Kayıt Ol

Kısa kısa denemeler - Büyücü

Çevrimdışı Tom Riddle

  • *
  • 4
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Kısa kısa denemeler - Büyücü
« : 22 Haziran 2014, 16:45:21 »
Göğsünü siper ettiği sorunlara rağmen, mükemmellik abidesi bedeni sonsuzluğa yürüyor; içinde bulunduğu hayatın canlılığına rağmen ruhuysa içten içe onu çürütüyor ve insanlardan uzaklaştırıyordu. Melankolik kişiliği, gidişatın değişmesine yardımcı olmuyor, dudakları neşeyle değil acıyla bükülüyordu. Yüzündeki soyutlanmışlığın kibrini artarak, fiziksel olmayan bir yorgunlukla saatlerdir koştuğunun ayrımına vardı. Alacakaranlık yaklaşırken; güneş, aşağılarda uzanan ovadan tamamen çekilmişti. Yalnız arkasındaki büyük ormandan ağaçların üstüne atılmış kırmızı bir çuha gibi rüzgârla hafif hafif kımıldıyordu. Biraz sonra ise, büsbütün ortadan kayboldu. İşte o anda her şey değişmeye başlamıştı. Şimdiye kadar yaşayan, kımıldayan, ses çıkaran ova artık ölüydü ve bembeyaz, ince bir sisle örtülmeye başlamıştı. Buna karşılık orman canlanıyordu. Sabahtan beri ancak mırıltıları duyulabilen ağaçlar konuşuyor, bağırıyor, sallanıyor ve ellerini birbirine uzatıyordu. Yalnız, ağaçlar değil; yerdeki otlar, kuru yapraklar, çalılar, ağaçların gövdesine sarılan sarmaşık soyundan bitkiler, hatta kahverengi mantarlarla koyu yeşil yosunlar bile canlanmıştı. Mavi gözlerinin alabildiği her alana bakan genç büyücü, ayaklarının altındaki nemli toprağın kokusunu burun deliklerine doldururken fazla zaman kaybetmemek için yoluna devam etmeyi seçti. Önünde uzanan büyük dağlar, şekilsiz bir yığından ibaretti. Uzaktan bakmak dahi onun sinirlerini bozuyordu. İnce ayrıntılara takılan gözleri, kuşkulu bir şekilde ilerlemeye devam etti. Beyaz gömleğinin altına giydiği siyah pantolonu ile uyum içerisinde olan siyah kravatını çekiştirdi ince parmaklarıyla. Saçları; her zamankisi gibi özenle havaya dikilmiş gibi duruyordu. Kafasında duran fötr şapka, burnuna kadar iniyordu. Bu yüzden ince parmaklarıyla hafiften şapkanın önünü yukarı doğru kaldırarak gözlerinin açılmasını sağladı. Ayakkabıları, taş zemine değdikçe çıkan ses boş sokağı dolduruyordu. Zekî çehresi hiç olmadığı kadar boştu. Kafasını aşağı eğmiş sıra sıra dizilmiş dükkânları geçerken durdu. Yeşil, yumuşak çimenlerin üzerine oturmuş gözlerinden birbiri ardı sıra yuvarlanan gözyaşları arasından ona bakan yaşlı kadını fark etti. Oturduğu yerdeki çimenlerin sarı, yeşil parıltısı karanlıkta gözleri kamaştırıyordu. Gerideki bahçe duvarını gözden saklayan mor leylaklardan etrafa hafif, serin bir koku yayılıyordu. Bu, kan kokusunu bile dizginleyecek düzeydeydi.

Hızını yavaşlatacak etkenlere takılıp kalmak istemiyordu artık. Tüm konsantrasyonunu Nadja’ya verdi. Yıllardır görmediği kadınını görecekti. Eski karısı. İçinde buruklaşan acı, yüz ifadesine de yansıyordu. Bedenine çarpan sert rüzgâra karşı direnmeden kendisini alıp, götürmesine izin veriyordu. Karanlıkta parlayan beyaz teni, ay gibi güneşten ışığı yansıtıyordu. Bütün bedeni sessizliğe gömülmüş olduğu için huzurluydu şu durumda. Çekici bir şekilde açılıp kapanan göz kapaklarının altındaki mor halkalar, her zamanki gibi aynı yerinde duruyordu. Özgür ruhu, mavi gözleriyle daha da açılıyordu. Ciğerlerine dolan oksijeni hissettiğinde, değersiz bir şeymişçesine tekrar dışarıya sürükledi. Çevresinde insanların olmaması beklenmedik bir şeydi. Genelde buraların işlek caddeler olduğunu sanırdı. Titreyen dudakları, kısılan gözleriyle beraber büzülmeye başladı. Karşısında duran dükkâna baktı. Mektupta tarif edilen yer burası olmalıydı. Birkaç saniye içerisinde kasılıp tekrar gevşeyen kasları, cesaretinin tekrar geldiğinin göstergesiydi. Hızlanan adımları, bedenini, gözüne kestirdiği dükkâna doğru sürüklüyordu. Dizginlemeye çalıştığı heyecanı, onu yiyip bitiriyordu. Bir insanın duyguları bir vampirin duygularından daha çabuk değişir sözünü hatırladıkça heyecanı azalıyordu. Nadja’nın duygularından eser kalmadığına emindi. Yine o otoriter ve sinsi yüz ifadesiyle oturacaktı karşısında. Ve tabi, bu da Jason’ı üzecekti, elinde olmadan. Boş beyinli olduğu için kendisinden nefret ediyordu. Hayallerindeki buluşma, şimdi gerçekleşiyordu ama onun tek yaptığı kendisini kötülemekti. Bu yüzden bu ifadeden bir an önce uzaklaşmak zorundaydı. Giydiği gömlek kadar beyaz vücudu her zamankisinden daha çekici bir hâldeydi şimdi. Elinde olmadan elde ettiği üstünlükten hiçbir zaman şikayet etmedi. Her zaman bunu kabullendi. Zihnindeki düşünceleri boşaltmak istercesine dükkânın kapısını araladı. Sonrasında ise, bedenini kapıdan içeriye soktu. Etrafına bakındığında bazı gözlerin üzerinde olduğunu fark etti. İçerideki kişi sayısı onu geçmezdi. Çekinmemeliydi. Dükkânın en sonunda bulunan karanlık masaya geçti. Sırtı, kapıya dönük bir şekilde oturdu ki; böylece, Nadja onun kim olduğunu yanına geldiğinde anlayacaktı. Uzaktan sadece aileden birisi olarak görecekti. Sandalyeye iyice yerleşerek derin bir nefes aldı. İçerisinin sıcaklığı bedenini kaplarken keskin gözleri, şapkanın altından kadının gelmesini bekliyordu.

Dükkânın girişinden yükselen gıcırtı, genç büyücünün güçlü kulaklarına ulaştığında, hafif esen rüzgârla beraber içeriye giren kadının kokusunu aldı. Bekledi. Kalp atışları öyle düzgün, öyle sıralıydı ki; bunu bir melodiden ayırt etmek oldukça zordu. Lambaları yanmayan, soğuk havanın hükmü altında olan dar sokaktan çıkmış masada oturan genç adama doğru yaklaşıyordu. Sonunda kadın, kendince yeterli olan bir mesafeye geldiğinde duraksadı ve özel bir çaba harcayarak yumuşak bir ses tonuyla konuşmaya başladı. Sadece iki kelime etmişti. Yıllardır kafasının içerisinde yankılanan o sesi tekrar işitmenin verdiği hazla kımıldandı. Normalden çok daha yavaş bir şekilde ayağa kalktı. Sağ elini, mavi gözlerini gizleyen şapkaya götürdü. İnce parmakları, yine oldukça yavaş bir şekilde şapkayı kafasından kaldırarak yere doğrulttu. Nezaket olarak hafiften eğilerek, buz mavisi gözlerini kadının mavi gözlerine dikti. Göz renginin derinliklerinde kaybolurken, söylemek istedikleri, denizin ölü dalgaları gibi başından geçip kıyıya çarpıyordu. Hafif bir meltem misali gecenin sıcaklığını bastırmak için bütün soluğunu harcıyordu. Birisi konuşmalarını yasaklamış gibi konuşmuyorlardı. Birbirlerinin gözlerinin içine bakıyorlardı. Konuştukları zaman, sinirli büyü bozulacaktı. İç dünyalarının görkemleriyle boğuşurlarken, şimdilik suskunluklarının gürültüsü yetiyordu onlara. Birkaç dakika boyunca karşısındaki genç cadının şok geçirmesini izlemişti. Oldukça ürkütücü bir hâli vardı. Dükkânın içerisindeki gözler, iki genci süzerken, o an için umurlarında bile değildi. Yılların hasretini gideriyorlardı. Hasret gidermek için istedikleri yöntemleri kullanmıyorlardı. Sonunda sessizliği bozan taraf olarak “Beni özledin mi, Nadja?”

Normalde dudaklarının arasından çıkan sözcüklerde bir anlam yoktur ama şimdi oldukça ukâlâ bir tavırla söylemişti. Ses tonundaki ifadeyi nasıl yansıttığını merak ediyordu. Ya karşısındaki bundan etkilenmiş miydi? Diğer insanların sesleri, bir vızıltıya dönüşerek düşüncelerinde yer tutmamaya başladılar. Görüntüleri ise yavaş yavaş silinirken, Nadja’nın eşsiz güzelliğine tekrar tanıklık ediyordu. Narin teninin kokusu, rüzgârın getirdiği esintiyle daha da canlanıyordu. Buz mavisi gözleri, hâlâ karşısındaki genç cadıyı süzüyordu. Onun mavi gözleriyle uyum içerisinde duran çekici elbisesi, güzelliğini ortaya çıkartan bugün için bir başka etken olmuştu. Yavaşça yanaklarına yayılan dudakları, sinsi bir sırıtışa daha tanıklık ediyordu. Gözlerinin altındaki mor halkalar, buz mavisi gözlerini daha da ortaya çıkartıyordu. Bunu, genç cadının gözlerine her baktığında görebiliyordu. Heykel gibi genç cadının önünde durmak istemiyordu. Sol parmaklarını, havaya dikili saçlarının arkasına götürdü. Saçlarının arasında gezinen parmakları, havanın birazda olsa saç diplerine ulaşmasını sağladı. Gereksiz yere aldığı derin bir nefes ile genç cadının eşsiz kokusunu tekrar burun deliklerine doldurdu. Boğazını yakarak geçen koku, vampir içgüdülerini uyandırmaya yetmişti. Kendisini kontrol etme evresini çoktan atlatmışken neden aynı şeyi tekrar yaşayacakmış gibi duyuruyordu? Belki de hayatında en çok arzuladığı kadının karşısında dikildiği içindir. Yıllardır ona dokunamamıştı. Bir heves uğruna onu terk etmişti. Ve şimdi bunun pişmanlığını yaşıyordu içten içe. Ama bunu dışa vurmamak için elinden geleni yapacaktı. Belki, tek bir kelime bile etmeden koşmaya devam ederdi. Yorulmayacağı içinde bir sorun yoktu. Bütün bunları düşünürken, karşısındaki genç cadının neler hissettiğini hiç hesaba katmamıştı. Eğer onu istemezse, kesinlikle işleri kolaylaşacaktı ama hayatının en mutsuz anlarını yaşayacaktı. İsterse? İşte o zaman, hayatında en mutlu anılarını geçirme şansına erişecekti. Ve bu şansı kaçırmak istemiyordu.

Dipnot: Eh, biraz kaba saba gözüküyor evet. Göz yorucu. Bunun farkındayım. Ama fazla bölemedim. Sanırım anlatacaklarımı tam anlatamadım. Tek bölümlük one-shot derlemeler.. Okuduğunuz için teşekkür ediyorum.