Kayıt Ol

Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 13 - Tamamlandı.

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 3
« Yanıtla #15 : 29 Temmuz 2008, 17:18:38 »
Bölüm 4: Yanan Fırtına

Gene geceydi. Kruzendro sokaklarına aşina iki kişi, aşinalığını kanıtlarcasına sessiz bir şekilde ilerliyordu. Dar bir sokaktan çıkıp, başka bir dar sokağa girerken yakındaki bir handan gelen neşeli bağırışlar geceye renk vermişti.

Lahon gelmek üzere olduklarını belirten bir işaret yaptı. Kahrolası sokaklardan bir an önce toz olmak için can atıyordu. Ayak sesleri duydular… Bulundukları mevkiye oldukça yakın olan bir caddeden geliyordu. Ve kalabalıklardı.

“Çizmeler, bunlar asker!” diye fısıldadı Amston. Lahon gergin bir şekilde sırıtarak başını salladı. Kruzendro’da görevini yapmaya çalışan askerleri her zaman onaylamıştı, tabii hedef kendisi değilse. Sesler uzaklaştıktan sonra yürümeye devam ettiler.

Birkaç dakika sonra “İşte burası,” diyen Lahon durdu. Amston çevreyi süzerken “Neresi?” diye sormaktan kendini alamadı. Bulundukları yerde lağım ızgarası şeklinde tabir edilen cisimlerden göremiyordu.

“Tam üstündesin fıçı beyinli” dedi memnun bir sesle. “Bu şehrin gizli geçitlerini sadece ben bilmiyor olabilirim. Ancak seninde hala bilmediğin birkaç tane kalmış.”

Homurdanan Amston, ağzının içinde bir şeyler geveledi fakat verecek bir cevabı yoktu. Birkaç adım geri çekilerek ızgaraları ortaya çıkardı. Elleriyle çamurlu ızgaranın sınırlarını belirlemeye çalışırken, yılların en iyi kamuflaj aracı olduğuna bir kez daha inandı.

En sonunda ızgaranın kolunu bularak yüklendi. Gıcırdayarak açılan kapak ve yüzüne çarpan sıcak lağım kokusu ona “hoş geldin” derken, Lahon’un bunu bildiğine adım gibi emindi.

“İlk ben insem iyi olacak” dedi Lahon. “Hala birbirimizden öğrenecek çok şeyimiz var.”

Amston daha sonra hesaplaşacaklarını belirten bir bakış attıktan sonra “lütfedersiniz” demekle yetindi.

Kanalizasyonun leş kokulu zemininde, dizlerine kadar gelen lağım suyunda ilerlemeye çalışan ikili bir müddet karanlıkta kaldı. Ardından Lahon duvardaki küçük bir kolu çekti ve oval şeklindeki üst duvarda küçük lambalar belirdi.

“Başka bir alternatif yol bulamaz mıydık?” dedi Amston.

“Hala küçük bir kız çocuğu gibi mızmızlanıyorsun Ams. Liman bu şehirde en sıkı korunan yerlerden birisi ve elini kolunu sallayarak giremezsin.” Duraksadıktan sonra devam etti, “Elini kolunu birkaç kılıçla sallarsan -belki. Fakat olabildiğince az ses getirmesini istiyorum.”

Sıkılgan bir ifade takılan Amston, yolculuklarının kalan safhasında susmaya karar verdi. Ne de olsa, Lahon yolu biliyordu. Gerçi dev bir labirentin içinde, hiçbir harita yardımı olmaksızın, yolunu nasıl bulduğu merak konusuydu. Fakat eski dostuna güvenmek zorundaydı.

Lağım suyu dizlerinin de üzerine çıkmaya başladığında, epeyce bir yol kat etmişlerdi. Limana en kısa yoldan ulaşmayı hedefleyen Lahon, hedefleri doğrultusundaki güzergah üzerinde pek nahoş birkaç mekanın olduğunu unutuvermiş gibiydi.

Ve o nahoş mekanlardan en sinir bozucusunun tam altındaydılar. Elini Amston’un koluna koyup, dudaklarıyla sakin olmasını belirtti.

Ardından sesler duymaya başladılar… Feryatlar ve şaklayan kırbaç sesleri. Anlaşılamayan emirler ve inleyen kadın sesleri. Üstlerinde neler oluyorsa sesler çok net bir şekilde kanalizasyona yayılıyordu. Tam şimdi kırılan birkaç kemik sesi duymuşlardı.

Amston yüzünü buruşturup sorarcasına Lahon’a baktı. “Kruzendro işkence odaları bir başkadır,” dedi. Sesini acımasız tutmaya çalışsa da, becerememiş gibiydi. “Gidelim”

Seslerden yeterince uzaklaştıklarında, Amston duyduğu dehşetin kaç kabusunda eşlik edeceğini hesaplamaya çalışıyordu. Son bir köşeyi daha döndüler ve “Geldik,” dedi Lahon. Hemen önündeki pas tutmuş merdivenden hızlı bir şekilde açık havaya çıktılar.

Tuzlu su ve zift karışımı bir kokuyla karşılandıktan sonra, en yakındaki gölgeye sığındılar. Gözlerini kısarak gemilerin isimlerini okumaya çalışan Lahon, kolunu dürten Amston’a baktı. Ve ardından Amston’un baktığı gemiye… Aradıkları gemiyi bulmuşlardı, “Yanan Fırtına” çok yakınlarındaydı.

**

Günce, zamanın yaklaştığını hissedebiliyordu. Kendisini binlerce yıl pasif tutan kişilerin işleri yolunda gitmiyordu. Ve zamanı geldiğinde, yuvasına, onu kullanmasını bilenlerin yanına dönmeyi bekliyordu.

Günce dünya ile birlikte varolmuş, dünya üzerinde dökülen her kanla beslenmişti. Her cinayet fazladan bir harf, her intihar bir sayfaydı onun için.

Yaşayanların “Ruhlar Salonu” dediği yerde güçlenmişti o. Onu sevip, onun gücünden yararlanmak isteyenlerin yanında…  Şimdi tekrar onlarla birlikte olmak, onlarla birlikte yeniden güçlenmek istiyordu. Çünkü “Ruhlar Salonu” dışındayken, akıtılan kandan güç alamıyordu.

Bir ilahi duydu. Yanlış bir ilahi… Ve rünlerinin üzerinde bir ıslaklık hissetti. Yanlış bir his… Gücünün küçük bir kısmını dışarıya saldı. Zeminde hareketlenmeler hissetmişti. Bulunduğu yer yıkılıyordu.

Özgürdü.

Şimdi ise eve dönüş vaktiydi. Astral boyuttan geçerken çoşku içerisindeydi. Ruhlar Salonu’nda maddeleşirken ise, beslenmeye başlamıştı bile. Onu bunca yıldır esir etmiş, rahiplerin kanıyla!


Devam edecek..

Çevrimdışı Lucilla Clarté

  • ****
  • 935
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 4
« Yanıtla #16 : 30 Temmuz 2008, 04:50:30 »
İşkence odaları böeah okurken içime ürperti geldi <.< Ama tabi daha fazla ürpermeye de hayır demezdim. =P Neyse, çok güzel bi bölüm daha hele o sonu.. Merak ettirmeyi iyi biliyosun hadi bakalım bölüm 5 diyorum o zaman. =P

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 4
« Yanıtla #17 : 31 Temmuz 2008, 18:28:42 »
Yine heyecanla okuduğum bir bölüm oldu. Yalnız şu araları biraz daha kısa tutsan bölümler için eminim fazla kopmadan daha iyi anlayacağız.

Bir de şu son paragraf enfesti.
Günce, zamanın yaklaştığını hissedebiliyordu.

Günce olayı hoşuma gitti. Bundan sonra asıl macera başlayacakmış gibi duruyor. Yeni bölümü merakla bekliyorum : )
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 4
« Yanıtla #18 : 01 Ağustos 2008, 19:59:17 »
Teşekkür ederim yorumlar için. :D

Araları kısa tutmak... Valla aklıma geldikçe yazıyorum, bu da bir hayal gücü sonuçta motor değil. :P

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 4
« Yanıtla #19 : 03 Ağustos 2008, 18:37:41 »
Ufak bir flashback ile başlıyoruz bu bölüme. Tatmin olacağınız umuduyla...

Bölüm 5: Can Borcu ve Fırtına

Ourseon Mahallesinde gece geç saatler…

Dört bir yanı vızıltılarla kaplanmış bir ok cehenneminde, varlığını koruyabilmek için gene koşuyordu Lahon. İyi bildiği sokaklar kararan gözleriyle karışırken, ayaklarının altında kayıp giden çakıl taşları koşmasına engel oluyordu.

Dar pantolonuna her adımda çarpan palası da sanki ona düşman kesilmiş, yakalanmasını arzu ediyormuş gibiydi. Ok atışlarının sıklığı azalırken, paçayı sıyırdığı kanısına varmak üzereydi. Düşmanları onu çatıların üzerinde takip ediyor ve Ourseon’un bitişik binaları sayesinde sürekli menzilin içinde kalıyordu.

Son birkaç ok da iki tarafından geçip, göremediği karanlık köşelere saplanırken Lahon her zaman iyi bir koşucu olduğunu düşünüyordu. Kendisini güvende hissedeceği bir uzaklığa geldiğinde durarak dar bir ara sokağa girdi. Hızla inip kalkan göğüs kafesi ve sonu yokmuşçasına pompalanan adrenalin hormonu hizaya girerken, dizlerinin üzerine çöktü.

Uzun siyah saçları terli alnında görüş açısını engellerken, ince dudakları bir görevi daha başarıyla tamamlamış olmanın verdiği hazla tebessüm ediyordu. Ardından lanet olası Amston’un nerede kalmış olabileceğini düşünmeye çalıştı.

Beyni hızlı işleyen bir makine gibi çalışıyordu, ancak bir türlü Amston’dan ayrıldıkları noktayı kestiremiyordu. Uzun yıllar sürdürmüş olduğu kiralık katillik hayatı boyunca en zor görevine çıkmış ve en sıkı dostu tarafından yalnız bırakılmıştı.

Bunları düşünürken ayak seslerinin oldukça yakınından gelmeye başladığını duyması, şok etkisi yarattı. Nefes alışını, dışarıdan duyulmayacak bir şekilde disipline ettikten sonra sırtını karanlık duvara yasladı, parmakları palasının kabzasında gezinmeye başlamıştı bile.

Gelen her kimse adımlarını sürüyerek ilerliyordu ve büyük ihtimalle yaralıydı. Kendini gizlemek için hiçbir çaba göstermeyen kişi, köşeyi döndüğünde Lahon sevinçle yerinden doğruldu.

Bu Amston’du ve dizinden ağır bir yara almasına rağmen yaşıyordu! Aniden önüne çıkmasına karşın, sanki onun orada olduğunu biliyormuşçasına şaşkınlık duygusuna kapılmayan Amston’un gözlerinde garip bir yorgunluk vardı.
“Neler oldu?” diye sordu Lahon.

Kesik kesik nefes alan Amston, cevap vermeden önce birkaç dakika düşündü. “İkimizin de hayatını kurtardım.”

Lahon’un sorarcasına kalkan kaşlarına hitaben “Ourseon Fiddlebild’i öldürdükten sonra çıkacak yaygarayı ikimizde biliyorduk. Farklı yönlere koşmaya başladıktan sonra, daha önceden planlamış olduğum bir noktaya geldiğimde tüm muhafızları tongaya düşürdüm. Bilirsin, birkaç büyü numaram vardır.” Sözlerine devam etmeden önce, bir şey söyleyecekmiş gibi bakan ama susmayı tercih eden Lahon’a baktı ve devam etti.

“Geçici bir süre onların akıllarını karıştırdıktan sonra sıvışıp, şu senin peşindekilere yetiştim. Onlara sürprizim çok farklıydı ve bilmiyorum belki fark etmişsindir, kovalayanların birer birer eksilmiş olması gerekiyordu.” Sırıtarak ekledi, “Çatılarla haşır neşir olduğum günlerden, ufak bir bubi armağanı diyelim. Gerçi hepsini temizlemek biraz zahmet gerektirdi ama tuzaklarımı tekrar aktif etmeyi de ihmal etmedim.”

Artık Lahon’da gülümsüyordu, “Dostum… Bu kez gerçekten hayatımı kurtardın ve ben, senin o kokuşmuş hayatını kurtarmadan rahat etmeyeceğim,” dedi.

“Bunun için bol bol zamanımız olacağından eminim.”

**

“Hiçbir güç beni o adaya sürükleyemez, unutun bu yolculuğu!” dedi, Yanan Fırtına’nın asabi kaptanı.

“Hayal edemeyeceğin kadar altın ve uzun yıllar boyunca yaşama güvencesi versek bile mi?” diye sordu Lahon dudaklarını büzerek. “Hem bu uzun bir yolculuk olacak ve eminim hoş dakikalar yaşamak isteyeceğin birisinin olmasını isterdin,” gerektiğinde kadınlığını çok iyi kullanabiliyordu.

Kaptanın bakışları kendisini kötü kötü süzen Amston’dan, gerçekten çekici bir kadın olan Lahon’a döndüğünde, biraz keyiflenir gibi oldu. “O… adaya birkaç mil kala, sizi ufak bir sandal ile denizle baş başa bıraksam beni anlayışla karşılar mıydınız soylu hanımefendi?”

“Kesinlikle,” dedi gülümserken.

“Anlaştık!”

**

Gemi onlar yerleştikten birkaç saat sonra demir aldı. Bu sırada kaptan yardımcısı olan ve kendisini Maystrile diye tanıtan genç kız, onlara Yanan Fırtına’nın –eşsiz- özelliklerini anlatıyordu.

Lahon’un zaten çok iyi bildiği o –eşsiz- özellikleri…

Kruzendro ülkesi görme menzilinden çıktıktan sonra, iyice keyiflenen Lahon bu kızla iyi anlaşabileceği kanısına vardı. Amston ise gemiye bindiklerinden beri sadece birkaç kelime etmiş ve ardından odasına çekilmişti.

Zaman su gibi akıp giderken ve Maystrile susmayı hala düşünmezken, Lahon’un bakışlarını takip etmeyi başardı. O da bakışların hedefi olan gökyüzüne baktıktan sonra, “Kamarana dönsen iyi edersin, sıkı bir fırtınaya gireceğiz gibi.”

Hiçbir endişeye kapılmayan Lahon, kamarasına doğru yollanırken Maystrile’de işinin başına döndü. Yanan Fırtına, büyük ebatları nedeniyle oldukça fazla tayfa çalıştırmaktaydı. Bağırışlar, toplanan yelkenler ve oradan oraya koşturan ayak sesleri odasına çekilmiş olan Lahon’a doğru bir karar vermiş olduğunu ispatlıyordu

Kendisine verilen kamara pek geniş değildi. Duvara monte edilmiş bir yatak, küçük bir dolap ve içinde ne olduğunu henüz keşfetmediği bir fıçı vardı. Bira olduğunu umut ederek yanına gittiğinde, gemi fırtınaya girmişti bile. Ayakta durmakta bile zorlanırken, kafayı bulmanın doğru olmayacağına inanarak yatağına girdi.


Güvertede ise işler farklıydı. İki tayfa gözlerini kapatmış, dalgalar tarafından dövülen güvertede ayakta durmaya çabalarken bir şeyler mırıldıyordu. Önünde durdukları uzun direğe yönelttikleri parmakları havada anlamsız şekiller çiziyor ve bunları sert kol hareketleriyle irdeliyorlardı. Direk sanki yoktan varolmuş gibi, fırtına başladığında ortaya çıkmıştı ve sivri ucu bulutların arasında kalmıştı.

İki tayfa son bir parmak hareketiyle, direğe bir şeyler yolladılar ve arkalarını dönüp uzaklaştılar. Şimdi sıra Maystrile’deydi. Genç kadın, olaya mistik bir hava katmak istermişçesine mavi yerlere kadar inen bir cüppe giymiş ve başlığını başına çekmişti.

Uzun direğe transa girmişçesine bakıp, avuç içiyle dokunduktan sonra her şey bir anda geri çekilmeye başladı. Son bir şimşek çaktı gökyüzünde ve son bir dalga çarptı geminin pruvasına. Ardından bulutlar dağıldı ve fırtına, sanki bir vakum tarafından emilip öğütülmüş gibi yerini açık havaya bırakmıştı.

Tayfaların tabiriyle “fırtınayı yakmışlardı”.


Devam edecek...

Çevrimdışı Lucilla Clarté

  • ****
  • 935
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 5
« Yanıtla #20 : 04 Ağustos 2008, 18:10:41 »
Höh okudum sonunda. Flashbackleri seviyorum Tanrım ya! Ayrıca tam zamanıydı bu hayat borçlu olma meselesini öğrenmenin. :P Güzel ve çabucak biten bi bölüm oldu bu. Bekleme moduna geçtim, tebrikler tekrar Onur. :P

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 5
« Yanıtla #21 : 04 Ağustos 2008, 19:47:29 »
Teşekkür ederim.. :D Birkaç tane daha flashback'e sahne olabilirsiniz, diyeyim ve sözü tekrar size bırakayım.. :P

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 5
« Yanıtla #22 : 11 Ağustos 2008, 15:34:59 »
Bölüm 6: Silinen Siluetler

Fırtınanın üzerinden bir hafta geçmişti. Lahon Maystrile’yle dostluğunu ilerletmiş ve kadının yaşamında çok ilgi çekici öğeler keşfetmişti. Amston ise hastalıklı görünümünden kurtulmuş gemi içerisinde vakit geçirecek işler yaratıyordu kendisine. Akşamları ise Lahon’la uzun saatler boyunca sohbet ediyor, ayrıldıktan sonra yaşadıkları maceraları anlatıyorlardı.

Amston hiç istemese bile konu gene dönüp dolaşıp Ruhlar Salonu’na geldi. “Orayı bulabileceğimizden emin misin Ams? Fikir bana hala sıcak gelmiyor,” dedi Lahon sıkıntılı bir sesle. “Yani kör bir dilenciye mi güveneceğiz?”

“Daha önce kaç kez konuşmuştuk bunu, Kör Dilenci bu diyarda bunu bilebilecek tek kişi. Zaten Leen Adasında onu aramak günlerimizi alacak, bir de senin bu aksi tavırlarını mı çekeceğiz?” diye cevap verdi Amston. Aslında kendisi de Kör Dilenci’ye dair şüpheleri vardı, ama güncenin naklolduğu salonun yerini bilen başka bir ölümlü duymamıştı.

Vakitleri azalıyordu çünkü günce çok yakında onların kullanabileceği bir seviyeye –yeniden- ulaşmış olacaktı. Ve o zaman ortaya çıkacak kaosu durdurmak kesinlikle imkansızlaşacaktı.

Bozulmuş gibi duran Lahon’a bakarak “Bana güvenebilirsin eski dostum,” dedi içten bir sesle.

“Biliyorum.”

**

Aynı gece ilerleyen saatlerde Lahon, Maystrile’ye dümenin başında eşlik ediyordu. “Günün ilk ışıklarıyla Leen’e oldukça yaklaşmış olacağız, ihtiyar kaptanı daha fazla ilerlemeye ikna edemedim. O ve batıl inançları… Ama inan elimden geldiğince yaklaşmaya çalıştım, sanırım kayıkla birkaç saatlik bir yolunuz kalacak,” dedi Maystrile.

“Anlıyorum, gerçekten ne kadar minnettarız anlatamam.”

“Hiç önemli değil, seninle tanışmak çok büyük bir zevkti.”

Ayrılma vaktinin yaklaşması Lahon’u biraz rahatsız etse de, bu gemi onu sıkmaya başlamıştı. Oturmak ona göre değildi. “Ben gidip Amston’u uyandırayım,” dedi ve oradan ayrıldı.

Aysız ve yıldızsız gecenin son saatlerinde, yani günün en karanlık saatlerinde gemi körlemesine bir rotayla ilerliyordu. Çeşitli yerlere asılmış dev lambalar gemiyi aydınlatsa bile, Maystrile kendisini sanki açık bir hedefmiş gibi hissediyordu.

Günün ilk ışıklarına kavuşmaya ve bu rahatsız edici histen kurtulmaya dakikalar kala gözcü kulesinden acı ve dehşet karışımı bir çığlık duyuldu ve ardından yere çarpma sesi. Yeni yeni uyanmış tayfalar ve gece nöbetinde olanlar sese doğru koştururken, Maystrile dümeni bırakıp gözcünün yanına gitti.

Tam alnının ortasına bir ok saplanmıştı. “SALDIRIYA UĞRADIK!” diye bağırdı. Eli küçük hançerine giderken, Lahon ve Amston’un hemen yetişebilmelerini ümit ediyordu.

Tayfalar yerlerini alırken yatağından çıkan kaptan, hızlı adımlarla yanına geldi. Sanki bunu bekliyormuşçasına doğaldı. O sırada dalgaların gemiye çarpış ritminde bir değişim hissettiler. Okun hangi taraftan atılmış olduğunu hala anlayamamış olan Maystrile etrafında hızlıca döndü.

Hemen omzunun arkasında bir tayfa daha feryat ederek denize düştü. Oysa okların ne taraftan geldiğini hala kimse görememişti. Lahon koşar adım yanına gelirken Amston arka tarafta kalarak olayı anlamaya çalışıyordu.

“Neler oluyor?” diye sordu Lahon.

“Saldırıya uğradık.”

Ve yanlarında duran kaptanın kafasına kara saplı bir ok saplandı. Bütün gece içmiş gibi bir iki adım sallanan kaptan inleyerek yere düştü.

“Siper alın!” diye bağırdı Maystrile. Okların şiddeti artmış, çeşitli yerlerden çığlıklar geliyordu.

Eğildiğinde bu oka bir yerlerden aşina olduğunu hatırladı Lahon.

“Siyon!”

Hemen burunlarının dibinde ışıklar yandı. Siyon gemisi o kadar usulca yaklaşmıştı ki yanlarına yaklaşana kadar kimsenin ruhu bile duymamıştı. Birkaç yere yanan oklar atıldı ve çeşitli yerden kancalarla iki gemi birbirine bağlandı.

Deneyimi olan tayfalar hızlıca silahlarına davrandı, ölü kaptanın üzerinden atlayan Amston’da yanlarına gelmişti. Seri bir hareketle palasını çeken Lahon, Yanan Fırtına’ya çıkan Siyon’lu askerleri karşılamak üzere topukları üzerinde döndü.

Çığlık yükselmeyen karış kalmadığında, avantajın onların elinde olduğunu biliyordu. Kanı kaynamaya başlayıp en yakınındaki Siyon’lu askerin karnını deştiğinde, eski günlerine dönmüştü bile.

Kiralık katil iş başındaydı.

Kılıcını çekti ve Amston’a yaklaştı, ikisi bir ölüm makinesi gibiydi. Tayfaların avantajı kaybettiği noktalara doğru sırt sırta yaklaşıyor saflarını korumalarına yardım ediyorlardı. Palasını resim çizen bir ressam edasıyla net bir şekilde savuruyor, hiçbir hamlesini boşa harcamıyordu.

Karşıla, vur, çek. Karşıla, vur, çek. Düzene soktuktan sonra işler oldukça kolaylaşıyordu, ancak Siyon’luların sayıları çok fazlaydı. Yavaş yavaş saf oluşturacak tayfalar kalmadığında, askerler doğruca üzerlerine gelmeye başlamıştı.

Hançeri ve çeşitli büyüleriyle yüksek bir cephede savaş veren Maystrile’de yorulmaya başlamıştı. Sihirli hançerini fırlatıyor, saplanan gırtlak parçalanırken tekrar eline dönüyordu. Yanında savaşan birkaç tayfaya işaret ederek, Lahon ve Amston’un yanına doğru çekilmeye başladılar.

Son tayfada düştüğünde yalnızca üçü kalmıştı ve ilk başlarda sönmeye yüz tutmuş olan alevler, rüzgar yardımıyla hızlanmış bütün gemiyi kaplıyordu. Cehennem’in daha yaratıcı olabileceği hayaliyle, sancıyan kolunu tutan Lahon hala tek bir çizik bile almamıştı.

Amston ve Maystrile’de ise durum farklıydı. Dizine ağır bir yara almış Amston ayakta durmakta zorlanırken, Maystrile ise hançerini fırlattığı taraftaki omzundan şırıl şırıl kan akıyordu.

Bir şeylerin değiştiğini hisseden Lahon, yüzünü kaldırdığında Siyon gemisinin halatlarını çektiği ve gemide kalan askerlerini bırakarak oradan ayrıldığını gördü. Yangın hızlanmış ve onların gemisine de sıçramak üzereydi. “Korkaklar!” diye fısıldadı.

Yanan Fırtına’da unutulmuş Siyon askerleri dehşetle çekilen dostlarına bakarken, çok azı Lahon’un fırtına gibi darbelerinden kurtularak denize atlayabildi.
Gemi söndürülemeyecek vaziyette yanıyordu “Kayığı indirmeliyiz!” diye bağırdı Maystrile.

“Buna zaman yok,” dedi Amston, Maystrile’i kolundan çekerek üzerine gelmek üzere olan direkten kurtardı. “Yanmayan hiçbir nokta kalmadı, atlamalıyız!”

Ve Yanan Fırtına sanki onu bırakmalarını istemiyormuşçasına sallanarak dibe doğru çekilmeye başladı, alevler alt taraflara ulaşmış ve zeminde büyükçe bir delik açmıştı. Lahon’la göz göze gelen Amston, derin bir nefes alarak suya atladı. Lahon tam arkasındaydı.

Onunla yıllandığı gemiye son bir kez bakan Maystirile’de peşlerinden atladı ve gemi son kez sarsılıp dibe doğru hızlı bir yolculuğa başladı. Güvenli bir mesafeye yüzerek karanın ne tarafta olduğunu kestirmeye çalışırken, Lahon’un bakışları Siyon gemisini aradı.

Işıklarını tekrar söndürerek, karanlık içerisinde onlardan uzaklaşan gemiyi gördüğünde içi nefretle doldu. Siyon askerlerinin siluetleri karanlıkta silinirken, bunun karşılıksız kalmaması gerektiği görüşündeydi.
 
Devam edecek...

Çevrimdışı Lucilla Clarté

  • ****
  • 935
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 6
« Yanıtla #23 : 11 Ağustos 2008, 20:46:13 »
Okuyabildim sonunda yau, 6. bölüm yayınlandı dediğinden beri fırsat kolluyorum zaten. Neyse neyse hikaye için söylenebilecek farklı bişe yok, yeni bi karakter daha eklendi, hoş oldu sevdim gibi Maystrile'ı. -hikayeyi okurken her şeyi Lahon'la beraber hissettiğim için. :P-

Tek bişe istemeliyim senden, beni uzun süre mahrum etme hikayenden.-höf kafiyemi yerim yau- :P Kocaman tebrikler Onurcum. ( :

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 6
« Yanıtla #24 : 12 Ağustos 2008, 16:24:07 »
Ya iyice karıştı, diyorum aralar uzun oluyor ve bazı şeyleri untabiliyor insan. Heleki şu son 6. bölümde işler iyice çığrından çıktı ne oldu ne bitti anlayamadan hemen başka bir macera çıktı oraya. Sanırım baştan başlamam gerekecek. :)

Ayrıca beşinci bölümde çok önemli bir şey farkettim fakat söylemek istemiyorum çünkü canımı seven birisiyim... :D
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı Lucilla Clarté

  • ****
  • 935
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 6
« Yanıtla #25 : 13 Ağustos 2008, 02:47:25 »
Çok önemli bişe ? Pm at hakan abiii lütfeeen. :P Ayrıca ben her yeni bölüm geldiğinde bi önceki bölümle okuyorum, daha sağlıklı oluyo. Onur'a alıştım artık yani, hem sebebini de açıkladı haklıydı seçenek yok beklicez. :P

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 6
« Yanıtla #26 : 13 Ağustos 2008, 12:07:16 »
Ya iyice karıştı, diyorum aralar uzun oluyor ve bazı şeyleri untabiliyor insan. Heleki şu son 6. bölümde işler iyice çığrından çıktı ne oldu ne bitti anlayamadan hemen başka bir macera çıktı oraya. Sanırım baştan başlamam gerekecek. :)

Ayrıca beşinci bölümde çok önemli bir şey farkettim fakat söylemek istemiyorum çünkü canımı seven birisiyim... :D

Bu kadar karışık değil gibi bence, basit bir kurgu üzerinden gitmeye çalışıyordum. Şu çok önemli fark ettiğin şeyi belirtirsen mutlu olacağım. :)

***Taş gibi hatunu erkek sananlar utansın efendim!

Çok önemli bişe ? Pm at hakan abiii lütfeeen. :P Ayrıca ben her yeni bölüm geldiğinde bi önceki bölümle okuyorum, daha sağlıklı oluyo. Onur'a alıştım artık yani, hem sebebini de açıkladı haklıydı seçenek yok beklicez.
Haklıyım değil mi? :P İşte duyarlı okuyucu, feyz alın Hakan bey! :D

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 7
« Yanıtla #27 : 13 Ağustos 2008, 15:25:55 »
Bölüm 7: Esir

Vallentin Igualde’nin Ruhlar Salonuna getiriliş amacı yüzyıllar boyunca güncenin geri dönüşünü beklemekti. Onu buraya getirenler, tüm bu ruhların sahibiydi. Tüm satılmış ruhların sahibi… Her insanın içinde bulunan, kimse kabul edemese dahi onların kötülük meleği olmaya kendini adamış olanın, şeytanın…

Vallentin’e bu görev verildiğinde, sonsuz yaşam ve tüm Ruhlar Salonunun hakimiyeti vaat edilmişti. Aynı zamanda satılmış tüm ruhlar üzerinde kısmi bir kontrol…. Güncenin salondan çalındığı gün buraya getirilmiş, sevdiği her şeyi terk etmişti. Dünya üzerinde ele geçirilmemiş hiçbir ruh kalmadığında tekrar dünyaya inecek ve istediği ruha istediğini yaptırabilecekti.

Günce şimdi önünde duruyordu. Tek yapması gereken o yeteri kadar güçlendiğinde efendisini çağırmak ve çabalarının mükafatını almaktı. Ruhlar tenine haddinden fazla dokunup, günce ile kendisi arasında gidip gelirken Vallentin sabırsızlıkla beklemeye devam etti.


Asla sararmayan gri sayfaları şişkinleşiyor, rünleri kalınlaşıyor ve ciltleri sıkılaşıyordu. Günce halinden hiç olmadığı kadar memnundu. Çok yakında gerçek sahibi gelecek ve onu yapılış amacı için kullanacaktı. Kanını emdiği her insanın ruhu bu salona geliyor, efendisi her defasında daha da güçleniyordu.

Ve gücü tam anlamıyla açığa çıktığında, dünya üzerindeki bütün ruhlar ona bu salonda eşlik edecekti. Efendisiyse amacına ulaşmış olacaktı…

**

“Efendim uyanıyor!”

“Bu kadar uyuşturucu kullanmamalıydık, ölebilirdi.”
“Kes sesini!” dedi, sinirli bir ses. Belinden uzandığı mataranın kapağını açıp kadının suratına boşalttı. Sarsılarak uyanan Lahon, bağlanmamış bir uzvunu ararken gözlerini aralamaya çalıştı. Neler olmuş olabileceğini anlayamıyordu, son hatırladığı şeyin saatler boyunca bir tahtanın üzerinde karaya doğru kulaç attıklarıydı. Karaya oldukça yakın bir yerde kendisinden geçmiş olmalıydı. Peki neden zihni bu kadar bulanıktı? Tabii ya, uyuşturucu vermişlerdi.

Lütfen Siyon olmasın, diye düşündü. Lütfen olmasın, karşısında duran adamı iyice süzdükten sonra yanlış ellere düştüğünü anladı. Gözlerini ondan kaydırıp bağlarının el verdiği kadar çevresine bakındı. Diğerleri neredeydi?

Genel olarak karanlık bir odadaydı, görebildiği tek şey üniformalı askerlerdi. Tabii görüş alanının büyük bir kısmını karşısında duran iri kıyım adam kaplıyordu. Beline doğru baktı, silahı alınmıştı. Çizmesindeki de, ve koluna bağlamış olduğu da. Bari onu bıraksalardı, o hançeri seviyordu.

Buğulu düşünceleri çenesi tutulup kaldırılırken bölündü. “Bu görevi sana kim verdi Lahon?” diye sordu ses. Lanet olsun hangi görevi? Günceden haberleri olabilir miydi, yoksa sadece asilzadeler miydi?

“B-ben..hangi görevden bahsettiğini anlamadım,” anlamamış gibi konuşmaya çalışmıştı, inandırıcılıkta iyiydi. Ancak inandıracağı kişiler profesyonel Siyon askerleri olduğunda iş değişiyordu.

Adam suratına tükürdü. “Benimle dalga geçme! Güncenin peşinde olduğunu biliyorum!” sinirli ses sabırsızlıkla ayağını yere vururken, “Cevap vermek için üç saniyen var,” dedi.

“Bir…”

“Hangi günceden bahsettiğinizi anlamadım.”

“İki…”

“Gerçekten ne demek istediğinizi bilmiyorum.”

“Ve üç!”

Çenesini tutan eller boynuna doğru kaydı ve sıkmaya başladı. Nefes alamadığını fark ettiğinde Lahon sonunun geldiğine inanıyordu.

**

Amston gözlerini açtığında, Lahon’un karaya vurduğu sahil şeridinden çok uzak bir noktadaydı. Her tarafı buruş buruş olmuş, boğazı sızlıyordu. Deniz onu karaya sürüklerken hiç merhametli davranmamıştı. Doğrulup, üstünde saatlerce yatmış olduğu omzunu sıvazladı.

Bu sırada üç metre kadar yakınında bir beden gördü.

“Tanrım Lahon!”

Kalkması gerekenden hızlı kalktığından dolayı dizlerinin bağı çözülüp tekrar kavuştu zemine. Bu kez dizlerinin üzerinde sürünerek ilerlemeye başladı bedene. Bedenin Lahon olmadığını yarım metre kala anladı. Maystrile olmalıydı. Yüzünü kendisine çevirip nabzını yokladığında yaşadığını görüp rahatladı.

Harcadığı enerjiden ötürü bir müddet soluklandıktan sonra, Maystrile’yi –nazikçe- tokatlayarak uyandırmaya çalıştı. Yanakları buz gibi olmuştu, kolay kolay uyanmayacağını anladığında kucaklayıp daha az rüzgar alan bir yere taşıdı.

Leen Adası kumsalı hatırladığı kadarıyla bu kadar ıssız değildi. Kumsalın bitiminde bir patika başlıyordu, üzerinde ot bile bürümemiş bir patika. Güneş doğmuştu ve hatta saat öğle vaktine yaklaşıyor olmalıydı. İliklerini ısıtan güneş ışığına doğru dönerek, Maystrile’yi nazikçe yere bıraktı.

Yüzünün bu kadar sevimli olduğunu fark etmemişti daha önceden. Kumral saçları, gri gözleri ve alımlı dudaklarıyla daha önce ilgisini çekmiş olmalıydı. Karnından rahatsız edici sesler gelmeye başladığında, son yediği öğünün dün akşamdan kalmış olduğunu hatırladı.

Kararsız bakışlarla Maystrile’ye baktı,  ancak uyandığında hoş bir sürpriz olacağını düşünerek ufak bir avın zarar vermeyeceğini düşündü.

Dakikalar sonra hançerine geçirilmiş bir tavşanla geri döndüğünde, Maystrili’nin bıraktığı yerde hala uyuyor olduğunu görünce rahatladı. Tavşanın derisini yüzüp, ufak bir ateş yaktı. Şişe takabileceği herhangi bir dal parçası bulamadığı için, kılıcına takmak zorunda olduğu tavşanı pişirmeye başladı.

Maystrile uyanır gibi olduğunda, Amston’un yüreği ağzına geldi. İyice pişirmiş olduğu tavşanı bir kenara bırakarak kızın yanına gitti, başını dikleştirip matarasındaki son suyu kıza ikram etti.

Gülümseyerek kabul etti suyu Maystrile. Son damlasına kadar içtikten sonra, “Neredeyiz?” diye sordu.

“Leen Adası, karaya vurmuş olmalıyız.” Sonra pişmanlıkla bir şey hatırladı. Lahon! Onu nasıl unutmuştu! Tanrım aklım neredeydi benim?! Oysaki Maystrile’nin güvenliğini sağlamaya çalışırken, Lahon’a uzanmamıştı ki hiç düşünceleri.

“Lahon nerede?” dedi Maystrile, ve işte beklenen soru, diye düşündü Amston.

“Bilmiyorum, Leen’in başka bir kıyısına vurmuş olmalı,” dedi. Ve ekleme zorunluluğu hissetti, “Şimdi öğle yemeği zamanı.”

Tekrar gülümsedi Maystrile. Teşekkür ederek kendisi için ayrılmış kısmı aldı. Hızlı bir şekilde yemeklerini yedikten sonra Amston, “İyice dinlendiysen onu bulmak için bütün sahili aramayı planlıyorum,” dedi.

“Ah evet, dinlendim,” kısa bir süre geçmiş olsa dahi Lahon’u çok seviyordu. “Amston?” dedi.

“Evet?”

“Teşekkür ederim, her şey için. Beni burada bırakıp gitmedin ve büyük ihtimalle hayatımı da kurtardın,” dedi minnet dolu bir sesle. Bu yaşadığı şeyler, yeniydi. Denizdeki yaşamında asla böyle olmazdı, ikinci kaptandı –evet. Emir verirdi ve emirler yerine getirilirdi. Oysa arkasını döndüğünde, ölmesi için onlarca plan yapılırdı.

Orada minnet duyacağı tek şey, planlarını hiçbir zaman gerçekleştirmeye cesaret edememiş olmalarınaydı.

“Hiç önemli değil,” dedi Amston mutlu bir sesle. Sanki içi ısınmıştı bir anda.

Maystrile, Amstonu’u süzerken gözleri arkadaşının arka tarafındaki hafif hafif kalınlaşmaya başlayan sise baktı. Aklında şimşekler çaktı ve ürkek bir sesle “Kaptanın bu adaya yaklaşmak istememesinin bir sebebi de, Leen’de son üç yıldır hüküm süren sisti,” dedi.

Amston’da onun baktığı yöne doğru baktı. “Bu siste tekin olmayan bir şeyler var,” dedi, tüyleri istem dışı olurken.

“Sisin oradan geldiği söyleniyor… Ruhlar Salonundan…”


Devam edecek...

Çevrimdışı Nirnaeth

  • ***
  • 848
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 7
« Yanıtla #28 : 16 Ağustos 2008, 01:01:54 »
Güzel hikaye, güzel bölüm, sevdim bunu. Lahon'a ne olacak bundan sonra çok merak ediyorum ya, sonra günceye ne olacak felan.. Bekliyorum sekizinci bölümü ben. :D

Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Lahon’un Kan Günlükleri | Bölüm 7
« Yanıtla #29 : 16 Ağustos 2008, 16:04:42 »
Güzel hikaye, güzel bölüm, sevdim bunu. Lahon'a ne olacak bundan sonra çok merak ediyorum ya, sonra günceye ne olacak felan.. Bekliyorum sekizinci bölümü ben. :D

Teşekkür ederim. :D