Kayıt Ol

Kapı

Çevrimdışı Baal Adramelech

  • *****
  • 1837
  • Rom: 59
  • The Hermit
    • Profili Görüntüle
Kapı
« : 27 Eylül 2011, 22:40:38 »
-Önsöz-

Biliyorsunuz, uzun zamandır bir şey yazmadım hiç bir yere. Bunun sebebi benim ilhamımı kaybetmem veya hayran mesajlarından sıkılmam olarak gösterilebilir. Ancak bu durumun sebep çok farklı ve uzun zamandır anlatmak istediğim, üzücü ve tedirgin bir yere doğru uzanıyor.

1996 senesinin kışında yazdığım ilk hikayenin robotlar üzerine olduğunu, sadık takipçilerim bilir. Bu hikayenin hiç tutmadığı ve hiç bir hikaye kitabında yayınlanmadığı, sadece kendi kişisel sitemde mevcut olduğunu da aynı kişiler biliyordur. Başarı kazanan ilk hikayem, aynı zamanda uzun soluklu ilk roman denemem olan Magista, Kıyametin 7 Günü olmuştu. Satış rekorları kırmasa da, insanların beni gelecek vaat eden bir yazar olarak görmesinin sebebiydi.

Tabi bu hikaye pek çoklarının başlangıcı ve tabi benim ünlü Kıyamet Seri'min ikinci kitabı olan Spiritus, Kıyametin 7 Haftası -ki bu kitap tam 5 sene sonra, 2002 yılında çıkmıştı- adlı kitabımı yayınlamamın sebebi olmuştu. İki sene önce, serinin arasına giren pek çok kitabı bir yana itip, üçleme halinde seriyi bitireceğimi açıkladığımda, işlerin bu kadar sarpa saracağından emin değildim.

Aurum, Kıyametin 7 Saati ile ve diğer kitaplardaki felsefi sorgulamalar ile insanların sosyolojik davranışlarına dair düşüncelerime bir nokta koyacak ve Kıyamet Serisine bir nokta koyup rahatlayacaktım. Karşıma çıkan en küçük engel, kitaplarımın basımını ve dağıtımını üstlenen firmanın (Alexander Yayıncılık Hizmetleri Tic. San. Ltd. Şti. Shit, Fuck, Ect ect.) gönderdiğim ilk versiyonu beğenmemiş olmasıydı. Neden beğenmediklerini sorduğumda bir cevap alamıyordum; bu nedenle firmaya rest çektim ve oynadığım kumarın sonucuyla karşılaşıp, başka bir yayıncılık ile anlaştım.

Kitabı yazmaya başlamamın üzerinden 7 ay geçtiğinde, en büyük sorun ile de karşılaşmış oldum. Hatırlarsınız, bir kazaya kurban gittiğim ve şans eseri kurtulduğum söylenmişti. Kısa süre sonra yalanladığım haberin arkaplanında çok daha fazlası döndü esasında. Bu basıma vermediğim, sadece internet üzerinden yayınladığım hikayem, olayın asıl durumunu ve vahametini kavramanız adına bir yol gösterici olacaktır. Tek korkum, hikayeyi tamamlayamadan aranızdan ayrılmaktır. Bu nedenle, bu hikayeyi bu gece, sabah olmadan bitirmeyi planlıyorum. Mart 27'nin sabahında, bu hikaye bitecek. Ve ben bir huzura kavuşabileceğim umarım.

Umarım hikayeyi dinler ve beni anlarsınız,    
Sevgilerimle,    
Harry G. Jennings      
Taslaklar /#662      
#rekt

Çevrimdışı Baal Adramelech

  • *****
  • 1837
  • Rom: 59
  • The Hermit
    • Profili Görüntüle
Kapı - I - Şehir
« Yanıtla #1 : 04 Ekim 2011, 03:41:28 »
-I-
-Şehir-

Şehir, içindekileri bir karadelik gibi çekiyor, onları bir canavar gibi yutuyordu. Şehir karanlık, acımasız ve dağınıktı. O, dünyadaki en büyük avcı, dünyanın en güçlü dişlerine sahipti. Dişler birer dağ gibi uzanıyor ve en altından en tepesine kadar camlarla kaplanmış, parlıyordu. Avlarının kanı onu her gün temizliyor, damarlarından akıttığı her damla ona geri dönüyordu.

Şehir, mükemmel avcı ve mükemmel avdı.

Çok az kişi onun ne olduğunu anlayabilmiş, çok daha azı ona karşı çıkmaya cesaret edecek kadar güç bulabilmişti. Kızıl ve Gri, bunu yapabilen nadir insanlardı. Birbirlerini bir kaç kez görmüş, içgüdüsel olarak tanımış ve gülümsemişlerdi. Tabi, bu kadar acınası bir hayata sahip iki kişi, asla birbirlerinin gözlerine bakmak veya iki kelime etmeyi düşünmezlerdi.

Kızıl, şehrin sokaklarında dolaştığında ona bakan gözler hissederdi. Bu bakışlar bir insana ait olduğunda rahatlardı; eğer bakışları atan hiç insan yoksa, o zaman sıkıntıydı onun için. O kolay korkar, yalnız uyumayı sevmezdi. Daima gecenin karanlığında yanına bir kişi alır kendine, onun sıcak kollarına sarılarak uyurdu.

Gri ise tam tersine, hayatını bir kişiye adamıştı -ona Beyaz derdi. Beyaz, güzel birisiydi ve Gri asla onu ağzından düşürmezdi. Daima onu anlatır, daima onunla olan anılarını düşlerdi. Beyaz, Gri doğmadan önce ölmüştü. Gri onun yükünü yanında taşır, zaman zaman kucağına alır ve yolları öyle geçerdi. Beyaz'ın ağırlığını hissetmediğinde yürüyemeyecek kadar korku dolardı.

İşte şehir, onu öğrenen iki kişiyi böyle cezalandırmış, böyle korkutmuştu onları. Yakalarını bırakmıyor, hangi köşeyi dönseler onlara bir karanlık veriyor, cesaretlerini son sınırlarına kadar test ediyordu. Gri ile Kızıl bunu dert etmemiş ve yollarına devam etmeye çalışmış olsalar da, şehir buna izin vermiyordu. Şehir unutmazdı. Şehir affetmezdi.

Gri ve Kızıl gün içinde yola çıktılarında, atların yere vuruşu ve tramvayların gürültüsü arasında, yerin altında, şehrin onları yutmak için can attığını ve midesinin guruldadığını duyabiliyorlardı. Çoğu zaman kafalarını sallar ve yollarına devam eder, anti-depresanlarını alırlardı. Ancak bir süre sonra bunun yeterli olmadığını anlayınca Kızıl daha ağır şeyleri denemeye başladı, Gri ise kendine fiziksel acı hissettirerek unutmaya çalışıyordu.

Ancak 27 Mart sabahı saat 6 civarında Gri ve Kızıl çocuklarında bile hatırlamadıkları bir rahatlıkla uyandılar. Gözleri anlamsız bir biçimde ağrıyor, kafalarında bir şarkı sözü dönüyordu. Şarkının ne olduğunu anlamadılar, önemsemediler.

Gri, çürüyen kadınının vücudunu kucakladı ve evinden dışarıya çıktı.

Kızıl, üzerine giysisini giydi ve tanımadığı adamın evinden dışarı çıktı.

Şehir açtı. Şehir zekiydi.

Taslaklar/#663    
-Harry G. Jennings      

#rekt

Çevrimdışı Baal Adramelech

  • *****
  • 1837
  • Rom: 59
  • The Hermit
    • Profili Görüntüle
Kapı - II - Gri
« Yanıtla #2 : 05 Ekim 2011, 01:04:50 »
-II-
-Gri-

Şehrin aydınlık caddeleri bazen en karanlıklarından daha tehlikeliydi. O caddeler, arıları çağıran çiçek kokusu, sallanan yapraklarıydı. Arılar toplandığında, onların hepsini birden kapabilecek büyük ağızlara sahipti. Şehir açtı. Şehir daima açtı.

Gri, beyaz'ın yükünü daima sırtında hissetti. Daima taşıdı onu. Uzun zaman önce gitmiş sevgilisiydi o. Uzun zaman önce onu bırakmamıştı, bu modern ışığın altında hala bırakmak istemiyordu. Gri yaşlıydı. İçindeki böceklerin onu kemirdiğini, hissedebiliyordu. Böcekler kemirirken "Öldün sen!" diyordu bazen "uzun zaman önce öldün! Çürümeye bırak artık kendini!".

Gri ise asla durmaz, asla önüne bakmazdı. Basamakları bir tüy hafifliğinde, sekmeden çıkar, merdivenleri rahat rahat inerdi. Adımları yavaş, kafası toplu ve ne istediğini bilen birisiydi. Mutluydu aslında, sanıldığından daha mutlu. Kimse ona derdini sormazdı, derdi yoktu çünkü. Çürüdüğünü, uzun zaman önce öldüğünü kimseye anlatmazdı. Şehrin gözlerinin içine bakmıştı o, onu eski bir dost gibi karşılamış ve hayatına devam etmişti.

Sokaklarda attığı adımlar ses yapmaz, aynaya baktığında yüzünde hiç bir şey görmezdi. Dudaklarını araladığında şehir duyulurdu yalnız. O sesi duyan herkes sarhoş olur, pantolonunu ıslatırdı. Şehri görenlere bir lanet, bir ödüldü bu. Yine de Gri zaman zaman düşünürdü, kucağında yatan sevgilisiyle, Şehir mi onların, onlar mı şehrin kabusuydu.

Cevapsız gecelerde oturduğu deri koltukta uyuya kalırdı. Cevap bulabildiğini düşündüğünde ise sabah genelde kendini yatakta bulur, büyük rahatlığı ona umut verirdi. Yalnızlığı onu sarar, şehrin ellerinin vücudunda gezdiğini hissederdi böyle geceler ve gündüzlerde. Uzun zaman önce onu hatırlayan birileri olacağına dair umudunu kaybetmişti. Uzun zaman önce, şehir ona birilerinin onu tanıdığını unutturmuştu.

Yağmurlu akşamlar ve gecelerde adam viski ve puro içmeyi severdi. Puroyu yakar ve küllüğe koyardı. Dudaklarına götürmeyi sevmez, dumanı içine çekmekten daha çok hoşlanırdı. Grotesk döşenmiş oturma odasındaki deri koltuğu onun sevgilisinden sonra en büyük varlığı ve en büyük rahatlığıydı.

Şehrin ne olduğunu biliyor ama ona karşı gelmiyordu. Gelemeyeceğini biliyordu çünkü, yaptıklarını görmüştü. Ancak hiç durup düşünmedi, sevgilisinin şehrin işi olup olmadığını. Hiç düşünmedi varlığının bir lütuf mu bir eğlence mi olduğunu. Şehir onları böyle güzel ve rahat bir biçimde sarmalarken, şehirden hiç kaçmaya çalışmadı Gri. O gece huzurlu bir uykuya daldı.

O gece şehir onun deri koltuğunu kırdı.

O gece Şehir onun sevgilisini kaçırdı.

Taslaklar/#664    
-Harry G. Jennings      

#rekt

Çevrimdışı Baal Adramelech

  • *****
  • 1837
  • Rom: 59
  • The Hermit
    • Profili Görüntüle
Kapı - III - Kızıl
« Yanıtla #3 : 05 Ekim 2011, 23:57:48 »
-III-
-Kızıl-

Kızıl, güzel ve düzgün vücutlu bir kadındı. Saçları kızıl, dudakları dolgun ve göğüsleri erkeklerin ikinci defa bakacağı kadar yuvarlaktı. Yatakta bir takım fetişlere sahipti, ama bunun dışında o gece erkeğin yanında uyumak için onları rahat ettirmekten de çekinmezdi.

Kızıl, yalnız uyumaktan korkardı. Kızıl aynı zamanda aynı kişiyle uyumaktan da korkardı. Tıpkı yaşlanmaktan, ölmekten, kalem ve yeni kitap kokusundan korktuğu gibi. Şehir ona çok şey göstermiş, çok daha fazlasını yaşatmıştı. Ve bu ona yalnızlık hissini sanki en doğru hismiş gibi hissetmesinde yardımcı olmuş, onu sarmalamış ve kalbine kadar ulaşmıştı.

Şehri tanıyordu Kızıl. Aslında, şöyle desek daha doğru olur: Şehre aşıktı Kızıl. Onu gördüğü ilk andan beri ondan vazgeçememiş, daima onunla olmak istemişti. Bırakamayacağını anladığı nadir şeylerdendi Şehir. Her gece şehir farklıydı, yine de aynıydı. Bu onun için korkutucu olduğu kadar güzeldi. Rahatlatıcı. Bir piyanonun ince seslerinin yanına giden sert ve soğuk notaydı şehir onun için. Yatağına attığı her erkeğin tersine, şehir soğuktu, şehir ondan kaçıyordu.

Yüzükdeki hafif çillerin yanında, küçük siyah bir ben vardı Kızıl'ın. Bir erkek ne zaman öpmeye kalksa, ilk oradan başlarlardı genelde; "Bu geceliğine bunu görmezden gelebilirim" diyorlardı sanki. Bu onu rahatsız etmiyordu. Yaşayacağı gecenin sonunda uyuyacak bir yeri olduğu için mutluydu daha çok. Hiç evlenmemiş, hiç sevmemiş, hiç çocuk istememiş ve ailesini hiç tanımamış bir kadın için fazla rahattı aslında.

Hiç para sıkıntısı çekmemiş, istediği şeyi istediği zaman yapabilmişti. Sigara içmeyi uzun zaman önce bıraktığını hatırlıyordu, ne zaman olduğu konusunda pek bir fikri yoktu. O kadar da yaşlı sayılmazdı; unuttuğu şeylerin suçunu daima kendisine atardı. Bu kovalamacanın, kurtulma çabasının ve güven arayışının yanında, Kızıl üşüyordu. Her gece, o yatakta, ondan bir derece daha yüksek bir vücut sıcaklığına sahip bir erkeğe ne kadar sarılırsa sarılsın üşüyordu.

Asla odasının penceresini kapatmazdı. Üşüyordu ama buna rağmen kapatmazdı. Şehrin onu sardığı hissine bayılıyordu Kızıl.

Asla odasının kapısını açık bırakmazdı. Geceleri asla odasından çıkmazdı. Şehrin o kapıdan gireceğinden korkardı Kızıl.

Hiç bir şeye sahip olmamış, hiç bir zaman bir şey yapma ihtiyacı duymamıştı. Sigara kullanıyordu veya kullandığını sanıyordu, ama ne zaman ve ne kullandığı hakkında pek bir fikri yoktu. İçip içmediğinden emin olamadığında kendi kendine konuşur, sonra da deli olduğunu düşünürdü. Bu durgunluğun, teslim çabasının ve korkunun yanında, Kızıl sinirleniyordu. Her gece, o yatakta, ondan iki kat daha büyük bir adamın etlerini ne kadar parçalarsa parçalasın, sinirleniyordu.

Yüzündeki pembeliğin yanında, neredeyse tamamen beyaz bir teni vardı Kızıl'ın. Bir kadını ne zaman öpmeye kalksa, karşıdakinin ne kadar renkli olduğunu fark ediyordu; "Ne kırmızı bir tenin var." der gibi bakıyordu. Bu kızıl rengi onlardan alırken rahatsız olmuyordu. Günün sonunda o kızıl rengin kendi teninde olduğuna mutluydu daha çok. Hiç durmamış, hiç yalnız kalmamış, hiç yaş ayrımı yapmamış ve ailesinin öldüğünü bilen bir kadın için fazla korku doluydu.

Kızıl'ı tanıyordu Şehir. Aslında şöyle desek daha doğru olur: Kızıl'ı yaratandı Şehir. Onu tanıdığından beri asla yalnız bırakmamış ve daima ona acı vermişti. Şehrin bağımlılığıydı Kızıl. Her gece daha deli, her gece daha sakin ve daha vahşi oluyordu. Onun için güzel olduğu kadar canlıydı, ondan baslenebileceği kadar. Bir kemanın hızlı iniş çıkışları gibiydi Kızıl onun için. Şehrin ona sunduğu her kurbanın aksine, Kızıl onun kölesiydi, Kızıl onu beslemek için her şeyi yapardı.

Kızıl, birisiyle uyanmaktan korkardı. Kızıl aynı zamanda aynı kişiyle uyanmaktan da korkardı. Tıpkı şehirden, yaşamaktan, sudan ve ateşten korktuğu gibi. Şehir ondan pek çok şeyi saklamış, çok daha fazlasını fısıldamıştı. Ve bu ona korku hissini sanki en coşkulu, en mutluluk verici hismiş gibi yaşamasına sebep olmuş, onu sarmalamış ve beynini zehirlemişti.

Kızıl, güzel ve düzgün vücutlu bir kadındı. Saçları kızıl, dudakları dolgun ve göğüsleri erkeklerin ikinci defa bakacağı kadar yuvarlaktı. Yatakta bir takım fetişlere sahipti, ama bunun dışında o gece erkeğin yanında uyumak için onları rahat ettirmekten de çekinmezdi.

Taslaklar/#665    
-Harry G. Jennings      

#rekt

Çevrimdışı sartan

  • *
  • 14
  • Rom: 0
  • “Kendimi arıyorum, demek ki varım…”
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kapı
« Yanıtla #4 : 07 Ekim 2011, 14:30:47 »
Bir adı varsa da bilmediğim fakat okumaktan her zaman keyif aldığım bir tarzın başarılı bir örneği. Daha ne kadar var, ne kadarı anlatıldı bilmediğim için kesin konuşamam ama henüz şehir ve karakterler yeterince açık değiller. Özellikle Kızıl birbiriyle çelişkili pek çok özellik barındırıyor. Evet, bu özelliklerin betimlemelerini okumak keyifli ancak bu kadar fazla sayıda olmaları sadece bu tarz bir betimlemeyi fazla sayıda yapmak istemenin sonucu gibi göründü bana; "Kızıl"ı anlatmaktan daha fazla "Kızıl'ın özellikleri"ni anlatmaya odaklanmışsın. Bu durum karakteri belirsizleştirebilir.

Tarz olarak fazla bir sürükleyicilik beklemiştim zaten, akıcı olması yeterli oldu. Devamını okumak isterim.
Wenona dayanamayarak sordu, “O gün, Calaelen’in kalesine geldiğinde, hiç umudun var mıydı, gerçekten?”
Dëwain bir saniye düşündükten sonra “Hayır,” diye yanıtladı, “Ama ben elfim.”

Çevrimdışı Baal Adramelech

  • *****
  • 1837
  • Rom: 59
  • The Hermit
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kapı
« Yanıtla #5 : 07 Ekim 2011, 14:46:53 »
Böyle bir tarz var mıdır ben de bilmiyorum, pek araştırdığım söylenemez.

Karakterin ve şehrin (aslında şehrin de bir karakter olduğunu düşünürsek, sadece karakterlerin) açık olmaması ve her şeyini anlatmamış olmam genel bir eleştiri konusu oldu evet. Bununla beraber Kızıl'ın özelliklerinin anlatmanın karakteri belirsizleştirmesi de istediğim bir şey.

Hikayenin başının ve sonunun olmasına gerek yoktur bence. Abstract ögelerle bezenmiş bir rüya, bir hayal gibi sadece var olmak için var olabilir. Zaman çizgisine ihtiyacı yoktur bazı hikayelerin, sadece vardır. Anlattığı şeyin klasik hikaye konseptinde ilerlemesi gerekmiyordur. Sonuçta zaman ve mekan bükülebilir ve/veya tamamen görmezden gelinebilir iki kavramdır.

Son bir bölümü kaldı zaten, ondan sonra bitiyor bu hikaye. (:
#rekt

Çevrimdışı Baal Adramelech

  • *****
  • 1837
  • Rom: 59
  • The Hermit
    • Profili Görüntüle
Kapı - Sonsöz
« Yanıtla #6 : 10 Ekim 2011, 05:19:54 »
-Sonsöz-

Bundan üç sene önce, 5 ekim gecesi, Port More'un ıslak bir akşamında bir araba kazasına kurban gittim. Yirmi yedi dakikalığına ölüydüm. Ne diyebilirim, pazarlığım uzun sürmüştü. O zamandan beri gördüğüm rüyalar o kadar değişti ki, yazdıklarım da değişti. Artık ne iki kelimeyi bir araya koyabiliyor, ne yazdıklarımı anlayabiliyorum.

What can change the nature of a man?

Çoğu anı, çok eskiden kalanlarla benim öz anılarımın karışımı gibi sanki. Bir insandan daha fazlası ve aynı zamanda daha azı oldum gibi sanki. Kutsal değil, saygı duyulacak bir şey değil. Bazı şeyler sadece oldukları gibiler ve sadece oldukları gibi olmak için varlar. Sonuçta, ben de hayatımın geri kalanını böyle devam ettirmeye mahkumum.

Kazadan beri üç sene değişti, ancak bu üç sene önceki pek çok seneden çok daha fazla şey öğrendim. Eğer beni ararsanız St. Marie George kilisesi mezarına bakın. Mezar taşlarının üzerine oturmuş, kahkaha atıyor olacağım. Çünkü ölüm, bir korku kaynağından çok, alacakaranlıkta sohbet edilebilecek bir dost. Vaktinizi ayırdığınız için teşekkür ederim.

Sevgilerimle,   
Harry G. Jennings     
Taslaklar /#666       
#rekt

Çevrimdışı sartan

  • *
  • 14
  • Rom: 0
  • “Kendimi arıyorum, demek ki varım…”
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kapı
« Yanıtla #7 : 11 Ekim 2011, 18:35:48 »
Ölü bir yazarın kaleminden; şimdi o abstract betimlemeler daha anlamlı oldular. Fakat kısa geldi. Hikayesini tamamlayamadan dünyadan ayrıldığını düşündüm yazarın. Eksik hissettirse de keyifli bir okuma oldu. Hem, eksik hissettirmek istemiş olman da olası nasılsa.
Wenona dayanamayarak sordu, “O gün, Calaelen’in kalesine geldiğinde, hiç umudun var mıydı, gerçekten?”
Dëwain bir saniye düşündükten sonra “Hayır,” diye yanıtladı, “Ama ben elfim.”