Kayıt Ol

Yaşlı Upirin Başına Gelenler

Çevrimdışı

  • ***
  • 581
  • Rom: 47
  • Hayvan Yemeyelim!
    • Profili Görüntüle
    • http://bulentozgun.blogspot.com/
Yaşlı Upirin Başına Gelenler
« : 10 Ağustos 2014, 23:19:19 »
Yaşlı Upirin Başına Gelenler
1

Kadın sıvıyı bardağa doldurdu, iki parmak kadar. Üzerine de su ekledi. Adam üzgün üzgün kadına baktı.
“Az mı kaldı hanım?”
“Bir hafta ancak idare eder. O yüzden sulu içmemiz lazım.”
“Haftaya yine ava çıkarım öyleyse. Kış geldi gerçi. Domuz da kalmadı dağlarda. Ne yapacağım bilmiyorum?”
“Dert etme,” dedi kadın. “elbet bir çaresi bulunur.”

Adam tabakları masaya yerleştirmek için ayağa kalkarken kadın da yavaş yavaş mutfağa yürüdü. İyice yaşlanmıştı. Yaşını kendi de bilmiyordu. Uzun zaman önce bırakmıştı hesaplamayı. Gözleri çökmüş, sırtı bükülmüştü. Titremeden, lafını unutmadan konuştuğu bir an yoktu artık.

Adam kadından da yaşlıydı; ama zihni hala açıktı. Yakın tarihe dair hatıraları zayıf olsa da iki bin sene evvelki olayları, onun için önemli sayılan bazı anları çok net hatırlıyordu. Tanıdığı herkese bunları anlatıyordu. Bu hatıralar köylülerin ilgisini çok çekiyordu ama defalarca anlatılınca tadı kaçıyordu.

Kadın yemeği masanın üzerine koydu. Köy kasabından aldıkları koyun etinin kalan son parçasını pişirmişti. Tabi buna pişirmek denirse. Adam yüzünü buruşturarak söylendi.
“Hanım bu ne yahu? Hiç pişirmemişsin.”
“Ne yapayım, az pişirirsem kanı çekilmez diye düşündüm, aç idare ederiz ama susuzluk çok zor.”
“Haklısın. Otur bakalım. Sabah ola hayrola. Yarın dolaşırım dağları. İzlere bakarım. Olmadı, tavşan falan bulurum. Küçük müçük ama kanı boldur. Bir süre idare ederiz.”
“Muhtar duyarsa?”
“Gider konuşurum, izah ederim durumu. Ben de onu domuzlardan kurtarıyorum. Yeri geliyor ayı bile avlıyorum.”

Adam bıçağıyla kestiği et parçasına çatalı batırıyordu ki kapı gümbürtüyle çalmaya başladı. Kapının ardından muhtarın kızgın ve çaresiz sesi duyuluyordu.
“Tepeş efendi! Aç hele! Aç çabuk!”
Tepeş’in ihtiyar gözleri irileşti, yaşlı kalbi gençliğindeki gibi atmaya başladı. Kadın, kocasına baktı. Korkuyordu. Tepeş kadına bakıp gözlerini yumdu. Bir kaç saniye sonra kalkıp kapıya doğru yürüdü. Dövülen kapı, titriyor, inliyordu.
“Açıyorum, tamam, vurmayın artık!”

Kapıyı açtı. Karşısında ağızlarından kızgın buharlar çıkan yaklaşık on beş adam vardı. Hepsi de sinirli sinirli söyleniyordu. Ne dedikleri anlaşılmıyordu. Ellerindeki tüfekleri, satırları, bıçakları sıkı sıkı tutuyor, sabırsızlıkla muhtara bakıyorlardı. Köylülerden birinin, Ali Nail’in, elinde sallanan gaz lambası diğerlerinin yüzünde bir belirip bir kaybolan gölgeler yaratıyordu. Muhtar başladı söze.
“Tepeş efendi, yeminini unuttun sen galiba, anlaşmayı bozdun, cana kıydın, kim verecek bunun hesabını, o sabinin anasının babasının kim dindirecek gözünün yaşını, duramadın değil mi, duramadın, bizde suç sana güvendik, senin gibi melun bir mahluka yer verdik, ev verdik, yiyecek verdik…”

Tepeş gözlerini irileştirdi, gözlerinin rengi kahverengiden kızıla döndü. Kan gözlerine yürümüştü. Muhtar ürktü ve lafı ağzında dondu kaldı.
“Muhtar, sakin ol. Ne oldu hele sen bir anlat. Nedir bu şamatanın sebebi? Ne olup bittiğini anlatmadan bunca adamı toplayıp neyin derdine buraya geldiniz?”
“Bilmezmiş gibi konuşma Tepeş efendi, yediğin haltı bilmezmiş gibi, hamuruna karışmış laneti bilmezmiş gibi konuşma!”

Tepeş’in eşi lafa karıştı.
“Bunca yıldır sizinle birlikte yaşıyoruz, ne zararımızı gördünüz? Yaratılışımızı bile bile kabul ettiniz bizi köye, ne diye şimdi yüzümüze vuruyorsunuz şimdi? Biz mi istedik bunu, Allah’ın takdirine kim ne diyebilir? Ne oldu, anlat artık muhtar? Neden bu kadar öfkelisiniz?”

Muhtar, kadını severdi. Tepeş’i sevdiği gibi. Bu iki ihtiyarın köy halkına çok faydası olmuştu. Adam daha kolay avlanmayı, iz sürmeyi öğretmişti. Kadın da su bulmayı, hayvan derisinden ayakkabı, elbise yapmayı.
“Ne diyorsun sen İlona hanım? Sen sanki az mı suçlusun!”
“Neymiş suçumuz? Anlat da bilelim!”

Muhtar, içindeki alevi dindirip bu iki ihtiyarın suçsuz olabileceğini geçirdi aklından.
“Bu akşam Fikriye’nin bebesi ormanın ağzındaki kayalıkların dibinde bulundu, kan revan, yüreği deşilmiş, kafası kopmuş!”
İlona bir çığlık attı, Tepeş aldığı nefesi tuttu bir süre. Sonra konuştu. Gözünde bir ışık belirmişti.
“Yüreği mi sökülmüş? Muhtar aklından ne geçti bilmem ama seni akıllı bir adam bilirim, ben yapmış olsam köyün dibinde bunca delil bırakır mıyım?”

Muhtarın aklı yattı yaşlı Tepeş’in söylediklerine. Sakinleşti ama zihninin bir köşesinde hüzünle karışık bir nefret alevi, bu vahşetin suçlusu bulunana kadar dinmeyecekti. Tepeş’in söyledikleri mantıklı olsa da bu onu tümden suçsuz yapmazdı. Tepeş, İlona’nın gözlerine baktı, sırtını muhtara döndü, pardösüsünü askılıktan aldı.
“Muhtar beni hemen bebeğin yanına götür, bakmam lazım, bu işte bir iş var. İlona sen de hazırlan, bir gidip bakalım, tekinsiz bir şey uğramış köye belli ki.”

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yaşlı Upirin Başına Gelenler
« Yanıtla #1 : 11 Ağustos 2014, 18:25:20 »
Güzel bir hikayenin başlangıcı olacak gibi. İlgi çekici merak uyandırıcı bir başlangıç olmuş. Oldukça da akıcı. Muhtarın konuşmasında noktalamalar olsa birbirine karışmaz bazı cümleler. Bir de bir iki tekrar edilmiş kelime var. Kafamda sahneyi canlandırdığımda garip gelen bir tek şey oldu kusura bakmazsanız... Muhtarın arkasındaki kalabalık başlarda sinirli sinirli söylenirken sonlara doğru hiç bahsedilmemiş. Bana silahlı, amacı 'yaratık' öldürmek olan bir grubu sakinleştirmek bu kadar kolay olmamalı gibi geliyor. Belki onlarla ilgili birkaç cümle daha...
Elinize sağlık devamını bekliyorum :)
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yaşlı Upirin Başına Gelenler
« Yanıtla #2 : 14 Ağustos 2014, 18:43:48 »
Merhaba müsadenizle birkaç kelam da ben edeyim. Tapeş efendi muhtarı ve arkasındaki kızgın kalabalığı çok çabuk sakinleştirmiş ve ikna etmiş gibi geldi bana. Bir de pek betimleme yoktu yazınızda. Onun dışında söylenilecek bir şey bulamıyorum. Hoşuma gitti, bir vampir vakasıyla mı karşı karşıyayız acaba? :) Devamı gelirse mutlaka okurum :)
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı

  • ***
  • 581
  • Rom: 47
  • Hayvan Yemeyelim!
    • Profili Görüntüle
    • http://bulentozgun.blogspot.com/
Ynt: Yaşlı Upirin Başına Gelenler
« Yanıtla #3 : 14 Ağustos 2014, 21:54:35 »
2

İki haftalık bebeğin başını vücuduna denkleştirip kefenlemişti köy ahalisi. Kan durmamıştı ama. Beyaz kefenin her yanında leke leke kendini gösteriyordu. Tepeş, uzun uzun baktı minik cesede. Yüzyıllardır insan kanı içmemişti, huzuru ancak böyle bulacağını bildiği için bırakmıştı bu kötü alışkanlığı. Ama insan kanı başkaydı. Son bir aydır doğru dürüst kan içmeyen Tepeş için kendini kontrol etmek çok zordu şu an. Ama tuttu kendini, bedeninin ihtiyaçları düşüneceği en son şeydi. Bir hayvan gibi değil bir insan gibi yaşaması için bu gerekliydi. Ağlayan babaya baktı. Bebeğin anası bayılmıştı, köy kadınları onu eve götürüp yatırmışlardı.

“Başınız sağ olsun Selim. Allah size, diğer çocuklarınıza uzun ömür versin.”
Tepeş bu dileği söyledikten sonra, kısa ve huzurlu bir ömrün kıymetini bilmeyen insanoğlunun ne kadar aptal olduğunu düşündü. Uzun bir ömür. Güzel bir istek değildi. Huzurlu bir ölüm nasip etsin Allah hepimize, diye geçirdi içinden. Canı yanan baba, yorgun ve kabullenmiş gözlerle Tepeş’e baktı. Bu gözlerde en ufak bir nefret yoktu.
“Sağol Tepeş emmi, kusura bakma, ben biliyorum senin yapmadığını, anlattım muhtara da. Ama dinlemedi. Sen benim Yusuf’umu ölümden döndürdün, sen cana kıyamazsın, bilirim.”

Tepeş, o günü hatırladı. Yusuf, Selim’in en büyük oğlu, zatürre olmuş ateşler içinde yanmıştı. Kendi kendine yeten, dış dünyayla bağı kesik bu dağ köyünde gripten bile ölüyordu çocuklar. Kar yolları kapamasa bile en yakın ana yola ulaşmak için altı saat yürümek gerekiyordu. Tepeş domuz avına çıktığı zaman dağlardan şifalı otlar topluyor, bunları güzelce kavanozlara yerleştiriyordu. Adı iyiden iyiye hekime çıkmıştı. O gün de birkaç otu karıştırıp kaynatmış, iki günde iyi etmişti Yusuf’u.

“Müsaade edersen ben yavruya bir bakmak istiyorum Selim, sabiyi bir iblisin öldürdüğünden şüphe ediyorum.”
Selim başını eğdi. Tepeş yaşlı dizlerini büküp çömeldi ve kefeni yavaş yavaş açtı. Gördükleri yüreğini sıktı, damarları burkuldu. Bebeğin göğsünün derisi parçalanmış, kaburgaları kırılmıştı. Eskiden kalbin olduğu yerde kocaman kara bir delik vardı. İlona ölü evine gitmişti bu sırada. Tepeş yanında duran bir köylüye, İlona’yı çağırmasını söyledi. Kefeni örttü. Selim’e sarıldı sıkı sıkı. Selim bir kez daha ağladı. Bağıra bağıra. Her çığlıkta bir yanıyor bir sönüyordu adam. Daha kaç yıl için için yanacaktı, kim bilir. Yarım saat evvel öfkeden kızaran köylülerin bu görüntü karşısında eli ayağı kesildi, donakaldılar. İlona geldi. Gözleri nemliydi.
“Buyur efendi, hangi iblisin işi bu, anlayabildin mi?”

“Albastı bu belli ki İlona. Çocuğun yüreği alınmış. Tek hamlede. Albastı gibi çok güçlü bir iblis yapabilir bunu ancak.”

“Benim de aklımdan o melun geçti. Ayşegül uyanıp konuşunca iyice emin oldum. Selim kuyunun ağzını kapamaya çıktığı sıra Ayşegül uykuya dalmış bir süre. Sonra üzerine bir ağırlık gelmiş. Gözlerini açınca kapkara, kocaman bir şeyin göğsüne çöktüğünü görmüş. Kadıncağızın çığlığı boğazında kalmış, sesi çıkmamış. Elleri ayakları tutulmuş. Bismillah çekip Nas suresini okuduktan sonra ağırlık yok olmuş ama o dev varlıkla birlikte Ayşegül’ün yanı başında yatan kundaklı bebek de yok olmuş. Feryat figan ağlamış, bağırmış, kocasıyla bebeğini aramış, çok geçmeden de cansız bedenini bulmuşlar.”

Tepeş, düşündü taşındı ve muhtara aklından geçenleri anlattı. Bir albastı iblisi muhtemelen ormanın içindeki bataklığa denk gelmişti. Orada bir süre pislikle beslenirken lohusa kokusu almıştı. Kokunun izini köye kadar takip etmiş, sonra da bebeği kaçırıp yüreğini yemişti. Tek bebek yüreğiyle doymazdı o kara şeytan. Köyde iki hamile kadın daha vardı. Birkaç güne doğuracaklardı. Onlar doğurmadan albastının saklandığı yeri bulup öldürmeliydi onu. Muhtar da biliyordu az çok albastı efsanelerini ama adı üstünde efsaneydi bunlar. Yine de tüm bu olanlar o iblise işaret ediyordu. Muhtarın içindeki nefret alevi harlandı.
“Ne yapalım Tepeş efendi? Sen söyle biz yapalım. Kurtar bizi bu kovulmuştan!”

“Ne yapsak bilmiyorum muhtar. Bu iblis çok güçlüdür. Öyle silahla, bıçakla olacak iş değil. Elimizi çabuk tutmalıyız. Sabaha kalmamalı bu iş. İzi silinir yoksa bu melunun. Gündüz oldu mu ben de yardım edemem. Gücüm kuvvetim de yok ki boğup atayım canı çıkasıcayı. Eskiden olsa gözünün yaşına bakmazdım.”

Muhtar, başını önüne eğip uzun uzun düşündü. Tepeş efendi ile yaptığı o uzun sohbetlerden bir satır, zihninin donuk sayfalarında birinde ışıl ışıl parladı. Muhtar bu satırları tekrar tekrar okudu. Üzerini çizdi. Tekrar okudu. Kafasını sallayarak aklından çıkarmaya çalıştı o sözleri. Sonunda ikna etti kendini.

“Tepeş efendi. Bir çare geldi aklıma. Sen bana, yıllar evvel insanı kanıyla beslendiğini söylemiştin. İnsan kanı bambaşka bir güç veriyor, demiştin…”

“Olmaz muhtar o dediğin. Ben insan gibi yaşamak istiyorum. Geçmişte çok cana kıydık. Bu toprağın atalarının kanı elimize, dilimize bulaştı. Ama artık huzur istiyorum. Varsın susuz kalayım, aç kalayım.”

“Hemen kestirip atma Tepeş efendi. Başka çare mi var? Gün doğmadan şu belayı savalım köyümüzden. Yardım et bize, hı?”

Tepeş, İlyona’ya baktı. İlyona, yaşlılığın yükünü taşıyamayan kocasının elini tuttu.
“Muhtar haklı Tepeş, başka çare yok.”

Tepeş çaresiz gözlerle muhtarın teklifini kabul etti.


3

Muhtar ahaliyi topladı ve yüksek bir taşın üzerine çıkıp herkese olan biteni anlattı. Bebeği neyin öldürdüğünü, onun nerede saklanıyor olabileceğini, onu ancak Tepeş’in öldürebileceğini ve bunun için de köyün sağlıklı gençlerinden kan toplanması gerektiğini bir bir anlattı.

Muhtar kara kara bu iş için kimleri seçeceğini düşünürken, köyün gençlerinin neredeyse hepsi, kız erkek demeden gönüllü oldular kan vermeye. Dağlarından bu belayı savmaları için kanlarını feda etmeleri gerekiyorsa, edeceklerdi.

Tepeş çabucak eve gidip hacamat zembereğini ve cam fanuslarını getirdi. Yüzyıllardır şifa niyetine kullandığı aletlerini ilk defa kendisine besin elde etmek için kullanacaktı. Gönüllü gençleri köyün en büyük evine topladılar. Kimisi bacağını, kimisi sırtını açtı. Tepeş zemberekle gençlerin bedenlerine çizikler atacaktı. Çizikler ne çok derin ne de çok hafif olmalıydı. Derin olursa kan durmayabilir, kişi kan kaybından ölebilirdi. Çizikler hafif olursa, kan hızlı ve yeterli çekilmezdi. Vakit dardı. Işık yetersizdi. Tepeş ve İlona o güne kadar inandıkları tüm tanrılara dua ettiler ve işe başladılar. Tepeş çizikleri atıyordu. İlona ise bir tele sarılmış pamuğa ispirto döküyor, pamuğu gaz lambasının alevine tutuyordu. Daha sonra, alev alan pamuğu cam bir fanusun içinde gezdiriyor, çiziklerin üzerine kapatıyordu. Isınan cam fanusun içinde bir basınç oluşuyor, bu basınç çiziklerden kan çıkmasını sağlıyordu.

Cam fanuslar yavaş yavaş kanla dolmaya başladı. İlona, dolan fanusları bir sürahiye boşalttı. Gençlerin yaraları Tepeş’in hazırladığı bir ot karışımıyla sıvanıp temiz bez parçalarıyla örtüldü. Birkaç gün içinde yaralar kapanacak, geriye belli bellirsiz hacamat izleri kalacaktı.

Tepeş ve İlona terden sırılsıklam olmuştu. Yaptıkları işin zorluğunun yanında sürekli bir irade savaşı içinde kıvranmışlardı. Her şeyi bir kenara bırakıp gözleri önünde akan taze, sıcak kanı kana kana emmemek için kendilerini zor tuttular. Şükür ki o kötü geceyi daha da kötü kılacak bir olay yaşanmadı. Tepeş ve eşi bir kez daha, insan sevgisiyle ve insan olma özlemiyle dolup taştıklarını insanlara kanıtlamışlardı.

Muhtar, herkesi evden çıkardı. Zaman gelmişti.
“Tepeş efendi, senden şüphe ettiğim için affet beni. Şu gördüklerimi yapabilen bir upir, cana kıyamaz.”

“Dert etme muhtar, sen bizlere güvenmeyen ne ilk ne de son insansın. Hadi hemen işimize bakalım. Albastının izi silinmeden peşine düşmeliyim.”

İlona heyecanla öne atıldı.
“Ben de seninle geleceğim bey. Tek başına yollamam seni.”

“Olmaz İlona, kanı içtikten sonra albastıyı alt edebileceğime eminim. Sen burada kalıp köyü koru, ne olacağı belli olmaz.”

İlona üzüntüyle kabul etti hayat arkadaşının isteğini. Tepeş eşine sarıldı ve kanla dolu sürahiye doğru ilerledi. Sürahiyi aldı. Bir bardağa kan doldurdu. Yavaşça ağzına götürdü bardağı. Burnuna gelen kokuyu zevkle içine çekti. Ciğerleri genişledi. Omuzları dikleşti. Bir yudum aldı. Diline değen kan onu ürpertti. Dilinin asırlardır kuru kalan minik parçaları kanı sünger gibi emdi. Birkaç yudum daha aldı. Bardağı yarılamıştı. Boğazından aşağı yavaş yavaş akan yoğun ve sıcak kan tam tersi bir etki yaratarak vücudunu serinletti. Tepeş’in sırtı düzelmeye başladı. Gözleri açıldı. Kalbi hızlanmaya başladı. Saç dipleri karıncalandı. Kan mideye ulaştı, mide suyuyla karışıp çalkalandı. Tepeş’in karnına bir ağrı girdi. Çığlık attı. Düşecek gibi oldu. Muhtar ve İlona bir adım öne atıldı. Tepeş yeniden doğruldu. Kasılan midede kan seyreldi, kıvamı azaldı. Su gibi akışkan hale gelen kan ince bağırsak tarafından hızla emildi ve Tepeş’in durgun kanına karıştı.

Çevrimdışı

  • ***
  • 403
  • Rom: 7
  • ☆★
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yaşlı Upirin Başına Gelenler
« Yanıtla #4 : 14 Ağustos 2014, 23:19:10 »
Gerçekten tebrik ederim arkadaşım hikayen çok güzel ilerliyor. Özellikle İlona'nın kanı yaradan çekmek için kullandığı yöntemi çok iyi akıl etmişsin. Ufakken büyük teyzem de benim sırtıma şişe çekerdi aynı yöntemle :)

İllaki sınırları zorlayacak olursam Tapeş efendinin ve İlona 'nın kana karşı olan isteklerini bastırmalarının daha zor olmasını isterdim. Gerçi yaşlı olduklarından bu işte ustalaşmış da olabilirler. Devamını bekliyorum.
İt was one of those March days.
When the sun shines hot,
And the wind blows cold.
When the summer in the light,
And winter in the shade.

Çevrimdışı safir

  • **
  • 57
  • Rom: 3
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yaşlı Upirin Başına Gelenler
« Yanıtla #5 : 14 Ağustos 2014, 23:24:32 »
     Güzel bir hikaye. Özellikle karakterleri bakımından ilgi çekici. Sadece hikayenin atmosferi bence biraz eksik olmuş. Son paragraf güzeldi ama.
     Devamı geldiği sürece okuyacağım. Elinize, kaleminize sağlık.    

Çevrimdışı

  • ***
  • 581
  • Rom: 47
  • Hayvan Yemeyelim!
    • Profili Görüntüle
    • http://bulentozgun.blogspot.com/
Ynt: Yaşlı Upirin Başına Gelenler
« Yanıtla #6 : 15 Ağustos 2014, 00:12:45 »
safir, Aremis, cemaziyel çok teşekkür ederim. Eleştirileriniz doğrultusunda düzeltmelere gideceğim. Söyledikleriniz bana şevk verdi.

safir,
     Sadece hikayenin atmosferi bence biraz eksik olmuş.
bu kısmı biraz daha açabilir misiniz?

Çevrimdışı Qian Xing

  • *
  • 12
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yaşlı Upirin Başına Gelenler
« Yanıtla #7 : 15 Ağustos 2014, 14:10:56 »
Ben bu işlerden pek anlamam ama yine de yorum yapacağım.

Öncelikle hocam, sen amatörlükten terfi etmişsin. Akıcı ve kendini okutan bir öykü. Tebrik ederim. Özellikle-benim zorlandığım-diyalogların gerçekçi ve çok hoş.

Devamını bekliyorum.

Çevrimdışı umutlu_kurgucu

  • *
  • 18
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yaşlı Upirin Başına Gelenler
« Yanıtla #8 : 18 Ağustos 2014, 17:39:46 »
On beş kişiyi yanında toplayıp öfkeyle kapıya vuran muhtar, suçsuz olduklarına biraz çabuk inandı bence...
Bir de ilk bölümün sonunda Tepeş'in "Bir gidip bakalım." kısmında söyledikleri tam oturmamış gibi...

Bebeğin başına gelenler İlona'nın ağzından sunulmasa da, başka bir şekilde sunulsa bence daha güzel olurdu.

Tepeş insanı kanı teklifini fazla kolay kabul etti. Tabi ki kabul etsin, ama bir ton zorlanmadan sonra kabul etsin. Gözünün önünde başka insanlara her gün yeni bir şey oldukça kabul etsin. Bence o şekilde daha inandırıcı olur.

Devamını ben de bekliyorum.   ;D

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Yaşlı Upirin Başına Gelenler
« Yanıtla #9 : 18 Ağustos 2014, 17:49:27 »
Hikâyeyi ben de takip ediyorum. Genel yorumumu öykü bitince yapmayı düşünüyorum, ama şu an için ilgi çekici ve akıcı bi eserle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebilirim. :)