DENİZ KIZI
En sevdiği oyuncağıydı deniz kızı. Büyüyünce deniz kızı olmak istiyordu. Altın sarısı saçları mavi gözleriyle deniz kızını andırıyordu zaten rebecca. Bir tek altın pullardan kuyruğu eksikti. 6. Yaş gününde çok güzel bir deniz kızı oyuncağı hediye etmişti babası ona. Yıllarca yanından, yatağından ayırmadı rebecca onu. Onunla dertleşir, onunla eğlenir, onunla güler, onunla ağlardı.
Onunla konuşabildiğini söylüyordu annesine. İlk başlarda, tedirgin olmuştu annesi, kızını bir pisikoloğa götürmeyi düşünmüştü. Oyuncaklarla konuşan bir çocuk pek hayra alamet değildi. Her çocuk oyuncaklarıyla konuşurdu aslında ama rebecca, deniz kızına canlı muamelesi yapıyordu. Gel zaman git zaman bu fikirlerinden vazgeçtiler. Rebecca gayet normal bir çocuktu. Sadece oyuncağını çok seviyordu o kadar. Öyle düşünmüşlerdi, fikir almak için danıştıkları uzmanlar da çok üstünde durmamaları gerektiğini, çocukların zaman zaman bu tür arkadaşlıklar kurabildiğini, hatta var olmayan canlılarla konuştuklarını, çocuklarını gözlemlemelerini, abartı bir duruma gelirse o zaman profesyonel bir yardıma başvurmalarını söylemişti.
Deniz kızı rebecca… bir sabah annesi odasında göremediği rebecca yı evde ararken havuz da bulmuştu… rebecca yüzme bilmiyordu, yani o öyle sanıyordu.. ama rebecca, havuz da gayet neşeli biçimde kulaçlar atıyor, denizkızıyla doyasıya eğleniyordu. Kızını boğuluyor zanneden annesinin çığlığı onu çok korkutmuş, annesinin neden çığlık attığına anlam verememişti. Rebecca ne zaman yüzme öğrenmişti? Zaman zaman babasıyla havuza girerlerdi ama babası onu hiç bırakmazdı, kendiliğinden öğrenmiş olma şansı var mıydı? Kimse bu soruların üstünde durmadı, neticede rebecca yüzebiliyordu. Gerisi çok ta önemli değildi..
Denizkızı rebecca… altın sarısı saçları vardı.. okyanus mavisi gözleri… bir de… altından pullarla bezeli kuyruğu…
TEHDİT
Şehrin en büyük meydanı hınca hınç dolmuş, belediye başkanının az sonra yapacağı konuşmayı bekliyordu. Bir gün önce yaşanan trajedi bütün şehri derinden sarsmış, herkes, başkan yardımcısı ve ailesinin neden ve kimler tarafından katledildiğini ölesiye merak ediyordu. Belediye başkanı Jorge Culster belki de birazdan bu sorulara yanıt verecekti. Basın ordusu meydandaki yerini çoktan almış, kanallar canlı yayına geçmişti. Ön taraflardan yükselen uğultu ve deklanşör sesleri, başkanın kürsüye çıkmakta olduğunun habercisiydi. Önce mikrofonu düzeltti başkan. 50 li yaşlarını geride bırakmış, alnında seyrelmiş saçları, yaşına göre dinç görünen bedeni ve çerçevesiz gözlüğüyle modern bir politikacı görünümüne sahip adam, boğazını temizlemek zorunda hissetti kendini.
‘’bu gün burada toplanmamıza neden olan, vahim olayı hepiniz biliyorsunuz. Ben de hepiniz gibi, bunu yapanları lanetliyor ve bir an önce kanunlar önünde hesap vermelerini diliyorum. Öncelikle, tanrı , dostum, kardeşim ve mesai arkadaşım Franz ve ailesini krallığına kabul etsin. Geride bıraktığı biz dostlarına ve yakınlarına da sabır bahşetsin. Olanları basından takip ettiğinizi biliyorum. Şuan için, şehrin tüm güvenlik birimleri bu vahşeti yapanların peşinde ve bu canavarlar en kısa zamanda adalete teslim edilecektir kimsenin bundan şüphesi olmasın. Şu an için, çok fazla bilgi vermek istemiyorum, soruşturmanın sağlıklı yürütülebilmesi için bazı bilgilerin açıklanmasını uygun bulmuyor yetkili arkadaşlarımız. Ama tekrar ediyorum, kimsenin şüphesi olmasın, bunu yapanlar en kısa sürede adalete teslim edilecek ve cezalarını çekeceklerdir. Söyleyeceklerim şimdilik bu kadar.’’
Artık sesi titriyordu. Daha fazla konuşursa göz yaşlarına hakim olamayacağını anlamıştı. Boğazına oturan koca bir yumruk vardı sanki. Kravatını gevşetip, derin bir nefes aldı. Kürsüden inip, arka tarafa koruma ordusu eşliğinde ilerledi. Danışmanı hemen yanında, eğilip kulağına bir şeyler fısıldadı. Yüzündeki keder yerini endişeye bırakmış, alnındaki kırışıklıklar daha da belirgin bir hal almıştı. ‘’ ofise gidelim’’ dedi. Arabaya yöneldiler. Koruma sayısı artırılmıştı bu olaydan sonra, aracının önünde ve arkasında eskortluk yapan polis araçları eşliğinde şehrin trafiğine karıştılar.
Yarım saat kadar sonra, devasa belediye binasının önü bir anda karışmıştı. Korumalar ve polisler hemen bir koridor oluşturmuş, basın mensuplarını başkandan uzak tutmaya çalışıyordu. Başkan araçtan inip hızlı adımlarla ve etrafında cereyan eden hengameye aldırış etmeden binaya girip asansöre yöneldi. Birkaç dakika sonra binanın son katında devasa teraslı başkanlık odasının bulunduğu koridorda hızlı adımlarla yürüyordu.
Sekreteri onu yolda karşılayıp, ‘’ efendim … ‘’ deyip söze girecek oldu ama başkan onu susturup, rahatsız edilmek istemediğini söyledi. Korumalarını ve danışmanını kapıda bırakıp odasına daldı. Çift kanatlı, altın varaklı kapı sessizce açıldı sertçe kapandı. Odanın ortasına doğru hızlı adımlarla ilerleyip, karşısında duran teras kapısına yöneldi. Sürgülü kapıyı kolayca açıp, soğuk esen rüzgara aldırış etmeden, kendisini beklemek için teras ı seçen önemli misafirlerine doğru ilerledi.
Misafirler önemliydi ama pek görmek istenecek türden misafirlerden değillerdi. Başkanın geldiğini gören biri ayağa kalkıp elini cebine attı. Güneş gözlükleri gözlerini saklıyordu ancak, geriye taranıp, jöleyle adeta derisine yapıştırılmış saçlarıyla, uzun boyu ve şık giyimiyle şehrin hatta ülkenin önde gelen iş adamlarından Hernan Gubtermann olduğunu anlamak mümkündü.
Tokalaşmak için uzattığı eli, başkan tarafından görmezden gelinince, pişkin bir ifadeyle ve yüzündeki alaycı gülümsemeyle ‘’baş sağlığı dilemeye geldik sayın başkan’’ dedi.
Başkan çok sinirliydi. Elleri titriyor, karşısında pişkin pişkin gülen bu adamı terastan aşağı atmak için sabırsızlanıyordu.
‘’ rebecca nerde’’ oldu başkanın ilk sözü.
‘’ rebecca ??.... rebecca..rebecaaa’’ sanki anımsamaya çalışıyor gibi bir yüz ifadesi vardı ama bu da alaycı bir ifadeydi.
‘’ ona ne yaptınız’’ dedi başkan hiddetle…
‘’ aklını başına toplamazsan karına ve kızlarına hatta oğluna yapacak olduğumuz şeyin aynını’’ diye cevap verdi Hernan. Bu sefer yüzünde ürkütücü bir ifade vardı. Başkana yaklaşıp, sesini yükselterek, tehditkar bir tonla,
‘’ o imzayı atmazsan , birkaç gün sonra, senin cenazene çelenk yollamak zorunda kalacağım’’
Başkan ın boğazına takılan bişeyler vardı. Bütün vücudu kaskatı kesilmiş, soğuk soğuk terliyordu. Bir şeyler söylemek istiyor ama söyleyemiyordu. Keşke bir silahı olsaydı… bu aşağılık adamı alnının ortasından vurup, cesedini hayvanat bahçesinde ki aslanlara atmak gerekirdi.
Bu arada oturma grubunda oturmakta olan 2 adam daha olduğunu daha yeni fark ediyordu. Sinirleri harap olmuştu, algısı zayıflamıştı bu yüzden çevresinde olan biteni algılamakta zorluk çekiyordu şu 2 gündür.
Karl Zeitler ve Morgan Dawson… Hernan ın küçük ortakları… iş adamı sıfatlarının yanında, Hernan ın kurduğu suç imparatorluğunun büyük birer parçasıydı bu iki adam. Pislikler…
‘’ başınız sağolsun sayın başkan’’ ses tonu ve vurgusu imalıydı. ‘’Umarım bu acıları tekrar yaşamak zorunda kalmayız hiçbirimiz’’ bu daha beter imalı ve tehditkar bir cümleydi. ‘’’2 gün sonra görüşürüz, iş beklemez’’ ve final cümlesinin ardından hızlı adımlarla önce terası ardından ofisi terk etti. Peşinde köpekleriyle birlikte…