Kayıt Ol

Mete Han // Bölüm VII

Çevrimdışı GM

  • *
  • 9
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm III
« Yanıtla #30 : 17 Eylül 2012, 09:49:17 »

Tarihle harmanlanmış fantastik bir hikaye.
Cesaret, bilgi... En çok da bilgi ister böyle bir hikaye yazmak. Gerçi kurgusal olduğunu belirtmişsiniz başta.
Kurgusallık bir yana bir Tarihçi olarak tasvirlerinizi ve döneme ait bilgilerinizi gayet başarılı buldum.
Hikayenin nereye gideceğini ya da kurguya nasıl bir yön vereceğinizi bilmiyorum ama kısa zamanda sizden bir ters köşe bekliyorum. Şaşırtma ve gizem bu tür hikayelerin olmazsa olmazıdır. Dilinizin de kendine has bir üslubu var. Yer yer devrik, şiirsel, hoş bir dil. Okunuyor hikaye.
Emeğinize sağlık.


Çevrimdışı Firari

  • *
  • 13
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm III
« Yanıtla #31 : 17 Eylül 2012, 10:52:33 »
Baştan okuyaraktan yorum yapacağım elbette.
Giriş fazlası ile etkileyici ve insana sanki oku beni der gibi :) Tarih konulu olması beni daha da bir meraka sürdü açıkcası

Fazlaca akıcı ve hiç sıkmayan bir bölüm olmuş ilk bölüm devrik cümleler ayrı bir hava katmış ve hoş olmuş.
‘Duyarım ki zaferler kazanmış Hanımız ama en yakın arkadaşlarına haber vermez imiş. Duyarım ki bir oğlu olmuş Hanımızın dostları bilmez imiş.’

Bu kısma ayrı bir sempati duydum :D Nedense cümle bana fazlaca hoş geldi. Teoman ayrı bir olay zaten :)

Gerçekten bilgine ve yazma olayına bayıldım diyebilirim :) Kalemine sağlık yüreğine sağlık.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm III
« Yanıtla #32 : 17 Eylül 2012, 20:17:26 »
GM: Tarih zaten sevdiğim bir dersti fakat bu yazıyı yazmadan önce baya bir araştırma yaptım. Bunun meyvesini aldığımı görmek sevindirici. Değerli yorumun için teşekkür ederim.

Firari: O cümleyi emuk da çok beğenmiş. Yazarken sadece o zamana gitmeye çalıştım ve bir yandan da anlaşılırlığı baltalamamaya uğraşıyordum. Yorumun için sana da teşekkür ederim.

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm III
« Yanıtla #33 : 17 Eylül 2012, 20:53:14 »
Açıkçası Türk destanlarına pek ilgi göstermeyen ve okumaya başladığında dilinden çok çabuk yorulup sıkılan bir okuyucu olarak, bu hikayeye ne zaman başladım, ne ara bitti hiç farkına varamadım. Öncelikle akıcılığı baltalamayan, gerek edebi açıdan gerek betimlemelerle olsun oldukça hoş bir anlatım biçimi kullanmış olmanıza değinmeden geçemeyeceğim. Ayrıca zor bir konuyu tarih kitaplarındaki sıkıcı bölümlerden biri olmaktan çıkarıp, sağlam bir kurguyla sunmanız da bir o kadar etkileyici. Düşündüğümden çok daha fazla keyif alarak okudum. Devamını merakla bekleyenlere beni de sayın.
Spoiler: Göster

Çevrimdışı emuk

  • **
  • 226
  • Rom: 3
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm III
« Yanıtla #34 : 17 Eylül 2012, 21:08:27 »
Merhabalar Malkavian,

Hikayen yavaş yavaş büyüyor ve tabiri caizse "saga" halini alıyor. Böyle diyorum çünkü olay perspektifini bir hayli genişletmişsin. Dil yine güzel; ancak o cümlenin(yukarıda firari de belirtmiş) yeri bende ayrı.

Bilmem hiç bir kitabını okudun mu, ama son hikayendeki şaman kadının Robert Jordan'ın Zaman Çarkı serisindeki Aes Sedai'lerine benziyor. Her nedense şamanı okumak bana bir Aes Sedai'yi okumayı andırdı. Hatta daha önce seriyi okumuş arkadaşlardan biri bunu okursa onun da aynı aurayı yakalayacağından eminim.

Bu arada kurdun geçen bölümdeki aldığı çağrının da sebebini inceden güzel belirtmişsin. Altyapı sağlam ve üzerine düşünülmüş; bu da okuyucuya güven veriyor.

Yalnız küçük bir eleştirim var. Hikayenin başındaki saray nöbetçilerinin yaşlı kadın karşısındaki ezilip büzülmeleri bana çok da inandırıcı gelmedi. Büyük olasılıkla bu olayı şaman kadının ne kadar kudret saçan bir aurası olduğunu göstermek için yaptın; ama nöbetçilerin tepkileri biraz daha hafifletilip okuyucunun önüne sunulsa daha iyi olurmuş gibi. Ama tabiki bu küçük eleştirim hikayenin genel kalitesini hiç düşürmüyor.

Öykü büyüyor, önünü alamıyoruz. Daha nice öykülere. Tebrikler.
"A.Ö. 352 yılında, Mishamont ayının yirmi altıncı günü, Neraka şehrindeki Takhisis tapınağı yıkıldı. Ejderha kraliçe dünyadan sürüldü, orduları yenilgiye uğratıldı.

Bu zaferin onurunun büyük bir kısmı, ışığın güçleri için cesurca savaşmış olan mızrak kahramanlarına verildi. Ancak tarih kaydetmelidir ki; karanlıkta yürümeyi seçmiş bir adam olmasaydı, ışık kaybetmeye mahkum olurdu."

Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm III
« Yanıtla #35 : 17 Eylül 2012, 21:35:05 »
Yine Malkavian, yine güzel ve kafa karıştırıcı bir hikaye.

Öncelikle şunu söyleyeyim, ben genellikle bu tür tarih ile fantastiğin harmanlandığı hikayeleri çok severim. Bu forumda da onlardan bir tane olması iyi oldu. Tabi bu tür hikayelerin oluşması için çok emek harcanması gerektiğini de biliyorum, uydurmuyorsunuz sonuçta bunları. Araştırma yapıyorsunuz, inceliyorsunuz.

Benim pek fazla eleştirim olmayacak gibi. Sadece bu bölümde yazım ve imla hataları diğer ikisine kıyasla azıcık fazla olmuş o kadar.

Son olarak, emuk'un Aes Sedai'lerle ilgili söylediği şeyi destekleyemedim nedense. Zaman Çarkı'nın yalnızca ilk kitabını okuyup Aes Sedai'lerin o derin ve karanlık yapılarını anlayamadığımdandır belki de, ama ben benzetemedim yani.

Eline, kalemine sağlık. Devam bölümlerini bekliyoruz.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm III
« Yanıtla #36 : 18 Eylül 2012, 12:18:00 »
Black Helen: En çok da bu tip yorumları seviyorum sanırım. Her yorumun değeri ayrı gerçi ama birisi bu tarzı sevmiyordum ama okudum dediği an seviniyorum, ekran başında yüzümde bir gülümseme oluşuyor. Teşekkür ederim.

emuk: Zaman Çarkı'nı okudum ve hala okumaktayım :) Fakat buradaki şamandan ilk etapta kimse korkmuyor hatta dalga geçiyorlar biraz. Sonrasında basit bir iki kelime ile koca korumayı zararsız bir hayvana dönüştürmesinden sonra korku ve çekince oluyor ki bu da normal ve olmalı diye düşünüyorum. Çünkü Dragonlance evreni gibi yüzlerce büyücü yok ortalıkta. Tüm dünyada bu güce sahip onlarca kişi anca var ve çoğu kişi de büyüye inanmıyor zaten. Korku ve çekince bundan kaynaklı korumalarımıza yansıyor. Ama tabi benim bu atmosferi yeterince anlatmamam kötü olmuş :)

TheSpell: Aslında ilgili olduğum bir konu olduğu için araştırma da eğlenceli oluyor. Bu konuda maalesef ki çok kaynak yok ve olan kaynaklar da tarzanca çevrilmiş dilimize. Önce Çince sonra ordan Farsça sonra da Türkçe'ye çevrilmiş bazıları. Hal böyle olunca hayal gücüne çok iş düşüyor :) Ama okuduğum kaynaklar arasında oldukça ilginç bilgilere ve savaş taktiklerine rastladım ilerleyen bölümlerde işime yarayacak çok bilgi edindim. Ahh bir büyüyebilirse Mete o zaman işin şekli değişecek.

Çevrimdışı Buzmavisi

  • **
  • 136
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm III
« Yanıtla #37 : 20 Eylül 2012, 17:48:16 »
Bu öykünün aşağıdaki kitapla bir ilgisi yok galiba :) Geçende DNR'da dolaşırken gördüm bunu. Başka bir şey alacaktım elim buna gitti. Henüz okuyamadım ama çok güzel bir şeye benziyor:

Metehan Büyük Hun Hakanı - Ahmet Haldun Terzioğlu
http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=467361

To Malkavian:
Bu arada öykünüzü takip ediyorum, birkaç bölüm daha çıkmasını bekliyorum. Öyle hepsini birden okuyacağım.
Yepyeni bir fantastik serüvene hazır mısınız?
Anatolya Efsaneleri İlk iki bölüm pdf:http://www.mediafire.com/?uadhvz1vcgmqkct

Yeni Töre'nin ikinci yasası:
Umutlar, inançlar ve dilekler içlerinde bir parça mantık barındırmıyorlarsa hayatları kolayca mahveden boş yalanlara dönüşürler.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm III
« Yanıtla #38 : 20 Eylül 2012, 19:34:51 »
Evet, Ahmet Haldun arkadaşımızın yazdığı kitabı kendi hikayemmiş gibi her hafta yayınlıyorum sayfa sayfa, sırf sizleri düşündüğüm için :)

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm IV
« Yanıtla #39 : 28 Eylül 2012, 12:14:44 »
Mete Han
Bölüm IV


Li-ying, odasına girdiğinde abisi yüksek bir tepeye kurulmuş sarayın balkonundan dalgın bakışlarla geceyi izliyordu. Hemen selam verdi ve yere kapaklandı kadın. Şimdi yerleri süpürmekle meşgul olan koyu yeşil, en pahalı ipekten gece kıyafeti gümüş kakmalarla süslenmişti.

Tai-shan, arkasını dönmeden konuşmaya başladı. ‘Sana imparatorluğumuzu kurtaracak büyük bir görev veriyorum. Yanına sadece bir hizmetçini al ve hemen hazırlan. Kuzeye gidiyorsun.’

Li-ying şaşırmıştı ama imparatoruna karşı gelmek aklının ucundan bile geçmezdi. Abisi yavaş yavaş kararlı bir yüz ifadesiyle arkasını döndüğünde derin göğüs dekoltesini sergilercesine yerden ağır hareketlerle kalktı ve abisine en cana yakın gülümsemelerinden birini bahşetti.

‘Ama ben burada iç isyanları bastırmakla meşgulüm. Beni gönderirsen ne tür suikastlerle uğraşman gerektiğini hiç düşündün mü?’ dedi ilk ve son şansını deneyerek. Kuzeyde sadece barbar Hunlar ve Çin’in maşası Yüeçilerin* olduğunu bildiği için tedirgin olmuştu.

Tai-shan, kardeşinin şimdiden Çin’i bölmek isteyen iki veya üç generali parmağında oynattığını biliyordu ve onun sayesinde Çin toprakları iç karışıklıkları ertelemişti fakat Kuzeyden gelen Hun akınları daha büyük problem oluşturmaya başlamıştı. İpek yoluna her yaptıkları akında değerli malları çalmakla kalmıyor Çin’in bu dünyanın en büyük ticaret yolunun güvenliğini sağlayamadığını da tüm dünyaya haykırıyorlardı. Batılılar her geçen gün ipek ve baharatları daha pahalıya almaktan şikayet eder hale gelmişlerdi. Zaten Li-ying de sorun çıkaran generalleri yeterince oyalamıştı. Tai-shan, gerekli askeri otoriteyi son birkaç ayda sağlamıştı bile, şimdi sıra onları teker teker ölümlerine göndermeye gelmişti ve bunun için kardeşine gerek yoktu.

‘Kararım kesin, yarın güneşin ilk ışıklarıyla yanında büyük bir hediye sandığı ile birlikte Teoman’ın yeni eşi olmak için yola çıkacaksın.’ Sert bir el hareketiyle konuşmasının bittiğini ima etti ve yatağına doğru ilerledi.

Li-ying şaşırmıştı. Teoman’ın eşinin öldüğünü bilmiyordu. Bekar adamları baştan çıkarmak gözleri kapalıyken bile yapabileceği bir işti fakat evlenmiş ve eşini yeni kaybetmiş bir adama hükmetmek… İşte bu çok zor bir görevdi. 

Abisinin onu barbar bir kabileye göndereceğini asla düşünmemişti. Doğduğundan beri saraylarda yaşamak ve insanları manipüle etmek için eğitim almıştı. Birçok dil biliyor ve konuşamadığı birkaçını da çat pat anlıyordu. Şimdi ise bir barbarın eşi olmak zorundaydı. Bir an kaçmayı düşündüyse de bu fikri hemen kafasından uzaklaştırdı. Çin ordusunun erişemeyeceği ve onu bulamayacağı hiçbir yer yoktu. Diğer bir yandan bu, hayatı boyunca çıkacağı en zor sınav olacaktı. Birkaç şehvet düşkünü general yerine, karısını yeni kaybetmiş bir hanı baştan çıkartmak… İşte bu biraz da olsa onu zorlayacaktı ve Li-ying zoru severdi. Yine de abisinin onu hediye edilecek değersiz bir mal gibi Teoman’a göndermesi içten içe onu hiddetlendirmişti. Sinirden elleri titremeden önce kendisine dikkatle bakan abisinin önünden çekildi ve koridora çıkınca koşabildiği kadar hızla odasına doğru koştu.

---o---

Ay Hatun’un Göktanrı’nın yanına seyahate çıkmasının üzerinden tam bir ay geçmişti Hunların Atalardiyarı dedikleri Ötüken’e vardıklarında. İri öküzlerin çektiği ağır aksak ilerleyen kağnının sırtına yüklenmiş büyük, altın kakmalı sandık birçok kabilenin dikkatini çekmişti. Yağmacıların çoğu Çinli kılıç ustalarının önünde diz çökmüşlerdi ve birçokları da hediyenin Teoman’a gittiğini öğrendiğinde geri çekilmişti. Li-ying, bu barbar hanın ne derece güçlü olduğunu daha onu görmeden anlamıştı. Hiçbir barbar yüce Çin imparatoruna gidecek bir kervanı soymaktan çekinmezdi ne de olsa. Ama onun ismini duyunca, en sert savaşçıların bile yüzlerinin düştüğünü ve istemeye istemeye de olsa altın kakmalı sandığa son bir kez bakıp uzaklaştıklarını bizzat görmüştü.

Mola vermeden devam ettikleri yolculukları sonunda büyük çadırların bulunduğu bir karargaha geldiklerinde sona erdi. Li-ying oturduğu atın sırtından sayısız çadırların süslediği, bembeyaz akan ve akarken gürleyen şelalelerin dört bir yanını çevirdiği, uçsuz bucaksız ovaya baktı. Belli ki Teoman savaş hazırlığındaydı. Her yanda deriden zırh giyinmiş atlı birlikler vardı. Abisinin neden onu gönderdiğini şimdi daha iyi anlıyordu ama yine de bu yaptığı şeyi haklı çıkarmazdı.

Atından indi ve onu karşılamaya hızlı adımlarla gelen hizmetçiye döndü. ‘Ben Yüce Çin İmparatoru Qin Shi Huang’ın** kardeşi Li-ying, hanedanım tarafından Teoman’ın yeni eşi olmak için gönderildim. Bu savaş karargahında bir hanım olarak fazla duramam, bana Ötüken yolunda eşlik edilmesini talep ediyorum.’ Dedi resmi bir dille.

Hizmetçi kadın gülümsedi fakat hemen öksürerek yüzünü ciddileştirdi. Küçük bir baş selamı verdi -ki bu Çin’de olsa kellesinin uçurulmasına sebep olurdu- ve akıcı bir şekilde konuşmaya başladı.

‘Ötüken’e gitmek için korumaya ihtiyacın yok hanımım, zaten Ötükendesin ve burada sana kimse zarar veremez. Hanımızın diğer hatunlarının yanında yerini hazırladım bile. Buyur beni takip et.’ Diyip ağzı beş karış açık kalmış olan Li-ying’e yol göstermeye başladı.

On binlerce çadırdan kurulmuş bir kent, daha kaç tane olduğunu bilmediği Teoman’ın diğer eşleri ve bir de yolda gelirken doğduğunu öğrendiği Mete ile uğraşmak hiç de kolay olmayacaktı. Fakat Li-ying asla pes etmeyen inatçı bir yapıya sahipti çocukluğundan beri ve geçen yıllar bunu köreltmek yerine onu daha da kararlı hale getirmişti.

Yumruklarını sıktı ve fısıldayarak kendi kendine yemin etti. Bir gün, Mete ve Teoman öldüğünde bu uçsuz bucaksız çadırlara benim kanımdan biri hükmedecek ve bir gün o orduyla senin canını seve seve alacağım kardeşim.

---o---

* Yüeçiler Çin’in Kuzeyinde, Hunların Doğusunda yaşayan yerleşik düzene geçmiş bir devletti. Ne zaman Hunlar, Çin ile savaşsa Çin hükümdarları Yüeçi askerlerini para ve değerli kumaşlarla satın alıp savaştırırdı. Bu yüzden Hunlar ile Yüeçilerin arası hep bozuk olmuştur.

** Qin Shi Huang, ilk Çin hanıdır. Çin ismi de bu imparatorun adından gelmiştir. Fakat antik çağda yaşamış çoğu önemli kişi iki ismi vardır. İlk ismi çocukluğunda alır ve ikinci ismi de kendini dünyaya kanıtladığında verilir. Çin Seddini yapmaya başlayıp kendi hanedanını kurunca bu isimle anılmıştır. (M.Ö. 221 – M.Ö. 206) İlk ismi hiçbir kaynakta geçmiyor bu yüzden Tai-shan ismi tamamen uydurmadır.

*** Bölümde kullanılan görsel şu çizere aittir. Ellerine sağlık.

Çevrimdışı GM

  • *
  • 9
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm IV
« Yanıtla #40 : 01 Ekim 2012, 10:28:39 »

Tipik Çin taktiği... Basit fakat işe yarar entrikaları desek daha doğru.
Şimdi bu hatun Teoman'ı baştan çıkarma ayağına kendi kardeşini mi def etmek istiyor orasını tam anlayamadım. -Sabah ezanından önce bölüm okumak pek faydalı olmuyor. Buradan bunu çıkarıyoruz.

O değil de ben bu Çin'li prenseslerin olmayan cazibelerine kurban olan o kadar Hakan'ı hala anlayabilmiş değilim. Hayır, kendi hanında o kadar çekik yeşil gözlü, tuttuğunu koparan, höyt dedi mi insanın başını eğdiren kadınlar varken ne diye elin cılız Çinlisini çadırına alırsın ki? Allah'ın gücüne gitmesin, kadınların gözleri görünmüyor! Bundan daha itici bir şey olabilir mi? Ya da ne bileyim erkek beyni böyle mi işliyor? Neyse ben bu düşünceye tutunacağım. İşin içine "Diplomatik ilişki falandır bu. Ondan hep bunlar." gibi saçmalıkları serpiştirmek istemiyorum. Böyle diplomatik ilişki düşman başına... İşin yoksa o kadınla yaşa, cır cır ortalıkta gezinip eline kılıç almayı zar zor beceren bücürükler yap. Ohoo, hani İmparator'dun sen? Ne yaptın?

"Mete büyüse de kadının gözlerinin yerini değiştirip def etse." iç çekişleriyle bölümü bitirdim.
Emeğine sağlık.

Bu arada birkaç kitap önerebilirim.
Yazım tarzından ziyade kurgunun gelişme sürecine katkı sağlar.
Eminim bu türde yazılmış birkaç kitap okumuşsundur. Ama işin üstadının kaleminden yazılan Bozkurtlar'ın Ölümü ve devam kitaplarını da araya sıkıştırabilirsen harika olur. Gerçi bu kitaplar öyle araya sıkıştırılacak kitaplar değil ya, neyse (: Atsız Ata'nın kalemi sonsuzdur. Ufku genişletir. Vaktin olursa ve tabii okumaya fırsatın olmadıysa bir bak derim.

"Bölüm aralarını da bu kadar uzatma." deyip, okuyucu isyanımı da yaptım madem. Gidebilirim.



Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm IV
« Yanıtla #41 : 01 Ekim 2012, 15:32:36 »
Öncelikle Çinliler açısından olaya bakarsak aile yapısı çok geniş olduğundan erkek kardeşler taht için birbirini öldürürken kız kardeşler de diplomatik birer hediye olarak kullanılırmış. Hatta bu bir yerden sonra o kadar oturmuş bir kalıp olmuş ki Çinli prenseslere komşu ülke dilleri ve erkekleri baştan çıkarma taktikleri öğretilmiş (Geisa modeli) Yani Koca Hakanların nasıl baştan çıktığı böylece anlaşılabilir.

Kitap önerileri için de çok teşekkür ederim. İşin araştırma kısmı oldukça fazla vaktimi alıyor yazım tekniği olarak da örnek aldığım hali hazırda bir kitap var. William Napier'in  Attila isimli eserindeki tarzı benimsemeye karar verdim. Şimdilik öyle de ilerliyorum bakalım. Ama tarihi bilgi açısından araştırmalarım hala sürüyor. Kitapçıya ilk uğradığımda dediğiniz kitaplara mutlaka bakacağım.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm V
« Yanıtla #42 : 03 Ekim 2012, 11:43:44 »
Mete Han
Bölüm V


‘Ulu Bilge! Ulu Bilge!’ diye avazı çıktığı kadar bağırırken göğsüne kadar gelen uzun otların içinde koşturdu Mete. Adam, kendine doğru her an dengesini kaybedecekmiş gibi minik ama kararlı adımlarla ilerleyen çocuğa baktı ve gülümsedi. Şimdi güldüğü çocuk ileride binlerce kişiye hükmedecek ve binlercesini de öldürecek bir demir yumruğa dönüşecekti. Kehanetin gerçekleşeceğine o kadar emindi ki onu daha doğduğu günden itibaren sınavlara tabi tutmuştu. Her zaman ona bilmeceler sorar ve hep onu düşünmeye sevk ederdi. Mete ise kelimenin tam anlamıyla dünya üzerindeki en kararlı çocuktu. Kendine bir hedef seçer ve o hedefe ulaşmadan asla vazgeçmezdi. Sonunda kendine doğru gelirken ismini neşe ile bağıran çocuk bir patırtıyla yere düştüğünde gülümseyerek arkasını döndü Ulu Bilge ve çadıra girerken Mete’ye seslendi.

‘Mete hanımız büyümüş de Ulu Bilge’nin dersine geç kalırmış demek. Gözyaşlarını sil de çadırıma gel. Diyecek iki çift lafım var sana.’

Mete gözyaşı dökmemişti. Yere düştüğünde dizleri sızladıysa da pek umursamadı. Nasıl olsa günde onlarca kez düşüyordu. Kimse fark etmiyordu ama Mete hiçbir zaman iki kere aynı şekilde düşmüyordu. Bir keresinde Ulu Bilge’nin ona söylediği sözler hep aklındaydı çünkü.

‘Binlerce kere yanıl Mete, binlerce kere yere düş.’ Demişti Ulu Bilge tam bir yıl önceki derslerinden birinde.’Böylece öğreneceksin nasıl doğru bir adam olunacağını. Düş ki hiçbir rakibin sana diz çöktüremesin, yanıl ki karşındakiler yanıldığında onlara nereden vuracağını iyi bil…’

Yerde dizleri yanarken bu sözleri düşündü çocuk, göz göze geldiği kendisine tıslayan yılana bakarken. Yılanın sırtı sarı benekli, gözleri siyah inci taneleri gibiydi. Tıslarken tehditkar bir şekilde dışarı çıkardığı dili ile birçok yüreğe korku salardı.

Gözlerini kıstı ve yılana baktı Mete. Bir çocuktan beklenmeyecek kadar buyurgan ve sert bir ifadeyle konuştu.

‘Ben senin hakanın Mete Han’ım. Ne cüretle bana tıslarsın ey yılan! Kafanı ezip, seni parçalara ayırmadan defol git hemen!’

Yılan da tüm hayvanlar gibi rakibinin korkusunu sezerdi. Bir rakip ile karşı karşıya geldi mi gözlerini diker ve en korkutucu özelliklerini sergilerdi. Rakibi korktuğu anda avına aniden saldırır ve onu etkisiz hale getirecek zehrini vücuduna akıtırdı. Karşısındaki insan standartlarına göre küçük sayılacak rakibine son bir kez göz gezdirdi yılan ve yavaş yavaş sürünerek otların arasında gözden kayboldu. Rakibi küçüktü küçük olmasına ama onu besleyecek en ufak bir korku kırıntısı barındırmıyordu.

Mete kendinden emin ayağa kalktı ve dizlerinin acısıyla gözünün kenarında biriken ufak yaşları sildi. Ulu Bilge’nin çadırına geldiğinde çadırın kapısının kapalı olduğunu gördüğünde istemeye istemeye girişe bağdaş kurup oturdu Mete. Hocası içeri buyur etmeden asla içeri giremezdi. Oysa ki yılanı nasıl dize getirdiğini ona anlatmayı ne kadar da çok istiyordu.

---o---

‘ Hoş geldin Palaz, hangi rüzgar attı seni çadırıma’ dedi Ulu Bilge. Palaz Teoman’ın en güvendiği habercilerinden biriydi. Hunların arasında en uzun ve en iri yiğitti. Rakiplerinin taşımayı hayal bile edemeyeceği iki elli bir kılıç taşırdı yanında ve yayını gerdi mi kimsenin atamayacağı kadar uzaklara okunu gönderirdi.

‘Mete’ye ders vermeye devam ettiğini duyarım Ulu Bilgem. Gel vazgeç bu uğraştan.’ Palaz gür sesiyle konuşmuştu Ulu Bilge’yi ikna edebilmek için. Çoğu yiğit gibi onun da hocası Ulu Bilgeydi ve ona saygıda asla kusur etmezdi.

‘Her hafta yanıma gelir durursun Palaz. Her hafta aynı şeyleri söylersin ve ben de her seferinde sana aynı cevabı veririm.’

‘Verirsin vermesine de artık durum değişti. Haberlerim kötü. Laçin Hatun bir erkek çocuk dünyaya getirdi.’

Ulu Bilge bu haber karşısında birkaç saniye duraksadı. Bu hiç iyi olmamıştı. Teoman’a bir oğul vermeden bile Mete’nin gözden düşmesi için her türlü oyunu etmişti Laçin Hatun. ‘Li-ying, kendine Laçin Hatun’da dese, düzinelerce erkek oğlan da verse hanımıza, bu diyara hükmedecek bir tane yiğit var ve ben onu eğiteceğim Palaz, bunu böyle bil.’

Palaz gözlerini çadırın zemininde duran ayı postuna dikti ve cüssesine yakışmayan üzgün bir ifade ile konuştu tekrar. ‘Laçin Hatun’un her yerde adamları var artık Bilgem. Teoman hanımız da tamamen avucunun içinde. O ne derse onu yapıyor. Zaten oğlu doğduğunda saatlerce gökyüzüne baktı ve Göktanrı’nın gözünden düştüğünü haykırarak savaşçılarını topladı. Yeterince akın yapıp onu mutlu edemediğini düşünür. Bu yüzden ipek yoluna seneler sürecek bir akına hazırlanır. Ama Laçin Hatun ne yapıp edip onun kanına girer ve akını batıya yöneltir benden demesi.’

‘Hatırladığım kadarıyla sen de Teoman’ın savaşçılarındansın Palaz. Hanını bekletme hadi, kapının önünde sabırsızlanan yiğidi de içeri gönder çıkarken.’

Palaz son bir kez rica edercesine karşısındakinin yüzüne baktı ama sarsılmaz bir irade ile karşılaşınca söylene söylene çadırdan dışarı çıktı. Çadırın önüne adımını atar atmaz ayağa bir ok gibi fırladı Mete ‘Ulakların şahı Palaz usta, konuşmanız bitti mi?’ gözleri merakla kocaman açılmıştı çocuğun.

Palaz tüm söylenmelerini yuttu ve yanakları al, yüzü nurlanmış gibi beyaz çocuğa gülümseyerek baktı ve kafasını bir kez salladı. Daha o arkasını dönemeden Mete çadırın içine bir sevinç çığlığı ile dalmıştı bile.

Ulu Bilge çadırın ortasında yanan ateşin başında bir dal parçası ile oynuyordu ve yanını işaret etti. Mete hemen gösterilen yere oturdu.

‘Al bakalım Mete, bu dal parçasını kır bakalım hele.’

Mete dal parçasına baktı. Kırılgan görünüyordu ve kolayca parçalara ayırabileceğini biliyordu ama yine de durup düşündü. Kafasını zorlasa da Bilge’nin aklındakileri bilemezdi ve o yüzden omuz silkip dalı ikiye ayırdı.

Ulu Bilge bu sefer iki dal parçasını Mete’ye uzattı ve ‘Bir de bunları kır bakalım yiğidim.’ Dedi.

Mete uzatılan parçaları aldı ve onları da kırdı. Diğerine göre daha zor olmuştu ama yine de pek güç harcamamıştı.

Ulu Bilge eline on tane dal parçası aldı ve onları bir iple birbirine bağladı. Mete’ye uzattı ve ‘Hadi bunları da kır ki cihana hükmedecek bir han olduğunu kanıtla.’ Dedi.

Mete deste halinde duran dal parçalarını aldı ve tüm gücüyle kırmayı denedi ama o kırılgan dal parçalarını aynı anda kırmayı bir türlü beceremedi. Artık denemekten elleri su toplamaya başlamıştı ki Ulu Bilge dalları elinden aldı.

‘İşte böyle Mete, bir kişiyi yenmek kolaydır, iki kişiyi yenmek zordur ama başarılabilir. Fakat birbirine kenetlenmiş on kişiyi yenmek bilek gücünden fazlasını gerektirir.’ Diyip ipi çözdü ve dal parçalarını tek tek kırdı. ‘Bu dediklerimi iyi düşün Mete, ileride adamların olacak ve onlara hükmedeceksin. Ama ola ki onları çözülmesi kolay bir iple bir araya getirirsen elbet onu çözüp seni ve askerlerini tek tek kıracak bir cengaver bulunur.’

Mete ve Ulu Bilge saatlerce çadırda kaldılar ve konuştular. Bu saatler bittiğinde Mete düşünceli bir şekilde çadırdan ayrılırken Palaz’ın dev cüssesine çarpıp irkildi. Yine de hocası ona o kadar çok düşünecek şey vermişti ki bunu umursamadan han çadırına yöneldi.

Palaz nefes nefese içeri girdiğinde Ulu Bilge’de oldukça yorulmuştu ve dinlenmek için yere serdiği postun üzerine kıvrılmak üzereydi.Ulu Bilge daha itiraz bile edemeden nefes nefese konuştu Palaz.

‘Savaş çadırından gelirim Bilgem. Teoman’ın emri ile Batı illerine akın düzenlemek için tüm boylar hazırlanıyor.’ Nefesi yetmediğinden soluklandı.

‘Az evvel de demiştin bunu Palaz.’ Dedi Ulu Bilge ama bunu söylerken bile iri cüsseli adamın kendisine önemli bir haber getirdiğini fark etmişti.

‘Laçin Hatun’un da önerisi ile Batı illerine akın ederken Yüeçiler bize arkadan saldırmasın diye Mete’yi onlara barış garantisi olarak vermemizi emretti.’*

Ulu Bilge durduğu yerde sendeledi ve bir anlığına düşecek gibi oldu. Palaz onu hemen yakaladı ve yavaşça postun üzerine oturttu.

‘Hanımız başkasına güvenmez. Onu sen götüreceksin elbet.’ Dedi kısa sürede düşüncelerini toparlayarak. ‘Ona iyi bak Palaz. Bir gün Hunlara o hükmedecek buna inancım tam. Mete’nin başına bir iş gelsin, senden bilirim. Göremediği yerlerde onun gözü, gücü yetmediği yerlerde kılıcı ol, onu kolla ve tüm kötülüklerden koru.’

Palaz kolları arasında tuttuğu hocasının gözlerinin içine baktı. Yıllardır onu vazgeçirmeye çalıştığı çocuğa ne kadar bağlı olduğunu şimdi daha iyi anlıyordu.

‘Andım olsun Bilge, ölü bedenim Göktanrı’nın tahtına ulaşmadan Mete’ye hiç kimse dokunamayacak!’

---o---

* Hunların savaştığı çoğu hanedanlık Yüeçilerin askeri gücünden yararlanmıştır. Para karşılığı askeri güç sağlayan bu topluluğu kontrol altına almak için Teoman, Mete'yi onlara rehin verip, Yüeçi hükümdarının en büyük oğlunu Ötüken'e getirtmiştir. Böylece diğer hanedanların paralı asker kaynağını kesmiş ve daha az kayıpla akınlar düzenlemeye başlamıştır.

Çevrimdışı Quid Rides

  • **
  • 399
  • Rom: 17
  • #800000
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm V
« Yanıtla #43 : 23 Ekim 2012, 22:30:10 »
Tarih-Mitoloji-Fantastik üçlüsünü seven bir insan olarak hikayeyi kurgulayışın gerçekten hoşuma gitti :D Daha önce Ahmet Haldun Terzioğlunun "Mete Han" adlı romanını okumuştum orada daha çok tarihi roman şeklindeydi ama burada araya birazda fantastik edebiyatın girdiğini hissedebiliyorum ayrıca yanlış hatırlamıyorsam o kitapta çocukluğundan pek fazla bahsetmiyordu. Ayrıca o kitaptan kurt ile ilgili yazdığın bölüm kadar zevk alamamıştım :D
http://turanmemre.wordpress.com/
Bana dönek demiş itin birisi
Açığım ne imiş sor hele hele

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mete Han // Bölüm V
« Yanıtla #44 : 24 Ekim 2012, 13:11:30 »
Tarihini didik didik araştırmış olsam da başta da belirttiğim üzere bu hikaye fantastik öğelere yer veren bir kurgu şeklinde ilerleyecek. Kurt ile olan bölüm benim de favorim bu arada ileride bir bölüm var o gelene kadar... Değerli yorumun için teşekkür ederim.