Kayıt Ol

Küçük Jo

Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Küçük Jo
« : 23 Ağustos 2010, 18:38:39 »
Küçük Jo

“Sakın!  Sakın bir adım daha atma!” bağırırken çatlayan sesimi olabildiğince ikna edici çıkarmaya çalışıyordum fakat kız acının verdiği yorgunluk yüzünden ayakta duramayacak kadar bitap düşmüştü ve harcadığım nefesler bir türlü karşılığını alamıyordu. Sayısız kesik vardı küçük bedenini sarmalayan. Kanla yıkanmış gibi, alabildiğine kırmızıydı teni. Babasının ona giydirdiği sürtük kıyafeti parçalara ayrılmıştı ve onu öylesine sefil gösteriyordu ki, kızı bu çaresizlik içinden çekip çıkaramayacağımı düşünmeye başlamış ve bu korkunun bana getirdiği ürpertiyle titremiştim. Yine de bağırıyordum. Belki de yüzüncü kez  “Dur! Yapma!” diyordum... Ancak hayata ve kaderine şans tanımanın işe yaramadığını, hatta sadece daha fazla acı getirdiğini haykıran yaralı vücudu ve masum yüzü onu intahar etmekten alıkoymama olanak vermiyordu.

“Uğraşma yolcu. Sen var git yoluna. Ben artık  zavallı bir insanım, yaşamak istemem. Neden böyle bir yaşam sürmek isteyeyim? İntahar etmiş bile olsam, beni burada olduğundan daha iyi bir yaşamın beklediğine inancım sonsuz. Lütfen aşağıya in ve yoluna devam et...”

Elbette kızın teklifini yerine getirebilir ve hiçbir sorumluluk almadan yoluma devamedebilirdim. Hanın aşağısına iner ve babasına kızın hayatına son verdiğini söyleyebilirdim. Belki de üzülmezdi. Onun için sadece bir para kaybı olurdu küçük kızının ölümü. Yerine yeni bir orospu bulur ve onu yolcuların odasına gönderip para koparmaya çalışırdı. Tabi yerine bu kadar saf ve güzelini bulabilir miydi bilemiyorum. Hoş çoğu yolcu için bu da pek önemli değil ya... Halbuki çirkin ve değersiz yaratıklar her biri. Nasıl ya da neden bu yola girdiklerinin hiç bir önemi yok. Para için de olsa, zevk için de olsa, kaybetmeyi haksız ve çirkin bir kazanca tercih etmeli her insan. Şeref ve şan için yaşamaz mıyız? Ya bu baba ne için yaşıyor? Hangi akla hizmet kızını böyle birşeye zorluyor?

“Ben sana dokunmayı hiç düşünmedim. Neden çözüm aramak yerine kolay yola kaçıyorsun? Hiç mi kendine acımıyorsun? Daha yaşayacak nelerin var oysa...”

“Acımak mı?” Alaylı fakat acı bir gülümsemeyle devam etti.  “Bunu zaten kendime acıdığım için yapıyorum... Acıya son vermek, kurtulmak için...”

“Lütfen elindeki bıçağı bırak ve balkondan uzaklaş. İşimi zorlaştırmazsan seni buradan uzaklaştıracağıma söz veriyorum. Seni koruyacağıma şeref sözü veriyorum! Duyuyor musun?”
  
“Bana zarar vermeyeceğini nereden bilebilirim yolcu? Sana nasıl güveneyim?”
  
“İnsanlara karşı bir güven sorunun olabilmesini anlıyorum. Bundan ötürü benden güvence de isteyebilirsin fakat az önceye kadar kendine zarar vermeye çalışan sendin. Senin zarar görmeni isteseydim, canına kıymana izin verirdim...”
  
Buruk bir gülümsemeyle yüzüme baktı ve bir an için tereddüt ettiğini farkettim. Fakat sonra keskin bıçağı olduğu yere bıraktı ve kendi de benim gibi rahatlamış bir şekilde diz çöktü. Oturduğu yere şimdi daha çok kan bulaşmıştı. Zaten her yanı kandı. Her yanı kesik. Ter ve göz yaşı, feri gitmiş ancak yine de büyüsünü kaybetmemiş gözlerinin altında yollar açmıştı. Dudakları susuzlukla çatlamış, uzun saçlarının uçları kanın rengiyle gerçekliğini kaybetmişti. Aslında tenini kaplayan bütün bu uğursuz sıvılar bile güzelliğini gölgelemek için yeterli değildi. Parlak kumral saçları, donuk mavi gözleri ve onu büsbütün karşı konulmaz kılan kıvrımlı vücudu da belli ki pislik herifin işini kolaylaştırıyordu. Böyle bir güzelliğin o domuzdan geldiğini düşünmek de oldukça şaşırtıcıydı doğrusu. Lanet şey.

***

"Neden bana yardım ediyorsun? Doğanın kanunu haline gelen zalimliğin herkesçe benimsendiği bu şehirde, Sodiac'dan gelme bir yolcu, neden yoluna devam etmek yerine sefil bir kıza yardım etsin? Neden başına hiç kendini ilgilendirmeyen bir nedenden dolayı bela sarsın?"

Sordukları zihnindeki karmaşık bir bilmecenin parçalarını oluşturduğundan olsa gerek, o merakla sorularını sıralarken koridorda yankılanan sesinin handan gizlice sıvışma planımız için pek de bir getirisi olmadığının farkında değildi. Tanrıya şükürler olsun ki en azından mumlar söndürülmüştü ve hanın girişinde ortalıkda gezinen babasını atlattıktan sonra kendimizi soğuk sokakta bulmuştuk bile. Dışarıya çıkınca kıza paltomu verdim. Hatta bir ara içinde kayboldu ve paltomu tanıyana kadar kızı aramak zorunda kaldım. Sonra aslında nereye gittiğimiz hakkında hiçbir fikrim olmadığı halde kıza beni takip etmesini söyledim. Öylesine yürümeye başlamıştım işte. Sanki kızın benim ona gösterdiğim yerden başka bir yere gitme şansı vardı da...
  
"Harika! Sanki senden yardım isteyen benmişim gibi şimdi de sorularıma cevap vermiyorsun. Eğer benimle uğraşmak istemiyorsan söyle yabancı. Böylece şehir merkezinden daha fazla uzaklaşmadan kendime bu gece kalabileceğim bir yer bulurum."
  
Ona bu kadar can sıkıcı olmayı nasıl başardığını sormayı isterdim. Fakat her dişi gibi ağlamaya başlayacağından ve - intahar etme eylemini göz önünde bulundurarak- kendine zarar verme eğilimine gireceğinden korkuyordum. Bu nedenle sustum ve onun daha geniş çaplı kuruntular üretişini izledim. Başka bir hana varınca bu kez karşılık vereceğimi umarak sordu:
  
"Sanırım yanlış bir yer seçtin. Bu hanın parasını kim ödeyecek?"
  
"Lilinim çok ama iki ayrı odaya birden harcayacak param yok. İstersen bu gecelik benimle aynı odada kalmaya ve yerde yatmaya katlanabilirsin, yahut balkon seni bekler."
  
Şaşırmasına rağmen kafasını pencereden uzatıp soğuğa katlanabilme ihtimalini zihninde tartmaktan geri kalmadı ve titreyerek dolaptaki battaniyeleri yere attı.
  
"Yerde yatarım!"
  
Güldüm ve bütün gece bu klişe olay (bir erkek ve dişinin "zorunlu" olarak aynı odada kalma durumu) için onu küçük fakat akıllıca bir hareketle uslu bir kıza çevirmiş olmanın verdiği zevkle sırıtmaya devam ettim...

Ynt: KÜÇÜK JO
« Yanıtla #1 : 23 Ağustos 2010, 19:11:54 »
Gökçe cümlelerini çok güzel kullanmışsın.Bazı yerleri hızlı geçmişsin gibi hissettim ama hikayenin devamında her şeyi daha yerli yerine oturtacağına eminim.Eline sağlık.Hikayen hoşuma gitti.Devamını bekliyorum. :)

Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Küçük Jo
« Yanıtla #2 : 23 Ağustos 2010, 19:18:52 »
Teşekkürler canım. Yorumunda da haklısın, devamını nasıl getireceğim hakkında hiçbir fikrim olmadığı için hikayeyi kesik kesik anlatmış olabilirim. Yorumun için sağol... :)

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Küçük Jo
« Yanıtla #3 : 27 Ağustos 2010, 04:32:35 »
Güzel bir hikayenin temelleri gibi görünüyor fakat ilk bölümden gördüğüm kadarıyla kurgu pek açığa verilmemiş. Bunu kasıtlı olarak yapıp ilerideki bölümlerde daha kapsamlı gideceğini düşünmekteyim.

Gözüme çarpan birşeyi de söyleyeyim; bazı yerlerde duygu değişimleri çok ani olmuş gibi geldi bana. Örneğin;

Alıntı
"Harika! Sanki senden yardım isteyen benmişim gibi şimdi de sorularıma cevap vermiyorsun. Eğer benimle uğraşmak istemiyorsan söyle yabancı. Böylece şehir merkezinden daha fazla uzaklaşmadan kendime bu gece kalabileceğim bir yer bulurum."
   Ona bu kadar can sıkıcı olmayı nasıl başardığını sormayı isterdim. Fakat her dişi gibi ağlamaya başlayacağından ve - intahar etme eylemini göz önünde bulundurarak- kendine zarar verme eğilimine gireceğinden korkuyordum.

Bu bölüm.

Devamını ve hikayenin getireceklerini beklemekteyim.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Küçük Jo
« Yanıtla #4 : 27 Ağustos 2010, 22:27:00 »
Kesinlikle akademik değeri yüksek bir giriş oldu. Çok fazla merak unsuru olmamasına rağmen, konunun bir bütünlük içerisindeki güzelliği, hikayenin devamını merak etmeme sebep açtı, tebrik ediyorum.
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Küçük Jo
« Yanıtla #5 : 28 Ağustos 2010, 09:17:19 »
Güzel bir hikayenin temelleri gibi görünüyor fakat ilk bölümden gördüğüm kadarıyla kurgu pek açığa verilmemiş. Bunu kasıtlı olarak yapıp ilerideki bölümlerde daha kapsamlı gideceğini düşünmekteyim.

Gözüme çarpan birşeyi de söyleyeyim; bazı yerlerde duygu değişimleri çok ani olmuş gibi geldi bana. Örneğin;

Bu bölüm.

Devamını ve hikayenin getireceklerini beklemekteyim.

     Kurgu konusunda uzun soluklu bir hikaye olacağını düşündüğüm için olayları karmaşaya sokmakta acele etmediğimi söyleyebilirim. Şimdilik merak unsuru yaratmakla yetindim. Fakat ani duygu değişikliğine gelirsek, bu da aslında Küçük Jo'nun karakteriyle ilgiliydi. Küçük Jo için iyilik sever, fakat fazlasıyla küçümseyici, umursamaz, vurdumduymaz, kibirli ve yaptığı iyilikleri kendi yapmamış yada zorunlu kaldığı için yapmış gibi gösterecek kadar da gururlu birinin profilini çizmiştim ve bunu ilk bölümlerden biraz sezdirmek istedim. Yani adam kızın intahar etme girişimiyle yaşadığı bir anlık heyecanı atlatınca eski karakterine büründü ve kızı direk olarak görmezden gelmeye, onu alaya almaya başladı. Tabi adamın bu garip tavrının altında yatan nedeni ileriki bölümleri okumadan ve adamın karakterini az çok çözümlemeden yorumlamak zor olabilir...

     Yorumun için sağol.

Çevrimdışı Madam Vio

  • **
  • 376
  • Rom: 16
  • "Each thing I show you is a piece of my death."
    • Profili Görüntüle
Ynt: Küçük Jo
« Yanıtla #6 : 18 Mart 2011, 23:15:25 »
***

Güneş perdenin arasından geçirebildiği bir tutam ışık demetini gözüme gözüme sokup benim tatlı uyanma merasimimi baltalarken, yavaşça doğruldum, ve bir kez daha yabancı bir yerde uyanmanın verdiği garip hisle odaya bakındım. Gözlerimin beklentilerimi karşıladığını söyleyemeyeceğim, ortalıkta kızdan eser yoktu... Hatta dün yaşadığımız olaylarla ilgili çelişkiye düşmemi sağlayacak bir biçimde arkasında iz bırakmamıştı genç kız giderken. Bir süre, prensiplerimin ötesine geçerek olur da geri döner diye onu beklemeye karar verdim.

Oysa burada durmuş onun çıkagelmesini beklemek hiçbir şey ifade etmiyordu. Sonuçta kız gittiyse, hele de bunu yapmış olma potansiyelinin çok yüksek olduğunu düşünürsek, asla geri dönmeyecekti... Bu yüzden toparlanmalı ve arkama bakma hatasına düşmeden bu yolculuğa çıkma amacım için yola devam etmeliydim. Eğer daha fazla oyalanırsam, zamanında Tyruan'a varma şansım kalmayacaktı ve ben de bunu hiç istemezdim. Dolayısıyla yatağımı düzelttim, bavulumu alıp hancıya 100 lilin verdikten (daha doğrusu suratına doğru fırlattıktan) sonra koşar adım Sodiac sokaklarında ilerlemeye başladım...
   
Sodiac her ticaret şehrinde kolayca karşılaşabileceğiniz tipik olgularla doludur. İnsanları sinsidir ve para hırsları yüzünden hiç bir zaman ellerindekiler onları tatmin etmeye yetmez. Eli iyi para tutan seyyarlar bile, kazandıkları parayı ailelerinin refahı için harcayarak tüketmezler. Bu paraları daha fazla ticarethane kurmak, han yaptırmak, ve yine daha fazla yolcu soymak için harcarlar... Sanırım Sodiac'da ticaret yapıp da fakir olan kimse yoktur. Zaten vıcık vıcık insan kaynayan pazar yerindeki yolcuları sayacak olsak, bu şehirde nasıl bir paranın döndüğünü kolayca kavrayabilirdik ve diğer kasıntı ifadelere gerek kalmazdı. Halbuki böyle konuşmak hakkım değil. Şuan için bende de para gani... Fakat Sodaic'a daha öncesinde iki sefer gelmiş bulunduğum için, Tyruan'a varana kadar ne paralar kaybedeceğimi iyi biliyordum.

"Merhabalar yolcu! Paltonuz seksen yıllık gibi duruyor. Şu deri palto size çok yakışacaktır. Denemeye ne dersiniz?"
   
Önce tüccarın söylediklerini duymazlıktan gelme taraftarıydım. Çünkü paltoyu giyersem beni iterek düşürdükten sonra "Paltoyu yırttığınız için bana 49 lilin borçlusunuz." diyebileceğini biliyordum. Fakat sonra onun gibi yüzsüz bir tavır takınmaya karar verdim.

"Siz de seksen yıllık gibi duruyorsunuz ama karınız sizi değiştirmiyor..." dedim.

"Pekala genç adam, umarım bu tavırlarınızla dayak yemeden önce Sodiac'dan çıkabilirsiniz..."

"Önerin için sağ ol moruk."

Yaşlı adam önümden çekildikten sonra ağır adımlarla dar sokakları aştım ve dağlara uzanan sınır bölgeye vardım. Buradan sonrası pek tanıdık gelmiyordu bana, sonuçta Tyruan'a yolum hiç düşmemişti. Bu kez oraya ulaşabilmek için tek şansımdı bu tepeler. Düzlüğün son sahasına gelmiştim ki gereksiz bir kalabalık çekti dikkatimi. Ceketimi çekiştirdim ve yine oldukça ağır adımlarla bar denilebilecek eski görünümlü yerin kapısını itekledim.

"Lanet çeneni kapa ve karşı gelmeyi kes. Bir daha bunu yaparsan seni öldürürüm!"
   
"Bırak beni! Seninle gelmeyeceğim! Beni bunu yapmaya zorlayamazsın!"
   
Birden sesin oldukça tanıdık geldiğini fark ettim. Konuşmalar bile, bilindik bir anıyı tetiklemişti beynimde. Meraklı kalabalığı yarıp da baba-kızın arasına dalınca sabaha kadar aklımda birer düş gibi gezinen anılar daha parlak bir hal aldı. Domuz herifin önüne geçip kızı çekiştirmesine engel oldum.
   
"Sen! Sen o manyak yolcu! Beş kuruşsuz kızımı kaçırabileceğini sandın değil mi? Ama o ait olduğu yere dönecek... Şimdi yolumuzdan çekil."
   
"İşte bana bunu yaptırmak biraz zor olacak. Çünkü kızın peşini bırakana kadar ASLA! Ne zaman ki kızı kendi istediği gibi yaşaması için rahat bırakırsın, ben de o zaman seni rahat bırakırım. Ha hala para için kızını satmakta ısrar edeceksen, seni de daha öncekilere yaptığım gibi ortadan kaldırmaktan zevk alırım."
   
Kız elimi geriye doğru çekerek beni uyarmaya çalışırken babasının etrafına toplanan iri yapılı arkadaşları bana tehditkar bakışlar savurmaktaydılar. Babası da sadece zengin bir domuzun savuracağı türden bir gülümsemeyle bana karşılık verirken yanıma yaklaştı ve fısıldar gibi kısık bir sesle "Eğer kızı bu kadar çok istiyorsan 400 lilin ver, gerisi senin bileceğin iş..." dedi. Doğrusu şaşırmamıştım. Bu sözler dürüst ve şeref sahibi bir insanın dudaklarından dökülmüş gibi endişe içine düşecek değildim. O an tek yaptığım, ne kadar param olduğunu hesaplamaktı. Ve parayı vereceksem, karşılığını alıp alamayacağım oldu.
   
Bir adım geriye attım ve kızı elinden tutup kapıya doğru ilerlettim. O arkamda, şu durumda olabileceği en güvenli yerde beni beklerken kalın paltomdan para kesemi çıkarttım ve 400 lilini olduğu gibi adama fırlattım. İlk işi ağırlığını eliyle tartmak oldu, sonra bana döndü ve gülümsedi.
   
"Pek iyilik meraklısı bir kimsesin, kız artık senindir..." dedi.
   
Sanki minnettar olmam gerekiyormuş gibi ben de şükran dolu bir gülümsemeyle selam verdim ve tam arkamı döndüğümde gelen sesle bir kez daha geriye bakmak zorunda kaldım.
   
"Hey, burada 400 lilinden az para var."
   
"Sen neden bahsediyorsun? Orada tam 400 lilin var."
   
Bu sözümün ardından adeta bir ayı gibi güldü ve keseyi açıp arkadaşlarına içindeki paradan dağıttı. Tabi paranın karşılığında istediği birşey mutlaka vardı, sadece bu şeyin yararıma olma ihtimali-
   
Hayır. Böyle bir ihtimal yoktu.
   
Böylece arkadaşları da benzer kahkahalar eşliğinde üzerime doğru gelmeye başladılar. Kaç kişi olduklarını sayma zahmetine bile girmedim. Aslında bir tanesinin ayağı takılıp üzerime düşse bu benim ölüm sebebim olmaya yeterdi zaten. Onları nasıl pataklayabilirdim? Şu durumda onlara kalan paramı da verip geri çekilmek mi daha akıllıca, yoksa onlardan birine hamle yapıp hepsinden dayak yemek mi daha akıllıca kestiremiyordum.
   
"Son param oydu." dedim. "Başka param kalmadı." diyerek son bir kaçma denemesinde daha bulundum.
   
Fakat "Adam öyle olmadığını biliyoruz..." dediğinde benim için dövüşmek, artık kaçınılmaz olmuştu...
   
Barın ortasında etrafımı çevreleyen adamlar bana doğru iyice yaklaşmışlardı. Geriledim. Biraz daha... Biraz daha... Çıkış yolu kapalı. Önümü ve arkamı beni dövmek için sabırsızlıkla bekleyen haydutlar kesmişler. Tanrım!
   
Hapı yuttun Jo.

Spoiler: Göster
Bilgisayarı karıştırırken çooooooooooooook uzun zaman önce yazdığım Küçük Jo hikayesinin -ilk iki paragrafını olduğu gibi başka bir hikayeme uyarlamış olduğum için paylaşmadığım- ikinci bölümünü buldum. Yarım kalmış bu hikayeye bir devam yazısı eklemek ve yine yarım bırakmış olmak ne kadar akıllıcadır bilmem ama "Hazır yazı, geç olsun güç olmasın..." diyerekten kalanını da paylaşmış bulunuyorum.