Kayıt Ol

Okyanusta bir gül ağacı

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Okyanusta bir gül ağacı
« : 08 Temmuz 2012, 06:56:10 »


+18

Okyanusta bir gül ağacı


“Kahretsin! Seni pislik, bana vurdun!”

Allex Yondama, insanlar tarafından hiç de sık ziyaret edilmeyen, gerçekten de ıssız kavramının hakkını veren bir düzlükte, tecavüze uğramakla meşguldü. Çırılçıplak soydurulmuştu. Ama sadece o değil, oradaki herkes soyunuktu. Adamlardan biri çocuğun ağzına zorla yanık bir sigara koymaya çalışıyor, bir diğeri – ki bu içlerinden en kibarıydı – çocuğun pipisiyle oynuyor, abisi ise arkadan kardeşine sürtünüyordu.

Çocuk henüz korkmamıştı. Çünkü abisi de buradaydı. Ve bu ona sahte bir güven kazandırıyordu. 4 yaşında bir çocuksanız o kadar masumsunuzdur ki, abiniz tarafından tecavüz edilmenin ne demek olduğunu anlamayı bırakın, tecavüz kelimesinden haberdar bile olmazsınız. Zavallı çocuk, ağzına sigara sokmaya çalışıp bir yandan da sesli bir şekilde kahkaha atan adamın karnına yumruk attı ve ağzından çıkan sigara dumanı ile birlikte kuvvetlice öksürdü.

“Sikin şu lanet olasıcayı!” dedi adam, sinirle.

Kuyashi’nin gözleri parıldadı. Ağzının kenarını kıvırtarak, kendinden yaşça daha büyük olduğu belli olan adama hafif gülümsedi. “Onu ben bozmak istiyorum” dedi. “Sonuçta kardeşi olarak buna hakkım olmalı.”

Az önce Allex’in pipisiyle oynayan adam elini çekerek, Kuyashi’ye anlamlı bir bakış attı. “Onu ilk kimin becerdiği umurumda bile değil. Sonuçta bu zevki daha geç de tadabilirim.” Kenara geçip oturdu. Cebinden yuvarlak bir biçimde sarılmış, beyaz bir mendil çıkarmıştı. Yavaşça mendili açarak, küçük bir delik yarattı ve burnunu delikten içeri sokarak sağlamca içine çekti.

Adı  Usagi’ydi. Japonya’da eğer bir “en fazla miktarda uyuşturucuyu en kısa sürede içebilenler” yarışması düzenlense, “Top 10”a girebilecek türden bir bağımlıydı. Kırmızı saçları, Japonlara oranla daha büyük fakat en az onlarınki kadar çekik gözleri, atletik bir vücudu ve bir kadını kolayca aklından alabilecek keskin bakışları vardı. Fakat düşünceleri, görüntüsü kadar güzel değildi. Gerçekten de dahi bir psikopattı.

Az önce Allex’e zorla sigara içirmeye çalışanın adı ise, Carl’dı. Amerikalıydı. Zaten konuşurken bile, bir Japon kolayca onun bir Amerikalı olduğunu anlayabiliyordu. 3 yıldır Japonya’daydı ama bu 3 yılda Japoncayı kolayca sökmüş olmasına rağmen aksanına bir türlü alışamamıştı. Kelimeleri ağzında doluyor, sürekli dili sürçüyordu. Usagi’nin yavaş adımlarla kenara geçtiğini gördükten sonra, o da biraz geriledi ve büyük kardeşin küçük kardeş üzerindeki sex fantezilerini izlemeye hazırlandı.

“Ben sadece izlemekle tatmin olacağım” dedi sakince. “Çocuğa acıdığımdan değil. Ya da bunu yanlış bulduğumdan da değil. Sadece erkek sikmek istemiyorum.” Yüzünde anlamsız bir ifadeyle, paketinden çıkardığı sigarayı ağzına götürdü ve bir süre yanmamakta ısrar edip sonradan kuvvetli bir ateş çıkaran çakmağı ile onu yaktı. “Kadınlar bile bana sex için para veriyorken, şu piçe böyle büyük bir zevk yaşatamam.” Allex’i gösteriyordu.

Son cümlesinin yarısı yanlış, yarısı doğruydu. Kadınlar ona sex için para falan ödemiyorlardı. Bu sadece onun gururla söylediği rutin bir yalandı. Nedense herkesin buna inanmasını istiyordu. Ve kimse de bu yalana inanmıyor, ama yalan olduğunu bildiğini söylemeye de cesaret edemiyordu. Doğru söylediği şey ise, çocuğun piç olmasıydı. Evet, babası yoktu.

Kuyashi, masmavi gözlerinin altından sinsice Carl’a baktı. Siyah saçlarına perde olmuş kovboy tarzı şapkasını çıkartıp bir köşeye atarak – aslında fırlatarak – dümdüz yüzünü kardeşine çevirdi. Çocuk henüz ağlamamış, bağırmamış ya da benzeri bir harekette bulunmamıştı. Pek çok yetişkinden daha onurluydu. Pek de gururluydu. Başına gelen pek çok kötü olayla, kolayca savaşabilecek türde biriydi. Abisinin yüzündeki şeytanı görünce, saatlerdir harcadığı sükûneti bozmak istedi fakat bunu yapmadı. Her yeri ağrıyordu ama hiçbiri göğsünün sol tarafı kadar değildi.

Kuyashi pek çok kızla birlikte olmuştu. 18 yaşında, ergenlikten çıkma yolunda emin adımlarla ilerleyen, yavaş yavaş kişiliği oturmak üzere olan genç, daha bu yaşta, hiçbir erkeğin hayatı boyunca göremeyeceği kadar çok kadını çırılçıplak görmüştü. Kadınlar ona sırf yüzünün güzelliği, atletik vücudu ve karizmatik bakışları yüzünden hayran kalabiliyordu. Ama Kuyashi hiçbirini yatağa atmadan önce bu denli kuvvetli bir arzu yaşamamıştı. Kardeşine cinsel yönde bir arzu duymuyordu. Sadece bu çocuktan intikam almayı, Allex nasıl doğumuyla Kuyashi’nin hayatını siktiyse, Kuyashi de onun hayatını sikmeyi arzuluyordu. Babasını çok küçükken kaybetmişti ve bir gün annesi, hiç kimseyle evli olmadığı halde Allex’i doğurduğu için, asla kimsenin yüzüne bakamaz hale gelmişti. Asıl acıyı kendisinin çektiğini sanıyordu.

Hışımla Allex’i yere ittirerek üzerine atladı. Hiç beklemeden kardeşinin poposunu bastırdı. Dönüp tekrar baktığında, kardeşini tamamıyla bozduğunu anlamıştı. Güçlü bir sevinç çığlığı attı. Bu çığlığın zevk çığlıklarıyla bir alakası yoktu. Sonunda başardığını ve kardeşinden intikamını aldığını düşündü o an. Bir yandan elindeki bıçakla kardeşinin sırtında ölümcül olmayan çizikler açıyor, bir yandan çocuğun içinde hızla gel - git yapıyor, bir yandan da çocuğun saçlarını tutup çekerek, arada bir kanlı bıçağıyla onları kökünden kazımaya çalışıyordu.

Ve Allex hiç çığlık atmadı. Sadece kardeşinin ona ne yaptığını ve bir insanın nasıl bu kadar kuvvetli bir fiziksel acı çekebildiğini anlamaya çalışıyordu. Ağlamak istiyor, ama aynı zamanda ağlamak istemiyordu. Tanrı’ya dua etmeye başladı. Bu acının sona ermesi için her şeyi yaptı. Karşı koymaya yeltenmiyor, zaten karşı koysa da başaramayacağının bilincinde, durumu kabullenmeye çalışıyordu. Birkaç kez acıdan bayıldı, ama bu sadece birkaç saniye sürdü. Çocuk bayılmanın ne demek olduğunu bile bilmiyordu. Sadece bayılmamak için diretiyordu. İçindeki bir içgüdü, eğer uyursa, bir daha uyanamayacağını söylüyordu ona. Her şeyden çok, tüm fiziksel acılardan çok, kalbi sızlıyordu.

Kuyashi, kardeşini bir saate yakın bir süre sikti. Tam üç kere boşalmış, yılmadan devam etmişti. Allex’in sırtında küçük gibi görünen o kadar fazla çizik açtı ki, bir süre sonra gördüğü tek renk kırmızı olmuştu. Allex’in güzel, sarı saçlarının yerinde şimdi sadece bir tutam sarı kıl ve yarıklar duruyordu.

Kuyashi’yi Allexin üzerinden zar zor aldılar. Durumun Çin işkencesine döndüğünü fark eden Carl, Kuyashi’yi zorla çekip alarak, bir kenara savurdu. Usagi ise durumun ciddiyetini anlamayacak kadar kötü bir durumdaydı. Tek yaptığı gülmek ve kokain çekmekti.

Kuyashi, kendisini sırtından tutup zorla öteki tarafa fırlatanın Carl olduğunu, ancak kafasını dönüp adama bakınca anladı. “Seni lanet olasıca!” diye haykırdı. Yüzünde anlamsız bir ifade, psikopatlık seviyesinde bir sinir vardı. “Lanet olsun! Zevkimi bölüyorsun!”

Carl, Kuyashi’nin o ve Usagi gibi 20 yaşından büyük mafya babalarıyla neden arkadaş olduğuna, bir türlü anlam veremiyordu. Okulu bitmek üzereydi, güzel bir üniversiteye gidebilecek kadar akıllıydı. Üstelik annesi zengin bir kadındı. Kocasından ona kalan mirası yemekten başka bir bok yapmıyordu. Carl’ın asla sahip olamayacağı şeylere sahipti ama kardeşine tecavüz etmeye tüm bunlardan daha da önem veriyordu. Bir sigara daha yakarak, çocuğun yüzüne baktı.

“Sonsuza kadar bunu yapamazsın” dedi. “Çocuk zaten doruk noktasına ulaştı, bundan daha fazla acı çekemez.”  Cebinden tek atışlık bir tabanca çıkararak, uzaktan çocuğa doğru doğrulttu. Kafasına nişan almaya çalışarak, tetiği ateşledi. “En azından huzurla ölmeyi hak ettiğini düşünüyorum” diye ekleyerek, hala daha dağlarda yankılanan kurşun sesi eşliğinde, birkaç metre ilerideki bir meşe ağacının altına park edilmiş arabasına doğru ilerledi.

Kuyashi hiçbir şey söylemeden takip etti. Usagi de aylak adımlarla peşlerinden yürüyor, anlamsızca kahkaha atıyordu…
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Okyanusta bir gül ağacı
« Yanıtla #1 : 08 Temmuz 2012, 11:02:11 »



2. Bölüm // Ölüm

Allex cayır cayır yanıyordu. Her yeri acıyordu. Nerede olduğunu bilmiyordu ama nerede olması gerektiğini biliyordu. Ne yaşadığını tam olarak anlamamıştı. Ama kötü bir şey olduğunu anlayabiliyordu. O adamlar ona kötü bir şeyler yapmışlardı ama en fazla acıyı abisi vermişti. Evet. Bunu hatırlıyordu. Ve kurtarıcısı, kendisine sigara vermeyi çalışan şu adam olmuştu. Abisini ondan uzaklaştırmış, sonra da silahıyla Allex'i kafasından vurmuştu.

Ama ölmedi. Kurşun kafatasına değmeden, kafasından küçük bir et parçasını da alarak sıyrılıp gitti.

“Kahretsin! Abi, bu oynadığımız en kötü oyundu!” diye sızlandı Allex.

Bacakları oynamıyordu. Kendini kollarıyla itmeye başladı. Nereye gideceğini bilmiyor, sadece kollarıyla kendini itiyordu. O sırada fark etti “kahretsin” dediğini. Ömründe pek çok kez duymuştu bu tip pislik lafları ama hiç kullanmamıştı. Bu tip pis lafları kullandığında annesinin Kuyashi’ye ne yaptığını iyi biliyordu. Bir keresinde annesinin, Kuyashi’yi sırf bu yüzden ölümüne dövdüğünü hatırladı. Bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu ve evde, tek kişilik kanepede oturmuş, televizyonda hangi programın izleneceği ile ilgili bir tartışmaya tanık olmaktaydı. Kuyashi ve annesi televizyon ile ilgili bu saçma tartışmayı sürdürürken, Kuyashi kullanmaması gereken bir kelime kullandı. Sonucu ise Kuyashi'nin, kemerle dövülmesi olmuştu.

Allex ona durması için yalvarmaya başladığı saate kadar annesi durmadı. Bir sebepten dolayı annesinin onu abisinden daha çok sevdiğini biliyordu. Ve bu hiç hoşuna gitmiyordu. Belki çocuktu ama geri zekalı değildi. Bunu anlayabiliyordu. Sadece sebebini bilmiyordu.

Kuyashi’nin Allex’e olan düşmanlığı buradan geliyor olmalıydı. Allex gibi bir çocuk bile, bu konuda abisine hak verebilirdi. Ama hayır. Bu kadar fazla acı çektirmesine neden olacak kadar büyük bir sebep olmamalıydı bu ayrımcılık. Bu Allex’in suçu değildi.

O zamanlar Allex ölüm kavramının keskinliğini anlayamamıştı. Abisinin onu öldürmeye çalıştığını anlasa ve öldürmenin ne demek olduğunu kafasında çözebilse, olaya bu kadar iyimser bakamazdı. Sanki az önce düşüp ayağını kırmış da, beş dakika sonra masaya oturup yemek yiyebilirmiş gibi bir ruh hali içindeydi. Zavallı, sürünmeye devam etti bir yandan da.

Ölüm ile yaşam arasındaki ince çizgide, sürünüyordu. Yarım günün sonunda, çocuğun sadece arkasında değil, önünde de yarıklar başlamıştı. Sürünmekten dolayı bedeni çürüyordu. Bu süre zarfında, abisinin onu parka götürmek istediğini söyleyip, kendisine gülümsediğinde, hayatında ilk kere abisi onunla birlikte oynamak istiyor diye pek sevindiğini de unutmuş değildi. Peki neden parka gitmemişlerdi? Abisi yalan mı söylemişti? “Bu tip mutlulukların sonunda hep acı mı çekiyoruz?” diye düşünmeden edemedi zavallı çocuk. Acıların insanlara deneyim kazandırdığının açık örneğiydi. Bir daha kimseye güvenmeyecekti ve bazen insanların yalan söyleyebileceğini öğrenmişti.

Çocuklar bile bazen umutlarını yitirirler. Ve kesinlikle, Allex umudunu yitirmek üzereydi. Sürünüyordu ama bu aptal boşlukta bir yere gidebildiği falan yoktu. Neredeyse yarım gündür sürünmüştü. Kafasını çevirip ne kadar yol kat ettiğine bakmak istedi ama bakamadı. Ve tam umudunu yitirdiği sırada, kendini farklı bir zeminde hissetti. Bu zemin, sanki ilkbahar geldiğinde yeşeren bir ağaç gibiydi. Umut dolu bir zemin. Rengi öyle olmasa da: gri.

Ve yarım yamalak kapanmış gözleri ile kontrol edince, otoyola çıktığını fark etti.

“Birisi!” dedi heyecanla, “Belki birisi bu yoldan arabayla geçebilir!” Kurtuluşun ufukta belirdiğini anladı.

Ve çocuk doğru düşünüyordu. Çok geçmeden bir araba sesi duydu. Araba yakınlarda bir yerlerde durdu, ardından kapı sesi geldi.

“Aman tanrım!” bu bir kadın sesiydi. “Lanet olsun!” Zavallı kadın, önce çocuğun sırtındaki yaraları gördü. Sonra kıçından akan kanı gördü. Ve en son olarak, metrelerce uzanan, adeta bir yol oluşturmuş kan izini gördü.

Koşarak çocuğu kucağına aldı. Hemen arabanın arka kapısını açtı ve çocuğu oraya yerleştirdi. “Sakın uyuma, olur mu?” dedi kadın. Hemen sürücü koltuğuna geçti, u dönüşü yaparak geldiği yöne doğru döndü. Arabanın hız limitini denemek için güzel bir fırsat olmalıydı. İstikamet, en yakın hastaneydi.

* * *

“Seni lanet olasıca!” diye bağırdı Kuyashi. “Sana ellerini havaya kaldırmanı söyledim!”

Kızıl saçlı, bakımlı, yaşına göre oldukça güzel görünen zarif kadın, ellerini yavaşça kaldırarak oğluna baktı. “Kuyashi, lütfen sakin ol!” bir an duraksayarak ekledi, “Allex nerede?”

Bu sorunun ardından oğlu daha da ciddileşip kendisine silahı daha tehditkar bir şekilde kıpırdattı. Kadın, artık emindi. Oğlu pisliğin tekiydi.

“Böyle bir zamanda bile onu mu soruyorsun! Seni aşağılık sürtük! Ölmeyi gerçekten de hak ediyorsun!”

Kadının gözlerinde acı vardı. Hüzün vardı. Anne içgüdüleri herhangi kötü bir şeyin olduğuna dair sinyal çakıyordu. “Hiç kimse ölümü hak etmez.” dedi önce. “Ne yaptın ona?” diye ekledi.

Kuyashi’nin dudağı iki yana kıvrıldı. İki yakın arkadaşı, Usagi ve Carl, Kuyashi’nin hemen arkasında, kadının birkaç metre ilerisindeydi. Oturma odasındaydılar. Televizyondan onları trans haline sokmuş bir müzik yükseliyor, bir yandan da tüm perdeler ve pencereler kapatıldığından dolayı yaratılmış kasvetli havanın etkisi, baygınlık geçiriyormuş gibi hissetmelerine neden oluyordu.
 
Kuyashi pis pis sırıttı. “Zavallı piç, altımda bir orospu gibi inliyordu. Sanırım sikimin tadı hoşuna gimişti.” Sağlam bir kahkaha patlattı. “Nerede olduğunu bilmene gerek yok. Yalnızca şunu söyleyeyim, öldüğüne yüzde yüz eminim. Her şeyi göze aldım. Seni de öldürüp ülkeden kaçıyorum. Kimsenin beni bulamayacağı bir yere.”

Kadının gözlerinden bir damla yaş döküldü. “Neden? Neden bunları yapıyorsun? Eline ne geçe...”

Kadın daha fazla bir şey söyleyemeden, iki kaşının ortasına bir magnum kurşunu girdi. Kan, kadının kafasının arka tarafından, kurşunla birlikte çıktı.

Hemen orada öldü.

* * *

İki gün sonraki akşamüstü, Allex gözlerini bir hastane odasında açtı. Yanında onu kurtaran kadın vardı, hastane sandalyesine oturmuş onu inceliyordu. Kuyashi ve iki arkadaşı ise şu sırada, sahte kimlik ve pasaportlarla birlikte gittikleri Kanada’daki yeni evlerinde oturmuş, poker oynuyorlardı. Her iki ülkede de, deli gibi yağmur yağıyordu.

“Sonunda uyandın” dedi kadın parıldayan gözlerle çocuğa bakarak. Siyah, omuz hizasında kesilmiş kıvırcık saçları ve iri çerçeveli gözlükleriyle, tam bir üniversite öğrencisi havası veriyordu. Zayıftı.

“Hayati tehlikeyi atlattın.” dedi kadın yumuşacık sesiyle. “Çok derin bir yaran olmadığı için şanslısın.” O an için tek istediği çocuktan bir şeyler öğrenmekti. Ama bunun için daha erkendi.  “Burada bekle” dedi. “Gidip doktorlara uyandığını söyleyeceğim.”

Burada beklemek mi? Çocuğun zaten bir yere gidemeyeceği barizdi.

Kadın hastane odasının kapısından çıkarak, iki dakika sonra yanında iki polis ve bir doktorla geri döndü.

“Ah, uyanmışsın!” dedi beyaz üniformasıyla tipik bir doktor görünümü kazanmış, saçları hafif kelleşmiş ve temiz yüzlü adam. “Bugün uyanacağını tahmin ediyorduk. Şanslısın ki ağır bir yara almamışsın. Bu gördüklerin polis. Sana birkaç soru soracaklar.” diyerek sözlerini tamamladı.

“Adın ne çocuğum?” diye söze atıldı ihtiyar bir adam. Polis kıyafeti giyiyordu. Beyaz gür saçlı, hafif kirli sakalı olan, sevecen yüzlü bir adamdı. Gülümsüyordu.

“Allex, efendim.”

“Soyisim?”

“Yondama efendim.”

“Kaç yaşındasın Allex Yondama?”

“Dört buçuk efendim.”

Adam bir kahkaha patlattı. Şimdi bir o kadar daha içten gülüyordu. “Demek dört buçuk yaşındasın Allex Yondama.” Derin bir nefes alarak konuşmasına devam etti. “Kötü bir olay yaşadın küçüğüm. Ama bize babanın adını söylersen, ailene haber vereceğiz. Ve seni almaya gelecekler. Garip, bu isimde biri için hiç kimse kayıp ilanı vermedi.”

Adamın yanındaki daha genç ve muhtemelen daha amatör polis hiç konuşmuyor, arada bir saatine bakıyordu. Kısa siyah saçlı, ciddi bir yüze sahip, genç bir oğlandı.

“Babamın adını bilmiyorum, efendim.” Dedi Allex. Pür dikkat adamlara bakıyordu.

Polis bir an şaşırarak çocuğa baktı. “Bir insan hiç babasının adını unutur mu genç oğlan! Ölmüşse bile ismini biliyorsundur? Her neyse. Annen de mi yok? Kiminle kalıyorsun?”

“Annemle efendim. Adı Marien Yondama.”

“Marien Yondama?” polisin yüzü ciddileşti. Bir an afalladı, sonra doktora baktı. “Doktor bey, iki dakika dışarıda görüşebilir miyiz?”

Doktor başını sallayarak dışarı doğru yönelen polisin peşinden gitti. Kapıdan dışarı çıkar çıkmaz, “Bu çocuğa neler oldu?” diye sordu. “Olay yerini inceledik. Çok fazla kan vardı. Hiç bir delil bulamadık. Profesyönel adamlardan bahsediyoruz.”

Doktor önce derin bir soluk aldı, sonra konuşmaya başladı. “Tecavüze uğradı. Tecavüze uğrarken de, işkence yapılmış bir yandan. Bunu sadece sırtında bıçak izleri olmasından anlıyoruz. Belli ki ikisi aynı anda oldu. Kafasını sıyıran bir de kurşun izi var. Belli ki iş bitince çocuğu öldürmeye çalışıp başaramadılar. Çocuğun karnındaki yaralar ise daha çok süründüğü için olmuş olmalı. Ama şu an sağlıklı.”

“Bahsettiği kadın,” dedi polis üzgün bir şekilde. “Geçen gün öldürüldü. Çocuğun tecavüze uğradığı gün. Babasını da tanımadığını söylüyor. Bu işte bir bit yeniği var. Ona tecavüz eden ve annesini öldüren kişi aynı olmalı. Bu aileden intikam almak isteyen biri. Şu an her şey çözüldü.”

“Çözülen nedir polis bey?”

“Çocuğun bir de abisi vardı. Abisi ortalardan kayboldu. Kaçırıldığını düşünüyorduk ama, şüphe uyandırıcı bir durum var. Marien Yondama’nın kocası 13 yıl önce ölmüştü. Bu çocuk ise sadece 4 yaşında. Kadın o tarihten sonra hiç evlenmediğine göre…” bir an duraksadı. “Aklıma bir sebep geliyor ama bu büyük bir trajedi olurdu. Abisinin, annesinin piçini öldürmek istemesi çok muhtemel. Bir sebepten dolayı annesini de öldürüp ülkeden kaçmış olabilir.”

Doktor, adamın aklına hayran kalmıştı.

“Tecavüz eden kişinin abisi olup olmadığını, bir tek çocuk söyleyebilir.” diyerek sözlerini tamamladı polis.

“Peki söylese ne olacak?” dedi doktor şüpheyle. “Belli ki kimsesi yok. Onun için ne yapacağız?”

“Neyse ki bu tip durumlar için çocuk esirgeme kurumları var.”

Başka bir şey söylemeden içeri yöneldi. Sert adımlarla çocuğun yanına doğru yürürlerken, toprağa vurmaya devam eden yağmurun şaplak sesleri gelmeye devam ediyordu. Çocuğun yanına bir sandalye çekip oturarak, “Bana neler olduğunu anlatabilir misin?” diye sordu. Vakit kaybetmemeye çalışıyor gibiydi.

“Olanları hatırlamıyorum” dedi Allex. Hatırlamamak mı? Bu bir yalandı. Sonuna kadar hatırlıyordu.

Polis Doktora dönüp manasızca baktı.

“Bu tip trajedilerden sonra çocuklar hafızalarının o bölümünü silebiliyorlar. Bu psikolojik bir savunma mekanizmasıdır.” diye yanıt verdi doktor.

Polis, çocuğa baktı. “Sana bunu yapanların kim olduğunu bilmiyor musun? Bunu mu söylüyorsun?”

“Evet efendim.” dedi Allex. Sebepsizce abisini koruyordu.

“Anladım.” diye yanıtladı adam. “Pekala, aklına bir şey gelirse polislere bildirmeni istiyorum. Bu artık polisin davası.” Yanındaki diğer polise de seslenerek, “Gel Sarochi” dedi. “Gidiyoruz.”

Kalktılar ve çıkışa doğru yöneldiler.

“Ben ne zaman çıkıyorum? Annem gelecek mi?” diye seslendi arkalarından, Allex. Ama çocuğun sorularını duymazdan gelen polisler, hızla uzaklaştı. Kötü haberi onlar vermek istememiş olmalıydılar. Bu işi, doktora bırakmışlardı. Ve tahmin ettikleri gibi, soruyu cevaplayan, doktor oldu:

“İki güne kadar çıkarsın.” dedi doktor. “Annen maalesef artık bizlerle değil. Onun yerine yeni arkadaşlar edinebileceğin, başka çocuklarla tanışabileceğin bir yere gideceksin.” dedi.

“Hayır!” diye yanıtladı Allex. Yüzünde bir bıkkınlık ve üzüntü vardı. “Başka arkadaş istemiyorum. Annemi istiyorum!”

Doktor önce Allex’i kurtarıp hastaneye getiren kadına, sonra yeniden Allex’e baktı. Kadınla uzun bir süre konuşulmadığı için suçlu hissetmişti. “Onunla ilgilendiğiniz için teşekkürler” dedi doktor. “Hala onunla kalmak istiyor musunuz?”

Kadın başıyla onaylayarak doktora gülümsedi. Fakat gözlerindeki yaşı gizleyemiyordu. Doktor bunun üzerine yeniden Allex’e döndü. “Bu fikre hemen alışamayabilirsin evlat. Ama başka seçim şansın yok. Annen öldü ve abin kayıp.” Arkasını dönerek çıkış kapısına doğru yürüdü. “Üzgünüm…”

Ve çıkıp gitti.

Allex, kendisine kızarmış gözlerle bakan kurtarıcısına döndü. "Ölmek mi? Ölünce ne oluyor?" dedi.

Fakat kadın yanıtlamadı. Bu, çok ağır bir soruydu. Onu aşardı.

Hala yağmur yağıyordu ve bir şeyler ters gitmekteydi. Her gün ölümler gören doktor için ölüm, alışılmış bir durum olsa da, Allex hala ölümün keskinliğinden haberdar değildi. Ölümle, ilk kez o gün tanışıyordu. Yine dua etmeye başladı. Çok fazla dua ederse, Tanrı’nın ona annesini getirteceğine inanıyordu.

Kimse gelmedi…
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı Raisor

  • ***
  • 793
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Okyanusta bir gül ağacı
« Yanıtla #2 : 10 Temmuz 2012, 18:53:53 »



Bölüm 3 // Gökyüzünde kızıl gerdanlık


Allex, büyüyordu. Büyürken de eriyordu. Çünkü sadece kaldığı yetimhane değil, Japonya’daki hiçbir yetimhane, bu güzellikte ve bu zekada bir çocuğu hak etmiyordu. Yetimhaneler kötü değildi. Japonya gibi onuruyla nam salmış bir ülkede yetimhaneler asla kötü olamaz. Hayır, bu sebepten değil… Sadece, Allex çok iyiydi.

Çocuklar büyürken, yaşadıkları ne olursa olsun, hayatlarının ilk yıllarını giderayak unuturlar. Allex’in de zaman geçtikçe aklında tecavüz edilmesi ve annesinin ölümü dışında bir şey kalmamıştı. Belki önemli bir – iki anıyı daha hatırlıyordu, o kadar.

İlkokulu zorlanarak geçmişti. Hele de ilkokulun son yıllarında büyük depresyondaydı. Çünkü yavaş yavaş abisinin kendisine yaptığını anlamaya başlamıştı. Kendi içinde savaş veriyor, abisinden nefret etmek ile hak verebilmek arasındaki ince çizgide çırpınıyordu. Yine de bu çatışmayı, yetimhanenin müdüresi ‘Bayan Shaia Yui’ ile de paylaşmayı akıl edebilmişti. Bayan Yui iyi ama yaşlı, biraz aksi ama yufka yürekli bir kadındı. Asıl mesleği psikiyatrdı. Ve yetimhanedeki müdürlüğü sırasında bu psikiyatri yeteneğini çok kez kullanmak zorunda kalmıştı. Çocuklar onlara derdini anlatmakta hiç sıkıntı çekmiyorlardı.

“Senin yerinde bir başkası olsa, belki de bocalamaya bile ihtiyaç duymadan abisinden nefret ederdi.” demişti kadın siyah çerçeveli gözlüklerini burnunun ucuna doğru iterek. Kuzey Japonya’da karın yoğun yağdığı bir gündü. “Fakat ona karşı kin beslemek anneni geri getirmez ya da sana yapılanları değiştirmez. Zaten sağlığın yerinde Allex. Kendini şanslı sayabilirsin. Sakat da kalabilirdin.”

Allex intikam arzusunu bastırmayı başardığında ve olanları kabul edip geleceğe bakması gerektiğini öğrendiğinde, 11 yaşındaydı. Bir kabus gibi geçen ilkokul dönemini hiç sınıfta kalmadan atlatıp, ortaokula geçtiği ilk yıldı bu. Yetimhanedekilere, gittiği ilk günden beri ambargolar koyduğu için hiç dostu olamamıştı ama, bu durum ortaokulda değişti. 4 yaşından başlayıp 11 yaşına gelinceye değin, yani tam 7 yıldır bir kere bile gülmemiş olan Allex, ortaokulun ilk yılında, arkadaşının yaptığı bir balon patlatma esprisi ardından tam on yedi dakika aralıksız gülmüş, gülme krizine girdiği gerekçesiyle de bir derse girememişti. Bu süre boyunca Wili adında bir arkadaşı da onunla birlikte dışarıda beklemek istemişti üstelik. O günden sonra kendisinde bir düzelme başlamıştı artık.

Yetimhaneye geldiği zamanlar ders çalışıyordu. Okulun tiyatro ve voleybol kollarına yazılmış, özellikle voleybol konusunda okul takımına pek çok getiri kazandırmıştı. Okulu birincilikle bitirdi ve Japonya’nın en iyi liselerinden birine gitmeye de hak kazandı. Yetimhaneden uzak bir yerdeydi bu lise ama devlet ona ev tutup ihtiyaçlarını karşılamak üzere cüzi bir miktarda burs bağlamıştı.

Lisedeki dört yılının üçünde voleybol takımındaydı ve takımı liseler arası şampiyon olmuştu. Allex sosyalleşmenin getirdiği bazı dezavantajlar – yakın arkadaşının, Allex’in kız arkadaşına sulanabilecek kadar onursuz olması gibi – Allex’in çok arkadaşa değil, az ama öz arkadaşa ihtiyacı olduğunu kanıtlamıştı. Bir yandan herkesle iyi geçinmeye çalışıp sosyal görünüyor, bir yandan da kendisine en yakın bulduğu arkadaşlarıyla sürekli gezip tozuyordu. Sigarayla o zamanlar tanıştı. 16 yaşındaydı ve sigara içmek için pek çok sebebi olduğunu düşünüyordu.

Üniversite sınavları yüzünden Allex son sınıfta voleybol takımına yazılmadı. Tüm günü çalışmakla geçiren inek bir öğrenci moduna bürünmüştü. Ve Allex’le ilgili bilinen bir gerçek varsa, o da beyninin ötekilerden farklı algılayabilmesiydi her şeyi. Çok zeki biri olup çıkmıştı, kimsenin düşünemeyeceği şeyleri düşünüp analiz edebiliyordu. Belki de polis ya da dedektif tarzı bir meslek seçmek istemesinin asıl nedeni buydu. Akıllıydı, akıllı olduğunu biliyordu ve bunu değerlendirmek istiyordu.

Ulusal giriş sınavında birinciliği bir başka öğrenciyle birlikte paylaştı. Lise bitmiş, diplomasını almıştı. Birinciliği paylaşamayıp sinir olan şu kendini beğenmişlerden biri gibi de değildi üstelik. Onunla birlikte birinciliği paylaşan çocuk da öyle değildi neyse ki.

Ve Allex, hak ettiği gibi bir dedektif olabileceği haberini aldıktan sonraki gün – ki bu konuda gerçekten iyi eğitim verebilecek olan bir okula gidecekti – eski yakın arkadaşlarını da toplayarak bir parti düzenledi. Böylece hem doğum gününü hem de sınav sonuçlarını birlikte kutlayabilecekti.

Tam da on sekizinci yaş günüydü bu. Allex Yondama’nın hikâyesi aslında o gün başlıyordu...
Vahşet her yanda ulu orta sergilenirken,

Sevişmek için saklanmak zorunda kaldığımız bir Dünyada yaşıyoruz.

-John Lennon.

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: Okyanusta bir gül ağacı
« Yanıtla #3 : 11 Temmuz 2012, 19:05:41 »
Oldukça farklı bir hikayeye benziyor. Ama karanlıktan çok trajik kelimesi hikayeyi daha iyi tanımlıyor gibi. Olağanüstülüğü nasıl katacaksın merak ediyorum. :)

Çevrimdışı Rüzgar Adam

  • **
  • 54
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Okyanusta bir gül ağacı
« Yanıtla #4 : 23 Temmuz 2012, 05:17:34 »
Umarım devamını getirirsin tam yerinde bırakmışsın.
Ölürken bile beni göremeyeceksin Rüzgar Adam Görülemeyen Adam