldırmaya başlamışlardı bile. Eşyalar toplanıyor, bineklere yükleniyordu. Çok geçmeden tüm hazırlıklar bitmişti ve yola çıkmaya hazır hale gelinmişti.
  Atlarına binip yola çıktılar. Lfenso en önde at sürenlerden biriydi. Yemyeşil çimlerin ortasındaki toprak yolda gidiyorlardı. Yolun kenarında bazen küçük kayalara rastlanıyordu. Yolun iki yanını çevreleyen geniş çimenlik alan ise çeşit çeşit, renk renk çiçeklerle doluydu, manzara muhteşemdi doğrusu.
  Bazen küçük çiftliklere de rastlanıyordu yol üzerinde. Çiftlikler bile çok şirin gözüküyordu. Geniş bir tarlalık alandan sonra etrafı çitlerle kapatılmış küçük şirin evler... Çiftliklerin yakınlarında küçük hayvan sürüleri de oluyordu: Koyun, keçi, inek...  Kuzeye doğru yolculuğunda benzeri araziler, kuzeyde de vardı yol boyunca. Orası da renkli manzaralarla doluydu fakat dönüş yolunda gördüğü şey yok edilmiş, yağmalanmış topraklar ve çiftliklerden geriye kalan harabelerdi. Arazilerin sahipleri de yanlarına alabildiklerini alıp kaçmış olmalıydılar. Savaş güneyi vurmamıştı çok fazla çünkü çok büyük çapta yayılmamıştı. Babası krallığa küçük bir birlik göndermekle yetinmişti, kendisine ise mektup göndermiş ve dönmesini istemişti. Ama Lfenso dönememişti, dönmemişti çünkü Sör Maart... O savaş bitmişti, yuttuğu herşeyle birlikte geride kalmıştı artık. Düşünmemeliydi artık onları. Savaşın bir oyun olmadığını çok acı bir tecrübeyle öğrenmişti, şövalye olmanın gerçek anlamını o günlerde öğrenmişti. Öğrenmişti ve artık geri dönüyordu; babasının, savaşa göndermiş olduğu birlikten geri kalanlarla birlikte...


  "Sör Lfenso!"
  Atını yavaşlattı. Atı yavaşlarken arkasına baktı, ona seslenene... Konuşan Bilf'ti. Savaş bittikten sonra Izakrat'a dönmek için hazırlık yaparken Lord Hastork, Bilf'i yanına getirmiş ve onu yanına almasını istemişti. Tecrübeli bir şövalyeden şövalyeliği öğrenmesini istiyordu. Çocuk ile konuşmuştu önce. Şövalye olmak isteyip istemediğini, niçin istediğini sormuştu, şövalyeliğin zorluklarını anlatmıştı ama çocuk her söylediğine bir cevap bulmuştu ve işte yanındaydı, onu eğitiyordu. "Evet, Bilf!"
  "Gelf hastalandı, Sör! Birdenbire! Ne olduğunu anlayamadık. Benim yanımda at sürüyordu. Şimdiye kadar gayet iyiydi fakat biraz önce kötü hissetmeye başladığını söyledi. Çok üşüyormuş."
  "Üşüyor muymuş?" dedi Lfenso. İnanmaz gözlerle gökyüzünde pırıldayan güneşe baktı fakat parlaklığı yüzünden gözlerini hemen kaçırmak zorunda kaldı.
  "Ben de garip buldum. Atlarımızı durdurduk ve onu attan indirdim. Ne olduğuna bakmak için... Onu çimenliklerde bir yere yatırdım. Alnına dokundum ve... Şey... Çok garip efendim ama bedeni cayır cayır yanıyordu, elimi değdirir değdirmez çekmek zorunda kaldım. Daha önce bu kadar ateş yükselmesine sebep olan bir hastalık hiç görmedim veya işitmedim." dedi.
  Lfenso da garip bulmuştu bunu. Gelf, babasının kuzeye gönderdiği birliğin içindeki askerlerden biriydi. Savaş sırasında çok yararlılık gösterdiği için savaştan sonra Lfenso onu kendi şahsi muhafızı yapmıştı. Sadık ve cesur biriydi, şuana kadar iyi hizmet etmişti. "Beni onun yanına götür."
  Bilf atının başını çevirdi ve Lfenso'yu Gelf'i bıraktığı yere götürdü. Lfenso, atının başını çevirip Bilf'i takip etti. Diğer adamlar da Lfenso yönünü çevirdiği için onu takip etmek zorunda kalmışlardı. Biraz yol aldılar ve sonra Bilf durdu. "İşte burada bırakmıştım Sör Lfenso! Atı da şurada." Bilf atından inerek çimenliklere doğru koştu. Sonra bir çığlık attı. Lfenso da atından inerek onun yanına gitti. Çimenlikler bomboştu ama birinin orda yattığına dair yığınla kanıt vardı: Çimenliklere bulaşmış kan, yere düşürülmüş hançer, kanlı bir mendil, ezilmiş çimenler... "Buradaydı efendim!" diye inledi Bilf. Sesi ağlamaklı çıkmıştı. "Burada beklemesini, yardım getireceğimi söylemiştim."
  "Gelf'e ne oldu dersin?" diye bir fısıltı duydu Lfenso.
  "Muhtemelen bir yerlerde sızmıştır." diye cevap verdi başka bir ses.
  "Sanmam!" dedi başka bir fısıltı. Çok sessiz konuşuyordu. Lfenso cümlelerini zar zor seçti. "Kardeşim de bir ara böyle hastalanmıştı. Ne yaptığını bilmeden koca şehri dolaşmıştı, sonra da bir yerde uyuyakalmıştı. Onu zar zor bulmuştuk."

  Lfenso delikanlının omzunu sıkarak sakinleştirmeye çalıştı ama onun da kafası karışmıştı. Çok geniş bir alan boyunca sadece çimenlik alan uzanıyordu. Yakınlarda bir yerleşim yeri veya bir orman yoktu. Atı buradaydı Gelf'in ve bu çok daha garip bir sonuç doğuruyordu çünkü bu kadar kısacık bir sürede atını son sürat sürse bile gözden kaybolacak kadar uzaklaşamazdı, gizlenemezdi... Bu çimenlik alanda mutlaka ama mutlaka görünürdü ama sorun şuydu: Gelf nereye kaybolmuştu? Adamlarına bağırdı: "Etrafı arayın, Gelf'i bulmaya çalışın. Öğlene kadar geniş bir alanı taramanızı istiyorum." Gelf, sadık bir adamdı. Başına bir şey mi gelmişti? Gözleriyle çevresini taradı fakat en ufak bir karartı yoktu, Gelf olabilecek.
  "Bulamayacağız." dedi başka bir fısıltı. Lfenso, konuşanın ilk duyduğu ilk fısıltının sahibi olduğunu düşündü ama emin de değildi.  "Kötü! Başına çok kötü bir şey geldi! Bana sorarsan onu hayaletler aldı. Burada bir savaş olmuş ve bir sürü adam bu meydanda ölmüş. Ruhlarının hala buralarda gezindiği söylenir ve söylentilere göre her zaman çok aç olurlarmış." diye cevap verdi fısıltıdan biraz daha yüksek bir ses. Lfenso arkasına dönüp adamlarına bakma ihtiyacı duydu. "Sanırım bir emir vermiştim!" dedi sertçe. Sesindeki tını etki etmişti. Adamları hareketlenmeye başladı. Gelf hastaydı, en azından böyle olduğunu söylüyordu Bilf. Ve hastaysa yardıma da muhtaç demekti. Hemen bulunması gerekiyordu. Gelf'i bulmayı umuyordu ama bulacağını pekte sanmıyordu, içinden bu geçiyordu nedense.
Kış Geliyor!

Çevrimdışı ersin96

  • *
  • 34
  • Rom: 0
  • Kış Geliyor!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Işığın ve Karanlığın Savaşı
« Yanıtla #1 : 26 Mart 2014, 00:42:12 »
bir iki görüş çokta kötü olmazdı. Çünkü kitaptan bölümler de yayınlamayı düşünüyordum.
Kış Geliyor!

Çevrimdışı Quid Rides

  • **
  • 399
  • Rom: 17
  • #800000
    • Profili Görüntüle
Ynt: Işığın ve Karanlığın Savaşı
« Yanıtla #2 : 26 Mart 2014, 00:58:25 »
Buraya koyduğunuz özetten ne gibi bir yorum bekliyorsunuz? Ne yazdığınızı, üslübunuzu, kurgunuzu, diğerlerinden farklılıklarınızı vb. hiç görmemişiz. Hal böyle olunca da yorum yapmak zorlaşıyor. Birde siz yayınlamayı düşünüyorsunuz peki ya yayıncılar bu konu hakkında ne düşünüyorlar. Eğer rıhtımda açılan benzeri konuları incelerseniz kitap bastırmanın nasıl bir karın ağrısı olduğunu görürsünüz yani yayınlayacağım demekle olmuyor o iş.

Not: Birde ortada "yazmayı planladığım" mevzusu var. Mesajınızı tekrar okuyunca gördüm. Umarım bu isteğinizi kaybetmeden serinin sonunu getirirsiniz. Bol şans.
http://turanmemre.wordpress.com/
Bana dönek demiş itin birisi
Açığım ne imiş sor hele hele

Çevrimdışı ersin96

  • *
  • 34
  • Rom: 0
  • Kış Geliyor!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Işığın ve Karanlığın Savaşı
« Yanıtla #3 : 26 Mart 2014, 17:10:46 »
Buraya koyduğunuz özetten ne gibi bir yorum bekliyorsunuz? Ne yazdığınızı, üslübunuzu, kurgunuzu, diğerlerinden farklılıklarınızı vb. hiç görmemişiz. Hal böyle olunca da yorum yapmak zorlaşıyor. Birde siz yayınlamayı düşünüyorsunuz peki ya yayıncılar bu konu hakkında ne düşünüyorlar. Eğer rıhtımda açılan benzeri konuları incelerseniz kitap bastırmanın nasıl bir karın ağrısı olduğunu görürsünüz yani yayınlayacağım demekle olmuyor o iş.

Not: Birde ortada "yazmayı planladığım" mevzusu var. Mesajınızı tekrar okuyunca gördüm. Umarım bu isteğinizi kaybetmeden serinin sonunu getirirsiniz. Bol şans.

Teşekkürler yorumunuz için. Kitabı bitirmeye çalışacağım. Yayınlama işini o zaman düşünürüm. Şimdilik benim için önemli olan yazmak...
Ayrıca üslubumu anlamanız açısından ilk bölümü ekledim. Bunun gibi birkaç bölüm daha eklemeyi düşünüyorum. İlk mesaja koydum. Okuyup görüş bildirirseniz sevinirim.
Kış Geliyor!

Çevrimdışı Quid Rides

  • **
  • 399
  • Rom: 17
  • #800000
    • Profili Görüntüle
Ynt: Işığın ve Karanlığın Savaşı
« Yanıtla #4 : 26 Mart 2014, 18:05:01 »
Hikayeyi henüz okumadım. Bilgisayar başına geçince okuyacağım. Bundan önce iki uyarım var:

1)Paragraflara bölün hikayeyi tuğla gibi gözüküyor ilk bakışta. İnsansaki okuma isteği o sıkışıklığın arasında sönüp gidiyor.

2)Hikayeyi Kurgu iskelesinden paylaşın onun yeri orası çünkü. Yada bir yöneticimizden konunun kurgu iskelesine taşınmasını rica esebilirsiniz.
http://turanmemre.wordpress.com/
Bana dönek demiş itin birisi
Açığım ne imiş sor hele hele

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Işığın ve Karanlığın Savaşı
« Yanıtla #5 : 27 Mart 2014, 07:57:38 »
Konu hakkında verdiğiniz bilgi ve ilk bölüm itibariyle bunun epik ve destansı bir girişim olduğunu anlıyoruz. En azından niyet bu heralde. Ama böyle bir kitap hatta seri kurguluyorsanız böyle kısa bol tekrarlı ve dümdüz yavan cümlelerle bunu yapamazsınız. Tasvirlerininizi laf kalabalığından kurtArıp nitelikli bir hale sokmalısınız. Üzgünüm ama yolun başında bile değilsiniz henüz.

Çevrimdışı ersin96

  • *
  • 34
  • Rom: 0
  • Kış Geliyor!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Işığın ve Karanlığın Savaşı
« Yanıtla #6 : 27 Mart 2014, 10:45:23 »
Hikayeyi henüz okumadım. Bilgisayar başına geçince okuyacağım. Bundan önce iki uyarım var:

1)Paragraflara bölün hikayeyi tuğla gibi gözüküyor ilk bakışta. İnsansaki okuma isteği o sıkışıklığın arasında sönüp gidiyor.

2)Hikayeyi Kurgu iskelesinden paylaşın onun yeri orası çünkü. Yada bir yöneticimizden konunun kurgu iskelesine taşınmasını rica esebilirsiniz.

Bir dahaki bölümü resimlerle süslerim daha az göz yorar. :)

Konu hakkında verdiğiniz bilgi ve ilk bölüm itibariyle bunun epik ve destansı bir girişim olduğunu anlıyoruz. En azından niyet bu heralde. Ama böyle bir kitap hatta seri kurguluyorsanız böyle kısa bol tekrarlı ve dümdüz yavan cümlelerle bunu yapamazsınız. Tasvirlerininizi laf kalabalığından kurtArıp nitelikli bir hale sokmalısınız. Üzgünüm ama yolun başında bile değilsiniz henüz.

Bu benim ilk ciddi çalışmam. Daha önce çalışmalarım bölük börçük şeylerdi.Yorumunuzu daha detaylı yaparsanız sevinirim ve benim işime de yarayacaktır. Yani şu kısım iyi, şu kısım şu nedenden dolayı kötü gibi belirtirseniz gerçekten çok iyi olur.
Kış Geliyor!