Kayıt Ol

Mücadele: Bölüm 1-2

Çevrimdışı Gilderoy

  • ***
  • 416
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
    • Kuyutorman
Mücadele: Bölüm 1-2
« : 03 Eylül 2010, 17:08:52 »
MÜCADELE


Bölüm I

Geçmişin gölgesinden geleceğin aynasına birçok olay yaşamıştı fani dünya. İnsanlığın çöküşüne de şahit olmuştu, aydınlanma çağına girişine de. Her şey tüm ayrıntısıyla oynanıyordu hayat sahnesinde. Ne var ki hayat, tuhaf bir olguydu. Her canlının doğal formu. Bu form, kaderini kendi çizebilirdi. Ama inkâr etti. Kendini boşluğa bıraktı amaçsızca. Ve, ona vaat edilen aydınlanma bilincini kaybetti. Ve insan, acınası, yok olmaya mahkûm bir hayat formu olarak kalacaktı bu fani dünyada ve ebedi uykuda.



Yıl 1120-İskenderiye


Göz alabildiğince su. Eşsiz mavisi ile Akdeniz boylu boyunca karşısındaydı Samet’in. Arkasında İskenderiye’nin en büyük halk pazarı yer alıyordu. Pazardan çıkan uğultular, dalga sesleri ile martı seslerinin birbirine olan uyumunu bozuyordu. Şu an kafası dağınıktı ve bir an önce toparlayarak mantıklı düşünmesi gerekiyordu. Bunun içinde mutlak sessizliğe ihtiyacı vardı.

Ayakta, olduğu yerde sola ve sağa döndü. Pazarın yukarı tarafına yaklaşık iki yüz yirmi arşın uzaklıkta şehrin küçük tersanelerinden biri yer alıyordu. Uygun bir yer olduğu kanısına varınca, o tarafa doğru hareketlendi. Ani dönüşünün etkisiyle ardında uçuşan grimsi cüppesi, ayrı bir hava katıyordu Samet’e.
Kıyı şeridinden ulaştığı tersanede, önceki bulunduğu yere göre daha az gürültü vardı. Eh, bu da onun için sorun teşkil etmezdi. Tersanenin denize bakan tarafında yapımı yeni bitmiş bir teknenin yanına gitti, yan kısmına oturdu. Gözleri önce geldiği yola doğru döndü, bir süre sonra sonsuz maviliklerde kayboluverdi.

Aniden, gözleri Antep’te yaşayan ailesini görür oldu. Hepsi ona bakıyor ve gülümsüyorlardı. Çok geçmeden ailenin saadetini bozmaya gelmiş kara bir iblis belirdi arkada. Elinde minik bir hançer taşıyordu. Donuk gözleri yuvalarında Samet’e döndü. Bir soğuklu kapladı Samet’in vücudunu, ardından alevlenmeye başladı. Mutlu aile tablosuna bir karabasan gibi çöken hançerli iblisin ona doğru gelmesi son gördüğü oldu. Sonra beyaz bir boşluğa düştü birkaç lahza. Hayat, beliriyordu korkudan küçülen göz bebeklerinde.

Kendine geldiğinde teknenin gölgesi altında yatıyordu. Neler olup bittiğini anlaması için yattığı yerde gök kubbeyi izledi bir süre. Açlıktan bayılmıştı. İki gündür midesini sudan başka ne bir yiyecek ne de bir içecek ziyaret etmiyordu. Beş kuruşu kalmamıştı yaban ellerde. Şimdi kendisini koca İskenderiye hapishanesindeki bir mahlûkat gibi hissediyordu.

“İskenderiye, koca bir hapishane, bence bu hapishanede müebbet yemiş bir zavallıyım.” dedi yattığı yerden.

Büyük bir hayal kırıklığı yaşıyordu. Tüm umutları yok olmuştu. Artık Samet diye birisi yoktu dünyada.

Ayağa kalktı yavaşça. Kalkarken başının ve sırtının acıdığını fark etti ve düşmemek için gölgesine yattığı tekneyi tuttu. Başının arka kısmında ensesine akan akışkan bir sıcaklık hissediyordu. Eliyle yokladı. Sonra baktı eline. Bu kandı.

Acıyla inleyerek ayakta doğruldu. Beline fazladan bağladığı ince kuşağı alarak başını sardı sıkıca. Sonra acıyla inleyerek tekrar oturdu çıplak teknenin kenarına.

Martı sesleri, dalgaların kıyıya vuruşunda çıkan muazzam rahatlatıcı ses ve şimdi de açlık türküsü çığıran yeni bir ses. Midesi gurulduyordu. Guruldamaktan öte, sahibine isyanla birlikte sitem ediyordu. Samet, kana bulanmamış elini, varlığını hiçe saydığı midesini susturmak için kullandı. Ama nafile. Açlığa dayandığı sınır burada bitiyordu. Sınırın öbür tarafı bu dünyaya ait değildi.

Gözler tekrar kararmaya başladı yavaş yavaş. Ayak parmaklarından dizlerine hücum eden bir karıncalanma hissetti. Göz kapakları son kez aralandı bir yardım umudu ile. Bir çığlık atmak istedi Samet, insanlara sesini duyurabilmek için. Ama ağzından çıkan kelimeler onu da şaşırttı:

Şehadetini tamamlarken dengesini kaybetti ve zorlukla oturabildiği tekneden yere düştü.

Acaba bu sefer hangi iblisi görecekti. Belki de bu sefer onu korkutan bir iblis değil, acı çektirmeden canını alan bir varlık gelecekti. Azrail gelecekti muhtemelen. Hiç şüphesiz bir çırpıda canını alıp gidecekti bu diyardan. Yalnız kalan bedeni ise toprak olacaktı bu zalim dünyada.

Açılmış deniz gözler son kez bakarken ufka ve açılmamak umuduyla son kez kapanmaya başlayan göz kapakları, tersane girişinde bir kadın gördü, bir hayat formu.

“Azrailim…” diye mırıldandı dudaklar.

Ve o an, hayat durdu, kelimeler sustu.



to see world in a grain of sand
and a heaven in a wild flower
hold infinity in the palm of your hand
and eternity in an hour
-William Blake

Ynt: Mücadele-Bölüm 1
« Yanıtla #1 : 03 Eylül 2010, 17:13:37 »
Güzel ve değişik bir hikaye olmuş.Anlatım tarzın çok iyi.Devamını bekliyorum.Eline sağlık.

Çevrimdışı Gilderoy

  • ***
  • 416
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
    • Kuyutorman
Ynt: Mücadele: Bölüm 1
« Yanıtla #2 : 03 Eylül 2010, 17:23:53 »
Teşekkür ederim. En kısa zamanda ikinci bölümü de sizlerle birlikte olacak.
to see world in a grain of sand
and a heaven in a wild flower
hold infinity in the palm of your hand
and eternity in an hour
-William Blake

Çevrimdışı Gilderoy

  • ***
  • 416
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
    • Kuyutorman
Ynt: Mücadele: Bölüm 1-2
« Yanıtla #3 : 06 Eylül 2010, 14:44:43 »
Bölüm II

Ebediyen açılmamak umuduyla kapanan göz kapakları, yeniden ışık aldı içeriye. Ve deniz gözler tekrar kucakladı dünyayı.

Kendine geldiğinde alçak tavanlı bir odada yatıyordu beyazlar içinde. Öldüğünü zannediyordu fakat dar pencereden yüzüne vuran güneş ışıkları ona, “Ölmedin. Hâlâ hayattasın.” Deyince bu kanıdan hemen vazgeçti.

İstemediği bir yemeği zorla önüne konulan bir çocuk gibi hayatı eline tutuşturulmuştu Samet’in. Kendisine lütfedilen ikinci hayatında kendisine sorduğu ilk soru şu oldu:

“Neredeyim?”

Kader, onu yine başka bir yere sürüklemişti. Samet için kader, bir olguydu. Asla değiştirilemezdi. İnsanın yazgısı ne ise doğumunda aynen kodlanmıştı genlerine. Artık macera peşinde koşmuyordu Samet. Yazgısına göre hareket etmeyi uygun buluyordu artık. Kaderin onu başka serüvenlere itmesini bekliyordu. Hayat beni sürgüne yolladı. Gerçektende sürgündeydi şimdi. Lâkin bunu yapan hayat değil, ta kendisiydi.

Yaklaşık bir yıl önce tanıştığı Daî Ali isimli adamdı onu bu hâle getiren. Daî Ali, beynini yıkamıştı Samet’in. Aslında insanların kaderlerini yönlendiremeyeceğini kazımıştı aklına. Her insanın yazgısına göre hareket edeceğini benimsetmişti ona. Tek tek kendi tarikatının geleneklerini açıklamıştı. Yaptığı işten açıkça belli oluyordu mürit topladığı. Elbet Samet’te bunu anlamıştı ama Daî Ali’nin söylediklerine karşı çıkınca Daî, daha farklı bir yola başvurdu. Önce müritleri yardımıyla Samet’i etkisiz hâle getirtip ezilmiş afyon suyu içirdiler. Onlar buna haşhaş diyorlardı, kendilerine de haşhaşiyun. Sonra Daî, tüm haşhaşiyun bilgi birikimini destansı hikâyeler aracılığıyla Samet’in masum aklına aktardı. O gecenin ertesi sabahı Samet, yeni bir kişilikle uyanmıştı yatakta.

Güneş biraz daha tepeye yaklaşıp horozlar susunca odaya bir kadın girdi. Samet düşünceleriyle boğuşmayı bırakıp kapıda dikilmiş onu izleyen kadını gördü.

Yataktaki adamın uyandığını fark eden kadın elindeki yemek tepsisini hemen masanın üzerine koydu ve Samet’e yaklaştı.

“Günaydın. Kendini nasıl hissediyorsun?” diye sordu nazikçe.

“Günaydın.” Dedi Samet. Kadının eşsiz görüntüsü başını döndürmüştü. Azrailim… “Şimdi daha iyiyim, teşekkürler. Her şey için.”

Kadın ona gülümsedi. Biraz utandığından olsa gerek masada duran yemek tepsisine yöneldi. Aldı ve beyaz çarşafla bürünmüş yatağın ucuna koydu. Samet, yattığı yerde yavaşça doğruldu. Tepsiyi önüne çekerken, “Beni evinize alıp yemek verdiğiniz için müteşekkirim.” dedi. Kadın “önemli değil” dercesine başını öne eğerek masanın yanındaki kuru sandalyeye oturdu.

Dışarıdaki kalabalığın sesi odaya kadar geliyordu. İskenderiye’de böylesine bir gürültü sadece halk pazarından gelebilirdi. Pazara yakın bir yerde olmalıyız.

“Affedersiniz.” dedi Samet. “Siz…”

“Lamia.” diye ekledi kadın. “Adım Lamia.”

Lamia. Ne hoş.

“Beni nasıl fark ettiniz tersanede?” diye soruverdi Samet.

“Babam o tersanede çalışıyor. Ama oraya gittiğimde onun yerine sizinle karşılaştım.” dedi kadın. “O hâlde görünce sizi, yardım etmek istedim.”

“Teşekkür ederim.”

Bir süre aralarında konuşma olmadı. Odayı sadece pazardan gelen uğultu dolduruyordu. Adam yarım bıraktığı yemeğine döndü. Kadın ise göz ucuyla onu izliyordu. Dudakların konuşmadığı bu anı bozan kadın oldu.

“Sizi birkaç gün önce bir adamla gördüm.” dedi Lamia. Sesi çatallı çıkıyordu şimdi. “Daî Ali ile, kütüphanenin arkasında.”

Samet’in gözleri fal taşı gibi açıldı ve hayretler içerisinde Lamia’ya döndü. Lamia, bir an suskunluğunu korudu. Ama o konuşamadan Samet devreye girdi:

“Daî Ali mi? Onu nereden tanıyorsunuz?” diye sordu şaşkınlıkla. Kadının yüzünü hayretle karışık bir gülümseme kapladı. Samet’in buralı olmadığı olmadığını anlamıştı şimdi. Ama dillerini çok iyi konuşuyordu ve iyi uyum sağlamıştı Mısır’a.

“Daî Ali,” diye başladı söze. “bu çevrede yani İskenderiye taraflarında mürit toplayan birisidir.”

“Mürit mi? Neden bahsediyorsunuz siz?”

“İşte, daînin insanlara oynadığı bir oyun daha.” diye düşündü Lamia. Her şeyi biliyordu. Fedaîleri, dağın yaşlısını, haşhaşı.

“Anlaşılan sende müritlerinden birisin.” dedi Lamia. “Sana uyuşturucu vermişler. Sen de onun etkisindeyken tarikata girmişsin. Haşhaşiyunlara katılmışsın.”

Son cümle ağır koydu Samet’e. Haşhaşiyunlar demek. Nizamiyecilerin baş düşmanı haşhaşiyunlar. Samet şimdi anlıyordu arkasında dönen oyunları. Peşinden gelen gölgeyi biliyordu artık. Lamia, güneş; Daî ve müritleri ise güneşten saklanan birer gölgeydi.

Yaklaşık bir yıl önceki geceyi anımsadı hayal meyal. Uyuşturucunun etkisini bir kez daha hissetti damarlarında. Gözleri büyüdü. Kandırıldığını fark etti ve tekrar haşhaşın tadına bakmak istiyordu şimdi. Uyuşturucu böyle bir maddeydi işte. Bir defa kapanına düştüğün zaman kurtuluşun olmazdı. Er ya da geç ikincisini isterdin. Sonra üçüncüsünü, dördüncüsünü. Alıp başını giderdi sen çürüyene kadar.

“Lamia,” diye mırıldandı Samet. “kurtar beni. Yardım et bana!” farkında olmadan son kısmı bağırarak söylemişti.

Lamia, sessiz olmasını göstermek için işaret parmağını dudaklarına koydu. Sonra ses, bir fısıltıya dönüştü küçük odada.

“Kurtar beni bu gölgeden. Aydınlığa ulaşmak istiyorum Lamia.”

Sonra daha tiz bir fısıltı çıktı odada.

“Yapacağım. Yardım edeceğim sana.” diye mırıldandı kadın. Gözleri umut doluydu.

“Daî,” dedi Samet. Sesi şimdi öfke ve hırsla bürünmüştü. Patlamak üzereydi. “görüşeceğiz elbet.”

İntikam vakti yaklaşıyor Daî. Fedaîler, bizlere yaptıklarınızı ödeyeceksiniz.

Nizamiyecilerin kuruluş amacıydı bu, intikam.
to see world in a grain of sand
and a heaven in a wild flower
hold infinity in the palm of your hand
and eternity in an hour
-William Blake