Kayıt Ol

Korkuluktan Korkar Korkuluklar

Çevrimdışı Denaro Forbin

  • *****
  • 2114
  • Rom: 54
    • Profili Görüntüle
    • Bilimkurgu Kulübü
Korkuluktan Korkar Korkuluklar
« : 10 Mart 2013, 22:28:40 »
NOT: Aylık Öykü Seçkisi'nin geçtiğimiz Ekim ayındaki "Korkuluk" adlı teması için yazmış olduğum bir öyküydü. Pek içime sinmeyince göndermemiştim. Ama bilgisayarda boş boş durmasına da gönlüm el vermedi. Bir yazar, yazdığı her şeyle övünmelidir bence. Nitekim amatör öyküler yazmadan profesyonel olamayız. Okursanız ne ala.

Gitmek zorundaydı. Bunu kendisi de biliyordu. Uzaklaşmalıydı bir an önce bu lanet şehirden. Yeterince kötü zamanlar geçirmişti. Halk kendisine kin ve nefret dolu bakışlar atıyordu her seferinde. Bütün gözler üzerindeyken, gücünü kullanmakta oldukça zorluk çekiyordu. Bu yüzdendir ki, körelmeye yüz tutmuş özel gücü, artık eskisi kadar güçlü değildi.

Bulutsuz bir gündü fakat hava serindi. Mavi gökyüzünün altında durmaktaydı bedeni. Önce gözlerini kapadı. Ardından kollarını her iki tarafa doğru açtı. Konsantre olması gerekiyordu. Uzun soluklar alıp vermeye başladı. Nefes aldıkça göğsü de doğru orantılı bir şekilde inip kalkıyordu. Bir korkuluk gibi dikilerek kargaları bedenine doğru çekmek zorundaydı. Daha önce defalarca yapmıştı bunu. Yine yapabilirim, diye düşündü. Heyecandan elleri titremeye başladı.

“Yo, hayır! Yapmak zorundayım. Buna ihtiyacım var. Evet. Şimdi. Tekrar başlıyorum. Oldu. Tamam.”  Bunu yapmanın hiçbir eğlenceli tarafı olmadığını söylüyordu her fırsatta, ama bu gücün kendisine verildiğini bilmek de hoşuna gidiyordu aynı zamanda. Kargalar, evet. Ne kadar ilginç, değil mi? Kargalar üzerinde bir  güce sahipti. Kargaları egemenliği altına alıp gökyüzünde özgürce süzülebilmekteydi. Yedeki insanlara nispet yaparcasına kargaların kanatlarında dolaşıyordu gökyüzünü. Dünyaya kuş bakışı bakmak onun için çok kolaydı.

“Bu gürültü de ne? Hayır, açmamalıyım gözlerimi. Yeni baştan konsantre olmalıyım. Neyse ne, benimle ilgili değildir ya!”

“Ahhhhhhhh!”

Altı Gün Sonra

Bir kapının açılıp kendisini kurtarmaya gelen bir kurtarıcı bekliyordu her gece. Ama sadece bekliyordu. O kurtarıcı gelmiyordu bir türlü. Ve gelmesi zaten mümkün değildi. Düşünmek için bolca zamanı oluyordu. Ne de olsa üç tarafı duvarlarla, geriye kalan tek taraf ise demir parmaklıklarla kapatılmış, pis, rutubetli, ufacık bir odanın içerisindeydi. Duvarlar gün geçtikçe daralıyordu sanki. Gün geçtikçe üzerine üzerine gelmeye başlıyor, boğulacakmış gibi hissediyordu Rotinac. Günlerdir buradaydı ve bulunduğu zamanın gündüz mü, gece mi olduğunu bile bilmiyordu. Günde iki öğün yemeğini getiren gardiyandan başka birinin yüzünü görmeye hasretti.

Üstü başı pislik içerisindeydi. Odadaki koku oldukça ağır olduğundan, zaman zaman nefes almakta da problem çektiği oluyordu. Odanın duvarları, tavana kadar örümcek ağlarıyla kaplanmıştı. Arada bir farelere de rastlamak mümkündü. Bu hücrede kaldığı müddetçe tek dostunun hayvanlar olacağını tahmin ediyordu Rotinac. Fareler de hücrede bir insan olduğunu fark etmiş olacaktı ki, daha temkinli davranmaya başlamışlardı. Rotinac’a yaklaşmamaya çalışıyorlardı. Aslında Rotinac’ın onlara zarar vermek gibi bir niyeti bulunmuyordu. Hayvanlara karşı her zaman oldukça sevgiyle yaklaşmıştı. İster fare olsun, ister başka bir şey, hiçbir zaman onlara zarar vermek, öldürmek gibi saçma düşüncelere kapılmamıştı. Aslında bugüne dek kimseye bir kötülüğü dokunmamıştı.

“Kargalar gecikti!” diye tısladı, elinden geldiğince ses çıkarmamaya özen göstererek. “Benim burada olduğumu hissetmeleri ve şimdiye dek gelmiş olmaları gerekirdi. Önce bu lanet hücreden, daha sonra da bu kahrolası şehirden çıkarmaları gerekirdi! Yo, bu işte bir terslik olmalı!”

Hücreye neden kapatıldığını düşünmek üzerine tezler kurmaktaydı kafasında. Ama bir sonuca ulaşamamaktan nefret ediyordu. Gözlerini açtığında kendisini bu lanet olası hücrede, üç ayağı kırık bir yatakta yatarken bulmuştu. Doğrulup oturduğunda bulunduğu ortama bir anlam verememişti. Sağ kulağının arka tarafına dokunduğunda eline koyu kırmızı bir sıvı bulaşmıştı. Bunun kan olduğunu anlaması ise birkaç dakikasını almıştı. Çünkü kafasına aldığı darbeyle geçici hafıza kaybına uğramıştı.

Hücrede, yaklaşık beş veya altı gün geçirdiğini düşünüyordu. Hesaplamaları kendisine bu sonucu vermişti. Gardiyan kahvaltı getirmediği ve günde iki öğün yemek verdiği  için birisinin öğlen, diğerininse akşam vakti olduğunu tahmin ediyordu. Bu tezden yola çıkaraktan, bir sonraki yemeğinin akşam vaktine denk geleceğini umuyordu. Öğlen de olabilirdi, bunu kesin olarak bilmesi şimdilik imkansız olarak görünüyordu.

Oturmaktan sıkıldığı zamanlarda, ayaklarının uyuşukluğunu açmak için odanın içinde bir aşağı bir yukarı gidiyordu. Arada bir enlemesine bir sağa bir sola gittiği de oluyordu, fakat o, genellikle bir aşağı bir yukarı gitmeyi tercih ediyordu. Bir tarafı duvar, karşı tarafı ise demir parmaklıklardan oluşan bölüm, karşılıklı iki tarafı da duvar olan bölümden daha uzundu çünkü.

Acıkmıştı, susamıştı da. Ayakları yere değecek şekilde yatağın uç kısmına uzanmış gardiyanın yemeğini getirmesini bekliyordu. Aslında açlığa bir müddet daha dayanabilirdi fakat susuz yaşamını devam ettiremeyeceğinin farkındaydı. Bu yüzden bir önceki yemekle birlikte gelmiş olan suyunu idareli kullanmaya çalıştıysa da, başarılı olduğu söylenemezdi.

Odada bir lavabo bulunuyordu fakat pislikten görünmez hale gelmiş musluktan su akmıyordu. Suların geçmekte olduğu borularsa adeta örümcek ağlarıyla kardeş gibiydiler. Demirden borular paslanmış ve iyice irileşmişti. Üzerinde böcekler cirit atmaktaydılar. Fare pislikleri de, üzerlerine düşen görevi layıkıyla yerine getiriyorlardı.

Uzandığı yataktan ayağa kalkan Rotinac, odanın içerisinde 'bir aşağı bir yukarı' volta atmaya başladı. Uzaklardan yankılanarak yaklaşmakta olan sesler, Rotinac'ın kulağının demir parmaklıklara yapışmasına neden oldu.

Gardiyan genellikle tek getirirdi yemeği lakin bu sefer ayak sesleri ve konuşmalardan da anlaşılacağı üzere, iki kişi içerisinde bulunduğu hücreye doğru yaklaşmaktaydı. Şaşkınlığını gizleyemedi Rotinac.

Sesler yaklaştıkça kalp atışları da doğru orantılı bir şekilde artmıştı. Demir parmaklıkların aralarından endişeli gözlerle etrafını seyretmeye başladı. Adamlardan biri bir meşale tutuyordu ve gölgeleri taş duvarlara yansıyordu. Büyüyen gölgeler davetsiz misafirlerin son dönemeci de döndüklerinin habercisiydi.

Gelenlerin kimler olduğunu tahmin etmek için vakti olmadığından, beklemeye koyuldu. Birkaç dakika içerisinde hücrenin önüne gelmiş olurlar diye düşündü.

***

Gardiyan ve yanında bulunan adam hücrenin önünde dikildiklerinde, Rotinac yatağına uzanmış bir vaziyetteydi. Sanki geldiklerinden yeni haberi oluyormuş gibi doğruldu ve duman grisi gözleriyle gardiyan ve yanındaki yabancıyı süzmeye başladı. Fakat sıkı ve hararetli bir tartışmanın içerisinde olan ikili henüz Rotinac'ın bulunduğu tarafa dahi bakmamışlardı.

Gardiyan uzun boylu, iri yarı ve keldi. Siyah pantolonunun üzerine giymiş olduğu yeşil ve kırmızı renklerden oluşan üniforması, görünümüne resmi bir hava katıyordu.

Yanındaki adam ise gardiyanın yanında oldukça sıska görünüyordu. Saçları ensesine kadar uzanan, boyu gardiyanın omuzlarına güçlükle erişebilen, kaşları kalın, gözleri çukurlu, giydiği elbiseden de anlaşılacağı üzere hiçbir resmi havası bulunmayan çelimsiz bir adamdı. Olası bir kavgada gardiyanın tek bir yumruğu adamın işini bitirir diye düşündü Rotinac. Ve bu düşünce istemeden de olsa gülümsemesine neden oldu. Tartışmanın dozunun da şiddetlenmesi, bu tezinin doğru çıkabilme ihtimalini artırıyordu.

"Senin gibiler burada olduğu müddetçe, mahkumlar disipline sokmak oldukça zor!" diye kükredi adam. Görünüşüne oranla yüksek çıkan sesi Rotinac'ın şaşırmasına sebep oldu.

"Sen," diye söze başladı gardiyan, "sen kim oluyorsun da bana karşı sesini yükseltebiliyorsun?"

Sıska adam cevap vermek için ağzını açtığında dev cüsseli gardiyan elini savurdu ve konuşmasına izin vermedi.

"Senin görevin farklı, benim görevim farklı. Herkes kendi işine baksın. Asıl disiplin işte o zaman sağlanmış olur. Derhal yanımdan uzaklaş, yoksa çok fena yaparım!"

Son cümlesini üzerine basa basa telaffuz etmişti gardiyan. Daha fazla konuşmanın bir işe yaramayacağını anlayan sıska adam, sözlü düelloda mağlup olduğunu kabullenerek boynu bükük bir şekilde gerisingeri ilerlemeye başladı. Giderken de son bir kez dönüp kin dolu gözlerle gardiyana bakmayı ihmal etmedi.

Gardiyan elindeki meşaleyi ve yemek tepsisini yere bırakarak belindeki anahtarlıkla kapıyı açmaya koyuldu. Kapı gıcırdayarak geriye doğru açılırken iri cüssesiyle dar kapıdan zor da olsa içeri girmeyi başardı. “Öğlen yemeğin,” dedi tepsiyi Rotinac’ın yatağına bırakarak. Bir yandan da küçümser bakışlarla deli olduğunu saptadıkları bu adamı süzüyordu.

Rotinac hücreye kapatılmasının nedenini merak etse de, bir türlü soracak cesareti bulamıyordu. Gardiyan bir kahkaha koyverdi ve hücreden çıkmak üzere az önce girmiş olduğu  kapıya doğru ilerlemeye başladı.

“Bu hücreye neden kapatıldığımı öğrenmek istiyorum,” dedi Rotinac, gayet sakin bir tonda. Konuştuğuna kendisi de inanamamıştı bir an için. Gardiyandan korkuyordu fakat belli etmemeye çalışıyordu.

“Çünkü delisin!” diye karşılık verdi gardiyan. “Delileri bu hücrelere kapatmaktan büyük bir zevk duyarım. Ardından kahkahalar eşliğinde hücrenin dışına çıktı. Elindeki anahtarlıkla kapıyı kilitledi ve tam olarak kapanıp kapanmadığından emin olmak için de şöyle bir sarstı. Çıkan gürültü, gece kadar siyah olan koridorda uzaklaşarak yitip gitti.

“Sen bir delisin, yani bizim tabirimizle bir ‘korkuluk’sun. Korkuluklar insanlara zarar verebilirler. Hayvanlar üzerinde güç sahibi olan korkulukların ne zaman, ne yapacağı belli olmaz. Sen, kargalara hükmedebilme gücüne sahip bir delisin, anladın mı?”

Gardiyanın gittikçe artan sesi, Rotinac’ın bedeninden sekip kayboldu. Meşaleyi eğilerek yerden alan gardiyan geldiği yöne doğru döndü ve ayaklarını sürüyerek uzaklaştı.

Afallamış olan Rotinac bir süre sessiz kalmayı tercih etti. Geçen süre zarfında kendisine bahşedilen bu özel gücü yönetebilme kabiliyeti körelmişti. Bunun en büyük etkisi elbette ki bir hücrede kapalı kalmasıydı. Kargalara hükmetme gücünü ancak ve ancak açık bir alanda, havayla bedeninin temas edebileceği yerlerde kullanabiliyordu. Kargaların kara kanatlarıyla özgürce süzüldüğü gökyüzüne oldukça uzaktı bu günlerde. Ama asıl üzerinde düşünülmesi gereken konu kargaların neden kendisini kurtarmaya gelmemiş olmalarıydı. Efendilerine karşı olan sadakatleri bu kadarla mı sınırlıydı?

Gardiyanın uzaklaşmaşı sadece bedenin fiziksel olarak burada bulunmamasını sağlamıştı. Ama sesi hala kulaklarında çınlamaktaydı.

“Sen bir delisin, yani bizim tabirimizle bir ‘korkuluk’sun. Korkuluklar insanlara zarar verebilirler. Hayvanlar üzerinde güç sahibi olan korkulukların ne zaman, ne yapacağı belli olmaz. Sen, kargalara hükmedebilme gücüne sahip bir delisin, anladın mı?”

Birkaç dakika sonra gardiyanın getirmiş olduğu yemeği hatırladı ve almak için yatağın ucuna uzandı. Yemeğini yedikten sonra bir miktar da su içti ve ardından ayağa kalkarak kapıya doğru yöneldi. Bir ses duymuştu yine. Yaklaşan biri vardı. Gelen kişinin gardiyan olduğunu taş duvarlara yansıyan devasa gölgeden anlamışı. Yemek kabını almaya geliyor olmalı diye düşündü.

Gardiyan hücre kapısına doğru yavaş adımlarla ilerlemekteydi. Elindeki meşalenin ışığı ise karanlık koridorda bir güneş etkisi yaratmaktaydı. “Seni başka bir hücreye aktarmalıyız, buraya başka bir deli gelecek. O kadar çok deli var ki!” diye kükredi anahtarlıkla kapıyı açarken. Rotinac’ın konuşmasına izin vermeden koluna girdi ve beraberce hücreden dışarı çıkarak koridorda ilerlemeye başladılar. Rotinac için bu büyük bir fırsattı. Eğer birkaç saniyeliğine dışarı çıkabilirse…

Bir süre sessizce yürüdüler. Sessizliği bozan kişi ise Rotinac’tı.

“Biraz hava alma şansım var mı? Kaç gündür penceresi dahi olmayan ufacık bir hücrenin içerisindeydim. Çok havasız kaldım. Yalnızca iki dakika. Temiz havaya ihtiyacım var,” dedi. Sesinden de anlaşılacağı üzere kendini acındıryordu. “Tamam, yalnızca iki dakika ama,” dedi hücrelerden sorumlu  olan iri yarı gardiyan. Bu cevabı beklemeyen Rotinac’ın şaşkınlığı yüzünden rahatlıkla okunabiliyordu. Ama bir yandan da gülümsemeden edemiyordu. İki dakika içerisinde kargalarla istediği bağı kurmayı başarabilirse, bu hapishaneden de kurtulması işten bile değildi.

***

Gökyüzünde kara bir bulut çok hızlı bir şekilde yaklaşıyordu. Rotinac’ın kara kanatlı ordusuydu bu. Efendilerini özgürlüğe uçurmak için geliyorlardı. Savaşmak için, sadakatlerini sunmak için kanat çırpıyorlardı.

***

Çevrimdışı

  • ***
  • 581
  • Rom: 47
  • Hayvan Yemeyelim!
    • Profili Görüntüle
    • http://bulentozgun.blogspot.com/
Ynt: Korkuluktan Korkar Korkuluklar
« Yanıtla #1 : 11 Ağustos 2013, 23:45:02 »
Konusunu ilginç buldum. Süper kahraman olgusuna farklı bir bakış. Sonuna kadar merakla okudum; ama sonunu başı kadar güzel bulmadım. Öykünün geçtiği evreni çok merak ettim. Bunun üzerine daha çok yazılsaydı sevinirdim. Kahramanımızın başına gelen olayların açıklaması daha doyurucu olmalıydı. Öykünün çok büyük bir kısmı okuyucunun zihnine bırakılmış. Hikayenin sonu konunun ilginçliğini yeterince taşımıyor.
Dile gelirsek: Çeviri kokusu taşıyan ifadeler beni rahatsız etti: kahrolası, lanet, lanet olası, oldukça gibi.
Bazı cümleler nedensiz uzatılmıştı, meramınızı daha kısa cümlelerle anlatabilirdiniz:
"Öğlen de olabilirdi, bunu kesin olarak bilmesi şimdilik imkansız olarak görünüyordu."
"Bir tarafı duvar, karşı tarafı ise demir parmaklıklardan oluşan bölüm, karşılıklı iki tarafı da duvar olan bölümden daha uzundu çünkü."
"Gardiyan genellikle tek getirirdi yemeği lakin bu sefer ayak sesleri ve konuşmalardan da anlaşılacağı üzere, iki kişi içerisinde bulunduğu hücreye doğru yaklaşmaktaydı."
"Siyah pantolonunun üzerine giymiş olduğu yeşil ve kırmızı renklerden oluşan üniforması, görünümüne resmi bir hava katıyordu."

Aslında bu uzun cümlelerin de müsebbibi kötü çeviriler. Ayfer Tunç'un da söylediği gibi kötü çevirilerden beslenen okur, bir edebi metin üretirken bunun etkisinde çok kalıyor.