Beş adam, neden oldukları yıkıma aldırmadan, patlamadan önce bankoların bulunduğu kısmın arkasında kalan kapıdan geçip, alt kata inen merdivenleri adımlamaya başlamıştı. Merdiven sayısına bakılırsa iki kat aşağı iniyorlardı. Merdivenlerin bittiği yerde başlayan dar koridor, birkaç metre sonra, metal parmaklık şeklinde bir kapıyla son uluyordu. Parmaklıkların arasından, karşıdaki büyük, yuvarlak kasa kapısı görülebiliyordu. Doğru yolda olduklarının kesin kanıtıydı bu.
Kapıyı açılmaz kılan kilit, direniş gösteremedi çok fazla. Kapıyı geçtikten sonra geniş bir oda ve tam karşılarında devasa, yuvarlak kasa kapısı vardı şimdi. Adamlardan biri çantayı yere bırakıp, hızlıca açtı, içinden çıkardığı şerit benzeri bir şeyi kapının etrafına yapıştırmaya başladı. İşini bitirdiğinde, Beşi birden, az önce girdikleri parmaklık şeklindeki kapıdan çıkıp, sırtlarını duvara verdiler. Siper almışlardı. Şeridi duvara yapıştıran adam ceketinin cebinden, küçük bir cisim çıkardı. Üzerindeki kapağı kaldırdı. Arkadaşlarıyla göz göze geldi ve düğmeye bastı. Adamın düğmeye basmasıyla, sağında ve solunda siper aldıkları kapıdan içeri, alev topu, ardından da toz ve moloz yığınları püskürdü. Çıkan ses, önlem almamış olsalar, kulaklarını sağır ederdi. Toz bulutu dağılınca, tekrar göz göze geldiler. Ceketlerinin kamufle ettiği, Krom namlu eklemeli ve şarjörleri uzatılmış MP5’leri atışa hazır hale getirdiler. Ardı ardına inen kurma kolu sesleri, yaşanacak kıyımın startını veren gonk sesi gibiydi. Nişan almayı kolaylaştıran kırmızı lazerler, görüşü bulandıran toz bulutunun içinde net şekilde görülebiliyordu.
Tüm hareketlerinde olduğu gibi yine mükemmel bir senkronizasyonla harekete geçtiler. İki adamın içeri girmesiyle, silahların gürlemeye başlaması neredeyse aynı ana denk gelmişti. Diğer üç adam da çatışmaya katıldığında, artan silah sesleri aynı zamanda çeşitlenmişti de. İçeridekiler de silahlarına davranmışlardı. Daha tam olarak dağılmamış toz bulutuna, havada uçuşan kağıtlar, odanın her yerinden havaya ve etrafa saçılan çeşit çeşit eşya parçaları, karavana mermilerin isabet ettiği duvarlardan kopan beton parçaları ve küçük çaplı toz bulutları eklenmişti. Metal metale çarptıkça çıkan ses ve kıvılcımlar, küçük çaplı bir havai fişek gösterisin andırıyordu. İçeri dalan beş adam; profesyonelce, görerek ateş ederken karşılık verenler genelde saklandıkları eşyaların ve koltukların arkasından rastgele ateş ediyordu. Boş kovanların, beton zemine düştüklerinde çıkardıkları ses, zaman zaman bozulan ritmine rağmen bir akarsuyun şırıltısını andırıyordu.
İlk vurulanlar, kendilerine siper olarak koltuk takımlarını seçenler olmuştu. İki adam mermilere sıfır direnç gösteren koltuğun azizliğine uğramıştı. Koltukla birlikte delik deşik olan vücutları, birbirlerinin üzerine yığılmıştı. Adamların girdiği kapının solunda kalan ve laboratuvar masalarını andıran metal bankonun arkasındakiler ise şanslıydı. Mermiler yüzeyine çarptıkları metali delemiyor ama hurda yığınına çeviriyordu. Bu yoğun ateşe daha ne kadar dayanacakları meçhuldü. Siperdeki üç kişiden ikisi, AK-47 lerini siperlerinin üzerinden çıkarıp hedeflerini görmeden yaylım ateşine tutuyorlardı. Bunu da genelde, karşı tarafın ateşi azaldığında yapıyorlardı ki, şarjör değiştirdiklerini biliyorlardı. Kalan bir kişi ise, Beretta’sını, ateşlemek konusunda oldukça cimriydi. Muhtemelen yetersiz mühimmat nedeniyle yapıyordu bunu. Beş adam ortalığı cehenneme çevirirken, diğerleri sadece ölmemek için direniyor gibi görünüyordu. Adamlar baskın çıkmış, kendilerini sindirmişti. Kimse kafasını çıkarmaya cesaret edemiyordu.
Kafasını çıkarmaya ilk cesaret eden, kapının sağındaki büyük metal dolabı kendine siper eden, M1A4 kullanıcısıydı. Ateşin kesilir gibi olduğu bir an, hasımlarını kontrol etmek için başını uzattığında çok büyük bir hata yaptığını bile anlayamadan mermiyi kafasına yemişti.
Odanın uzak köşesinde mini bar görünümlü bir bankonun ardından UMP’larındaki mermileri ihtiyatlı kullanmaya çalışan 2 adam ise, uygun buldukları zamanda, kısa süreliğine kalkıp, odanın ortasında açık hedef şeklinde duran hasımlarına mermi yağdırıyordu. Çatışmanın sona erme vakti geldiğine karar veren beş adamdan ikisi harekete geçti. Bellerinden çıkardıkları silindir biçimli, on santimetreden daha uzun olmayan cisimlerin üzerlerindeki pimleri söküp, hasımlarının gizlendikleri yerlere savurdular. Odanın karşılıklı köşelerinde patlayan cisimler, standart el bombalarının yaratacağı etkinin kat be kat fazlasını yaratmıştı. Metal bankonun ardındaki üç adam, parçalar halinde odaya saçılırken, barın arkasında siper almış olan adamlar, vücut bütünlükleri onlara göre daha az bozulmuş biçimde ayrı yönlere fırlamıştı. Son duyulan ses, patlama sesiydi. Ardından kısa ve tedirgin bir sessizlik oluştu.
Adamlar şarjörler seri biçimde yenilendikten sonra, ellerini tetikten çekmeden yavaş ve dikkatli adımlarla odanın içinde ayrı yönlere doğru yürümeye başladı. Odanın dört bir yanına dağılmış hasımlarını teker teker kontrol edip, yaşam belirtisi gösterenleri kafalarına birer kurşun daha sıkmak suretiyle ebediyete uğurladılar.
Elbiseleri yoğun çatışmanın izleriyle doluydu. Ceketleri gibi, gömlekleri ve yelekleri de özel üretilmiş kevlardı ve bu ürünün hafif silahlara karşı dayanıklılığı böylece başarıyla test edilmiş oluyordu. Kayda değer bir yaralanma yoktu hiçbirinde.
İşin büyük kısmını bitirmişlerdi ama onlar aşağıda ölüm kusarken, yukarıda polis her yeri kordon altına almış, binaya girmek için hazırlık yapıyordu. Acele etmezlerse Polisle de çatışmaya girme riskleri çok yüksekti.
Savaş alanına dönen odanın içindeki başka bir kapı hedefleriyle aralarındaki son engeldi. Metalik renkli kapının yanındaki duvarda konuşlanmış ve üzerinde kırmızı bir ışığın sürekli yandığı küçük kutucuk, onca adamı öldürmekten daha zor bir işi müjdeler gibiydi. Bu kapının açılmasını sağlayan güvenlik kontrol kutusuydu. Muhtemelen parmak izi yada retina taraması yaparak geçişe izin veriyordu. Adamlardan biri gidip, kutucuğu inceledi. Seri biçimde dönerek ölü adamlardan birinin kopmasına ramak kalmış kolunu özgürlüğüne kavuşturup, kutucuğun yanına döndü. Kapı muhtemelen parmak iziyle çalışıyordu çünkü, retina taraması yapacak herhangi bir göz tarayıcı görünmüyordu. Kopardığı kolun yumruk şeklinde kalmış parmaklarını açmak için çok fazla çaba sarf etmesi gerekmemişti. Başparmağı tarama yaptığını sandığı bölüme bastırdı, kutudan çıkan ses, başarısız olduğu anlamına gelen sesti. Tekrar denedi ama sonuç değişmedi. Kapıyı açan parmak özel birinin parmağı olmalıydı. Erişime izni olan biri. Tüm adamların parmaklarıyla uğraşmak zaman kaybı ve zaman kaybı da polisle çatışma riskini barındırıyordu.
İçlerinden biri, parçalanan metal bankonun yakınlarında ve elinde tabanca ile yatmakta olan adama doğru ilerledi. Adamın belden aşağısı ve kafasının yarısı yoktu. Diğerlerinin aksine sadece tabanca taşıdığına göre muhtemel işi, güvenliği sağlamak değil, kilitli kapının ardındaydı. Adamı oraya taşımaktansa, omzuna gönderdiği birkaç mermi vastasıyla kolunu söküp götürmeyi tercih etti. Parmağı tarama alanına bastırdı ama ses yine sinir bozucuydu. Derken, tarama alanının hemen üst kısmında, saç kılından daha kalın olmayan, iki adet kısa çıkıntıyı fark etti. Adamın parmağını çıkıntıların üzerine getirip bastırdı ve kapının açıldığını gösteren sesle birlikte, kutunun üzerindeki kırımızı ışık yeşile döndü. Çıkıntılar, iğne görevi görüyor ve dna testi için parmaktan kan alıyordu.
İki parçadan oluşan kapı, sağa ve sola doğru duvarların içine doğru kayarken, adamlar hızla içeri girdi.
Aradıkları şey tam önlerinde duruyordu...
"ÇİFTLİK"
50 metre veya biraz daha uzunluğa, 20-25 metre kadar da genişliğe sahipti oda. Oldukça soğuktu ve tamamen aydınlıktı. Bu aydınlığı sağlayan, çok kısa aralıklarla duvarlarla, tavanın kesiştiği noktalara takılmış uzun led lambalardı. İçerideki cihazlar buranın gelişmiş bir laboratuvar olduğunu anlamaya yetecek kadar teknolojik görünüyordu.
Oda boyunca sağlı sollu ve üst üste iki sıra şeklinde, marketlerdeki içecek dolaplarını andıran kabinler sıralanmıştı. Ön tarafı tamamen cam olan kabinlerin içi, kırmızıya çalan bir sıvıyla doluydu. Suyun içinde ise, kimisi küçük kimisi daha büyük ve tıpkı anne karnında olduğu gibi cenin pozisyonunda uyuyan ceninler vardı. Burası insan üreten bir fabrikayı andırıyordu. Anne karnında olması gereken ceninler, laboratuvarda büyüyordu.
Market reyonlarının bir benzeri olan, odayı ikiye bölen ve oda boyunca devam eden raflarda ise, plastik serum paketlerine benzeyen paketlerde koyu kırmızı sıvılar dikkat çekiyordu. Binlerce paket olmalıydı. Bunların kan olduğunu tahmin etmek pekte zor değildi.