Kayıt Ol

Düşveren

Çevrimdışı ThomMerrilin

  • *
  • 2
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Düşveren
« : 22 Aralık 2017, 23:48:56 »
        Bu siteye girmeyeli baya uzun zaman geçmiş. Çok güzel değişiklikler olmuş. Şifremi unuttuğumdan yeni bir hesap açtım.. Bu öyküyü de daha önce paylaşmıştım aslında. Bir kaç düzenleme yapıp tekrar dan paylaşmak istedim...  ;D
                                                                     

                                                               DÜŞVEREN

      Her şey gecenin bir vakti penceremden içeriye giren o küçük, soluk, tüylü iblisle tanışmamla başladı. Geçen onca yıla rağmen o anı zihnimde hala canlı bir şekilde hatırlayabiliyor olmam gerçekten çok tuhaf. Adı; Pygmiblis idi.

     Pygmiblis, bir keçi yavrusunu andıran siması ve başının iki tarafında minik boynuzları olan küçük bir yaratıktı. Sarıya çalan tekinsiz gözleri iki kara benekle çevrelenmişti. Çenesinde yer yer beyazlaşmış griye çalan sakalları ve minik kulakları vardı. Ayrıca iki ayağı üzerinde de durabiliyordu. Vücudunun bazı kısımlarında ve alnında belirip yok olan tuhaf simgeler taşıyordu. Fakat saydığım tüm bu özelliklerine rağmen, bedeni gözle net olarak görülemeyen hayaletimsi bir görünüme sahipti. Yine de saydığım bu özelliklerinin tamı tamına doğru olduğuna eminim. Ancak beni en çok tedirgin eden korkutucu yanı; konuşabiliyor olmasıydı elbette. Penceremde yoktan bir şekilde ortaya çıkan bu mistik yaratığı ilk gördüğümde korkudan ne yapacağımı bilememiştim. Hatta o an düşüp bayılmam içten bile değildi. Fakat bu olmamış ve o gece garip bir şekilde onun sözlerine karşılık verme cesaretini bulmuştum kendimde...

        İşin aslını anlatmaya başlamadan önce aramızda geçen tuhaf konuşmaları kısaca özetlemem gerekirse, bana ilk olarak söylediği şey; yazdığım hikâyeleri beğendiğini söylemesiydi. Hatta onlardan (sanki beni uzun zamandır tanıyormuş gibi bir rahatlıkla) kısa kısa bahsetmişti. Tabi ben de doğal olarak ona; benimle ilgili bu kadar şeyi ve hiç kimseye dahi anlatmadığım hikâyelerimle ilgili nasıl olurda bu kadar bilgi sahibi olabildiğini sormadan edememiştim. Çünkü sözünü ettiği bazı şeyler yazdıklarım hakkımda gerçekten kimsenin bilemeyeceği ayrıntıları barındırıyordu. Katil Krala hizmet eden gölge çalgıcısını öldürüp öldürmemen gerektiğiyle ilgili düştüğüm ikilemden söz etmesi de bunlardan biriydi.

      Ancak bu tuhaf yaratığın beni bir yandan da ürküten o sualime verdiği cevabı oldukça garipti. Çünkü yazdıklarımın dışında içimde onlardan daha fazlasını gördüğünü söylemişti. Yalnız hayal ettiklerimi yazma kısmında biraz beceriksiz kaldığımdan ve eğer istersem bana bu konuda yardımcı olabileceğinden bahsetmişti. (Bunu eğlentili ve küçümser bir tavırla söylemişti)

      Sözleri beni hazırlıksız yakalamıştı gerçekten ve bu beni onun varlığından rahatsız olmama rağmen ansızın büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştı. Dedikleri son zamanlarda sürekli aklımdan geçen şeylerdi zaten. Çünkü yıllardır yazdığım öykülerin hiç biri şimdiye kadar karşılık dahi bulmamıştı. Yıprattığım onca zaman, hayal ettiklerim... Her şey boşa çıkmıştı. Hiçbir şey düşündüğüm gibi gelişmemişti. Artık bu içsel çabalarımdan vazgeçmeyi dahi düşünmüştüm son zamanlarda. Çünkü insanlar yazdığım şeylere sürekli ilgisiz kalmayı seçiyor ve buda beni büyük bir güçsüzlüğe itip bütün ilham kaynaklarımı harap ediyordu. Ayrıca ''yazmak'' bahsettiğim bütün bu her şeyden sonra artık bir ızdıraba dönüşmeye başlamıştı bende.

       Neyse... Sanırım geçmişte kalan o masum beklentilerimi ve iç çekişmeleri mi bir kenara bırakıp tekrar işin aslına gelmem daha iyi olacak!

        İlk olarak şunu kesin olarak söylemeliyim ki; Ona güvenebileceğime inanmam hayatımda yaptığım en ahmakça hataydı! Fakat bana söyledikleri ve gelecekte kazanabileceğim başarılardan bahsetmesi beni ona büyük bir aç gözlülükle çekmişti. Söylediklerini sahiden de yıllardır büyük bir düşle bekliyordum. İnsanlar artık beni fark etmeli ve yazdığım onca şeyden sonra beni övmeleri gerekiyordu. Buna layık olduğumu biliyordum.

       Evet! Bunu kesinlikle hak ediyordum ve hak ettiğim bütün bu her şeyi o gece bu küçük yaratık bana verebileceğini söylemişti.

        İstediği tek şey vardı; ''Onu da yazacağım bütün hikâyelerime katmamı istiyordu.''

    Bunu ilk duyduğunda o kadar şaşırmıştım ki, hiçbir şey demeden ona uzun saniyeler boyunca boş boş baktığımı çok iyi hatırlıyorum. Ama isteğinin ne kadar saçma bir istek olduğunu kendisi de sonradan fark etmiş olacak ki, daha sonra bana; belki arada birkaç istisna olabileceğini söylemişti. Bu kesinlikle diğerinden daha iyi bir öneriydi. Fakat hala saçma ve garip bir istek olduğu kısmı tartışılmazdı.


     O gece ona karşılık olarak söylediğim sözlerimi bir paçavra olarak kenara atıp kısaca geçiştirmek istiyorum. Çünkü nihayetinde ona güvenmiş ve söylediği her şeyi kabul etmiştim. Bu ikimizin arsında ki bozulmaz bir anlaşmaydı. Başka tercihler için artık geriye dönüş yoktu.

     Pygmiblis yanıma yaklaşarak, adını üç kez fısıldadı o gece ve bana onunla ilgili hayal etmeye başladığımda her şeyin kendiliğinden var olacağını söyledi.

       Söylediği her şey gerçekti. Çünkü onunla ilgili yazdığım karanlıkla kaplı bütün öykülerim insanlar tarafından sevilmişti. Öyle ki, başarılı olmam için çok uzun yıllar gerekmemişti. Yayın evleri artık kendiliğinden kapımı çalar olmuştu. Aradan geçen şimdiye kadar ki yıllardan sonra ise gelmiş geçmiş en büyük korku yazarlarından biri, hatta belki de en iyisi olmuştum!

     Hayatımın iyiye gittiğini düşündüğüm zamanlar olsa da, Pygmiblis'in sanki gerçekten ona ait olan içsel dünyasını hayal etmeye kendimi iyice kaptırmam, her şeyi tam tersine dönüştürmeye ve hayatımın yavaş yavaş eskisinden daha berbat bir görünüme bürünmesine sebep olmuştu. Çok az uyumamın yanında kendimi sürekli işime veriyor ve çok az zaman yemek yiyordum. Tabii işin sonunda yazdığım her öykü büyük bir üne kavuşmayı başarıyordu. Zamanla Pygmiblis'i insanların zihnine iyice kazımıştım. ''Ya da belki de o kendisiyle ilgili olan bütün karanlık sırlarını benim zihnimden faydalanarak insanlara aktarmayı başarmıştı'' Hatta çoğu kişi onun gerçekten var olduğuna dahi inanmıştı. Yazdıklarım onlara büyüleyici geliyordu. Tabii bende olduğu gibi Pygmiblis'ten korkmayı da öğretmiştim onlara.

    Öte yandan Pygmiblis ile ilgili söylemem gereken en önemli kısım ise yaptığım derin araştırmalar sonucunda onunla ilgili fikirlerimde ne kadar haklı olduğumu keşfetmemdir. Çünkü bu dünya dışı yaratığın geçmişine dair bir takım yazılı sayfalar buldum. Sadece üç sayfa parşömenden ibaret olan bu kaynağımı Londra'da ki Birleşik Krallık kütüphanesinde eski büyülerle ilgili yaptığım araştırmalarımda tesadüfen bulmuştum. Bu yazımların ne zaman ve kim tarafından yazıldığıyla ilgili kesin bir bilgi yok. Fakat bunların yüz yıllar öncesine ait olduğu su götürmez bir gerçeklik taşıyordu. Yazılarda bahsi geçen dünya dışı yaratığın tarifi Pygmiblis'e tıpa tıp uyuyordu. Yazar onun bir Düşveren olduğunu söylüyordu ve Düşverenlerle ilgili korkutucu bilgiler ortaya atmıştı.


    Yazara göre Düşverenler insanlarla bağ kurabilen ve bağ kurduğu kişinin hayal gücünü de kontrol ederek kendi iç dünyasını açığa vuran çok ender bir yaratıktı. İyi ve kötü huylu olabiliyorlardı. Ayrıca yazar doğruluğundan pek emin olmasa da bu yaratığın kötü huylu olanlarının gerçek iblise hizmet ettiğini savunuyordu. Bu benim için gerçekten korkutucu bir ayrıntı olmuştu. İblise hizmet eden bir yaratığın kuklası olmaktan daha kötü ne olabilirdi bilmiyorum. Tabi bizzat iblisle olabilecekleri saymazsak.


    Başka bir kısımda ise kurulan bağın sonuçlarından bahsediyordu. Yazara göre Düşverenle kurulan bağ ilk başlarda sorunsuz görünürdü. Öyle ki bu bağı kuran kişi etrafında yer alan insanları da etkileyerek hayal ettiklerini bir nevi gerçekliğe dönüştürür ve ölümünden sonra bile insanların bunların gerçekliğine inanmasını sağlardı. Ayrıca yazara göre Mitolojik figürlerin hepsi (Tanrılar, kahramanlar ve onlarla ilgili yazılan her şey) abartılı bir Düşveren ürünüydü. Hatta bu konuyla ilgili yazılarında ilginç bir bilgi yer alıyordu. Bu bilgi beni ilk başta her ne kadar şaşkınlığa uğratmış olsa da, doğruluğuna kesinlikle inanmıştım.

    Yazar yazısında Düşverenle bağ kuran kör bir adamdan bahsetmişti. Adamın kör olması her ne kadar ironik görünse de, bu kişinin Düşvereni görmüş olduğundan şüphe duymuyordu.

    Ve bu kişi; Eski çağlarda yaşamış olan büyük ozan Homeros'tan başkası değildi. Ne var ki insanların hayranlıkla bahsettiği ve eserleri yüz yıllar öncesine ait olan bu büyük ozanın batı dünyasını nasıl olurda bu kadar derinden etkilemiş olduğunu anlamak benim için şuan oldukça basit görünüyordu.

    Ancak son zamanlarda kendimle ilgili olan çıkmazdan nasıl kurtulabileceğimi kavramaya çalışmamsa hiç basit olmamasının yanı sıra beni gerçekten yiyip bitiriyordu. Öyle ki, Düşverenlerle ilgili okuduğum bu yazıları ilk bulduğumda; içinde en çok olmasını istediğim ve bulmayı arzuladığım tek şey kurulan bağın nasıl bozulabileceğiydi. Ama ne yazık ki bununla ilgili hayallerim her şeyi okuduktan sonra tamamen suya düşmüştü. Çünkü yazılanlara göre bağı bozmanın tek yolu ancak ölümle gerçekleşebilirdi. Eğer bağ kurulan kişi kendi isteğiyle ölmeyi seçerse bağ bozulur ve Düşverende kendisiyle beraber yok edilirdi. Yazar bundan büyük bir ciddiyetle söz etmişti. Öyle ki, durumun ciddiyetinin kavranması için bağ kurulan kişinin geç kalınmadan kendi hayatına son vermesi gerektiğini belirtmişti. Yoksa sonuçları delilik gibi çok daha kötü şeyler doğurabilirdi. Tabi yazarın bu görüşlerinin doğruluğu su götürmez bir gerçekti. Ancak kendimi böylesine bir şeye hazırlamam gerçektende çok zor bir karar olacaktı.

      ''Şuan için bile her şey fazlasıyla kötüyken durumu daha da kötüye götürecek bir deliliği mi? Yoksa bütün her şeye son verecek bir sonumu seçmem gerekiyordu.'' Günlerdir bunu düşünmeden edemiyordum.

     Fakat insanlardan uzak kalmayı seçen ve onun aklıma girmesini seçen bendim. Tabi onun bana böylesine zarar verebileceğini hiç düşünmemiştim. Bu yüzden geldiğim son tamamen benim hatamdan kaynaklanıyordu. Çünkü çok ama çok yanlış bir seçim yapmıştım.

      Fakat kendimi sürekli korkan, savunmasız küçük bir çocuk gibi hissetmekten yeterince yoruldum ve kazandığım onca başarıya ve övmelere rağmen artık buna dayanmakta fazlasıyla zorlanıyorum. Sanırım artık her şeye bir son vermenin zamanı gelmişti. ''O yüzden yapmam gereken şeyi artık daha fazla zaman kaybetmeden bir an önce yapmam gerektiğine inanıyorum.'' Umarım arkamda bıraktığım bu gizemli hikayemin insanlar tarafından anlaşılmasını ve ciddiye alınmasını sağlayabilir.


                                                                    *************

     Aleister Yelworc, kalemini, her zamankinden biraz daha zorlukla yazmış olduğu ve son kez karaladığı üç sayfalık kâğıt parçasıyla beraber masasında bırakarak ayağa doğruldu. Yüzü çok solgundu. Çökük suratı ve son zamanlarda iyice zayıflayan bedeniyle her an düşüp bayılacakmış gibi bitkin duruyordu. Ama buna rağmen yapmaya karar verdiği şeyden hiçte vazgeçecekmiş gibi görünmüyordu. Kendinden emin bir ifadeyle daha önce hazırlamış olduğu sandalyeye üç adımla yaklaştı ve sol ayağını kaldırarak hemen üzerine çıktı. Tavandan sarkan ipin sağlam olduğunu denemesineyse hiç gerek olmadığını biliyordu. Bu yüzden ilmiği hemen boynuna geçirerek yapması gereken son işe odakladı kendini. Tereddüt etmeden hızlı bir karar vermesi gerekiyordu. ''Ama ne kadar da tuhaftı...''  Uzun zamandır kendini hiç bu kadar korkudan uzak hissetmemişti. Gerçekten de korkmuyordu. Bu onu kısa bir an için de olsa mutlu etmişti. Ardından sandalyesini hiç tereddüt etmeden yana itti. Yalnız bu onu beklediğinden biraz daha fazla bir acıyla karşı karşıya bırakmıştı.

     Evet! Nefes alamıyordu. Ama buna direnmemeye çalıştı. Saniyeler yavaş yavaş geçerken seçtiği son da git gide daha da yaklaştı. Bununla beraber hafifçe çırpınmaya başlayan bedeni çektiği acıya karşı artık kayıtsız kalamıyordu. Elleri kısa bir an için nefes almasını engelleyen ilmiğe uzandı. Ama her şey için artık çok geçti. Çünkü güçsüz kollarının o andan sonra yapabileceği hiçbir şey yoktu. Gözleri yavaş yavaş sönmeye başladı. Fakat tamamen kapanmadan önce pencerede duran bir şeyi fark etmiş ve acıyla can çekişen bakışlarla oraya odaklanmaya çalışmıştı.

     Evet! Bu oydu ve elinde az önce yazdığı kâğıt parçalarını tutuyordu. Daha sonra bakışlarını büyülenmişçesine incelediği kâğıt parçasından alarak mutlulukla ona dikti. İşte o an Aleister Yelworc onu dehşete düşüren bir şeyi fark etti. ''Çünkü bütün bunlar bir Düşveren oyunuydu''  Ve O da oyuna gelmişti. Ayrıca düşverenin bedeni karşısında o kadar net görülebiliyordu ki, onu ilk ve son kez gördüğü o eski soluk görüntüsünden en ufak iz kalmamıştı. Bu yaratık kesinlikle onun eseriydi. Bakışlarını acı ve pişmanlıkla dolu gözlerle son kez yaratığa dikerken, Piygmiblis ona sinsi bir eğlentiyle gülümsedi ve ona duyabileceği net bir berraklıkla; bu yazdıklarının en güzeliydi Aleister... Dedi.