Kayıt Ol

Kartalın Ruhu (Tamamlandı)

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Ynt: Kartalın Ruhu (12. Bölüm Eklendi)
« Yanıtla #30 : 13 Mart 2015, 15:07:45 »
Aceleye geldiği konusunda haklısın :) Bu hafta hem öykü seçkisine bir şey yazdım, hemde tek atışlık veya bir kaç bölümlük yeni bir hikaye yazmaya başladım. Bir yandanda yayın evleriyle paylaşabileceğim kalitede uzun soluklu tamamen yeni bir hikayenin kurgusunu oluşturuyorum ara ara yazarak.

Fazla karakter olmasının dezavantajıda bazen bir kaç bölüm bazı karakterlerden bahsedememek, Loretta örneğin epeydir ondan bahsedemedim :)

Gözüne takılan kısımları muhakkak paylaş, anlatımla mı alakalı yoksa kurguyla mı?
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı seabiscuitxx

  • **
  • 60
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kartalın Ruhu (12. Bölüm Eklendi)
« Yanıtla #31 : 13 Mart 2015, 17:23:09 »
Çalışmalarında başarılar dilerim. Bende Mars kitabının ikinci bölümüne başladım. Bu aralar yoğunum. Başımı kaldıracak zamanım yok ama senin hikayeni okuyabilmek için her zaman vaktim var. Uzatmadan eleştirilere geçeyim.

1.Bölümde bir sıkıntı görmedim.

2.Bölümde;

"Bu ormana Gür Orman denmesinin nedeni, etrafta çok az sayıda cılız ağaç varken, bir anda ortaya çıkan devasa ağaçlar ve bu ağaçlardan oluşan ormanın sık bitki örtüsüydü. Kai Han ormana doğru atı Sain'le birlikte ilerlerken, kendi uydurduğu bir şarkıyı mırıldanıyordu bir yandan:"
bölümünde anlatımda sorunlar var. Ormanı daha güzel anlatabilirdin. Şarkı güzel olmuş.

Şarkıdan sonraki paragraflar sanki özensiz olmuş. Bir daha elden geçmeli. Tek tek eleştirmeye gerçekten vaktim yok. Kusura bakma.

3.Bölümde sıkıntı yok hatta tarzını çok beğendim. Eline sağlık.
Ölüm sadece başlangıçtır.

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Ynt: Kartalın Ruhu (12. Bölüm Eklendi)
« Yanıtla #32 : 13 Mart 2015, 17:45:10 »
Orman konusunda haklısın, biraz daha betimlemem gerçekten iyi olabailir.

Şarkı aslında çok aklımda olmayan bir şeydi ama Kai Han'ın karakterine yakıştığı kanısındayım bende, beğenmene sevindim. Yazarken zevk aldığım bir karakter Kai Han, hem gizemli hem de eğlenceli bir karakter olduğunu düşünüyorum.

Şarkıdan önceki kısımları üç günde yazdım sonraki kısımlarıysa bir günde toparladım.

Eğer ekstra bölümler eklemezsem 8-9 bölüm sonra bitirmeyi planlıyorum.
Ama macera "Ormanın Ruhu" adında yeni bir hikayeyle devam edecek :D
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Bölüm 13: Kan ve Şarap
« Yanıtla #33 : 22 Mart 2015, 20:02:47 »
Rüzgar etraftaki kuru otlarla birlikte toprağı havaya savuruyor ve akşam serini kendini hissettiriyordu. Letha civarındaki topraklar kayalık, çorak ve ıssızdı. Kai Han'ın Naukra ile karşılaştığı bu yerde küçük koruluklar ve çalılıklardan başka sadece boş çayırlar, izbe kayalıklar ve bir kaç tane ulu ağaç vardı. Kai Han, arkasından bir şeyin geçtiğini hissedip dönüp baktığında, karanlığın ortasında sırtı tutuşmuş ve ne yapacağını bilmeden can havliyle koşan bir Knoha askeri gördü. Knohalı üzerindeki alevlerden kurtulmak için kendini yere atıyor, yuvarlanıyor ama yanmaya devam ediyordu. Kai Han ve yanındaki askerler artık üzerlerindeki ilk şaşkınlığı atmış ve gülerek yanan adamı izliyorlardı. Eğlencelerini bitiren, işinin ehli biri tarafından atıldığı belli olan bir ok oldu. Yanan Knohalı askerin göğsüne saplanan ok üzerindeki alevleri söndürememişti ama acılarına bir son vermişti. Okun nerden geldiğini anlamaya çalışırlarken bir saplanma sesi daha duyuldu, bu kez ses yakından gelmişti. Kai Han'ın yanındaki asker kafasına saplanan okla birlikte yere yığıldı ve ardından bir ok daha, eğer Kai Han eğilmeseydi şimdi bir kaç karış üzerinden geçen ok ruhunu bedeninden ayırabilirdi.

- Lanet olsun! diye, bağırdı Kai Han " Herkes saklansın!"

Kai Han, Naukra'nın koluna girdi ve çalılığı kendilerine siper ettiler. Arkalarından bir tane daha ok atıldı ve bu ok diğer Bakean askerinin bacağına saplandı, okun acısıyla çığlık atan Bakean bu kez kafasından vurulmaktan kurtulamadı. Bu sırada Kai Han'ın atı Sain ve diğer atlar hiç bir şey olmamış gibi otlanmaya devam ediyorlardı, etraflarında yaşanan hengame pek umurlarında değildi. Derin bir sessizlik çökmüştü her yere, Kai Han dikkatlice okçunun olabileceği yerleri gözlüyordu, bir yandan da kafasında bir plan oluşturmaya çalışıyordu. Naukra'ya döndü ve "Kaç kişi bu Knoha'lı piçler, ellerinden nasıl kurtuldun!" diye sordu.

- İki kişiydiler, sadece biri benim başımda bekliyordu. Arkası dönüktü ve ateşte birşeyler pişiriyordu. Elimdeki ipleri çözdükten sonra sıkı bir tekme geçirip onu ateşe ittim. Hemen kayalığın arkasındaki atlara doğru koştum ama bir anda gökten oklar yağmaya başladı ve kaçarken size rastladım...

- Sağlam bir okçu! Göz açıp kapayana kadar sıradaki oku fırlatıyor, ıskaladığı için şanslısın, dedi ve düşünmeye başladı Kai Han hem Naukra'yı korumalı, hem de oklara hedef olmadan bu adamın işini bitirmeliydi. Kai Han okçu gibi düşünmeye çalıştı ve bir an korkuyla gözleri büyüdü. Okçu durumu lehine çevirmeye çalışacaktı ve bunun ilk adımı Kai Han'ı atsız bırakmaktı. Okçu peş peşe üç ok fırlattı, Kai Han'ın korktuğu gibi bu kez atları hedef almıştı. Üçüncü oku atarken zırhı parlayan okçu yerini belli etmişti ama Sain ve diğer atların yere yığıldığını gören Kai Han, açığa çıkarak Sain'in yanına gitmeyi tercih etti.

Okçu Kai Han'ı görünce tekrar ok atmaya başlamıştı, oklardan biri yine Sain'e saplandığında Kai Han nefret dolu gözlerle karanlığın içinden okçunun olduğu yere baktı ve bir anda ayağa kalkarak tüm gücüyle koşmaya başladı. Bu durum okçunun hoşuna gitmişti:

"Ölümüne doğru koşmaya devam et," diyerek elini sırtındaki sadağa attı ama hiç oku kalmamıştı. Az önceki özgüveni yerini yavaş yavaş korkuya bırakıyordu. Elindeki yayı bırakarak kendi atlarının olduğu yere doğru koşmaya başladı ama atların orada olmadığını fark ettmesi fazla uzun sürmedi. Şimdi tek şansı vardı, kılıcını çekecek ve Kai Han'la kapışacaktı.

Kai Han kısa bir süre sonra adamın karşısına dikilmişti, yüzündeki tebessüm Knoha'lının daha da korkmasına neden oldu. Kai Han ilk hamleyi onun yapmasını bekledi ve beklediği gibi adam koşarak kılıcını savurdu. Kılıcıyla bu atağı karşılayan Kai Han, adama sıkı bir tekme geçirdi ve tökezleyip düşmesini sağladı, elindeki kılıcıda kenara savruldu. Düştüğü yerden kılıcına uzanmaya çalışırken Kai Han bu kez yüzüne sert bir tekme savurdu ve adam sersemleyerek çaresiz bir şekilde sırt üstü yere serildi. Kai Han adamın kolunu çizmesiyle yana doğru açtırdı ve bileğine bastı, "Bir okçunun en önemli silahı yayı değil, elidir." diyerek kılıcını avcunun içine sapladı. Adamın çığlıkları göğe yükselirken, diğer eliyle hala bileğine basan Kai Han'ı ittirmeye çalıştı. Kai Han bu kez hızlı bir hareketle kılıcını savurdu ve Knoha'lının ona uzanan kolunu dirseğinden kesti. Eğildi ve kolundan kanlar fışkıran adamın kulağına:

 - Sana bir iyi bir de kötü haberim var, kötü haber sanırım bundan sonra ok atamıyacaksın, iyi haber öteki tarafta ok atmaya ihtiyacı olmayacak, diye fısıldadı ve sonra kılıcını adamın alnına sapladı.

                                                                            * * * * *

Kai Han için atı bir arkadaş gibiydi, gaddar ve vurdum duymaz bir adam gibi görünüyordu ama şimdi gözünün önünde Sain'in can çekiştiğini görünce gözleri dolmuştu. Naukra uzaktan onu izliyordu, Kai Han yavaşca kılıcını çıkardı ve Sain'in acısına son verdi.

- Kai Han atın için üzgünüm, sana borcumu nasıl öderim bilmiyorum...

Kai Han hiçbir şey söylemedi, sırtındaki yara bu kadar harekete dayanamamış ve açılmıştı. Naukra kanayan yarasını görünce:

- Yaralanmışsın!

- Daha eski bir yara, diyerek elini sırtına attı ve yarayı yokladı, yarası iyi durumda değildi.

- Burada bir kamp kuralım ve biraz yaranla ilgilenelim, diyerek dostça omzuna dokundu Naukra ve çalıçırpı toplamak için yanından uzaklaştı.

Naukra kamp ateşini yaktığında Kai Han elinde bir matarayla gelerek yanına oturdu. Bir yudum aldı ve yüzüne bakmadan matarayı Naukra'ya uzattı:

- Şarap... o saçma sapan Da'lardan değil üstelik gerçek bir şarap...

Naukra gülümsedi ve matarayı aldı. Gerçekten iyi bir şaraptı, tadı insanı alıp üzüm bağlarının olduğu güzel bir kıra götürüyordu. Sadece üzüm değil içinde elma ve böğürtlen tatlarıda gizliydi sanki. Tüm bu tatların ardından insanın başını döndürecek bir keskinliğe sahipti.

- Uzun zamandır böylesini içmemiştim dostum. Belki yaranı şarapla temizleyebiliriz, iyi gelir.

Kai Han pelerinini ve gömleğini çıkarttı. Naukra şarabı yaranın üzerine döktükten sonra kuşağıyla etrafını temizledi ve sardı:

- Birini sırtından bıçaklayacak kadar alçalmamalı hiç bir adam.
- Kadındı...
- Ne? o zaman çok kızdırmış olmalısın...
-  Kadınların işi budur, arkadan bıçaklamayı severler. Ama onlarsız asla olmaz değilmi. Gonetha'da Loretta diye baş belası bir kadın vardı. İki sarhoş bu kadını öldürmem için bana epey bir para teklif etti. Kadının cadı olduğunu söylediler, buna kim inanırki... Kadını rahatça öldürüp paramı alırım diye düşündüm hatta güzel bir kadınsa belki tadına da bakardım ama pek düşündüğüm gibi olmadı, kadın sıkı çıktı. Çok çok sıkı hemde. Bir anda görünmez olup beni iyi bir benzetti, ona savurduğum bıçakları havada durduruyordu. İnanabiliyormusun, kadına hiç bir şey işlemiyordu. Sanırım bir gözcüydü.

Gözcü lafını duyunca, ağzındaki şarap nefes borusuna kaçan Naukra öksürmeye başladı. Şaşırdığını belli etmeden:

- Gözcü'mü, daha önce hiç duymamıştım. Nerde gördüm dedin bu kadını.
- Gonetha'da, surların dışında küçük bir korunun yanında çiftliği var. Deli olduğumu düşünüyorsan git ve kendi gözlerinle gör. Ama kesinlikle tavsiye etmem.

Naukra şüpheci gözlerle Kai Han'ı süzüyordu:
- İlginçmiş, Gözcüler hakkında başka ne biliyorsun.

- Bundan beş altı yıl önce rastladığım yaşlı bir adamın bana anlattıklarını.

- Yaşlı bir adam mı?
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı seabiscuitxx

  • **
  • 60
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kartalın Ruhu (13. Bölüm Eklendi)
« Yanıtla #34 : 26 Mart 2015, 21:40:43 »
"- İki kişiydiler şu okla vurulan, benim başımda beklerken diğeri atları bağlıyordu. Yanımdaki ateşle ilgilenirken tekmeleyip ateşe ittim. İkisinin atları şu büyük kayanın ardındaydı. Sesleri duyunca diğeri geldi beni görmeden arkasından dolaştım, tam atları çözmüştümki peş peşe oklar fırlatmaya başladı. "
Bu paragrafta bir anlam karmaşası var. Anlamak için birkaç kez okudum ama anlayamadım. Düzenlenmeli.

Peş peşe okumadığımız için hikayenin başıyla sonunu kaçırmaya başladım. Akina ortada yok. Hikayenin merkezine Kai Han geçti birden. Tabi ileride hikaye birbirine bağlanacaktır mutlaka.

Bölümde bir sorun göremedim. Bir anda bitti ve merakta bıraktı. Nereye gidiyor bu hikaye bakalım görecez...

Eline sağlık. Kolay gelsin.
Ölüm sadece başlangıçtır.

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Ynt: Kartalın Ruhu (13. Bölüm Eklendi)
« Yanıtla #35 : 27 Mart 2015, 13:18:40 »
Yine her zamanki gibi tek yorum yapan kişi sensin :) çok teşekkürler vakit ayırıp yorum yazdığın için. Bahsettiğin kısmı düzeltmeye çelıştım ve yeni birşeyler yazdım.

Daha öncede söylediğim gibi bu ilk hikayem ve ilk hikaye için çok karışık bir yapıya sahip aslında. Ben sadece genel hatlarını belirledim başı ve sonu belliydi. Yazmaya başladıktan sonra eklenen karakterler hikayeyi apayrı yerlere götürdü. Zaman zaman, kopukluklar birazda bu yüzden oluyor. Ghia'dan bahsederken Kai Han'ın gizemli dünyasına kapıldım bir kaç bölümdür :D

Bir sonraki bölümde Kai Han'la alakalı sonraki bölüm Ghia ve Akina :) okuduğun için tekrar teşekkürler.
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı cankutpotter

  • ****
  • 1233
  • Rom: 14
    • Profili Görüntüle
    • Büyülü Kale, Hayallerinizin adresi.
Ynt: Kartalın Ruhu (13. Bölüm Eklendi)
« Yanıtla #36 : 29 Mart 2015, 14:39:31 »
Selamlar. İki güzel bölüm okudum.

Kai Han'a geçiş çok ani oldu, adam birden bire hikâyenin merkezine oturunca şaşırdım ama olanlar ilginçti. Okçu ve ormandaki kadın olayları en ilginçleriydi, bölümün sonu ise bayağı bir merak uyandırıcı; bakalım neler öğreneceğiz gözcüler hakkında.

Loretta ve bebek benim asıl merak ettiğim iki karakter, bu hikâyedeki rolleri ne olacak acaba, gerçekten çok merak ediyorum.

Ellerine sağlık, devamını merakla bekliyorum. Görüşmek üzere...
İnsan, hayalleriyle vardır.

Çevrimdışı Baal Adramelech

  • *****
  • 1837
  • Rom: 59
  • The Hermit
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kartalın Ruhu (13. Bölüm Eklendi)
« Yanıtla #37 : 29 Mart 2015, 15:00:55 »
Daha öncede söylediğim gibi bu ilk hikayem ve ilk hikaye için çok karışık bir yapıya sahip aslında. Ben sadece genel hatlarını belirledim başı ve sonu belliydi. Yazmaya başladıktan sonra eklenen karakterler hikayeyi apayrı yerlere götürdü. Zaman zaman, kopukluklar birazda bu yüzden oluyor. Ghia'dan bahsederken Kai Han'ın gizemli dünyasına kapıldım bir kaç bölümdür :D

İlk hikayeler (uzun olanlar en azından) biraz dağınık oluyor evet. Fikirler birbirlerini eziyor, birisi diğerinin yerini alıyor falan derken hikayenin çok acayip yerlere gittiğini fark ediyor insan.

Ben sadece son bölümü okuyabildim, birazdan dönüp diğer bölümleri okuyacağım. Bir kaç söylemek istediğim şey var.

İlk olarak, konuşmalar için tırnak mı, çizgi mi kullanmak istiyorsun? Tek satır halinde olunca bile tırnak içine almak veya cümle içinden çıkarıp tek satırda çizgili halde yapmak iyi olur. Gerekli değil elbette şu haliyle de anlaşılır ancak, sanırım, bana biraz o açıdan düzensiz gibi geldi.

Küçük kelime hataları var, "atamıyacaksın", "avcunun" gibi. Ayrıca bir kaç tane de/da, soru eki ve ki ayrımı hatası da gördüm. Ben de kaçırıyorum bu tarz şeyleri, word gibi bir programdan geçirmeniz çok iyi olur o yüzden.

Son olarak da, "Sana bir iyi bir de kötü haberim var, kötü haber sanırım bundan sonra ok atamıyacaksın, iyi haber öteki tarafta ok atmaya ihtiyacı olmayacak" tarzı cümleler olunca, söyleyen adamın vurulmasını bekliyorum ben.

Hikaye hakkında pek yorum yapamıyorum, önceki bölümleri okuduktan sonra yaparım. : )
#rekt

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Ynt: Kartalın Ruhu (13. Bölüm Eklendi)
« Yanıtla #38 : 29 Mart 2015, 15:15:55 »
@cankutpotter gözcülerle ilgili sır sonraki bölümde çözülüyor. Ama Loretta ve Maku hakkında sanırım biraz havada kalacak hikaye, en azından şu anki taslakta öyle.

@Baal Adramelech artık tırnak kullanmaya başlıyacağım sanırım :) bir süredir benimde gözüme çarpan bir durum. Bu hikayeyi öyle ya da böyle tamamlayıp bundan sonra uzun bir süre daha kısa hikayeler yazmayı planlıyorum. Tüm bölümleri okuduktan sonra yorumunu merak ediyorum.
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Bölüm 14: Aven
« Yanıtla #39 : 09 Nisan 2015, 13:25:21 »
Ateşten savrulan parıltılar etrafta uçuşuyor ve alevler dans ediyordu. Karanlığın içinde yüzlerini  ateşin aydınlattığı iki lacivert gölge şaşkın şaşkın birbirine bakıyordu. Konu bir anda açılmış ve Kai Han kendini yıllardır kimseye anlatmadığı şeyleri Naukra'ya anlatırken bulmuştu. Naukra , Kai Han'ın neler anlatacağını merakla bekliyor ama belli etmemeye çalışıyordu. Kai Han mataradaki şaraptan bir yudum daha içti:

"Bu anlatacağım şeyleri daha önce kimseye anlatmadım, biraz garip bir anı çünkü. Sanırım altı yıl önceydi... ya da yedi de olabilir. Tüm paramı Rardorwen'de ki kerhanede aklımı başımdan alan bir fahişe için harcamıştım. Fahişenin adı Nadine'di, güzel Nadine... Gözleri Voria'nın buzullarını eritebilirdi inan bana. Onu ilk gördüğümde böyle bir kadın neden fahişelik yapar diye kendi kendime sormuştum. Ama bu boktan hayat bazen bizi rüzgarının önüne katıp sürüklüyor öyle değilmi? Onunla çok güzel bir gece geçirdiğimi hatırlıyorum , birde ertesi gün kerhaneye yetecek kadar param kalmayınca bir hana girip gözüm açık rüyalar görebilecek kadar sarhoş olduğumu. Aklımdan onu çıkaramıyordum ve bir anda olan oldu. Handan fırlayıp kerhaneye daldım, beni engellemeye çalıştılar ama durduramadılar ve Nadine'in olduğu odaya girdim. Gördüğüm şey beni şaşırtmamıştı. Bir şövalye Nadine'in üzerindeydi. Adamın bağırsaklarını deşmem çok fazla vaktimi almadı, cesedini pencereden sokağa savurmam da... Nadine korkudan tir tir titriyordu. Onu kolundan tuttuğum gibi sırtıma vurdum ve önüme çıkan bir kaç zibidiyi de öbür tarafa gönderdim. Sevdiğim kadınla başka bir şehirde güzel bir hayat yaşayabilirim diye düşünüyordum o an, bir kafa avcısı ve fahişe. İyi bir çift olabilirdik... Ta ki Nadine elimden kurtulup beni kendi bıçaklarımdan biriyle sırtımdan bıçaklayana kadar, olduğum yerde kalakalmıştım. Koşarak sokağa çıktım ama şövalyenin cesedinin başına toplanan arkadaşları beni fark etmişlerdi. Tekrar kerhaneden içeriye girip, üst kattaki odalardan birinin penceresinden kendimi çatıya attım. Çatılarda dolaşıp bir şekilde izimi kaybettirmeyi umuyordum ama öküz gibi içmiştim, daha ilk çatıya atlarken yere serildim. Arka sokaklarda  hızlıca koşarak gizlenmeye çalıştım ama ensemdeydiler. Evlerin kuzeyindeki tekin olmayan ormana girmeyi bir şekilde başarmıştım. Sık ormana atlarıyla giremeyeceklerini biliyor ve izimi kaybettirmeyi umuyordum ama adamlar atlarından daha iyi koşuyordu doğrusu. O üzerlerindeki zırhlarla nasıl koştuklarını görmeliydin.

Arkama bakıp sürekli ne kadar yaklaştıklarını görmeye çalışıyordum. Zırhlarından çıkan sesler çok yakından geliyordu. O anda olanca hızımla bir ağaca çarptım ve yere yığıldım. Beni yakalamışlardı karşımdaki piç kaçmamı engellemek için ayağıma hedef alarak bir ok fırlattı ama ok bana saplanmadan havada asılı kaldı, sonrada yere düştü. Bu da yetmezmiş gibi bir anda etrafımı şeffaf mavi bir kubbenin sardığını farkettim. Şövalyelerin hareketlerinden bu mavi kubbe yüzünden beni göremediklerini anlamıştım. Bu bir mucizeydi kesinlikle ama Tanrının beni bu kadar sevmesi için ne yapmış olabilirdim? İlk önce bu durum bana eğlenceli gelmişti ama ne ile karşı karşıya olduğumu bilmiyordum ve korkmaya başlamıştım. Etrafımdaki mavi kubbe bir anda yok olduğunda ağaçların arasından elinde asasıyla yaşlı bir adam belirdi. "Korkma, benden sana zarar gelmez." diyerek yanıma yaklaştı. Uzun sakallı yaşlı bir adamdı, üzerinde kirli bir pelerin ve ayaklarında şimdiye kadar görmediğim türden garip bir çizme vardı. Pelerininin içinden mavi bir ışık yayılıyordu. Yaralı olduğumu söyleyip bana yardım etmesini istedim, o günlerde zehirli bıçaklar taşıyordum ve kimsenin o bıçaklarla beni bıçaklayabileceğini düşünmemiştim doğrusu. Zehir yavaş yavaş vücuduma yayılıyor ve hareketsizleşiyordum.

Yaşlı adam pelerininin içinden mavi ışık yayan o şeyi çıkartı, küçük metal bir küreydi bu. Küreyi bana doğru tutarak parmaklarıyla bir kaç yerine dokundu ve küre şekil değiştirerek bir küpe dönüştü. Küpün üzerindeki mavi ışıklar daha da genişleyerek üzerimde dolaşmaya başladılar. "Hemen icabına bakmalıyız bu zehirin, yoksa bütün vücuduna yayılacak.", dedi yaşlı adam ve hızlı bir şekilde koluma girip beni yerden kaldırdı. Ormanın içine doğru bir süre yürüdükten sonra durduk ve yaşlı adam pelerinin içinden tekrar o gizemli küreyi çıkarıp havaya kaldırdı, bir anda karşımızdaki orman görüntüsü yok oldu ve metal bir kapı belirdi. Kapı yaşlı adamı tanımış gibi kendiliğinden açıldı. İçerisi daha da garipti, şimdiye kadar gördüğüm hiç bir şeye benzemeyen eşyalarla donatılmış bir odaydı. Beni hemen yatağa yatırdı, daha doğrusu yatağa benziyordu ama daha garip birşeydi yüzü koyun uzanmamı istedi ve tekrar mavi ışıklar etrafı kapladı. Ama ışıklar bu kez küreden değil yatağın üzerinde kendiliğinden hareket eden başka birşeyden yayılıyordu. Etrafımdaki herşey büyülü gibiydi. Sıradan büyücülük işleri değillerdi ama, bu adam istediği anda Sampra'ya gidip Bake'yi tahtından edebilecek kadar mucize sahibiydi. Bir anda yaranın olduğu yerde bir sıcaklık hissettiğimi ve hemen arkasından yaşlı adamın yarama bir iksir püskürttüğünü hatırlıyorum,püskürtüğü bu iksir o kadar soğuktuki kışın yağan kar, bunun yanında ateşten saçılan korlar gibi kalırdı. Elimi sırtıma atıp yaradan eser kalmadığını fark ettiğimde, sadece şaşkın gözlerle yaşlı adama baktığımı hatırlıyorum. O ise sakince "Şimdi biraz uyu ve dinlen." dedi."

Naukra, Kai Han'ın elindeki matarayı aldı ve bitirene kadar kafasına dikledi. "Bu büyücüyle nerde karşılaştım demiştin." diye sordu.

"Rardorwen'in kuzeyindeki izbe ormanda... Herneyse, ertesi gün hava kararınca gözlerimi açtım. Epey uyumuştum. Gözlerim yaşlı adamı aradı, biraz bakındıktan sonra dışarıya çıktım ve  gökyüzünü izlerken buldum onu. Beni fark edince "Yıllardır beni bulmalarını bekledim, gelsinler ve beni tekrar Aven'in yeşil vadilerine götürsünler diye bekledim. Ama ömrümü Gaea'nın anlamsız topraklarında heba ettim."  diyerek hayıflandı. Neden bahsettiğini bilmiyordum ve bahsettiği yerler hakkında hiçbir fikrim yoktu. Yeryüzünün her yerini karış karış bilen biriydim ama bu isimlere aşina değildim. Gaea'nın nerede olduğunu merak ettiğimi söyleyince; "Çok fazla yaşadım,  düşündüğünden çok daha fazla ve çok değişik yerler görme fırsatım oldu. Gaea'da bunlardan biriydi... Ama şimdi dönüp baktığımda pişmanlık duyduğumu fark ettim. Kendim için yaşamadığımı fark ettim. Gaea neresi öyle mi? Gaea üzerinde yaşadığın bu toprağın, yeryüzünün benim memleketim Aven'de ki ismidir. Aven'in nerede olduğunu bilmek istersen de kafanı kaldırıp yıldızlara bakman gerekir. Çünkü gökyüzünde gördüğün her bir parıltı, her bir yıldız keşfedilmeyi bekleyen yeni bir dünyadır. Tıpkı üzerinde yaşadığın bu yer gibi,"  dediğinde artık bir deliyle karşı karşıya olduğumu düşünmeye başlamıştım, bu adam aklını yitirmeye başlamış yaşlı bir büyücü olmalıydı. Anlatmaya devam etti. "Anlattıklarımı anlayabildiğinden çok emin değilim ve bunları sana niye anlattığımı da bilmiyorum ama anlatmaya devam edeceğim. Bunları anlatmalıyım çünkü bu gördüğün tüm büyülü aletler ve mucizeler çok yakında işe yaramaz bir hale gelecek. Burada gördüğün herşey enerji denilen bir sihire ihtiyaç duyar ve bu sihirden çok az kaldı. Enerji olmayınca artık evime dönme şansım kalmayacak ve yeni gözcülerin gelmesi de onlarca yıl sürebilir."

Demek yıldızlardan geldin yaşlı adam ve geri dönmek istiyorsun ama dönemiyorsun, belkide İo gibi cennetten kovulmuşsundur sende, ne dersin? diye alay ettim. "İo ile aynı yerden geldiğim doğru ama o yerin cennet mi cehennem mi olduğuna siz karar vermelisiniz. Yeryüzü bir ateş topundan farksızken benim atalarım geldiler ve yaşamın ilk tohumlarını ektiler. Çünkü İo gibi insanların Aven'de yaşamasını istemiyorlardı onlara yeni bir dünya tasarladılar. İo cennetten değil Aven'den sürgün edildi. Şeytana karşı geldiğinden dolayı değil üstelik, sevgilisi Are'nin kocasını öldürdüğü için sürgün edildi." diyerek bana cevap verdi.                                                                               

Bildiğim herşeyi unutup senin safsatalarına inanacak değilim. Madem dünya bir sürgün yeri sen ne suç işledin diye sorunca, "Buraya gelmek için sadece suçlu olmak gerekmiyor, benim görevim İo'nun torunlarının neler yaptığını öğrenmekti sadece. Gördüklerim beni şaşırtmadı aslında, birbirinizi öldürme içgüsüsüyle doğuyorsunuz. Hep daha fazlasına sahip olmak ve istediğinizi elde etmek için yaşıyorsunuz ve içinizdeki boşluğu asla dolduramıyacaksınız. Eğer geri dönebilseydim eminim buraya başka gözcü göndermeye tenezül etmezlerdi." O tüm bunları anlatırken yavaşca bıçağımı çıkarttım ve gırtlağına sapladım. Yaşlı adam ölürke..."

Kai Han konuşmasını yarıda kesmiş havada asılı duran bıçağa bakıyordu. Bu sırada yerdeki pelerininin cebinden kendiliğinden bir kaç bıçağın daha çıktığını gördü. Bıçaklar kendi başlarına yerden yükselip havada asılı bir şekilde duruyorlardı. Naukra ani bir hareketle Kai Han'ın kollarını yakalayıp arkaya kırdı ve "Demek benim gezegenimden birini öldürdün seni ahmak."diyerek zihniyle hareket ettirdiği bıçakların Kai Han'a saplanmasını sağladı. Kai Han yere yığılırken son nefesinde gökyüzündeki yıldızlara baktı, gece yolunu bulmak için kullandığı Mauro yıldızına ve kutsal Are yıldızlarına. Küçük ateş parıltılarından farkları yoktu. Gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu, son gücüyle "Her bir parıltı, her bir yıldız keşfedilmeyi bekleyen yeni bir dünya. Tıpkı üzerinde yaşadığım bu yer gibi..." dedi ve dünyadan bir kafa avcısı eksildi.
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı seabiscuitxx

  • **
  • 60
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kartalın Ruhu (14. Bölüm Eklendi)
« Yanıtla #40 : 09 Nisan 2015, 18:05:58 »
Detayları çok beğendim. Hikaye güzel bağlandı. Mavi kubbe beni heyecanlandırdı. Ayrıca kurduğun dünyanın nasıl var olduğu hakkında ipuçları verilmiş. Belli ki çok farklı karakterlerle donatılmış. Oldukça kalite uyandırıyor. Sonu şok edici olmuş. Tam da karaktere alışmışken.

Şunu belirtmem lazım. Başladığın bölümlerle son beş-altı bölüm arasında bağ kurulmuyor yani iki farklı hikaye var gibi. Buna bir çözüm bulmalısın. Ghia nın ismini hatırlamak için geriye dönmek zorunda kaldım. Kai-Han fazlaca öne çıktı.

Her şey güzel özellikle anlatım ama kurguda problem var. Eline sağlık.
Ölüm sadece başlangıçtır.

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Ynt: Kartalın Ruhu (14. Bölüm Eklendi)
« Yanıtla #41 : 10 Nisan 2015, 18:08:46 »
Yorumun için teşekkürler,

Aslında bitmiş bir hikaye olmadığı için ve bölümleri peş peşe okuyamadığınız için biraz da kopukluk oluyor. Ama kurgu olarak çok eli yüzü düzgün bir iş olmadığının farkındayım. Bir daha böyle parça parça uzun soluklu bir hikaye yazmayı düşünmüyorum, çünkü müdahale etme şansın kalmıyor yazdığın bölümlere. Hikaye yazdıkça şekilleniyor ve son bölümü yazarken bile ilk bölüme müdahale etmek isteyebiliyoruz.
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı cankutpotter

  • ****
  • 1233
  • Rom: 14
    • Profili Görüntüle
    • Büyülü Kale, Hayallerinizin adresi.
Ynt: Kartalın Ruhu (14. Bölüm Eklendi)
« Yanıtla #42 : 12 Nisan 2015, 00:26:49 »
İlk kez uzun soluklu bir HP kurgusu yazdığım zaman, aynı şeyler olmuştu. Fikirler birbiriin üzerine çıkmıştı, başta söylediğim şeylerle sonda söylediklerim uyuşmuyordu. Bu tür mantıksal hatalar uzun soluklu kurgu yazdıkça oturuyor, kurguya neyi koyacağını daha rahat belirliyorsun.

Hikâye çok güzel gidiyor, son kısımsa tam bir ters köşe olmuş. Bunu beklemiyordum. Ama yukarıda da söylendiği gibi, kurguda bir kopukluk var gibi duruyor; ama birkaç bölümle bunları bağlayabilirsin bence. Ellerine sağlık, devamını merakla bekliyorum, görüşmek üzere.
İnsan, hayalleriyle vardır.

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Ynt: Kartalın Ruhu (14. Bölüm Eklendi)
« Yanıtla #43 : 12 Nisan 2015, 01:00:04 »
Bu hikayede birbiriyle uyuşmayan bir durumdan ziyade bazı güme giden ayrıntılar ve gereksiz bölümler söz konusu. Bunun nedeni de tek bir karakter üzerinden ilerlemememden kaynaklı, bildiğin dizi mantığında ama her bölümde tek olaya odaklı bir anlatımla uzun soluklu bir hikaye yazmak çok zor gerçekten. En kötüsü dediğim gibi sonradan aklına gelen bir şeyi ekliyemiyorsun bu şekilde.

Yorumun için çok teşekkürler.
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...

Çevrimdışı zaujas

  • **
  • 204
  • Rom: 3
  • "Gölgesiz Bulut"
    • Profili Görüntüle
    • Kenan Demir Blog
Bölüm 15: Üçüncü Göz
« Yanıtla #44 : 23 Nisan 2015, 00:08:15 »
Ne güzel bir kahvalltı diye düşündü Ghia, Loretta'nın çiftliğinin bahçesinde kurulu masada sadece kuş sütü eksikti. Gonetha'nın meşhur pastırmaları, Loretta'nın özenle hazırladığı peynirler ve kırlardaki nadide çiçeklerin özünden altın renginde bir kase bal. Loretta, Ghia'nın fincanına rezene çayı doldururken, küçük Maku'da elindeki kaşıkla oynayıp sevimli sesler çıkarıyordu. "Lore, bu masadaki en lezzetli şeyin sen olduğunun farkındasın değil mi?", diyerek elindeki küçük kır çiçeğini Loretta'ya uzattı Ghia. Loretta hin bir tebessümle dönerek, her zamanki sivri dilliliğiyle cevap verdi "Peki sen bu masadaki en büyük yalancının kim olduğunu biliyormusun?"

Ghia çayından bir yudum aldı ve önlerinde uzanan yeşil vadiye şöyle bir baktı. Ne kadar büyük aptallıktı bu güzellikleri terk edip gitmek. Mavi gökyüzündeki dev beyaz bulutlar yavaşca süzülüyor, sığırcık kuşları sabahı ve güneşin doğuşunu selamlıyor ve şu havada uçuşan kaşıklar... "Nee?! kaşığı sende gördünmü Lore!"

Loretta için sanki bu sıradan bir durumdu, sakince yerinden kalktı ve kaşığı alarak tekrar Maku'nun eline tutuşturdu. " Sana kaç kere dedim bir şeyleri ulu orta böyle uçurmamalısın Maku!"

Ghia oturduğu yerden kalktı ve şaşkınlıkla Maku'nun başucuna gitti. Maku sevimli bir şekilde gülümsüyorken elindeki kaşığı tekrar uçurmaya başladı ve Ghia'ya dönerek "Bu kadar erken gitmeseydin olmazmıydı yaşlı adam", dedi. Ghia ikinci kez şaşırmıştı, Maku daha dört beş aylık bir bebekti nasıl konuşabilirdi? Loretta, Ghia'ya döndü ve "Sanki kaşıkları uçurması çok normal değil mi?" diyerek tekrar havadaki kaşığı aldı ve sakince masaya bıraktı. Ghia, Loretta'nın haklı olduğunu düşünerek gülümsedi ve sandalyesine oturdu ama bu kezde kuşağındaki altın kesesinin hareket ettiğini hissetmişti; "Seni küçük hırsız şimdide altınlarımı mı yürütüyorsun..", derken Akina'nın tiz çığlığıyla uyandı.

Ghia'nın her şeyin rüya olduğunu anlaması çok uzun sürmedi, ama gerçektende altın kesesi çalınmıştı. Bir hırsız elinde Ghia'nın altın kesesiyle hızla ormana doğru koşarken, Ghia yanından geçen şeyin sadece rüzgarını hissetti, yıldırım gibi bir anda ortaya çıkan Akina ağaçların arasından seri kanat hareketleriyle sıyrılıp bir anda hırsızın karşısına çıktı. Akina'nın pençelerinden kendini sakınmaya çalışan hırsız, altın kesesini düşürüp çaresizce ormanın derinliklerine doğru koşarak gözden kayboldu. Avını yakalamış gibi, kesenin üzerine tüneyen Akina, heybetli bir şekilde kanatlarını açtı ve keskin bir zafer çığlığı attı. Ghia, Akina gibi bir kartalı olduğu için ne kadar şanslı olduğunu düşünüyordu tıpkı şimdi onları izleyen ve birlikte Sampra'ya gitmekte olduğu kafiledeki diğer askerler ve madenciler gibi.

Ghia Sampra'ya doğru yola çıkan kafileye katılmıştı ama Galomalin'de kafileden ayrılarak eski dostu demirci ustası Dalare'yi görmek istiyordu. Aklında Letha'da ki madende bulduğu altını bir sarrafa satarak demirci dostuna güzel bir hediye almak vardı. Sonrasında Tapınaklar Çölüne gidip eski günlerdeki gibi bir süre şamanlarla yaşamak istiyordu. Tüm bu savaşlardan ve ölümlerden sıkılmıştı. Şöyle bir dönüp baktığında kendini huzurlu hissetiği tek yer Çöl'dü ve her ne kadar şimdi kendine itiraf etmesede Loretta'nın yanında da o huzuru hissetmişti.

On beş yıl kadar önce Loretta genç bir kadınken tanışmışlardı. Ghia matarasına dereden su doldururken Loretta'yı görmüş ve o an afallayarak dereye düşmüştü. Loretta'nın mucizevi bir güzelliği yoktu ama çirkin bir kadın da değildi. Yüzüne bakan herkes asil bir kadın olduğunu rahatlıkla anlayabilirdi, düzgün bir fiziğe sahipti. Loretta, Ghia'nın şaşkın hallerini görünce onu sempatik bulmuş ve sıcak davranmıştı. Birlikte uzun orman yürüyüşlerine çıkıyor ve sohbet etmekten keyif alıyorlardı. Bir süre sonra aşkları tutkulu bir hal aldı ve Ghia bugüne kadar hiç bilmediği duyguları ve deneyimleri Loretta ile keşfetti. Artık ondan bir çocuğu olsun istiyor ve bebekleriyle birlikte mutlu bir aile olabilecekleri küçük bir dünya hayal ediyordu. Ta ki bir süre sonra gizemli ve karanlık adamların Loretta ile konuştuklarını görene kadar. Ghia bu durumu açıklığa kavuşturmak için bir ispinoz kuşunun bedenine girmiş ve ormanda onları takip etmişti. Adamların kıyafetleri alışılmışın dışındaydı ve üzerlerinden parlak mavi ışıklar yayılıyordu. Loretta'ya Aeron diye sesleniyorlar ve ona Ghia'nın anlamadığı şeylerden bahsediyorlardı. Ghia sonrasında gördüklerini Loretta'ya anlatıp ondan bir açıklama beklemiş ama Loretta olanları kabul ettiği halde ona olan biteni anlatmamıştı. Sevdiği kadının ondan birşeyler saklaması hoşuna gitmemişti, hayal kırıklığıyla çıktığı uzun bir yolculuğun sonunda Ghia kendini Tapınaklar Çölü'nde şamanlarla birlikte Zalvia iksiri içerken bulmuştu. Ghia Yedi yıl sonra tesadüfen Loretta'nın Gonetha'da yaşadığını öğrenince, kırgınlığını bir kenara bırakıp kolundaki kartalı Akina ile Loretta'nın karşısına çıkmış ve ne olduğun ya da geçmişin umrumda değil seni seviyorum demişti. Loretta'da tekrar kavuşmanın verdiği heyecanla ona herşeyi anlatmıştı. Evet, gerçek ismi Aeron'du ve dahasıda vardı o başka bir dünyadan, Aven'den buraya gelmişti. Ama artık adı Loretta'ydı ve Gaea evi olmuştu. Ghia ufku geniş bir adamdı, yıldızlar hakkında şaman Dae'den çok şey öğrenmişti. Loretta'nın anlattıklarını  tam manasıyla idrak edememişti ama ona inanıyordu. Bu kez ikiside mutlu aile hayalleri kuruyordu ama Loretta, Ghia'da ki değişimi görüyordu. Çöle gittikten sonra dünya'ya bakış açısı değişmişti Ghia'nın. Bir kulübede yaşamak, bağ bahçe işleriyle uğraşmak ona göre değildi. Bunlara sevdiği kadın için bile katlanamayacak bir ruh hali vardı artık. Bir gece dağlar ve nehirlerin sesine kulak verip ansızın ortadan kaybolu vermişti ta ki sekiz yıl sonra kucağında Maku ile çıkıp gelene kadar.

                                                                        * * * * *

Kafile Bakean askerleri tarafından sıkı bir şekilde korunuyordu. Arabalarda sadece mavi kristaller yüklüydü ve Ghia hiç bir değeri ya da kullanım alanı olmayan bu taşlara neden bu kadar önem verildiğini anlayamıyordu. Kuzeyliler için bu taşlar kutsaldı ama Bakean'ların inancında böyle bir şey yoktu. Ghia bir süre sonra bunları düşünmektense saman yüklü bir arabanın arkasında güneşin tadını çıkarmayı tercih etti ama zihni doluydu. Bu kez gördüğü rüya vardı aklında. Rüyasında da olsa Loretta ve Maku'yu görmek onu mutlu etmişti ama rüyanın tüm bu güzel atmosferinin ardında gizemli ve karanlık bir şeyler gizliydi sanki.

"Güzel yer bulmuşsun kendine Ghia.", diyerek gülümsedi Odaren ve ekledi " Omuzun nasıl hala ağırıyormu?" Ghia, Odaren'in de kafilede olduğunu bilmiyordu ve onu görmekten mutlu olmuştu. Odaren temiz yürekli ve iyi bir insandı, en azından savaş sonrasında bir arada oldukları kısa sürede onu bu şekilde tanımıştı. "İksir iyi gelmişti Odaren ama sonrasında hep canımı yakan bir sızı oldu. Burada biraz yatınca daha iyi hissettim kendimi, birde şu otlar sırtımı kaşındırmasa. Bu arada seni gördüğüme sevindim Odaren, tanıdık bir yüz her zaman iyidir.", diyerek elinden tuttu ve arabaya çıkmasına yardım etti. Bu hareketin etkisiyle omuzundan keskin bir ağrı yayıldı vücuduna.

"Birazdan mola vereceğiz, neredeyse Sharmena'ya geldik sayılır." dedikten sonra kendini saman yığınlarının üzerine bıraktı Odaren. "Bulutlar bu dünyada ki en güzel şeyler bana kalırsa, küçükken onların pamuk olduğunu sanıyordum... gerçi bana hala pamuk gibi geliyorlar ya!" diyerek gülümsedi. Güneşli gökyüzü ve bulutları izlerken arada sırada yola kadar uzanan ağaç dalları görüş alanına giriyor ve gözlerini kapatınca, karanlığın içinde turuncu, kırmızı lekeler dans ediyordu.

Öğle saatlerinde Sharmena'ya varan kafile, mola vermek için uygun bir yerde durdu. Burda bir han ve ormanlık bir alan vardı. Yolun ilerleyen kısımlarında böyle ağaçlık yerler çok nadirdi ve bu yüzden herkes bu molayı iyi değerlendirmek istiyordu. Sampra, Tapınaklar Çölü'nün kuzeyinde çorak bir bölgede kurulu olduğu için genelde kum ve güneş diyarı diye anılırdı.

Handaki tüm masalar dolmuş ve Bakean askerleri su gibi şarap içiyordu. Hanın sahibi Jasle adında koyu bir Bakean'dı. Jasle kendi elleriyle tüm askerlere tek bir gümüş bile kabul etmeden şarap dağıtıyor ve uygun fiyata et satıyordu. Ghia ile Odaren'de boş bir masa bulup oturmak ve etin tadını çıkarmak istiyorlardı. Etraflarına biraz bakındıktan sonra, şarap fıçısından devşirme bir masa buldular ama Odaren oturmadı;

"Ghia sen otur ben iki maşrapa şarap alıp hemen geliyorum yaşlı Jesla'yı yormuyalım değil mi?" diyerek bir anda hızlıca kalabalığın arasında gözden kayboldu, biraz sonra elinde iki maşrapa ve pastırmayla geri döndü. Maşrapaları tokuşturduktan sonra tam içmeye başlamışlardı ki, birisi Ghia'nın elindeki  maşrapayı alıp yere fırlattı:

"Bu şarap inançsız şamanlar için değil seni adi adam, çabuk bu hanı terket!" diyerek hiddetle parladı Jesla.

Odaren ve Ghia ne yapacaklarını şaşırmış şekilde Jesla'ya bakarlarken, handaki herkeste susmuş onlara bakıyordu. Odaren cesaretini toplayarak ayağa kalktı:

"Şarabı esirgediğin bu adam Letha'da Knoha'lılara karşı savaşmış bir gezgindir. Omzundaki yara senin gibi burda gelip geçene sataştığı için değil, tek başına Knoha süvarilerine kafa tutan bir savaşçı olduğu için var!"

"İsterse babam olsun, bu handa ışık yolunda olmayan hiç kimse tek bir yudum şarap içemez!"

Ghia mahcup bir şekilde kıpkırmızı olmuş ve ne yapacağını bilmiyordu, Odaren'in söylediklerinde haklılık payı vardı elbette ama biraz da abartmıştı doğrusu. Ama Ghia hiç bir zaman münakaşayı sevmemişti:

"Rahatsızlık verdiysem kusuruma bakmayın..." diyerek yavaşca ayağa kalktı ve hanın kapısına yöneldi. Odaren o an Jesla'nın yüzüne sıkı bir yumruk geçirmemek için kendini zor tuttu ve o da Ghia'nın peşinden gitti.

"Neden Sharmena'ya Bakean ocağı dediklerini şimdi anladım sanırım... Kusura bakma Ghia.. Bir şey de yiyemedik şu gerzek Jesla yüzünden!"

Ghia, "Bu ormana pek aşina değilim, burda ne çıkar karşımıza bilmiyorum ama en kötü bir kaç bıldırcın denk gelir belki, istersen ava çıkabiliriz sonra bir ateş yakıp yakaladıklarımızı pişiririz.", diyerek Odaren'e ava çıkmayı teklif etti.

"Bıldırcın mı? Bıldırcını boşver, bu civarda Rok denilen bir tavşan cinsi vardır, eğer onlardan yakalayabilirsek harika olur. Eminim hayatında böyle bir et yememişsindir. Üstelik kuyruğu şans getirir derler..." diyerek hemen hazırlanmaya başladı. Akina'yla ava çıkma fikri hoşuna gitmişti Odaren'in ama Akina ortalarda yoktu.

"Hay aksi nerde bu kartal?"diyerek Odaren'i meraklandırmaya çalışan Ghia meşhur ıslığını çaldı ve Akina'da bir çığlık atarak karşılık verdi. Ve kısa bir süre sonra havada süzülüp Ghia'nın uzattığı koluna konmuştu bile.

"Bunun yavrusu felan yokmu Ghia, muhteşem bir yaratık." dedi ve kanatlarına dokunmak için elini uzattı Odaren, tam bu sırada Akina aniden dönüp keskin gözleriyle bakınca, Odaren'in eli havada kaldı ve hiç bir şey olmamış gibi davranmaya çalışarak elini yavaşca indirdi.

"Karşındaki kedi değil Odaren, dikkat et!"

                                                                        * * * * *

Orman genelde kızılağaçlardan oluşan ve yer yer meşe ağaçlarının yaşadığı verimsiz bir yerdi. Ağaçlar solgun ve hastalıklı görünüyordu. Zemindeki dikenler tavşanların çok sevdiği şeyler değildi ve bunu Ghia iyi biliyordu:

"Burada tavşan olduğuna emin misin Odaren! Tavşanlar bu tarz yerleri pek sevmezler..."

"Şey... biraz daha ilerde daha uygun yerler var diye biliyorum ama tabi bu yıllar önceydi belki herşey değişmişte olabilir ama yinede bir bakmak lazım...", diyerek ittiyatla cevap verdi Odaren.

"Eğer tavşan bulamazsak Akina'yı doyurmak için birşeyler bulman gerekebilir!"

"Sabırlı ol Ghia, biraz daha ilerlemeliyiz ve bu kadar çok konuşursan ta Letha'daki köstebekler bile sesinden ürkebilir."

Etrafta yanlızca rüzgarın hareketlendirdiği ağaç dallarının ve ayaklarının altında ezilen bir önceki yılın yapraklarının sesi işitiliyordu. Yerde çok fazla yaprak vardı ve etrafta herhangi bir canlıya ait iz yoktu. Ormanın ilerisinde bir açıklık var gibiydi, tam oraya yöneldiklerinde çirkin sesiyle yanlarından hızlıca bir kuzgun geçti.

"Burası çok tekin bir yere benzemiyor Odaren, etraftada tek bir kuzgundan başka bir şey yok!" dedi Ghia ama yürümeye devam ediyorlardı. Bu sırada kuru yaprakların arasında farklı bir şey gördü Ghia. Ayağının ucuyla yaprakları üzerinden attığında bu şeyin bir et parçası olduğunu anladı. Bu andan itibaren keskin bir leş kokusu almaya başladı her ikiside. Ağaçların ilersinde yerde bir ceset olduğunu görünce hızla cesetin yanına koştular. Bağırsakları parçalanıp, gözleri çıkartılmış bir kadın cesediydi bu. Kadın yakın bir zamanda ölmemişti ama vücudu da çok fazla çürümemişti. Alnına üçüncü bir göz çizilmiş ve etrafına ışık hareleri yapılmaya çalışılmıştı.

Odaren dehşet dolu gözlerle Ghia'ya döndü ve "Bu kadını Bakeanlar mı öldürmüş?" diye sordu.
Ghia sadece kafasını evet anlamında salladıktan sonra eliyle ormanın ilerisindeki açıklığı gösterdi.
Halka şeklinde dizilmiş kazıklara bağlı bir düzine insan cesedi vardı ve ortadaki cesedin boynuna bir yazı asılmıştı; "Karanlığı aydınlatan ışığı görmeyen gözler!"

Tüm cesetlerin gözleri çıkartılıp burda ölüme terk edilmişlerdi ve hepsinin alnına üçüncü bir göz kazınmıştı. Vase Bake'nin karanlığın içinde görmeyi sağlayan üçüncü gözü; Bakeanların arması.  
Söz sessizlikte, ışık karanlıkta...