Kayıt Ol

Kartalın Ruhu (Tamamlandı)

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Kartalın Ruhu (Tamamlandı)
« : 20 Ocak 2015, 16:23:10 »


Kartalın Ruhu

Bölümler
1 - Küçük Misafir
2 - İzbe Orman
3 - Loretta'nın Çiftliği
4 - Gonetha
5 - Kai Han
6 - Cadı Avı
7 - Beklenmeyen Ziyafet
8 - Kadim Gözyaşı
9 - Büyülü İksir
10 - Soğuk Ölüm
11 - Kan Kokusu
12 - Gür Orman
13 - Kan ve Şarap
14 - Aven
15 - Üçüncü Göz
16 - Bake
17 - Sampra
18 - Konsey
19 - Kartalın Ruhu

Bölüm 1: Küçük Misafir

Kahverengi kuyruğuyla ordan oraya zıplayan tavşan av olduğunu henüz fark edememişti. Onu izleyen keskin bir çift göz, olacakların habercisiydi oysa. Ormanın derinliklerinde tiz bir kartal sesi ve sert bir kanat şaklaması duyuldu. Küçük tavşan üzerine düşen gölgenin giderek büyüdüğünü gördüğünde artık çok geçti, görkemli kanatlar çoktan üzerine kapanmış ve keskin pençeler nefes almasını engelliyordu.

Tavşan son nefesini vermek üzereydi ki kartal bir anda kafasını çevirdi ve ormanın ilerisindeki kasabadan yükselen dumanları gördü. Tavşanı bıraktı ve telaşla yükseldi, hızlıca havada süzülerek dumanın kaynağına vardı. Alevlerin üzerinde halkalar çizerek uçmaya ve alevlere bakmaya başladı. Kasabada taş üstünde taş kalmamıştı. Her tarafta cesetler vardı, alevlerden kaçan atlar panik halinde koşuyorlardı ama kartalın dikkatini daha farklı birşey çekmişti, evlerin biraz ötesinde küçük bir göletti bu. Bir anda dalışa geçti ve göletin üzerindeki şeye daha yakından bakmak istedi. Biraz daha yaklaşınca bunun kundağa sarılı bir bebek olduğunu farketti, bebek bir tahta parçasının üzerine bırakılmıştı, pençeleriyle kundağı kavrayan kartal bebeği alarak tekrar geldiği ormana yöneldi.

Kartal bazen irtifa kaybeder gibi oluyor sonra tekrar yükseliyor ve güçlükle yol alıyordu, pençelerinde tuttuğu kundaktaki bebeğin ağlama sesleri ormanda yankılanıyordu. Zorda olsa ormana geri dönmeyi başaran kartal, kundağı ağacın yanında ölü gibi uzanan adamın yanına bıraktı. Adamın adı Ghia'ydı ve bir Gezgin Ruh'tu. Gezgin Ruh'lar seçtiği hayvanla bağ kurduğu zaman, onun gözleriyle görebilir ve onun gücünü kullanarak avlanabilirdi. Aslında Gezgin Ruh'lar genelde kurtlara hükmederlerdi ama Ghia bir kartalı tercih etmişti. Kartala Akina adını vermişti. Akina; Ghia'nın doğduğu topraklarda yoldaş anlamına gelen kadim bir kelimeydi. Onun gözleriyle dünyaya bakmak ve uçarken rüzgarın serinliğini hissetmek Ghia için paha biçilemez bir histi. Ghia bedenine geri dönerken, Akina bir anda sendeledi ve vücudu gagasından kuyruğuna kadar titredi. Tam bu sırada Ghia gözlerini açtı ve derin bir nefes aldıktan sonra hemen kundaktaki bebeğe baktı, bebek ağlamaya devam ediyordu. Ghia eğilerek kulağına efsunlu sözler fısıldayınca bebek bir an durdu ve sadece Ghia'nın gözlerine baktı artık ağlamıyordu. Bu Ghia'yı mutlu etmişti:

- Yoksa kadim Ugra dilini biliyormusun ufaklık? Dedikten sonra bebeğe daha dikkatli ve derin bakmaya başladı:

- Maku! Dedi Ghia,

-Senin adın Maku ufaklık, dağları aşacak kadar azimli ve ormanın karanlığında kaybolmayacak kadar yetkin.

Artık hava kararmaya başlamıştı ve yiyecek yemeği yoktu, gözüne kestirdiği bir ağaç kovuğuna girdi ve önünde güzel bir ateş yaktı. Ağaç kovuğunun içine taze çayırlarla bir yatak yaparak, Maku'yu üzerine yatırdı. Akina'da hemen yanıbaşındaki dala tünedi ve istirahate çekildi, bu ruh değişimi onu da fazlasıyla yoruyordu. Ghia heybesinden biraz peksimet çıkardı ama çocuğa yedirecek hiç bir şeyi olmadığı aklına geldi. Matarasındaki suyu kaşığa döktü ve efsunlu sözler eşliğinde yavaşca Maku'ya içirdi.

- Şimdilik bunla idare et bakalım. Hem seni mışıl mışıl uyutacak, hemde açlığını unutturacak. Kusura bakma misafir umduğunu değil, bulduğunu yermiş. Yarın belki biraz süt bulabiliriz.

Güneş yavaş yavaş yükseliyor ve ağaçların yapraklarından süzülerek Ghia'nın yüzünde dans ediyordu. Ama onu uyandıran şey, Akina'nın çıkardığı seslerdi. Ghia gözlerini yavaşça aralayarak bir süre gökyüzünü izledi. Aniden Maku aklına geldi. Hemen kundağı araladı ve uyuduğunu görünce gülümseyerek ayağa kalktı, üstünü başını düzelttirken bir yandan da esniyordu, kartal tüyleriyle süslediği başlığını aradı gözleri, başlığın zaten kafasında olduğunu anlayınca kendi kendine gülerek uzun beyaz sakalını sıvazladı. Aslında çok yaşlı değildi kırklı yaşlarının başındaydı ama zayıf yüzü ve uzun beyaz sakalları onu oldukça yaşlı gösteriyordu. Artık kahvaltı için sabırsızlanmaya başlayan Akina'nın yanına gitti. Günün ilk işi olarak Ghia muhakkak Akina'yı beslerdi:

- Kudretli Akina, yoksa bu zavallı bebeği kıskandın mı? Dedi ve elindeki kurutulmuş eti uzattı. Tüm parçayı çekip Ghia'nın elinden alan Akina eti bir çırpıda mideye indirdi.

- Bugün hem taze süt, hemde ikimizin yiyebileceği birşeyler bulmalıyız eski dostum, dedi Ghia ve Akina'ya ikinci bir dilim uzattı.

Maku kıpırdamaya başlamıştı, Ghia hemen yanına giderek kundağı araladı. Maku, Ghia'yı görünce gülümsedi ve bebek dilinde bir kaç şey söyledi. Artık gitme zamanıydı, Ghia etraftaki eşyalarını topladı ve Maku'yu kundağıyla sırtına bağlayarak yola koyuldu. Akina bu durumdan hoşnut değil gibi görünüyordu, hala tünediği dalda oyalanıyordu. Ghia biraz yürüdükten sonra, Akina'nın aşina olduğu ıslığıyla ona seslendi ve istemeden de olsa Akina daldan havalanarak Ghia ve Maku'nun peşine takıldı.

Ghia ilk önce Maku'yu bulduğu kasabaya giderek neler olduğunu anlamak istiyordu ve eğer hala bir kaç sağlam at kalmışsa kendine bir at ödünç alarak, hızlıca başka bir kasabaya gidip Maku'ya süt bulmak istiyordu. Kasaba ormana çok uzak değildi, patikada biraz yürüdükten sonra tepeyi aşarak açıklığa çıkan Ghia hala dumanı tüten kasabayı görebiliyordu. Biraz daha yaklaşınca neler yaşandığını daha iyi anlıyordu. Bu bir katliamdı, bir kasaba dolusu insan kılıçtan geçirilmiş ve evleri ateşe verilmişti. Bu hengamede yinede iyi bir insan ya da ailesinden biri katliamda zarar görmemesi için Maku'yu gölete bırakmıştı. Ghia'nın dikkatini çeken bir diğer şey cesetlerin arasında Bakean askerlerinin olmasıydı. Zırhlarının göğüs kısmındaki parlayan yıldızın içinde Tanrı'nın gözü imgesi onların işaretiydi. Bakean'lar, Vase Bake'nin peygamberliğine inanan insanlardı ama barıştan yana olmalarıyla bilinirlerdi. Belki de kasabayı korumak için gelmişlerdi ama biraz daha etrafına bakınan Ghia, bu katliamı Bakean'ların yaptığını anlamıştı.

Gözüne kestirdiği siyah atın yanına gitti ve eğerini kontrol etti. Heybesini eğere asarak ata bindi. Kasabadan biraz uzaklaşmıştı ki, bir atlının kasabaya girdiğini fark etti. Göletin olduğu kısma gelen gizemli atlı, sanki bir şey arıyormuş gibiydi, tam bu sırada tepedeki Ghia'yı fark etti. Dürbününü çıkarttı ve kundaktaki bebeği gördü.
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Bölüm 2: İzbe Orman
« Yanıtla #1 : 20 Ocak 2015, 16:24:29 »
Ghia atlının dürbünle ona baktığını görünce, olduğu yerde bekledi, bu gizemli atlı Maku'yu gölete bırakan koruyucusu olabilirmiydi? Tehlike geçince onu almaya gelmiş ve şimdide onu arıyordu belkide. Atlı biraz daha yaklaşınca, Ghia göğsündeki Bakean armasını farketti. Yoksa, küçük bebeği birinin kurtardığını fark etmişlerdi ve onu öldürmek için geri mi dönmüşlerdi?

Ghia izini kaybettirmek için hızlıca ormana doğru yöneldi ve gözden kayboldu. Atlı Ghia'nın ormana girdiğini görmüştü ve o da hızlı hareket etmeye çalışıyordu. Dört nala atını sürerken üzerinden bir gölgenin geçtiğini hissetti. Gökyüzüne baktığında ona doğru hızlıca gelen Akina'yı gördü. Akina tam pençelerini geçireceği sırada, ani bir hareketle eğilen atlı, Akina'nın ilk saldırısını savuşturmayı başarmıştı. Ama Akina tekrar saldırmak için yaklaşıyordu, bu kez atlı kendini korumak için kılıcını çekmeye çalışırken, dengesini yitirip attan düştü. Bu sırada Ghia ıslık çalarak Akina'yı geri çağırdı. Atlı düştüğü yerden kalkmaya çalışıyordu:

- Kahretsin! Bu kartalda nerden çıktı böyle?

Tekrar atına bindi ve Ghia'nın peşinden ormana girdi. Dikkatlice etrafını gözleyerek ilerliyordu. Nal izlerini görmeye, kırık dallardan fikir edinmeye çalışıyordu. Bu orman çok tekin bir yer değildi, kasabalara giden yolun kenarında, ortasından küçük bir patika geçen sık bir ormandı. Takip ettiğiniz şey her an size görünmeden arkanızdan dolanıp sırtınızdan vurabilirdi. Rüzgar dağlardan ormana doğru estiğinde, ağaçların arasından uğuldayarak geçiyor ve ormanın kadim sakinleri kuzgunlar çirkin sesleriyle rüzgara eşlik ediyorlardı. Ormanın ortasındaki açıklığa geldiğinde, ne tarafa gideceğini kestiremedi nal izleri sanki kaybolmuştu. Bir süre iç güdülerini dinleyerek takibe devam etti ama ümidini yitirmeye başlamıştı:

- Sanki yer yarıldı içine girdi, lanet şaman!

Hava kararmaya başlamıştı, çaresizce durdu ve geldiği yöne doğru atını döndürdü:

- Kader tam da böyle bir şey olmalı, dedi ne yöne gideceğini bilemeden.

Orman oldukça izbeydi takip edebileceği bir iz olmadan daha fazla devam edemezdi. Oysa Ghia gözü kapalı bile bu ormanda dört nala at sürebilirdi.

Ghia takipteki atlının izler olmadan, patikayı takip ederek ormanı dik bir şekilde geçeceğini öngörmüştü ve yoluna bir süre sonra ormanın doğusuna doğru devam etti. Kısa bir süre sonra ormandan çıkmıştı ama çok bitkindi, bir gündür boğazından doğru düzgün bir yemek geçmemişti. Üstelik Maku vardı artık, kendinden daha çok onu düşünüyordu. Onu kendisi gibi maceradan maceraya koşturamazdı. Başından beri Rolentha kasabasına gitmeyi düşünmüştü ama kasabaya giden yolu ayrımını çoktan geçmişti.
Daha kuzeyde yer alan Gonetha'ya doğru gidiyordu artık.

Gonetha kasabası çok daha güvenli ve adil bir lord tarafından yönetiliyordu. Kasabaya iyice yaklaşmışlardı. Kasabanın yamaca kurulmuş kalesinin meşaleleri çok uzaktan bile farkediliyordu. Ama Ghia kasabaya giden yolu tercih etmedi dik bir yamacı aştı ve küçük bir patikadan geçti. İlerideki koruluğun yanında bir çiftlik vardı:

- Loretta bakalım sütünü senle paylaşcak mı?
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı Demircan

  • *
  • 5
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kartalın Ruhu (İkinci bölüm eklendi!)
« Yanıtla #2 : 21 Ocak 2015, 18:28:55 »
Bence nokta ile bitirilmesi gereken bazı cümleleri virgül koyarak uzatmışsınız. İyi olmamış. -de, -da eklerinde hatalarınız var. Bunun dışında kurguyu beğendim, sevdiğim türden. Fazla iyi bir yazar olmadığımdan sadece okur gözüyle gördüklerimi söyledim. Diliniz akıcı ve sıkmıyor. Daha fazla şey söylemek isterdim ama tecrübem ve bilgim bu kadarına yetiyor. Devam etmeniz dileğiyle, iyi akşamlar :)

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Ynt: Kartalın Ruhu (İkinci bölüm eklendi!)
« Yanıtla #3 : 22 Ocak 2015, 08:49:10 »
Yorumun için çok teşekkürler, imla ve yazım hatalarım olabiliyor bazen bunun için kusura bakmayın. Hikayeyi beğenmene sevindim wattpad'de şu an dördüncü bölümü yayınlanmış durumda, dilersen ordan da takip edebilirsin.
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Bölüm 3: Loretta'nın Çiftliği
« Yanıtla #4 : 23 Ocak 2015, 09:54:13 »
Loretta, kalenin güvenli surlarının dışında kendine ait, insanlardan uzak bir hayatı tercih etmişti. Çiftliğinde keçilerinin sütünü sağmak, boş konuşan insanları dinlemekten daha iyiydi. Üstelik kalenin içinde sadece dört duvar bir evi olabilirdi ama burada; bir ormanı, yamacında oturup güneşin batışını izleyebileceği bir tepesi ve önemlisi huzuru vardı. Bu dünyada insanın huzurunu bir başka insan bozabilirdi sadece. Bazen sarhoş silahşörler ya da azılı hırsızlar musallat olmaya çalışsa da Loretta onlara haddini bildirirdi. Kasabadakiler ve ona bulaşanlar onun bir cadı olduğunu ve gizemli güçleri olduğunu düşünüyorlardı ama Ghia onun kalbindeki ışığı yıllar önce görmüştü.

Ghia tepeden aşağıya yavaşça inerken, Loretta gökyüzündeki Akina'yı farketti, elindeki işi bırakarak çitlere doğru yürüdü. Tatlı bir esinti çimenleri bir okyanusun yüzeyi gibi dalgalandırıyor ve Loretta'nın sarı saçlarını savuruyordu:

- Hangi dağda kurt öldü Ghia! Diye bağırdı. Aslında gözleri dolu doluydu ama hiç bir zaman duygularını belli etmezdi. Uzun zamandır Ghia'yı görmemişti ve şimdi Nefret ettiği Akina'yı bile görmek onu mutlu etmişti.

Ghia attan inerek, az kalan yolu atın eğerini tutarak yürüdü. Yüzünde garip bir tebessüm vardı. Sanki geçmişi gözlerinin önünden geçiyor gibiydi. Bu kadın vahşi bir at gibiydi ve onu Ghia ehlileştirmişti. Biraz daha yaklaşınca, Loretta Ghia'nın sırtındaki bebeği fark etti:

- Bu sırtındakinin senin yavrun olduğunu söyleme sakın!

- Senden başka bir kadından mı?, dedi ve bir kahkaha patlattı Ghia. Sonra konuşmasına devam etti:

- Hayır, bu Tanrının bana bir armağanı.

- Birde bunu bebeğe sormak lazım, seni henüz tanımadığı için şanslısın. Şu haline bak kıtlık zamanlarındaki inekler gibisin. Şu hastalıklı atını ilerdeki ağaca bağla, Dra'nın (Dra: kadim bir gök tanrısı.) çekici altında kalayım ki keçilerimle aynı ahırda yatamaz bu uyuz hayvan!

- Lore bu yavrucağı günlerdir efsunlarla avuttum, ona verecek sütün vardır umarım.

- Sana cehennemde olsan bile su vermem ama bu zavallı velet için her zaman taze keçi sütü bulunur bu çiftlikte. Hadi sallanmada içeriye girelim, bulutlar hayra alamet değil.

Kapıyı araladı ve yavaşça içeriye girdi, kapıdan ikinci giren Akina'dan başkası değildi. Bunu gören Loretta:

- Kendisi yetmiyormuş gibi kargasını da getirmiş, diye kendi kendine söylendi.

Akina doğruca pencerenin önündeki geniş pervaza süzüldü. Pencereden tüm ova görülebiliyordu ve ufukta toplanmaya başlayan gri bulutlar manzarayı biraz kasvetli ama görkemli bir mucizeye dönüştürmüştü. Ghia içeriye girince, Maku'yu sırtından indirdi ve sedirin üstüne bıraktı. Biraz sonra Loretta elinde bir kase sütle geldi, kendinden beklenilmeyecek kadar şefkatli bir şekilde sütü Maku'ya içirmeye çalışıyordu. Şöminenin yanında oturan Ghia bu sahneye odaklanmıştı. Kim bilir belkide hep burada kalsaydı şimdi Maku'nun yerinde kendi çocuğu olacaktı. Ama o gitmeyi seçmişti.

Loretta'nın yanına geldiğini konuşmaya başlayınca fark etti.

- Velet günlerdir aç olmalı bir büyük kase süt içti, sonrada hemen uyudu, dedi Loretta, Ghia'nın yüzüne hiç bakmadan. Konuşurken bir yandan ocaktaki közleri kurcalıyordu elindeki maşayla.

Bebek uyumuştu, Akina pencereye vuran yağmur damlalarını izliyordu. Kulübenin ortasında ateşin başında sadece ikisi vardı, eski günlerde olduğu gibi. Ghia bir şeyler söylemek zorunda hissetti kendini:

- Lore seni hep sevdim biliyorsun değil mi?

- Biliyorum Ghia, gitmenide anlıyorum. Sekiz yıldır gelmemeni anlıyamıyorum! Sekiz yıl sonra sırtında sana ait olmayan bir veletle çıkıp gelmeni anlayamıyorum!

- Koskoca sekiz yıl bu çocukla karşılaşmayı beklemişim Lore, şimdi anlıyorum. Başka ne açıklayabilir bu karşılaşmayı. Bazıları buna rastlantı diyebilir ama ben kader diyorum. Bu çocuk orada çaresizce benim gelmemi bekliyordu, kaderlerimizin kesişmesini bekliyordu. Yıllardır yakınından bile geçmediğim bu izbe ormana beni çağıran şey bu çocukla olan ortak kaderimizden başka birşey değildi.

- Herşeyi kader diyerek açıklayamazsın Ghia. Bu çocuğu nerde buldun, kimsesi yokmu?

- Akina ile avlanırken Oneth kasabasından dumanların yükseldiğini fark ettim. Dumanların nedeni yanan evlerdi, tüm kasaba ateşe verilmişti. Ama biri bu kargaşadan Maku'yu sakınmış ve bir tahta parçasının üzerinde gölete bırakmıştı. Tüm kasabalılar öldürülmüştü, her yerde ceset yığınları vardı. Cesetlerin arasında yaralılar olabilir ümidiyle tüm kasabayı dolaşmaya başladım. Cesetlerin arasında Bakean askerleri de vardı. İlk başta köylüleri korumaya çalıştıklarını düşünmüştüm ama okla vurulmuş yüzü koyun yatan bir Bakean'ı döndürdüğümde ağzında garip bir şey olduğunu fark ettim, bu bir et parçasıydı. Ağzına elimi sokup dışarıya çıkarttım; bu yerde yatan zavallı köylünün yüzünden bir parçaydı. Vahşi bir hayvan gibi altında yatan köylünün yüzünü ısırarak parçalamış ve sonra okla vurularak öldürülmüş olmalıydı. Etrafta yüzü parçalanan onlarca ceset vardı.

- Kra'nın ( Kra: kadim bir savaş tanrısı.) yıldırımları üzerime yağsın ki, Bakeanların bir gün böyle çığrından çıkacaklarını biliyordum. Sapkın yamyamlar ordusu!

- Bakeanları iyi tanırım Lore, bırak yamyam olmalarını, bu zamana kadar savaştıklarını bile duymadım. Vase Bake'nin (Vase Bake: Bakeanların peygamberi) öğretisi iyilik ve özgürlük üzerine kuruludur. Köleliği ve fahişeliği yasakladı, herkesin eşit olduğu şehirler ve bu şehirlere dev kütüphaneler inşaa etti. Üstelik bu yaptıklarını şiddete başvurmadan sadece inancını tebliğ ederek yaptı, tarihte savaşmadan bu kadar geniş topraklara ulaşabilen tek bir kral bile yoktur.

- O zaman Oneth'te ki insanları kim öldürdü Ghia, gözlerinle gördüğünü söyledin bu vahşeti.

- Bilmiyorum Lore, neler olduğu hakkında hiç bir fikrim yok. Huzur denilen şey bu dünyada yok sanırım, en azından benim için.

- Benim için huzur şu an bu kulübede ateşin başında senle konuşabilmekten başka birşey değil.

- Seni hep sevdim Lore, gözlerime senin gibi bakan bir çift göz asla olmadı ve olmayacak.

Bunu söylerken Loretta'nın gözlerinden bir an bile gözlerini ayırmadı. Loretta, Ghia'ya yaklaştı ve sıkıca birbirlerine sarıldılar:

- Artık hep yanımda ol Ghia, sonsuza kadar...
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Bölüm 4: Gonetha
« Yanıtla #5 : 26 Ocak 2015, 10:29:48 »
- Şu veleti susturmazsan, ikinizinde kıçına tekmeyi basacağım! Diye bağırdı Loretta, ağlayan Maku'nun sesiyle sabahın köründe uyanınca. Gözleri yarı kapalı bir hışımla yataktan kalktı ve alt kata indi. Maku sedirde bir başına ağlıyordu.

- Şu hale bak, zavallı velet. Böyle baktıktan sonra yirmi tane çocuğu aynı anda büyütebilir insan.

Loretta sinirli bir şekilde bahçeye çıktı. Bahçede sadece bir kaç tane serçe vardı, buldukları bir kırıntı için kavga ediyorlardı. Arka tataftaki ahırda keçilerden başka kimse yoktu, tepedeki yamaçta da. Akina ile avlanmaya gitmişti belkide yada... Sekiz yıl öncesini hatırladı Loretta, sabahın soğuk rüzgarı ormandan çiftliğe doğru yaprakları savurarak esiyordu, güneş bulutların arkasından kendini göstermek için çabalıyordu. Loretta gözlerini kapadı ve kendini rüzgara bıraktı. Gözlerinden süzülen yaş yanağından yavaşça kayıyorken:

- Ben bir aptalım, nasıl bu kadar saf olabildim. Nasıl, nasıl...

Tekrar içeriye girince, sedirde ki Maku'nun hala ağladığını farketti. Kucağına alarak sakinleştirmeye çalışırken, Loretta bir anda hıçkırarak ağlamaya başladı. Ghia'dan daha çok kendine kızıyordu aslında, sekiz yıl önce bir daha böyle bir şey yaşamıyacağına dair kendine söz vermişti ama yine aynı hataya düşmüştü.

Annelik içgüdüsüyle hemen Maku'ya yiyecek birşeyler hazırlamak için mutfağa girdi. Dolabın kapağını açıp süt koyabileceği uygun bir kap aradı, bu sırada dikkatini un çuvalı çekti, neredeyse bitmişti. Loretta bir çok şeye sahipti çiftliğinde; sütü, peyniri, bahçesinden topladığı sebzeleri vardı ama unu dışarıdan almalıydı. Bunun için kasabaya gitmesi ve ürettiği peynir ve sütü değirmenci Ugre'yle takas edip, uzun süre idare edecek kadar un almalıydı. Bu kez durum biraz daha farklıydı, kasabaya Maku ile birlikte gitmesi gerekiyordu.

Yaptığı peynirleri at arabasının arkasına yerleştirdikten sonra, süt güğümlerini almak için kulübedeki kilere girdi. Loretta güçlü bir kadındı ama güğümler oldukça ağırdı, sırtında Maku varken güğümleri taşımak daha da zordu.

At arabasını Loretta'nın tek atı olan, Ra çekiyordu. Normal atlara göre biraz küçük ama daha kaslı bir vücudu vardı, kahverengi beyaz lekeleriyle tipik bir Ruikan atıydı Ra. Ruikan atları çok sinirli oldukları için genelde binek olarak yada at arabalarında kullanılmazlardı. Kimse Ruikan atlarıyla boşa vakit harcamak istemezdi. Loretta, Maku'yu bir sepete yerleştirdi ve sepeti oturağın boş kısmına koyarak yola çıktı.

Gonetha kasabası en yakın kasabaydı ve yolu oldukça düzgündü. Kalın sur duvarlarıyla çevrili korunaklı bir kasabaydı. Loretta kasabanın kapısına yaklaşınca sağ kuledeki nöbetçi:

- Neler getirdin Loretta, arabanda neler var?
- Değirmende unla takas etmek için biraz süt ve peynir.
- Bir dahaki sefere bana da süt getir. Böyle bir güğüm için 3 gümüş para verebilirim.
- Parayla satacak sütüm yok, takas edecek bir şeyler bulmalısın.

Kapı gürültülü bir şekilde açıldı. Loretta değirmene doğru giderken nöbetçi diğer nöbetçiye:

- Cadı'nın dediğini duydunmu? Parayla satacak sütü yokmuş. Takas yapmalıymışım.
- Ona verecek bir şeyim var, diyerek hayalarını kavradı diğer nöbetçi ve bir kahkaha patlattı.

Surların içindeki kasaba genelde iki katllı evlerden oluşuyordu. Bakımlı ve taş duvarlı evlerin arasından arnavut kaldırımlı düzenli sokaklar kasabanın sonuna kadar devam ediyordu. Girişe yakın sokaklarda genelde askerlerin barınakları ve nispeten çok zengin olmayan insanların evleri vardı. Biraz daha ilerleyince hanların olduğu sokak ve bir kaç dükkan vardı.

Loretta gıcırdayan tekerlekleriyle yavaş yavaş değirmene doğru gitmeye devam ediyordu. Yolun sevmediği kısmı hanların önünden geçilen sokaktı, serseriler, at hırsızları ve haydutlar; bu sokakta tehlikeli olmayan bir tek adam yoktu. Loretta'nın kasabanın dışında tek başına yaşıyor oluşu, onu hedef haline getiryordu ama onlarla başa çıkmayı iyi başarıyordu Loretta bu yüzden ona cadı diyorlardı ve gizemli güçleri olduğuna inanıyorlardı.

Handan iki adam kolkola girmiş bir şekilde dışarıya çıktılar. O kadar içmişlerdiki ki kokuları tüm sokağı kaplamıştı. İçlerinden biri at arabasıyla onlara yaklaşmakta olan Loretta'yı fark etti:

- Şu gelen lanet cadı değil mi Anton? Yoksa içkiyi fazlamı kaçırdım, gerçi on fıçı içsemde bana dokunmaz, hıck...

- Gördüğün doğru üstelik yanında bir de bebek var, kimden peydahladı acaba?

- Kimden olacak şeytandan peydahlamıştır, benim adım Sore'yse bu kadın şeytanla düzüşmüş dostum, buna yemin ederim, hıck...

- Senin adın Solin değilmiydi yahu..

- Neyse ne! hıck...

Loretta yanlarından geçerken onlara bakmamaya çalışıyordu ve peleriniyle yüzünü örtmüştü ama iyice sarhoş olan Solin:

- Artık şeytanlardan çocuk mu peydahlıyorsun? Seni pis fahişe, dedi ve elindeki şişeyi arabaya fırlattı. Şişe tam arabaya çarpmak üzereyken bir an durdu ve gerisin geri Solin'in kafasında parçalandı. Bunu gören Anton kahkaha atarak:

- Ne zaman bir cadıyla uğraşılmayacağını öğreneceksin, saf adam, diyerek Solin'le alay etti.

Loretta hafifçe güldü bu duruma ve yoluna devam etti. Kasaba da ki herkes Loretta'ya kötü davranmıyordu; biraz ilerideki kasabanın manavı nazikçe eğilerek selam verdi ve bir elma ikram etti. Aynı şekilde terzide halini hatrını sordu. Loretta dört yolun kesiştiği Quart meydanına gelmişti, artık çok fazla yolu yoktu. Tam bu sırada sağ taraftaki yoldan hızla gelen bir atlı, arabaya çarpmadan zar zor durabildi ve atı şaha kalktı. Atın sesinden korkan Maku ağlamaya başladı. Siyah sivri uçlu bir şapkası ve yine siyah bir pelerini vardı adamın. Atın üzerinde oldukça heybetli duruyordu, şapkasının gölgesinden neredeyse yüzü görünmüyordu ve bu onu çok gizemli yapıyordu. Adı Kai Han'dı herkes gezgin olduğunu düşünürdü ama o bir kafa avcısıydı. Uç diyarlarda dolaşır ve başına ödül konulmuş suçluları yakalardı yada para karşılığı birilerini öldürürdü. Kai Han'ın hiç bir şey söylemeden, yoluna devam ederek arabanın yanından uzaklaştığını gören Loretta:

- Bir özür dilemek ne kadar zor değilmi kılık kıyafetine bakan adam zanneder! diyerek söylendi ve sert bir hareketle atı Ra'yı kırbaçladı. Kırbaç yemeye çok alışkın olmayan Ra bir anda zıpkın gibi koşmaya başladı.

- Hihaaaaa!
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Bölüm 5: Kai Han
« Yanıtla #6 : 28 Ocak 2015, 09:24:59 »

Ugre'nin değirmeni kasabanın sonunda ki Voret tepesindeydi. Değirmenin yanında küçük bir ev, evin yanında da değirmeni döndürecek kadar sığ bir su akıyordu. Loretta, saatlerce bu akan suyu izleyebilirdi, burayı ve burada olmayı seviyordu. Ugre ile konuşmak ve içindekileri anlatmak ona huzur veriyordu. Ugre'de iyi bir dinleyiciydi, zaten "Yaşlı adamlar anlatmaktan çok dinlemeli." derdi hep.

Loretta arabaya yüklediği süt ve peynirleri indirirken, Ugre değirmenden çıkarak onu selamladı:

- Loretta, gözüm yollarda kaldı. Nerelerdeydin?... Yanlış görmüyorum değil mi, arabada ki sepette bir bebek var!

- Gözlerin asla yanılmaz Ugre, evet baş belası bir bebek var sepetin içinde.

- Yoksa evlendin de haberim mi yok.

- Uzun hikaye Ugre, herşeyi anlatacağım sana ama ilk önce şunları birlikte taşıyalım.

Birlikte bir kaç seferde peynirleri ve süt güğümlerini kulübenin kilerine taşıdılar. Loretta ormandan topladığı rezenelerden getirmişti. Güzel bir çay demledi ve değirmenin yanında çardakta oturarak çaylarını yudumladılar. Küçük Maku'da sepetimin içinde oldukça keyifliydi. Su sesinin bebekleri sakinleştirdiğinin söylerler. Tam da Loretta'nın olmak istediği yer burasıydı işte ama olmak istediği zamanda mıydı bunu bilmiyordu. Bazen Ghia ile hiç karşılaşmamış olmayı istiyordu, keşke zaman bir an dursa ve herşeye en başından başlayabilseydi. Ugre meraklı bir şekilde lafa girdi:

- Evet, bebeği anlat bana...

Loretta uzun uzun olanları ve bebeği, Ghia'nın Oneth kasabasında bulduğunu anlattı. Kasabadakilerin katledildiğini öğrenince çok üzülmüştü Ugre. Oneth kasabasında sadece bir tane değirmen vardı ve artık çok eskimiş olduğu için Obethliler bazen Ugre'nin değirmenine gelir ve unlarını burda öğütürlerdi. Bu yüzden Obeth kasabasını ve orada yaşıyanları iyi tanırdı Ugre:

- Geçenlerde o kasabadan bir fırıncı gelmişti, Obeth Lordu Gaeski'nin Bakean elçisini nasıl azarladığını anlatmıştı. Elçi, artık Tanrı'nın ışığını yaymak için biat etmeyen klanlara ve kasabalara savaş ilan edeceklerini söyleyince Gaeski hiddetlenmiş ve elçiyi huzurundan kovmuş.

- Desene savaş kapıda...

- Obeth'e kadar olan topraklar için kimseyle savaşmadılar ama Obeth ve ötesindeki toprakların kadim ve köklü inançları vardır. İnsanlar inançlarından kolay kolay vazgeçmezler, bunun için gözünü kırpmadan savaşabilirler... Tabi Bakeanlar her insanın hoşuna gidecek şeylerden bahsediyorlar; köleliğin kalkması belki zenginlerin işine gelmeyebilir ama bugüne kadar köle yaşamış bir insan için yeni bir hayat demek. Bu dünyada özgür insalardan daha çok köle var.

Loretta unları arabaya yüklemeye başlamıştı, uzun bir süre kasabaya uğramayı düşünmüyordu. Şimdi tekrar hanların önünden geçmesi gerekecekti, sarhoş Solin ve Anton'un hala sokakta dikilmediklerini umuyordu.

Solin ve Anton handa hala içmeye devam ediyorlardı. Hanın içi sadece mumlarla aydınlanıyordu, küçük pencerelerinden o kadar az ışık giriyordu ki içeriye neredeyse karanlıktı masaların olduğu kısım. Hanın kapısı gıcırdayarak yavaşca aralandı, içeriye süzülen ışığın içinden Kai Han belirdi, sadece bir silüetti, hiç bir detayı görünmeyen bir gölge gibiydi. Sert adımlarla içeriye girdi ve hanın ortasında durup nereye oturcağına karar vermek için masaları kolaçan ettmeye başladı. Herkesin gözü üzerindeydi.

Bu sırada Solin, Anton'un kolunu dürttü ve Kai Han'ı gösterdi:

- Şu lanet kadından nasıl kurtulacağımızı sanırım biliyorum, dedi ve masaya bir para kesesi fırlattı.

Masanın üzerine saçılan gümüş paralardan biri masadan yuvarlandı ve salonun ortasında duran Kai Han'ın çizmesine çarptıktan sonra durabildi. Kai Han yerdeki parayı eğilerek aldı. Başparmağının üstüyle Solin'e doğru fırlattı ve seri bir hareketle küçük keskin bıçağını arkasından savurdu. Solin'in yanından geçen bıçak, gümüş parayla birlikte arkadaki ahşap duvara saplandı. Masaya doğru yaklaşan Kai Han:

- Gümüşlerin fazla geliyor olmalı?

- E, ee... Biz de tam senden konuşuyorduk Kai, dedi Solin.
Kai Han'ın vereceği tepkiyi merak ederek.

- Masaya saçılmış gümüşler ve benden konuşan iki serseri, kimi öldürmek istiyorsunuz?

- Bir cadıyı!

Bu sırada hanların olduğu sokaktan geçen Loretta sokakta kimsenin olmadığını farkedince, rahat bir nefes almıştı. Tekrar o serserilerle karşılaşmayı istemiyordu. Surların ortasındaki kapıya gelmişti, nöbetçiler bu kez hiç bir şey sormadan kapıyı açtı. Kasabadan çıkan arabalar onlar için önemli değildi belliki.

Artık güneş batmak üzereydi, Loretta tüm işlerini halletmişti, artık yine bir başınaydı ve bu onu keyiflendirmişti. Yanındaki Maku'ya dönerek:

- Küçük adam, belki de umduğumdan daha iyi bir ikili oluruz senle.

Çiftliğe varınca ilk önce keçilerin olduğu ahıra baktı. Her şey yolunda görünüyordu. Önlerine biraz daha taze çayır koydu ve arabanın yanına geldi. Unları kilere taşımaya başlayan Loretta, sırtında un çuvalıyla yürüyorken bir an durdu ve çuvalı sırtından indirdi. Birinin onu izlediğini hissetmişti. Koruluğun bittiği yere bakınca atlı bir adamın ona baktığını gördü. Bu Kai Han'dı!
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Bölüm 6: Cadı Avı
« Yanıtla #7 : 03 Şubat 2015, 09:00:39 »
Karanlık iyice çökmeye başlamış ve bulutlar gökyüzünü koyu gri bir örtüyle kaplamıştı. Loretta, gördüğü şeyden emin değildi. Belkide ağaç dallarının bir ışık gölge oyunuydu, gördüğünü zannettiği şey. Zaten artık görünmüyordu da. Ama duyduğu sesler? Gözler her zaman insanı yanıltabilirdi ama kulaklar asla yanılmazdı. Karanlığın içinden metal şıngırtıları ve ara sıra da at sesleri duyuluyordu. Orada bir yerlerdeydi.

Loretta sırtındaki Maku'yu mutfaktaki sedire bıraktı ve dışarıya çıktı. Kulübenin duvarına yaslanmış yabayı eline aldı. (Yaba: Harman savurmakta kullanılan, çatal biçiminde tarım aracı.) Tekrar çitlerin önüne kadar yürüdü ve etrafı gözetledi. Koruluğun olduğu tarafa odaklanarak sesleri dinlemeye çalıştı. Ama aniden tam tersi yönden bir gölgenin geçtiğini fark etti, hızlıca döndü fakat yine hiç birşey göremedi. Loretta iyice tedirgin olmuştu:

- Her kimsen buradan defol git! Belanı başka bir yerde ara...

Rüzgarın uğuldamasından başka bir ses yoktu. Loretta elindeki yabayla birlikte kulübenin etrafını dolaşmaya başladı, ahırın arka tarafına ve bahçe tarafına göz gezdirdikten sonra tekrar kulübenin önüne geldi. Bu durum artık onu sıkmaya başlamıştı:

- Yüzünü gösteremeyecek kadar korkasın demek!

- Korkak ve Kai Han kelimeleri yanyana gelemeyecek kadar kötü ikililer, diyerek karanlığın içinden kendini gösterdi ve bir adım ileriye çıktı Kai Han:

- Eline o yabayı aldığından beri buradan seni izliyorum, diye de ekledi.

Kai Han atından inmiş ve siyah peleriniyle karanlıktan da yararlanarak, Loretta fark etmeden sessizce kulübenin önüne kadar gelmişti. Çok yakın değildi ama uzak olduğu da söylenemezdi.

- Birileri senden hoşlanmıyor Loretta ve senin için bana bir kese gümüş para verecekler. Kasabadan ayrıldığından beri takip ediyorum seni. Seni ve kimden peydahladığın belli olmayan piçini!

- Seni şu sarhoş serseriler mi kiraladı? O kadar paraları olduğundan pek emin değilim. Kendine daha iyi bir iş bul!

Kai Han bir adım daha yaklaştı ve elini yavaşca pelerininin içine soktu. Elini çıkarttığında parmaklarının ucunda üç tane küçük bıçak parlıyordu. Bıçakları Loretta'da fark etmişti.

Kai Han bir anda bıçakları fırlatmaya başladı ama Loretta yerinden kıpırdamamıştı bile. Bıçaklar Loretta'nın bir adım önünde havada asılı kaldılar. Kai Han bunun bir cadı işi olmadığını biliyordu:

- Sen bir gözcüsün! Lanet bir gözcü...

İşte bu Loretta'yı şaşırtmıştı. İnsanlar gözcüler hakkında hiç birşey bilmezlerdi. Ama bu gizemli adam onun gözcü olduğunu anlamıştı.

Loretta bıçakları hızlı bir şekilde geriye fırlattı ve bir anda görünmez oldu. Bıçaklardan biri Kai Han'ın kolunu sıyırdı ve diğer ikisi ıskaladı. Kai Han kılıcını çekerek tedirgin bir şekilde etrafına bakmaya ve görünmez olan Loretta'nın nerede olduğunu bulmaya çalışıyordu. Karanlığın içinden Loretta'nın sesi duyuldu:

- Korkak ve Kai Han kelimeleri yan yana hiç de fena gelmedi gözüme, diyerek güldü.

Bu kez etrafında ki sesleri dinleme sırası Kai Han'daydı. Yerdeki çalıların kırılma sesleri ve hareket eden kumaşlar. Gözlerini kapatmış sadece bu sesleri dinliyor, Loretta'nın karanlığın hangi noktasında belireceğini kestirmeye çalışıyordu. Aniden eğildi ve elindeki kılıcı savurdu. Kılıç Loretta'nın karın boşluğunda orta büyüklükte bir yara açmıştı. Kai Han tam olarak neresine isabet ettiğini bilmiyordu savurduğu kılıcın ama bu durum hoşuna gitmişti:

- Seni bu gece cehenneme göndereceğim! demesiyle çenesine yabanın çarpması aynı ana denk geldi. Dengesini yitirerek yere düştü Kai Han ve az önce fırlattığı yerde duran bıçaklardan bir tanesi de sırtına saplandı.

Loretta artık görünürdü. Kai Han'ın yanında duran kılıcı aldı ve onun boğazına dayadı:

- Gözcüler hakkında ne biliyorsun?

- Güzel, dolgun kalçaları olması dışında mı? diyerek güldü ve ağzında biriken kanı Loretta'ya tükürdü.

Loretta kılıcı biraz daha bastırdı ve ufak bir kesik oluştu Kai Han'ın boğazında.

- Beni şimdi öldür pis fahişe yoksa bunu çok pahalıya ödeteceğim sana!

- Siz erkekler bir kadının ayaklarının altında olmaktansa yerin dibine girmeyi tercih edersiniz değil mi? Acısız bir ölüm istiyorsan gözcüler hakkında tüm bildiklerini anlat! Anlat ki kendi bağırsaklarınla seni boğmayayım!

- Sain! diye bağırdı Kai han.

- Sain mi? neden bahsediyorsun. Sain de nedir?

Kai Han her zamanki alaycı gülümsemesini takındı ve bir anda gözü Loretta'nın arkasındaki karartıya odaklandı. Loretta arkasına döndüğünde Kai Han'ın atıyla, Sain'le karşılaştı ve daha Loretta anlayamadan sağlam bir çifte geçirdi.

- Bundan sonra aynı masada yemek yemeliyiz senle Sain, diyerek elini atının yularına attı ve düştüğü yerden kalkmaya çalıştı Kai Han.

Loretta, Kai Han'ın güç bela atına bindiğini gördü ama Sain'in çiftesiyle vücudu o kadar sarsılmıştı ki yerdeki bıçakları hareket ettirmeye çalışsa da başaramadı ve tekrar yere kapaklandı. Kai Han karanlığın içinde atıyla birlikte kaybolurken, gecenin sessizliğini yine onun sesi bozdu:

- Bu iş burada bitmedi pis fahişe, Kai Han er ya da geç intikamını alır...er ya da geçç!
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Bölüm 7: Beklenmeyen Ziyafet
« Yanıtla #8 : 07 Şubat 2015, 22:27:48 »
Uçmak istiyordu Ghia, sadece uçmak. Gökyüzünde olmak ona huzur veriyordu ama bu geçici bir huzurdu. Loretta'yı ikinci kez yüz üstü bırakmayı kendine yediremiyordu bir türlü. Loretta'nın yanına sadece Maku'ya güvenli, şefkatli bir yuva bulmak için gitmişti ama Loretta'nın mavi gözleri onu geçmişe götürmüş ve içinden acaba demişti. Acaba bu kez dağların ve ormanların sesini değil de yüreğinin sesini mi dinleseydi? Ama yine içinde akan, damarlarında çağlayan çoşkun nehirin akışına bırakmıştı kendini, kalmak ona göre değildi hep yolda olmalıydı, bir yerlere gitmeliydi. Nasıl bir nehir tek bir bardağa sığamazsa, Ghia'nın ruhu da dört taş duvarın arasına sığamazdı.

Akina'nın bedenindeyken bile Ghia'nın aklında sadece Loretta ve Maku vardı, bu yüzden çok kolay avları yakalayamamış, şimdi de bu çorak topraklarda avlıyacak hiç bir şey bulamıyordu. Ghia açlığa alışkındı gerçi ama bu aralar uyumakta da zorlanıyordu. Uyuyabildiği zamanlardaysa; yüzü parçalanmış cesetler ve onları canlı canlı yiyen karanlık yaratıklara ait kabuslar görüyordu. Obeth kasabasının daha güneyinde kalan Letha kasabasına gidiyordu şimdi. Artık bu kabuslardan kurtulmak ve bir şekilde kafasındaki sorulara cevap bulmak istiyordu. Bakeanlara her zaman saygı duymuştu ama Obeth'te gördükleri onu endişelendiriyordu. Bu topraklarda uzun zamandır savaş olmamıştı ve herkes birbirinin inancına saygılıydı.

Sarp kayaların olduğu dağlık bir bölgedeydi Letha kasabası. Bir çok mağara vardı bu kayaların aralarında. Ghia küçük bir keçi yolundan ilerliyordu, yolun ucundaki düzlüğe gelince soluklanmak için biraz oturmak istedi. Matarasından küçük bir yudum aldıktan sonra, sırtını bir kayaya yasladı ve tam uyumaya hazırlanırken:

- Uyumak için enteresan bir yer, diye nerden geldiği belli olmayan bir ses duydu.

Hemen ayağa kalkan Ghia etrafına bakındı ama hiç kimseler yoktu. Ghia'nın göremeyeceğini anlayan gizemli ses. El sallayarak kendini göstermeye çalıştı. Ghia sesin sahibini görünce eliyle karşılık verdi:

- Adım Ghia, bir gezginim. Paylaşacak bir lokma ekmeğiniz varmı?

Adam hiç bir şey söylemeden eliyle yanına çağırdı Ghia'yı. Bu bir mağara girişiydi, yere eski bir kilim sermiş, öylece oturuyordu:

- Hoşgeldin Zhia, benim adım Asaeb. Burda madenciyim, diyerek eliyle oturmasını işaret etti Ghia'ya.

- Bu arada Adım Ghia, Zhia değil...

- Senin için önemli olmalı?

- Adları ve ruhları insanları var eder.

- Süslü laflardan çok anlamam, hele birde acıkmışken, diyerek yiyecek çıkarmak için elini heybesine attı.

Ghia peynir ve ekmek çıkarmasını umuyordu Asaeb'in. Bu yüzden heybeden çıkanları görünce şaşkınlığını gizleyemedi:

- Ne zamandan beri madenciler oğlak etiyle besleniyor?

- Bu karşında gördüğün hür adam kısa bir zaman önce köleydi... Efendim hayvan gibi çalıştırıp kuru ekmek verirdi sadece.

Bir yandan yemek yiyor bir yandan da konuşuyordu Asaeb:

-Şimdi o günlerin acısını çıkarıyorum... Tanrı ve onun ışığı Bake, başımızdan eksik olmasın. Ne kadar çalışırsan o kadar kazanabiliyorsun artık. Bu maden Bakeanlara ait, zaten tüm kasaba artık Bake'nin dinini kabul etti...Eğer istersen sende bir süre çalış bu madende, iyi kazanırsın, kimse hakkını yemez.

Ghia'nın yüzündeki ifadeden ne demek istediğini anlamıştı Asaeb:

- Bakean olmana gerek yok, sonuçta sen bir gezginsin, gezginlerin inançlısına denk gelmedim henüz, diyerek bir kahkaha patlattı ve bağdaş kurmuş Ghia'nın bacağına bir şaplak attarak konuşmasına devam etti:

- Ustabaşı iyi adamdır beni de sever...

- Teşekkür ederim, yolluk alabilecek kadar çalışsam yeter fazlasında gözüm yok, diyerek elindeki buttan büyük bir ısırık aldı Ghia.

Asaeb yemeğini yedikten sonra Ghia'ya beklemesini söyleyip mağaradan içeriye girdi. Ghia fırsattan yararlanıp büyük bir parça eti Akina'ya fırlattı. Elindeki but yetmezmiş gibi diğer eline de bir parça et aldı ve ağzında nefes alacak yer kalmayana kadar yemeye devam etti, ağzını o kadar doldurmuştu ki hepsini yutmakta zorlanıyordu. Midesi bomboşken şimdi tıka basa doymuştu ama gözü bir türlü doymuyordu. Etler bittikten sonra büyük bir salkım üzümüde mideye indiren Ghia, gayrı ihtiyari geğirdi.

Asaeb öksürerek Ghia'yı uyardı. Yanında Ustabaşıyla geri gelmişti ve Ghia onları fark etmemişti. Usta Başı:

- Ben bu madenin usta başı Velian. Asaeb senden bahsetti, gezginmişsin öylemi?

Ustabaşının göğsünde işlenmiş bir Bakean arması vardı, Ghia armayı görünce ister istemez Obeth katliamı aklına gelmişti ve hiç bir şey söylemeden armaya bakıyordu. Ustabaşı tekrarladı:

- Gezginsin değilmi?

- E ee evet bir gezginim, uzun zamandır yollardayım, günlerdir de çok birşey yememiştim. Burda bir kaç gün çalışıp kendime kasabadan yolluk bir şeyler alırım diye düşünüyorum.

- Sonrasında nereye gitmeyi planlıyorsun?

- Sanırım Galomalin'e gideceğim.

- Hımmm, şanslıymışsın. Bak ne diyeceğim iki gün sonra Sampra'ya gidecek bir kafile var, onlarla Galomalin'e kadar gidebilirsin. O zamana kadar Asaeb'le birlikte bu madende çalış ve kasabadan da istediklerini al.

Velian arkasını dönmüş giderken, Asaeb gülerek dirseğiyle Ghia'yı dürttü ve kazmayı uzattı.
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı seabiscuitxx

  • **
  • 60
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kartalın Ruhu (Yedinci bölüm eklendi!)
« Yanıtla #9 : 14 Şubat 2015, 14:26:49 »
Başlangıcından itibaren insanı sarmalayan bir anlatımı var.Aralarda bazı hatalar olsada akcılığın ortasında kaybolup gidiyor hepsi.Okuyucu olarak beğendim.Kalite kokusunu aldım.Kaleminize sağlık.
Ölüm sadece başlangıçtır.

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Ynt: Kartalın Ruhu (Yedinci bölüm eklendi!)
« Yanıtla #10 : 14 Şubat 2015, 17:16:53 »
Beğenmene sevindim, elimden geldiğince eli yüzü düzgün bir hikaye ortaya çıkarmaya çalışıyorum. Güzel iltifatların içinde ayrıca teşekkür ederim. Bu tarz yorumlar çok motive edici benim için.
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Bölüm 8: Kadim Gözyaşı
« Yanıtla #11 : 14 Şubat 2015, 17:17:54 »
Meşaleler sık aralıklarla ve düzenli olarak yerleştirilmişti ama içerisi hala çok karanlıktı. Mağara oldukça büyük olmalı diye düşündü Ghia. Karanlıkta bir süre yürüdükten sonra, ileriye doğru baktığında karanlığın içinde parıldayan ışığı gördü. Yerden yukarıya doğru gelen ışık mağaranın tavanını aydınlatıyordu. Ghia yanında Asaeb'le birlikte ışığa doğru yürümeye devam etti. Işığın kaynağı madencileri taşıyan basit bir asansördü. Asansörün bulunduğu boşluğa gelince Asaeb, aşağıya doğru eğilerek:

- Dridu, gönder asansörü! diye bağırdı.

Kısa bir süre sonra mekanik bir ses ve hareket eden zincirlerin sesi duyuldu. Ghia'nın beklediğinden daha uzun sürdü asansörün gelmesi. Asansöre bindiklerinde Asaeb tekrar seslendi ve asansör ters yönde çalışmaya başladı. Artık aşağıya doğru iniyorlardı, asansörün gelmesi uzun sürmüştü çünkü mesafe oldukça uzundu. Ghia daha öncede bir çok maden görmüştü ama bu maden onlarla kıyaslanmayacak kadar büyüktü. Asansör sert bir şekilde durdu.

Asansörün kol gücüyle çalıştığını gören Ghia şaşırmıştı, Dridu denilen adam neredeyse Ghia'nın iki katı uzunlukta ve bir o kadarda iriydi. Zincirlerin sarılı olduğu düzeni bir manivelayla yukarı aşağı hareket ettiriyordu tek başına.

Madenin bu kısmı daha aşağıda olmasına rağmen daha aydınlıktı, uzun bir koridora sağlı sollu iki küçük koridor daha açılmıştı. Ghia ve Asaeb koridorun sonuna kadar yürüdü, Asaeb durdu ve eliyle sol taraftaki yeri gösterdi:

- İşte burada çalışacaksın Ghia. Şanslıysan belki bir altın damarına denk gelirsin.

Ghia'nın kulağı ondaydı ama gözleri koridorun sağında yer alan koridordaki mavi parıltılardaydı. Ona bakmadığını fark eden Asaeb'de Ghia'nın baktığı yere doğru dönerek:

- Biz ona züğürt elmas'ı deriz, bu madende çıkardığımız herşeyden pay alırız ama şu boktan mavi taşlara dokunmamız yasaktır. Bu madendeki tek kural da budur.

- Dokunmanız bile yasaksa, kim onları çıkarıp arabaya yükledi?, dedi ve eliyle tahta vagona yüklenmiş taşları gösterdi Ghia.

- Sampra'dan gelen on, on beş kişilik askerden bozma bir madenci tayfası var. Sadece onlar çıkarır bu taşları. Zaten beş para etmeyen değersiz taşlar, sen altın bulmaya bak, onlarla erzak alamazsın, diyerek Ghia'yı diğer tarafa döndürdü ve önden giderek kazmaya başladı.

Ghia bir süre kazdıktan sonra, durdu ve kendi kendine güldü. Asaeb, Ghia'ya dönerek niye güldüğünü anlamaya çalıştı. Ghia bir anda ciddileşerek:

- Komik olan inançlar Asaeb, insanların inançları. Sizin burada züğürt elmas'ı dediğiniz taşlar kuzeyde kutsal sayılır. Kuzey halkları "kadim gözyaşı" der bu taşlara.

- Kadim gözyaşı mı? Züğürt elmas'ı daha güzel bir isim değilmi, dedi ve gülerek kazmaya devam etti Asaeb.

- İo cennetten kovulup yeryüzüne sürgün edildiğinde, eşi Are için her gece yıldızlara bakıp ağlarmış. Are'yi bulana dek kadim gözyaşlarının düştüğü her yerde mavi kristaller oluşmuş. Kuzeyliler için bu yüzden çok değerlidir mavi taşlar, bu çok eski bir inanç. Bakeanlıktan çok daha eski ve köklü.

- Tanrı İo'yu tekrar cennetine kabul etsin.

Her tarafta kazma sesleri yükseliyor, ter ve toprak kokusu birbirine karışıyordu. Ghia altının neden bu kadar değerli olduğunu düşündü; ne yenilebilir, ne içilebilirdi, insan için hayati bir şey değildi. Ama değerliydi aslında değeri olmayan bir maddeye insan bir anlam yüklemiş ve onu yüceltmişti. O kadar yücelmiştiki artık insan ona sahip olamazdı, o insana sahip olurdu.

Ghia biraz mola vermek hemde madeni keşfetmek için kazmasını yere bıraktı ve yürümeye başladı. Zamanında köle olan insanlar artık Bake sayesinde özgürlerdi, özgürce sabahtan akşama durmadan çalışıyor ve ellerindeki nasırlar patlayana kadar kazma sallıyorlardı. Hepsi kötü kalpli efendilerinden kurtulmuştu belki ama yeni bir efendinin, altının kölesi olmuşlardı:

- Özgür köleler, dedi Ghia kendi kendine hafifçe fısıldayarak ve gülümsedi.

Tüm bunları düşünürken, arkasına baktığında nerede olduğunu bir an kestiremedi. Sanki etraf daha karanlık ve boğucuydu. Bir ses duyduğunu düşünerek tekrar arkasına döndüğünde, siyah bir gölgenin üzerine doğru geldiğini gördü. Ghia korkmuştu ama ne yapacağını da bilmiyordu. Korkusunu belli etmemesi gerektiğini düşündü. Ama Gölge daha da yaklaşmıştı, Ghia daha dikkatli baktığında gölgenin aslında yüzü parçalanmış bir insan olduğunu fark etti. Kaçmak için hamle yaptığında dengesini kaybederek yere düştü, ayağa kalkamadan ayaklarıyla kendini uzaklaştırmak için çırpınıyordu ama bir adım bile uzaklaşamamıştı.

- İyi misin? diye seslendi yüzü parçalanmış karanlık gölge

- Arkadaşım iyi misin?

Ses, Ghia'yı kendine getirmişti. Artık daha da yakınında olan adama tekrar baktığında onun bir Bakean askeri olduğunu gördü, üstelik yüzü de şimdi normal görünüyordu. Bunun şaşkınlığını yaşarken adamın uzattığı elinden güç alarak ayağa kalktı. Asker gülen bir ifadeyle...

- Bu taraftaki madenlere girmenizin yasak olduğunu sana söylemediler sanırım. Sen şu yeni madenci olmalısın Velian senden söz etmişti. Adım Marean, keşif ekibindenim.

- Hiç farkında değilim, biraz mola vermek istemiştim bir anda kendimi buralarda buldum.

- Senin evcil bir kartalın olduğunu duydum doğrumu?

- Akina, evet.

- Sormak istediğim şeyler var sana, bende küçükken bir atmaca yakalamıştım ama şimdi bulabilirsem bir kartal satın almak istiyorum. Güneydeki şehirlerde pazarlarda satıldıklarını duymuştum. Akşama istersen kulübelerin ordaki küçük handa oturabiliriz, birşeyler içeriz hemde kartallardan konuşuruz.

Bu fikir Ghia'nın hoşuna gitmişti, Marean oldukça saygılı ve akıllı bir gence benziyordu. Ghia Marean'ın yanından ayrılarak tekrar hala kazma sallayan Asaeb'in yanına döndü. Ghia'yı fark eden Asaeb istifini hiç bozmadan azimle kazma sallamaya devam ediyordu:

- Böyle bir hafta çalışsan bile, bir somun ekmek alamazsın daha gayretli olmalısın gezgin...

Ghia bir şey söylemedi ve kazmasını eline alarak yavaşca kazmaya başladı. Zamanında simyaya merak sarmış ve genç yaşlarında taşları altına dönüştürmeye uğraşmıştı. Yaşı ilerleyince altının ve insanların değer verdiği diğer şeylerin insana mutluluk vermediğini anlamış ve kendini doğaya adamıştı.

Ghia'nın kazdığı yerde küçük bir parıltıyı fark etti, kazmayı tekrar aynı yere salladığında parıltının kaynağı daha da ortaya çıkmıştı. Bu orta büyüklükte bir altın yumrusuydu, önündeki küçük altın tozlarını topraktan ayırmaya çalışan Asaeb, Ghia'nın elindeki altını görünce hem şaşırmış hemde içinden söylenmişti. Bunu farkeden Ghia:

- Şanslıyım, bunla küçük bir oğlak sürüsü alıp yanına da bir kulübe yapabilirim...

- Şanslısın gezgin! diyerek somurtup kazmaya devam etti Asaeb.

Akşam olunca, madenin biraz aşağısındaki kulübelere gitmek için ellerindeki işleri bıraktılar. Madende çalışan ve evi olmayan madencilerle birlikte Sampra'dan gelen madenciler burada kalıyordu. Obeth'e saldıran askerlerde dönüş yolunda mola vermişlerdi ve bir süredir buradaydılar. Obeth katliamı sonrası bir intikam saldırısı olabileceğini öngörerek, yakında Sampra'ya gidecek kafilenin güvenliğini sağlayacaklardı dönüş yolunda.

Ghia, Marean'ın bahsettiği hana girince, tüm masaların dolu olduğunu gördü ve tam dışarıya çıkarken kapıda Marean'a rastladı:

- Bende seni arıyordum Ghia, Akina nerede...

Ghia ıslık çalarak Akinayı çağırdı, ıslığa tiz çığlığıyla karşılık veren Akina zıpkın gibi inişe geçerek Ghia'nın uzattığı koluna kondu.

- Bu gerçekten müthiş bir kartal, çok şanslısın...

Hanın ilerisinde Bakean askerlerinin kampının hemen yanında bir kayanın üzerinde oturdular. Marean yanında bir şişe Da ( Da: Bir çeşit meyve şarabı) getirmişti. Hem sohbet ediyorlar hemde şarap içiyorlardı. Marean, Akina'ya dokunmak için elini uzattığında Akina ona öyle keskin bir bakış fırlattı ki Marean'ın eli havada kaldı. Ghia bir kahkaha patlattı ve Da şişesini kafasına dikledi.

Bu sırada karanlığın içinde dürbünüyle biri onları izliyordu. Ama dürbünle bakan kişinin aradığı şey onlar değildi.

- Altmış kadar Bakean askeri var birde madenciler, hatta bir tane de kartal...

- Altmış demek, oldukça az sayıdalar... bu arada bir dürbünün olduğunu bilmiyordum Ghoul...

- Bende şu tuttsak Bakean'dan araklayana kadar bilmiyordum.

- Sürüden ayrılırsa başına bunların geleceğini bilmeliydi saftirik Bakean...

- Kimse bu kadar hızlı bir şekilde bu olaylardan haberimiz olacağını ve buralara kadar geleceğimizi bilemezdi, ama Bakeanların Sampradan yola çıkan askerlerini duyduğumda Obeth'te yapacakları şeyler aklımın ucundan bile geçmezdi. Keşke biraz daha önceden yola çıksaydık. Nure Sufi olanları öğrenince çok sinirlenecek...

- Baksana adamların keyfi yerinde içip eğleniyorlar. Bake'nin en büyük hatası fahişeliği yasaklaması oldu bence, bu kadar adam birbirini mi becerecek şimdi, diyerek kahkaha attı.

- Zevzekliği bırak istersen Sille!

Gizlendikleri yerden yavaşca geri çekildiler ve karanlıkta kayboldular.

Terkedilmiş bir madende bekleyen yüze yakın asker vardı, sarp kayalığın önünde Ghoul ve Sille görününce Aza Sael yerinden doğruldu ve onlara doğru yürüdü. Ghoul:

- Efendim altmış civarı asker var, birde madenciler...

- Altmışmı, verdikleri kayıpları düşünürsek yetmiş, yetmiş beş tane askerlemi Obeth'e saldırdı bunlar? İyice baktınız mı?

- Her tarafı gözetledim dürbünle, zaten biliyorsunuz Obeth'in etkin bir savunması yoktu. Bu kadar asker yeterli olmuş olabilir.

- Yine de saçma geliyor...

Ay ışığının aydınlattığı sarp kayalıklardan ilk önce bir yayın gerilme sesi duyuldu, okun hedefindekilerin duyamıyacağı ama kudretli Akina'nın duyabileceği bir sesti bu. Bir anda yaydan fırlayan ok hedefine doğru yol almaya başlamıştı. Eğer Ghia madende gitmemesi gereken o yere gitmeseydi ya da han'da boş bir masa olsaydı; bu ok zavallı Marean'ın sağ şakağına saplanıp onu öldürmeyecekti. Marean'ın elinden düşen şarap şişesinin kırılan parçaları havada savrulurken, gökyüzündeki onlarca alevli ok geceyi aydınlatıyordu.
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı seabiscuitxx

  • **
  • 60
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kartalın Ruhu (Sekizinci bölüm eklendi!)
« Yanıtla #12 : 14 Şubat 2015, 19:09:45 »
Kısa bir süre sonra mekanik bir ses ve hareket eden zincirlerin sesi duyuldu.
Bu ibaredeki "Kısa bir süre sonra" kışını çıkarıp tekrar okursan kulaa daha iyi geliyor.Birde asansör bölümünde fazlaca asansör kelimesi var.

- İyi misin? diye seslendi yüzü parçalanmış karanlık gölge

- Arkadaşım iyi misin?
Bu iki diyalog arasına hayalle gerçeği ayıracak bir ayrıntı konulabilir.

Bir ara Akina nerede diye düşünürken ortaya çıktı.Sürükleyici olduğu bir gerçek.Devamını bekliyorum.Kolay gelsin.
Ölüm sadece başlangıçtır.

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Ynt: Kartalın Ruhu (Sekizinci bölüm eklendi!)
« Yanıtla #13 : 14 Şubat 2015, 19:41:54 »
Yazım ve anlatım hatalarım olabiliyor, zamanla yazdıkça daha iyi olacağını düşünüyorum her şeyin.
Her hafta cumartesi günü yeni bir bölüm eklemeye çalışıyorum, umarım bu düzende devam ederim. Yorumların için tekrar teşekkürler.
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı seabiscuitxx

  • **
  • 60
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kartalın Ruhu (Sekizinci bölüm eklendi!)
« Yanıtla #14 : 20 Şubat 2015, 23:26:39 »
tabiki hatalar olacaktır.Yazma tecrübesinin yazdıkça kazanıldığına ve geliştiğine inanıyorum.Özellikle hem yazmak hem okumak yazarın kalitesini artırıyor.

Bu düzende devam etmeni isterim.Sonunda kaliteli bir yazar olmaya uzak değilsin.Kolay gelsin.
Ölüm sadece başlangıçtır.