Kayıt Ol

Mohammed Salah Efsanesi (İki Bölüm Birden)

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Mohammed Salah Efsanesi (İki Bölüm Birden)
« : 18 Şubat 2014, 23:28:16 »
Onu sıkı tut ama incitme...
Rüzgarı hisset. Dinle...
Tek gözünle her şeyi gör ve onunla birlikte sen de git. Ta ki hedefi bulana kadar.

Başlıyor...

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mohammed Salah Efsanesi
« Yanıtla #1 : 19 Şubat 2014, 14:53:24 »
Kerpiç evin iki odasını birbirinden ayıran perde elbette sesi izole edemiyordu ve Mohammed annesiyle babasının gecenin bir yarısında tutturdukları sohbeti net bir şekilde duyabiliyordu. Onun uyuduğunu düşünmüş olmaları da buna etkendi.

Salih Salah İşportacılık yaparak geçimini sağlıyordu. Ta ki işgal başlayana dek. İşgal başladıktan sonra hiçbir şey eskisi olamamıştı. Vaat edilen demokrasi ve ambargolar altında inleyen halkın insanca yaşam şartlarına kavuşması, sadece vaatten ibaret kalmıştı. Zaten zor olan yaşam mücadelesini olabildiğince zorlaştırmıştı. Üstüne üstlük kurtarmaya geliyoruz diyenlerin zorbalıkları ve vahşeti herkesi canından bezdirmişti. Ne satacak malı kalmıştı ne de müşteri. İnsanlar günlük yaşıyor, hayati ihtiyaçları dışında harcama yapmıyor daha doğrusu yapamıyordu. Uluslararası yardımlar sayesinde boğazlarından yemek geçebiliyordu.

Birçok Iraklı gibi, Salih te bıçağın kemiğe dayandığını hissettiğinde isyan edip, Amerikalıların terörist, dünyanın geri kalanının ise direnişçi dediği, düzensiz silahlı gruplardan birine katılmıştı. Çocukluğundan beri silahlara duyduğu ilgi, yaşadığı coğrafyanın yemek içmek kadar doğal karşılanan silahla yatıp kalkma geleneğinin bir parçasıydı. Ama attığını vurmasıyla nam salması tamamen Allah vergisi yeteneğinin ürünüydü.

Salih endişeli gördüğü karısını bir nebze olsun rahatlatmak için iyimser olmaya çalışıyordu.

“ Merak etme her zamanki gibi gidip döneriz Allah’ın izniyle”

Karısı bu kadar kolay olmayacağını biliyordu. Her gidişinde gözyaşlarını içine akıtır, moralini bozmamak için için için kendini paralasa da ona belli etmemeye çalışırdı.  Ettiği duaların onu koruduğunu düşünüp, sağ salim kendilerine dönmesi için gece gündüz dua ederdi.

Ayşe, kocasının bu iyimser telkinine her zamanki gibi hüzünlü gülümsemesi ile karşılık vererek;

“İnşallah” dedi sadece. Gitme demek, ayaklarına kapanıp yalvarmak istese de, fayda etmeyeceğini bilirdi. Sessizce uğurlar, Özlemle kucaklardı döndüğünde.

Mohammed babasının ne yaptığının farkındaydı, tehlikeli olmayacağını düşündüğü birkaç göreve onu da götürmüştü babası. Kilometrelerce uzaktaki düşmanı tek tek yere sermesini dürbünle izlemişti. 14 yaşındaydı henüz ama onlarca yüzlerce ölüm görmüştü. Babası ne biliyorsa, o da biliyordu. Her ne kadar oğlunun doktor ya da mühendis olmasını arzu etse de, ülkenin karanlık geleceğinde bir ışık göremiyordu Salih ve bunun sadece bir istek olarak kalacağından emindi. İmkânı olsa yurt dışına gönderirdi oğlunu. Bu cehennemden kurtarmak için her şeyini feda edebilirdi ama etraflarındaki çember o k adar dardı ki, değil ülke değiştirmek, ülke içinde şehir değiştirmek bile ölümü göze almak demekti.

Mohammed şahit olduğu konuşmanın ardından babası için endişelenmesi gerektiğini anlamıştı.  Sabah herkesten önce kalktı. Eskiden bahçe duvarı olarak görev yapan kerpiç yığınının üstünde uzun süre babası için dua etti. İçerden gelen sesler, babasının kalktığını gösteriyordu. Koşarak içri girdi, heyecanı her halinden belliydi. Baba oğul göze göze gelip, bir süre öylece kaldılar. Çocuğun gözlerinde; “gitme” diyen bir buğu, adamın gözlerinde; “ sevdiklerini bir daha görememe korkusu” vardı. Mohammed hiçbir şey demeden babasına atıldı, sarıldı. Hiç bırakmayacak gibi sarıldı…

Adam oğlunun sarı saçlarını şefkat ve hüzünle okşadı. Dolan gözlerini içine boşalttı, titremesinden korktuğu sesini mümkün olduğunca kontrol etmeye çalışıp;

“Annen sana emanet. Ona çok iyi bak. Kendine de. “ diyebildi sadece. Titreşen ses tellerine daha fazla hakim olamayacağını çok iyi biliyordu. Küçük çocuk  kendinden beklenmeyecek bir olgunlukla, gözlerinden süzülen yaşları babasına göstermemek için başını kaldırmadan, “tamam” anlamında usulca salladı.

Kapıda kendilerini izleyen, gözyaşları hiç kurumayan Ayşe’nin yüreği dağlanıyordu. Daha fazla tutamadı kendini hıçkırıklar içinde, kocasının boynuna atıldı, yıllarca bu anı bekliyordu sanki ağlamak için. Üç kişi odanın ortasında uzunca bir süre birbirlerine sarılıp ağladılar.

Salih bu hazin sahneyi sonlandırmak için hamle yaptı. Nazikçe ayrıldı karısından ve oğlundan, perdeyle kapatılmış, fazla eşyaların ve yatakların bulunduğu bölümü araladı. Yastık, yorgan yığınının arasında kamufle edilmiş tüfeğini aldı eline. Şarjörü çıkarıp mermileri kontrol etti. Her zaman ateş etmeye hazırdı silahı. Kurma kolunu çekip bıraktı. Sevinçle şakladı metal. Kendine baktığından daha iyi bakıyordu ona. Düşmanın onları öldürmek için kullandığı son teknolojinin yanında önemsiz gibi görünebilirdi bu silah ama usta ellerde, hele ki Salih’in ellerinde bir tank kadar, bir uçak kadar ölümcül olabiliyordu.

Dragunov’unu gizlemek için eski bez parçalarına sardıktan sonra, kapının önünde duran, eski seyyar satıcı arabasına özenlice yerleştirdi. Arabanın üzerindeki hurdaların arasında fark edilmesi neredeyse imkânsızdı. Harabeyi andıran şehirde en çok bulunan şey, hurdaydı. Birçok insan da bu hurdaları toplayıp, Amerikalıların çalıştırdığı hurda toplama merkezlerine satıyor, eline geçen üç beş kuruşla ailesine bakmaya çalışıyordu. Amerikalılar da kim bilir belki de bu hurdaları geri dönüştürüp, kendilerine atılmak üzere mermi yapıyordu.
Kapının önünde son kez ailesiyle göz göze geldi Salih. Uzun ve acı veren vedalaşmalar işini zora sokuyor, zaman zaman soğukkanlılığını kaybetmesine neden oluyordu. Buruk bir gülümseme ile, son kez baktı onlara. Gıcırdayan tekerlekler eşliğinde yola koyuldu. Dönüp bir daha bakmadı arkasına. Onu geri döndürecek yalvaran gözlere kayıtsız kalamamaktan korkuyordu.

Ana caddeye çıktığında, yüreğine oturan sancıyı bertaraf etmeye çalışırken, bir yandan da kafasında planını tekrar ediyordu. Eskiden hayli hareketli olan, gidiş dönüş trafiğin aktığı geniş anayol; yıkılan binaların molozları ve güvenlik gerekçesiyle işgalciler tarafından kapatılan şeritler nedeniyle oldukça daralmıştı. Her geçen araçtan sonra ortalığı kaplayan toz bulutu zaten harap olmuş şehre ayrı bir zavallılık katıyordu. Sık sık geçen askeri araçlara yol vermek mecburiyettendi. Yoksa üzerinden geçilmiş bir çok at arabası ve yaya ile aynı sonu paylaşmak işten bile değildi.

İki ateş arasında kalmak, yol kenarına döşenmiş bir mayının patlamasıyla parçalara ayrılmak korkusu ilk zamanlar insanları sokaklardan uzak tutsa da artık kanıksanmıştı ve insanlar ölüm korkusuyla yaşamaya alışmıştı bu şehirde. Tıpkı diğer pek çok şehirde olduğu gibi.

Serseri bir mermiye hedef olmak, canı sıkılmış bir Amerikan askerinin tacizleriyle muhatap olmak ya da sebepsiz yere sokak ortasında işkenceye maruz kalmak ta diğer rutinler arasındaydı.

Salih planının ilk aşamasını bitirmek için, eskiden devlet dairesi olarak kullanılan ancak ağır hasar gördüğü için, boşaltılmış, yıkılmak bahane arayan oldukça yüksek bir binanın önünde durdu. Etraf çok kalabalık sayılmazdı ama yine de gelip geçenler vardı. Özellikle kamufle olmuş Amerikan ajanlarına dikkat etmek zorundaydı. Binaya girmek için uygun zamanı kollamak zorundaydı ama görev için belirlenen zamanı da kaçırmaması lazımdı. Kolundaki saate baktı, 10 dakika içinde yerine geçmiş ve hazırlanmış olması gerekiyordu. Binaya girmek için bahaneye ihtiyacı vardı. Gelip geçenlerin şüphesini çekmemek için, elini kasıklarına attı ve çok sıkıştığını belli edercesine kıvranmaya başladı. Buralarda çok garip karşılanmayan bir durumdu bu. İnsanlar ihtiyaçlarını etraftakilere pek aldırış etmeden ağaç dibinde ya da arkasından gelip geçenler yokmuşçasına bir duvar dibinde giderirdi.

Rolünün inandırıcı olduğuna kanaat getirdikten sonra, arabadan bir çırpıda aldığı tüfeğini kimseye göstermeden vücudunu siper ederek saklayıp, kendini binanın içine attı. Buruna çalınan kesif sidik kokusu, binanın zaten umumi tuvalet gibi kullanıldığının kanıtıydı. Yavaşça kafasını çıkarıp etrafı bir kez daha kolaçan etti. Birilerinin dikkatini çekmiş gibi görünmüyordu. Hızla merdivenlere koşup, tırmanmaya başladı. Yer yer hasar görmüş basamaklar ölümcül tuzaklara dönüşme riski taşısa da, çevikliğini kullanıp, moloz yığınlarını aşa aşa en üst kata ulaştı. Odalardan birine girip görüş açısını kontrol etmek istedi. İstediği açıyı buradan yakalamasının zor olduğuna karar verip, tekrar merdivenlere yöneldi. Bir yandan da saatini kontrol ediyordu. Çatıya ulaşıp, en net görüş açısını yakalayacağı yere gitti. Bina şehirdeki en yüksek binalardan biriydi ve seçtiği nokta işini yapması için çok elverişliydi. Yaklaşık 2 kilometre uzaklıkta tel örgülerle çevrilmiş, güvenliğin en üst seviyede olduğu Amerikan birliğini tüm detaylarıyla görebiliyordu. Tüfeğini hazır hale getirip, omzuna dayadı. Dürbünden kısaca etrafa göz attı. Ayarını yaptı. Artık geriye sadece beklemek kalmıştı.  

İmkânsızlıklar içinde düşmanla savaşmak, düşmanın tankıyla topuna karşı durmak değil de, aralarına sızan hainler korkutuyordu Salih’i. Direnişçilerin başına konan para ödülü, hainlik için oldukça cazip geliyordu kimilerine. Salih’inde en büyük korkusuydu günün birinde ihanete uğramak. O yüzden mümkün olduğunca geri planda kalmayı tercih ediyor, kendi belirlediği hedeflerini çok gerekmedikçe kimseyle paylaşmıyor bağımsız çalışmayı tercih ediyordu. Bağlı olduğu gruptan birkaç kişi haricinde kimseyle irtibat kurmuyordu ama son işinde,  şehre korku salan tümen komutanını indirince, başına konan ödül bir anda 1 milyon dolara çıkmıştı ve bu durum hainlerin iştahını kabartabilirdi. Hal böyleyken tedbirli davranmak dışında yapabileceği çok bir şey yoktu.

Silahın dürbününden, gözetlemeye devam ederken,  anayoldaki hareketlenme dikkatini çekmişti. İnsanların yoldan kaçışmalarının sebebi, hızla ilerlemekte olan üç araçlık askeri konvoydu. Aceleleri olduğu belliydi. Bir an için dikkatini araçlara yoğunlaştırdı. Aklına türlü türlü şeyler geliyordu ama gereksiz bir hamle yapıp kendini tehlikeye atmayı da düşünmüyordu. Ancak korktuğu gerçek olmaya yakındı. Hızla gelen Humveeler çatısında bulunduğu binanın önünde durup, içinden çıkan askerler son sürat binaya dalınca kendisi için geldiklerini anlamıştı. İşte olmuştu ve Salih ihanete uğramıştı.

Bina atlamak için çok yüksekti ve tek çıkış yolu geldiği merdivenlerdi. Merdivenler ise şu an kendisi için gelen onlarca askerle dolu olmalıydı. Hızlı düşünmeye çalıştı ama buradan çıkabilmesi mucizelere bağlıydı. Ya kanatlanıp uçacaktı ya da çatışmaya girip tüm askerleri öldürecekti.
 
Sonra ailesi geldi bir an aklına. Oğlunu yaşlı gözleri ve Ayşe’nin kederi. Boğazı düğümlendi ama çaresizliğin pençesi onu çoktan kavramıştı. Kaçacak yer yoktu ve ölüm neredeyse garantiydi. Salih teslim olmayı hiç düşünmedi. Göreceği işkenceyi az çok biliyordu. Ölüm kurtuluş oluyordu bu durumda. Tüfeği omzuna yerleştirip, çatıya çıkan kapıya nişan aldı. Çıkan olursa mermiyi yiyecekti.

Birkaç saniye sonra gergin bekleyiş sona erdi. Tüm anlatılan ve öğretilenlere rağmen eğitimini unutan bir asker, kendini kapıdan çatıya atmaya kalkınca, göğsüne saplanan mermiyle kapının eşiğinde yığılıp kaldı. Hemen arkasından gelen askerse, son anda bu hatadan dönüp kendini kapının yanındaki boşluğa attı. Tekrar sessizlik oldu. Salih nişangâhını bozmadan bekliyordu. Kapıdan geçmeye çalışan kim olursa 7,62 milimetrelik bu mermilerin tadını alacaktı. Tetiği çekebilecek gücü var oldukça yapacaktı bunu.

Merdivenlerde kümeleniş askerler muhtemelen şu an operasyon planı yapıyordu ayaküstü. Yapabilecekleri tek şey koruma ateşi altında çatıya çıkmaktı. Bu da demek oluyordu ki Salih az sonra kafalarını çıkarmaya cesaret edemeyen birkaç askerin hedef gözetmeksizin üstüne açacağı yaylım ateşine maruz kalacaktı. Kendini saklayacak herhangi bir şey aradı göz ucuyla. Çatı çöl kadar boştu. Ne bir yükselti ne de siper olabilecek bir eşya… Hiçbir şey yoktu.

Tam da tahmin ettiği gibi olmuştu. Kapının sağında solunda siper alan iki asker kendilerini göstermeden Salih’e kurşun yağdırmaya başlayınca, mecburen hedef küçültüp çömelir pozisyona geçti. Mermi vızıltıları yoğunlaştıkça, yiyeceği ilk merminin vücudunun neresine denk geleceğini düşündü. Umut etti ki, koluna bacağına isabet etsin. Etsin ki, silahını kullanmasına mani olmasın.

Sağ dirseğinin hemen üstüne isabet eden kurşun ince bir sızı bıraktı beyninde. Kurşun ete girmemiş, sıyırıp geçmişti ama bir sonraki sol omzuna acımadan girdi. Hemen ardından diz kapağını kırıp geçen mermi acısını katladı. Mide boşluğunda hissettiği küçük vurma hissinin ardından, aşağıya doğru akan ılık  sıvı önünde küçük çaplı bir göl oluşturmaya başlamıştı bile. Şarjörler yenilenirken, kapıdan gelmeye çalışan ilk askere gönderdiği mermi, düzgün nişan alamıyor oluşundan ıska geçince, gördüğü son şey aynı askerin M4A1 inini namlusundan çıkan yoğun alev olmuştu. Vücuduna ardı ardına isabet eden mermilerin yarattığı itme kuvveti onu geriye doğru devirirken, son bir hamleyle silahını arkasındaki boşluktan atmıştı Salih. Metrelerce yüksekten yere çakıldı silah ve birkaç parçaya ayrıldı.

 Sırtındaki karıncalanmanın sebebi, yattığı zemindeki taş parçaları mı yoksa ölürken meydana gelen bir his mi olduğunu hiç anlayamayacaktı. Mavi gökyüzü bulanırken, ışık yerini karanlığa bıraktı.


Çevrimdışı Quid Rides

  • **
  • 399
  • Rom: 17
  • #800000
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mohammed Salah Efsanesi ( 1. BÖLÜM EKLENDİ )
« Yanıtla #2 : 19 Şubat 2014, 17:09:14 »
Kan Döngüsü'nün kitaplaşma haberinden sonra uzun bir süre birşeyler yazmazsın diyordum ama beni yalancı çıkardın. :D Yakın tarihten bir olay seçmen açıkçası hoşuma gitti. Merak ettiğim konu ise tarihi nasıl vereceğin. Yani tarihsel süreç ana konunun gölgesinde i kalacak yoksa onunla birlite mi ilerleyecek?

Kalemine (artık klavye mi desek şuna? :D) sağlık
http://turanmemre.wordpress.com/
Bana dönek demiş itin birisi
Açığım ne imiş sor hele hele

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mohammed Salah Efsanesi ( 1. BÖLÜM EKLENDİ )
« Yanıtla #3 : 19 Şubat 2014, 17:19:56 »
Kan Döngüsü'nün kitaplaşma haberinden sonra uzun bir süre birşeyler yazmazsın diyordum ama beni yalancı çıkardın. :D Yakın tarihten bir olay seçmen açıkçası hoşuma gitti. Merak ettiğim konu ise tarihi nasıl vereceğin. Yani tarihsel süreç ana konunun gölgesinde i kalacak yoksa onunla birlite mi ilerleyecek?

Kalemine (artık klavye mi desek şuna? :D) sağlık

Kan Döngüsü işi büyük ihtimal olmayacak. Şartlar çok absürd. Kölelik bitti zannetmiştim meğer bitmemiş :D
Tarihsel süreçle çok işimiz yok bu hikayede. olaylar ön planda olacak ki zaten çok derin bi kurgusu yok.

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mohammed Salah Efsanesi ( 1. BÖLÜM EKLENDİ )
« Yanıtla #4 : 19 Şubat 2014, 17:26:04 »
Mohammed sabahın ilk ışıklarını bahçenin bir köşesinde, ağlayarak ve babası için dua ederek karşılamıştı. Babası muhtemelen gizleneceği yere varmış, hazırlıklarını tamamlamış ve bekliyordu. Gözyaşlarını silip, ayağa kalktı. Annesini kontrol etmek istemişti. Yaşlı gözlerle annesine nasıl güven verebilirdi ki? Babası gibi güçlü ve dik olmalıydı. Evin kapısını açacağı sırada henüz şehrin gürültüsüne boğulmamış gökyüzünde tanıdık bir ses yankılandı. Bu sesi nerede olsa tanırdı Mohammed. Druganov’un sesiydi bu. Babası atışını yapmış ve muhtemelen hedefini indirmişti. Hızlı hareket ediyor olmalıydı. Bulunduğu yeri derhal terk edip, takip edilmediğinden emin oluncaya kadar saklanacağı yere doğru yola çıkmıştı büyük ihtimal. Hep böyle olurdu çünkü.

Heyecanı tavan yapmış, bir yandan da sevinç kaplamıştı benliğini. Koşarak içeri daldı;

“ Vurdu… Babam vurdu anne”

Ayşe oğlunun sevinçten parlayan gözlerine bakıyor, bir yandan da anlamaya çalışıyordu ki, ne kastettiğini anladı.

“Şşşşşttt  Duyacaklar” O da heyecanlanmıştı ve sesine yansımıştı bu heyecanı;

“Nereden biliyorsun oğlum?”

“Silah sesini duymadın mı anne?”

Bu şehirde sürekli silahlar patlardı  zaten bu yüzden oğlunu pek ciddiye almadı Ayşe.

“Babam geri gelecek… Geri gelecek” koşarak evden çıkmıştı Mohammed. Sanki gidecek bir yeri varmış gibi aceleciydi. Yıkık duvarlardan geriye kalanların çevrelediği bahçede bir o yana bir bu yana koşmaya başladı. Babasının yolunu gözleyecekti artık ve akşama kalmaz evde olacaktı.

Birbiri içine girmiş kerpiç evlerin kapattığı görüş açısı birilerinin geldiğini gizlemeye çalışsa da kalkan toz bulutu bir veya birkaç aracın gelmekte olduğunu açık ediyordu. Merakla sokağın başına dikti gözlerini ve köşeyi dönen ilk humvee onu paniğe sevk etmişti. Eve girmek istedi ama sonra vaz geçti. Beklemeye koyuldu, hızla gelen araçlar peşi sıra evlerinin önünde durduğunda; Ayşe kapıya çıkmış meraklı gözlerle olan biteni anlamaya çalışıyordu. Sokakta görülen bir askeri araç hayra alamet olmamıştı bugüne kadar. Ve Ayşe, bu tekinsiz adamların niyetini az çok tahmin edebiliyordu. Kendileri için gelmişlerdi.

Hışımla inen askerler, elleri tetikte, anne - oğlu en ufak bir hareketlerinde mermi yağmuruna tutacaklarını belli eder şekilde hareket ediyordu. Bağırıyorlar, belki de küfrediyorlardı. Ayşe hemen oğlunu yakalayıp kendine çekti ve kollarıyla sarabildiği kadar çok sardı. Elinden gelse, oğluna zarar gelmemesi için onu içine saklayacaktı. Koşar adım gelen askerlerden biri sorgusuz sualsiz, dipçiği Ayşe’nin kafasına indirdi. Yere düşerken bilincini çoktan yitirmişti. Kafasından sızan kan, yüzünde bir nehrin kollarını andırıyordu.

Mohammed bu ani saldırıyı bile kavrayamamışken, annesinin yere devrilen bedeni iyice korkmasına neden olmuştu. Aynı dipçik bu kez onun kafasına gelmiş ancak, şansı annesine göre daha yaver gitmiş ve kulağının arkasını sıyırarak geçmişti. Dengesini yitirip annesinin yanına devrildi. Askerlerin hiddeti ve şiddeti dinecek gibi görünmüyordu. Annesini tekmeleyen bir tanesine mani olmak için, üzerine atılmak istedi ancak dipçik bu kez alnının ortasında patladı. Gözleri karardı sendeleyerek geriye doğru birkaç adım attı ve sırt üstü düştü. Baygın annesi, çuval gibi yerde sürüklenirken, toplayabildiği tüm güçle doğrulup, arkası dönük askerlerden birinin bacağından sarkan tabancayı almaya teşebbüs etti.

Silahı taşıyan kılıfı açmaya muvaffak olamadan, askerin tekmesini suratına yedi. Ağzına dolan kan, nefes borusuna kaçmış, neredeyse onu boğacaktı ama asker bunu yeterli görmedi. Almaya çalıştığı silahı çekip, gözünü kırpmadan tetiğe bastı. Dizleri üstünde iki büklüm duran çocuk, kafasının sağ tarafına isabet eden mermiyle birlikte yere düştü ve hareketsiz kaldı.

Karmaşık sesler ve ara ara zar zor araladığı gözlerindeki bulanıklık nerede olduğunu anlamasına engel oluyordu. Şuuru kapanıp, açılıyordu ve oksijen maskesiyle birlikte zar zor nefes alabiliyordu. Komşuları hastaneye taşımışlardı ama doktorların umudu yoktu. Hem yaralanma çok kritik hem de hastanenin imkânları yokluk sınırının bile altındaydı. Allah’a dua etmekten başka bir tedavi yöntemi göremediler.

                    
****

Dört yıl geçmiş olmasına rağmen, bir an bile hafiflememişti acısı. Dün gibi hatta an gibi aklındaydı her şey. Annesine reva görülen zulüm ve onu kurtaramamış olmanın vicdan azabı kadar canını yakmıyordu, kafatasında kalan mermi.

Yokluk içindeki hastanede, ölüme var gücüyle direnen çocuk tüm dünyanın gündemine oturmuştu. Amerikan dış işleri bakanı her zamanki timsah gözyaşlarıyla “yanlışlık oldu” diyerek özür dilemekle yetinirken, Hollanda hükümeti, Mohammed’in tüm tedavi masraflarını karşılamayı kabul etmiş, sonrasında da, onu Hollanda’ya getirmiş ve tedavisine devam etmişti. Adım adım mucizeyi gerçekleştiren çocuk, Azrail’in elinden kurtulmayı başarmıştı. Sonraki aylar, yoğun psikolojik ve fizik tedavilerle geçmiş içine kapanma dışında, fiziksel olarak bir kusur kalmamıştı görünürde.

Mohammed artık Hollanda vatandaşı olmuştu. Babasının rüyası acı bir şekilde gerçekleşmiş olsa da, bu yabancı memlekette kendine hayat şansı tanımıyordu Mohammed. Sık sık gördüğü kâbusların sebebi yaşadığı travma mı yoksa beyninin bir parçası olarak ömrünün sonuna kadar kafasında taşıyacağı mermi mi bilmiyordu. Tek arzusu; doğduğu, anne ve babasına mezar olan topraklara gitmekti ve ilk fırsatta Irak’a geri döndü.

Evlerini görmeye gittiğinde anıları canlandı, beynindeki sızı tüm vücuduna yayılırken, harabeye dönmüş evini terk etmemeye karar vermişti. Tüm dünyanın tanıdığı mucize çocuğa yardım kuruluşlarından her türlü destek veriliyordu. Evinin tamiratı için herkes seferber oldu. Eskisinden çok daha modern bir ev olsa da o eski evini özlüyordu. Annesini özlüyordu… Babasını özlüyordu.

Hollanda konsolosluğunda işe başladı. Diğerleriyle karşılaştırıldığında çok iyi kazanıyordu. Kazandığını ihtiyacı olanlara pay etmekten geri durmuyordu Mohammed. İçindeki yangın her geçen gün harlanırken, paranın hiçbir değeri yoktu. İntikam fikrini, yavaş yavaş filizlendirdiği zihninde;  planlar, planları takip ediyordu.

Çevrimdışı serhan1310

  • **
  • 91
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mohammed Salah Efsanesi (İki Bölüm Birden)
« Yanıtla #5 : 19 Şubat 2014, 21:40:04 »
öncelikle senin alışık olduğum tarzının dışında bir kurgu olmuş. Akıcı gidiyor.
    Tek eleştirim kan döngüsünde ve bu yazdığın hikayede de silahlara dair direkt isimler kullanman. Özellikle bu yazdığında dragunov bilmeyen biri için Salih'in silaha kendi koyduğu bir isim olduğunu düşündürebilir. Yanlış anlama bence gayet güzel ama genel olarak bakınca sanki biraz sırıtıyor gibi.
     Devamını merakla bekliyorum...
cesaret yoksa zaferde olmaz

Çevrimdışı ryuk

  • ***
  • 497
  • Rom: 25
  • ne değiştirebilir bir insanın doğasını?
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mohammed Salah Efsanesi (İki Bölüm Birden)
« Yanıtla #6 : 19 Şubat 2014, 22:12:44 »
Elinize sağlık. Juba'yı hatırlattı bana yazdıklarınız.

Bence silah modellerinin söylenmiş olması daha güzel yapmış öyküyü.
Fikirlerim için ölmeyi göze alamam çünkü yanılıyor olabilirim - Bertrand Russel

İyi bir fikir üretmek için, pek çok fikir bilmek gerekir:

* Yeni başlayanlar için FRP

* Fantastik edebiyata yeni başlayanlar ve bu türde ilerlemek isteyenler için

* Kılıçlar ve diğer eskiçağ silahları hakkında

* Dark Sun


* Distopya Korkuları

Daha fazlası için: Index

Çevrimdışı Stormholder

  • *
  • 46
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mohammed Salah Efsanesi (İki Bölüm Birden)
« Yanıtla #7 : 21 Şubat 2014, 00:53:58 »
Silah modellerinin yani sira tasvirlerini de yaparsaniz bence sorun cozulmus olur  :D  Bir kerede okudum, akti gitti yani. Ellerinize saglik.

İçindeki yangın her geçen gün harlanırken, paranın hiçbir değeri yoktu. İntikam fikrini, yavaş yavaş filizlendirdiği zihninde;  planlar, planları takip ediyordu.

Bu paragraftan sonra zekice kurgulanmis planlarla dolu bir devam bekliyorum sizden.  ;)

Çevrimdışı duhan

  • **
  • 284
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mohammed Salah Efsanesi (İki Bölüm Birden)
« Yanıtla #8 : 21 Şubat 2014, 21:57:30 »
Sağlık sorunları nedeniyle 2 gündür hastanede konaklıyorum sanırım 3-4 gün daha burdayım bu yüzden ara vermek zorunda kaldım umarım yarım kalan tüm hikayelerimi tamamlayabilirim çıktıktan sonra.

Silah modellerinin yani sira tasvirlerini de yaparsaniz bence sorun cozulmus olur  :D  Bir kerede okudum, akti gitti yani. Ellerinize saglik.

İçindeki yangın her geçen gün harlanırken, paranın hiçbir değeri yoktu. İntikam fikrini, yavaş yavaş filizlendirdiği zihninde;  planlar, planları takip ediyordu.

Bu paragraftan sonra zekice kurgulanmis planlarla dolu bir devam bekliyorum sizden.  ;)
Daha önce de belirttiğim gibi kurgusu derin plmayan olaya dayalı bir hikaye olacak çok şey beklemeyin. Benim de esin kaynağım JUBA oldu bu hikayede.

Herkese sevgiler saygılar.

Çevrimdışı Stormholder

  • *
  • 46
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mohammed Salah Efsanesi (İki Bölüm Birden)
« Yanıtla #9 : 22 Şubat 2014, 03:48:55 »
Gecmis olsun umarim ciddi bir sey degildir. Derin bir kurgu olmayacagini gozden kacirmisim. Yine de iyi bir seyler bekliyorum :)

Çevrimdışı serhan1310

  • **
  • 91
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mohammed Salah Efsanesi (İki Bölüm Birden)
« Yanıtla #10 : 23 Şubat 2014, 10:24:12 »
gecmıs olsun en kısa zamanda saglıgına kavusursun ınsallah
cesaret yoksa zaferde olmaz

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mohammed Salah Efsanesi (İki Bölüm Birden)
« Yanıtla #11 : 26 Şubat 2014, 12:17:45 »
Çok geçmiş olsun duhan. En kısa sürece sağlığına kavuşursun İnşallah.

Şu sıralar kafamı toplaryıp pek de zaman bulamadığım için öyküyü okuyamadım ama en kısa zamanda onu da okuyacağım umarım. Tekrar geçmiş olsun.