Kayıt Ol

İsyan

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
İsyan
« : 28 Temmuz 2012, 18:33:46 »
                Konuya nereden başlayacağımı, nasıl anlatacağımı bilemiyorum. Kafam allak bullak olmuş durumda... Aslında bundan bir ay öncesine kadar reenkarnasyona inanmayan bir insandım –ki hala öyleyim- ama son dönemde yaşadığım olaylar kendi kendimle çatışmama sebep oldu.

                İki hafta önce en yakın arkadaşım Hakan’la reenkarnasyonun gerçekten var olup olamayacağına dair şiddetli bir tartışmaya giriştik. Ben, bunun mümkün olmadığını söyledikçe, o, inatla eski hayatında bir bizans tekfuru olduğunda ısrar etti. -Zaten alelade bir adam olan çıkmamıştır, eski hayatında. İki buçuk saatlik bir tartışmanın sonunda beni, kendisine geçmişte kim olduğunu gösteren dolandırıcıya –kendisi ona üstad Deniz diyordu- götürmeye ikna etti. Ertesi sabah için sözleştik ve buluştuk.

                Beni nişantaşında apartmandan bozma bir işhanına götürdü. Böyle saçma sapan şeylere zenginlerin daha çok rağbet göstereceğini düşünmüş olacak ki arkadaş, dükkanı iyi yere açmıştı. İçeri girip mekandaki lüksü görünce çaktırmadan ne kadar ödeyeceğimizi sordum, Hakan’a. Göz kırparak, “bendensin” anlamında bir işaret yaptı. Artık oraya kadar gelmişken mecburen kabullenip, beklemek üzere konulmuş olan koltuklardan birine oturdum ve sehpanın üzerine saçılmış dergileri karıştırmaya başladım. İlginç bir şekilde hepsi tarihle uzaktan yakından alakalı dergilerdi. Bir yarım saatlik bekleyiş süresinden sonra bu kez yalnızca beni başka bir odaya aldılar. Bu yeni oda biraz daha otantik döşenmişti. Etraftaki resimler, eşyalar hepsi tarihin başka bir dönemini çağrıştırıyordu bende. Sanırım burada dönen oyunu çözmüştüm.

                Kafamda parçalarını birleştirip oyununu çözdüğüm Deniz olacak herifi beklemekteydim şimdi. İçeri girecek ve ben de yüzüne vuracaktım nasıl bir dolandırıcı olduğunu. Kafamın içerisinde bunun dialoglarını prova ediyordum. Fakat kendimi oyuna dahil edip, etmemek konusunda  kararsızlık içerisindeydim. İçeriye girdiğinde ilk fark ettiğim şey, Deniz olacak herifin aslında Deniz Hanım olduğuydu. Evet... Kibarlaşmamdan da fark edeceğiniz üzere çok güzel bir kadındı Deniz Hanım. 30’una henüz gelmemiş, beyaz tenli, kumral, çerçevesiz gözlüklerinin arkasında ışıl ışıl parıldayan, mavi gözleri olan bir kadındı. Üzerinde ciddi imajına uygun bir beyaz gömlek ve siyah pantolon vardı. Hal böyle olunca artık kendimi oyunun içine dahil edip etmeyeceğimin de kararı verilmiş oldu. Böyle anlarda verilmiş bütün önceki kararlarım gibi bu da yanlış bir karardı elbette. Belki de en yanlışı...

                Deniz -kendisine artık böyle hitap etmemi istiyordu- bana biraz uygulayacağı yöntemi anlattı: “Önce yoğunlaşıp, sizi bugünkü sıkıntılarınızdan kurtaracağız. Sonra geçmiş hayatınızdan kalmış parça parça anılarınızı bir yap-boz yapar gibi birleştirip, o zamanki kimliğinize ulaşacağız.” Hipnozun bu kadar güzel anlatılabileceğini bilmezdim. Uyguladığı teknikleri, evde denemeyin diye detaylı anlatmıyorum. Zaten başladıktan çok değil beş dakika sonra yavaş yavaş gözlerim kapanmaya başladı. Bana ne söyledi, kafamın içerisinde ne yaptı bilmiyorum. Ama o andan sonra zamandan tamamen bağımsız olarak binlerce yılı baştan yaşadım. Gözümü açtığımda ne kadar uyku halinde kaldığım konusunda hiçbir fikrim yoktu. Kim olduğum konusunda da en ufak bir fikrim yoktu. Öylesine yorgun ve öylesine darmadağın olmuştum ki... Karşımda Deniz Hanım’ın dehşet içinde bana bakan yüzü ve Hakan’ın endişeli bakışları vardı. Kendime gelmem birkaç dakika aldı. Hiçbir şey söylemeden kapıdan çıkıp gittim. Arkamdan koşan Hakan’a bir kaç gün bu konuyla ilgili konuşmak istemediğimi söyledim.

                Gördüğüm şeyleri önce kendi kendime bir gözden geçirmeliydim çünkü. Hafızamdaki görüntüler o kadar gerçektiler ki inanmaktan başka çarem yoktu açıkçası. Ama “Bu bir reenkarnasyon muydu?” diye soracak olursanız, benimki daha çok bir lanet sanırım. Size o uyku halinde neler gördüğümü anlatayım, kendiniz karar verin:

                Gördüğüm ilk görüntü, bir cinayete dairdi. Kendi ellerimle öldürdüğüm kardeşimin yüzü... Kargalardan esinlenerek yapmış olduğum mezar... Sonraki görüntülerin hepsi başka başka cinayetleri anlatıyordu. Bu seferki katillerin hepsi farklı farklı, fakat maktul hep aynıydı. Ben...

                Öz kardeşimi öldürdüğüm için lanetlenmiştim. Her ölümde yeniden dünyaya gönderiliyor ve yeniden bir cinayete kurban gidiyordum. Taşla, sopayla darp edildim; çıplak elle boğuldum; zehirlendim; hançer, kılıç, ok, kurşun aklınıza gelecek her türlü silahla tekrar tekrar öldürüldüm. Yaşadığım ölümlerin hepsi; kıskançlık krizleri, anlamsız kazalar, ayırmaya çalıştığım kavgalar, miras anlaşmazlıkları, maksadını aşan şakalar gibi saçma sapan sebeplerden oluyordu. Bir kaç kez de işlemediğim cinayetlerden dolayı idam edilmiştim. Bir kere bile savaşta öldürülmemiştim. Yüzlerce kez ölmeme rağmen bir kez bile suikaste kurban gidecek kadar önemli bir adam olmamıştım. Tarihin gerilim dolu bütün senaryolarında pisi pisine ölen şişman, gözlüklü figürandım ben. Yaşadığım en kayda değer hayat sanırım, üzerimde yeşil pelerin olduğu için öldürüldüğüm hayatımdı. Ne kadar ilginç değil mi? Bu hayatımı anlatmam gerek. Çünkü ölümümün bi anlam ifade ettiği tek hayatım bu...

                Bundan yaklaşık 1500 sene evvel; ben, ilginçtir, yine İstanbul’da yaşıyordum. Basit bir marangozdum sadece. Gündüzleri işime gider, akşamları ise annemle birlikte yaşadığım küçük kulübeme dönerdim. Bizans İmparatorluğu’nun başkenti, o zamanki adıyla Konstantinapolis, tarihin her döneminde olduğu gibi kalabalıktı. O dönem yeni tahta çıkmış olan İmparator Justinyen’in şehirdeki bazı gruplarla arasında anlaşmazlıklar vardı. Aşağı tabakadan birini kraliçe yaptığı için halk, Justinyen’e pek iyi gözle bakmıyordu. Özellikle de İmparatoriçenin ayaklarını törenlerde öpmek zorunda kalan aritokrat kesim, durumdan epey rahatsızdı.

                Durumdan rahatsız olan bir diğer topluluk ise bir taraftar topluluğuydu. Yeşiller... O dönem Konstantinapolis Hipodrom’unda sürekli olarak yarışlar düzenlenirdi. Şehrin en büyük eğlencesi buydu. Yarışlarda iki takım vardı ve bunlar renkleriyle anılırlardı. Maviler ve Yeşiller... Bu iki büyük takımın arkasında onları çılgınca destekleyen taraftar grupları vardı. Her kesimden yüzlerce taraftarı olan bu iki takım başkent halkını adeta iki ayrı kutba ayırmıştı. Maviler taraftarları ve Yeşiller taraftarları...

                İmparator’un koyu bir Maviler taraftarı olduğu biliniyordu. Bu durum Yeşiller taraftarlarını oldukça rahatsız etmekteydi. Çünkü onlar Justinyen’in Maviler’e ayrıcalık yapacağından emindiler. Zaten düşündükleri gibi oldu da... Maviler taraftarlarının şehirde yapmış olduğu ufak tefek taşkınlıklara göz yumuluyor, kesinlikle ceza verilmiyordu. Buna karşın Yeşiller, tüm yasalara uymak zorundaydı ve bu kabul edilemezdi. Kısa sürede iki grup birbirine girdi. Şehirde ufak çaplı çatışmalar meydana geliyordu. İmparator yarışlar esnasında iki grubu da buna bir son vermeye çağırsa da bir türlü huzursuzluğun önüne geçilemedi.

                Şimdi gelelim benim bu hikayedeki rolüme... Dediğim gibi ben alelade bir marangozdum. Öyle yarışlarla falan da işim olmazdı. Zaten kazandığım çok az parayla kıt kanaat geçinirken, bir de bu çeşit eğlencelere para harcayamazdım. Benim taraftar gruplarıyla bir işim yoktu. Yalnızca yaptığım masayı çok beğenmiş olan terzi bir müşterim, borcu olan paranın yanı sıra bir de iyi kalite kumaştan bir pelerin hediye etmişti bana. Ben de yeni pelerinimi çok beğenerek aldım ve kendisine teşekkür ettikten sonra dükkandan çıktım. Biz alt tabakadan insanlar, özel günler haricinde, pek pelerin giymezdik ve benim hayatımda ilk defa bir pelerinim oluyordu. Bu yüzden akşam olup eve dönme vakti geldiğinde pelerinimi giyip sokakta gezmek istedim.

                Eve doğru giderken, Hipodrom’dan biraz uzakta yolumu bir grup genç kesti. İlk başta ne istediklerini anlayamadım çünkü burası benim her gün evime gittiğim yoldu ve bu yolda daha önce başıma hiçbir şey gelmemişti. Bunu onlara da anlatmaya çalıştım. Ama onlar bana, kendilerinin Mavilerden olduğunu ve bulundukları sokaktan hiçbir Yeşil pelerinlinin canlı olarak geçemeyeceğini, söylediler. Onlara, benim taraftar olmadığımı, yalnızca basit bir marangoz olduğumu, anlattım. Öyleyse, oradan geçmemin tek yolu, pelerinimi yakılmak üzere onlara vermemdi. Tabi ki bu kadar iyi kalite bir kumaşı heba etmek doğru olmazdı. Dolayısıyla ben de, evime farklı bir yoldan gideceğimi, söyledim ve geriye döndüm. Biraz uzaklaşmıştım ki arkamda bir hareketlilik hissettim. Geriye baktığımda az evvel konuştuğum adamların benim peşimden koştuklarını gördüm. Derhal kaçmaya başladım. Aya Sofya’ya sığınmanın en mantıklı hareket olacağını düşünerek, o yöne doğru koştum. Zaten çok uzak olmadığından kiliseye hemen varmıştım. Fakat onların da benimle birlikte içeriye girmesine engel olamamıştım.

                Çok sürmeden aramızda pelerini çekiştirmeye başladık. Onlar almak için zorluyor, bense vermemek için direniyordum. Pelerini elimden bırakmadığımı görünce, içlerinden bir tanesinin elindeki sopayı kaldırıp bana doğru hamle yaptığını gördüm. Zaten bu hayatıma dair kafamdaki son görüntü de buydu. Kıytırık bir kumaş parçası için... Durun! Kumaş parçası da değil... Kıytırık bir kumaş parçasının rengi yüzünden öldürülmüştüm.

                Gerek daha sonraki hayatlarımdan hatırladığım bazı detaylar, gerekse bugün karıştırdığım bazı tarih kitaplarında gördüm ki; en anlamlı hayatım, daha doğrusu ölümüm de bu olmuştu. Benim ölümümden sonra halk isyan etmiş. Kutsal bir mekanda nasıl cinayet işlenebilir ve kimse ceza almadan işin içinden sıyrılabilirdi. İmparator, artık olaylara müdahale etmenin zamanının geldiğini düşünüp iki taraftar topluluğundan da yakalanan bir kaç kişiyi ölüm cezasına çarptırmış. Hipodromda yarışlardan önce bu sefer, iki takım taraftarları, Justinyen’den bir istekte bulunmuş ve bu insanların affedilmesini istemişler. İstekleri geri çevrilip tutuklular idam edilince Maviler ve Yeşiller, belki de kuruldukları günden beri ilk kez birlikte hareket ederek, Justinyen’i devirmek üzere ayaklanmışlar. Aralarında İmparator’un kuzeni de bulunan bir grup aristokratla anlaşmış, kenti “Nika!” yani “Zafer!” çığlıklarıyla yağmalamışlar.

                Çareyi kaçmakta gören Justinyen, Konstantinapolis’i terk etmek üzere hazırlanırken, bu kez aşık olduğu karısı, Theodora, ona isyan etmiş; kaçak bir hiç olarak yaşamaktansa bir imparatoriçe olarak ölmek istediğini söylemiş. Bu sözlerle karar değiştiren İmparator güvendiği üç kumandanıyla birlikte bir plan yapıp isyanı bastırma hazırlığı içine girişmiş. Ertesi gün olduğunda plan derhal işleme konmuş.

                Öncelikle Maviler taraftarlarıyla bir anlaşma yapılmış. İmparator bir Maviler taraftarı olduğundan ve yerine geçirilmesi düşünülen kişi de Yeşiller taraftarı olduğundan bu anlaşmada zorluk çekmemiş elçi. Böylece ertesi gün yarışlar başlamadan önce Hipodrom tribünlerini dolduranlardan Maviler, Yeşiller ne olduğunu anlayamadan sessizce çıkıp gitmişler ve Yaşilleri kumandan Belisarios’un silahlı adamlarıyla başbaşa bırakmışlar. Hipodrom’um kapıları kapalı olduğundan içeride olan hiçbir taraftar sağ olarak dışarı çıkamamış ve yaklaşık 30.000 taraftar katledildikten sonra, ayaklanma bastırılmış. Bu isyandan ayaklanma sonrasında İmparator Justinyen, bütün Konstantinapolis’i, yıkılan Aya Sofya Kilisesiyle beraber, baştan inşa ettirmiş.

                İşte benim yüzlerce katlimden, en kayda değeri... Ben Kabil’in lanetlenmiş ruhuyum ve bu lanet korkarım ki kıyamete kadar üzerimden kalkmayacak. Acaba bu hayatımda nasıl bir cinayet bekliyor beni? Yaşadığım işkenceler geliyor gözümün önüne ve titriyorum. Ya yine bu şekilde olursa... Belki de bu ihtimali ortadan kaldırmak için evden çıkmamak en iyisi. Çıldırmak üzereyim sanırım. Balkona çıkıp biraz hava alsam iyi olur... Fakat bu korna sesleri, bu arabalar...

                 Sırtımda bir soğukluk hissediyorum. Sanırım yerdeyim... Gözlerimi açmakta zorlanıyorum. Allah’ım! Bu elimdeki kan mı? Vuruldum mu? Peki bu seferki neden? Doğru ya! Bugün şampiyonluk kutlamaları vardı...
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: İsyan
« Yanıtla #1 : 28 Temmuz 2012, 18:35:42 »
Forumda ilk mesajım. İlk hikayem. umarım beğenirsiniz...
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı Scyther

  • **
  • 160
  • Rom: 4
  • "Zira yürümeye değer bir yolum var!"
    • Profili Görüntüle
Ynt: İsyan
« Yanıtla #2 : 28 Temmuz 2012, 21:23:50 »
Biçim olarak biraz daha fazla düzeltebilirdin. :) Eleştiri yapmak için bende daha çok amatörüm . :)
Hayalince oku. Hayalinle yaz.

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: İsyan
« Yanıtla #3 : 28 Temmuz 2012, 23:51:32 »
Biçim olarak biraz daha fazla düzeltebilirdin. :) Eleştiri yapmak için bende daha çok amatörüm . :)
teşekkür ederim eleştiri için :)
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı Scyther

  • **
  • 160
  • Rom: 4
  • "Zira yürümeye değer bir yolum var!"
    • Profili Görüntüle
Ynt: İsyan
« Yanıtla #4 : 29 Temmuz 2012, 00:17:34 »
Önemli değil :) Biri konuna girdiğinde karşılaştığı ilk şey blok blok sanki kalıptan çıkmış gibi bir yazı içeriğine bakamayan biri aynı yazıyı kopyala yapıştır yapmışsın diye bile düşünebilir. Birkaç diyalog konuşma ve daha iyi biçimlendirilmiş paragraflar yazını daha okunabilir yapar . Göze hitap etmeli ki okunabilsin di mi ? :)
Hayalince oku. Hayalinle yaz.

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: İsyan
« Yanıtla #5 : 29 Temmuz 2012, 13:05:28 »
Önemli değil :) Biri konuna girdiğinde karşılaştığı ilk şey blok blok sanki kalıptan çıkmış gibi bir yazı içeriğine bakamayan biri aynı yazıyı kopyala yapıştır yapmışsın diye bile düşünebilir. Birkaç diyalog konuşma ve daha iyi biçimlendirilmiş paragraflar yazını daha okunabilir yapar . Göze hitap etmeli ki okunabilsin di mi ? :)
Değişik bir bakış açısı... Bir sonraki hikayede düşünecem bunu, sağol.
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı Scyther

  • **
  • 160
  • Rom: 4
  • "Zira yürümeye değer bir yolum var!"
    • Profili Görüntüle
Ynt: İsyan
« Yanıtla #6 : 22 Ağustos 2012, 16:23:10 »
Ben teşekkür ederim önerimi dikkate aldığın için . :)
Hayalince oku. Hayalinle yaz.