Kayıt Ol

Diyet

Çevrimdışı azizhayri

  • ***
  • 581
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Diyet
« : 19 Ağustos 2011, 17:34:58 »
D İ Y E T
 
      “Bir sürü zengin bebesi, babalarının paralarını yiyorlar sabahtan akşama kadar. Yazdıkları metinlerden, yazdıklarının altına attıkları İngilizce cümlelerden zengin kolejlerinden mezun oldukları belli oluyordu. İyi eğitim almış, rahat yaşamaya alışmış yaşamın hiç bir zorluğuyla yüz yüze gelmemiş burjuva özentileri hemen hepsi”

     “Bu nedenle mi onlara düşman oldun?"  Tipik bir servet düşmanı vakıasıyla karşı karşıyaydı adam. Kendi başarısızlıklarının temelinde, başkaları tarafından engellenmiş olma nedeni arayan psikolojiydi bu. Sorusuna başka bir soruyla devam etti.

     “Peki, senin baban zengin değil mi?
   
Soru karşısında acı bir gülümseme belirdi soru sorulan adamın yüzünde, anlatmaya başladı.

      "Rahmetli babam berberdi, mahalle arasında küçük dükkânı vardı.” Karşısındaki adamım ses çıkarmadığını görünce anlatmasını sürdürdü  “Sıradan bir kasabanın ana meydanına açılan bir sokak içindeydi dükkânı. Tüm kasabalı severdi ‘Berber Atilla Usta’yı. Sabah namazını  eda ettikten sonra kendisi açardı dükkânını her sabah. Akşama, hatta gecenin ilerleyen saatlerine kadar saç tıraşı, sakal tıraşı yapardı bizler için. Büyük, küçük ya da zengin, fakir ayrımı yapmadan çalışırdı. Zengin beylerde gelirdi dükkânına tıraş için yoksul dilencilerde ama o müşterileri arasında ayırım gözetmezdi. Kiminin parası, kiminin duası derdi.”

     “Makası kullanmaktan parmaklarına kramp girerdi günler boyu. Bense, minicik bir çocuk olarak akşam evine dönen adamcağızın o ince uzun parmaklarına masaj yapmaya çalışırdım geceleri. O ince uzun parmaklara aşıktım. Sanki camdanmış gibi, sanki çocuk parmaklarımın arasından kayıverip düşecek ve kırılacakmış gibi ellerinin ucunda uzanıyorlardı. O ufacık dükkânda gece yarılarına kadar didinip evini geçindirmeye çalışırdı. Kazandığı anca mutfak harcamalarına yettiği için çocuklarının eğitim masraflarını karşılamaya bir şey kalmıyordu."

Bir an durdu sesinde hüzünlü bir titreme vardı sanki. Aynı hüzünlü titreşimler gri odada yayıldı.

     "Bazen eve parasız gelirdi, ekmek alabilecek parayı ancak denkleştirdiğinde annem söylenirdi "Yine veresiye tıraş yaptın değil mi?" derdi. Dik durmaktan kamburu çıkmış babam omuzlarının üzerinde zorlukla dikletebildiği başını anneme çevirip,
   
     “Öyle deme hanım, kiminin parası, kiminin duası" derdi. İşte bu nedenle çocuklarından yalnız biri okudu, ben okudum.”

   Gizli bir gurur karşısındaki adamın gözlerine bakma cesaretini kendisine vermiş, sesine dirilik katmıştı. 

   "Hem çalıştım, hem okudum. Bazen simit sattım bazen bir mühendislik bürosunda ayakçılık yaptım. Kendi gayretimle okumaya çalıştım." Saçları beyazlamış orta yaşlı adamın karşısında oturan komiser başını çevirip penceresiz odadaki tek aynaya baktı. Yanlış biriyle mi konuşuyordu yoksa. Bir saniyelik bakıştan sonra dikkatini tekrar karşısında duran omuzları çökmüş kişiye çevirdi. Kır saçlı adamsa anlatmaya devam ediyordu.

     “Onlarsa zenginlerdi. Zengin oldukları internetteki her satırdan belli oluyordu. Kulüplere gitmekler, partiler vermekler, içmeler ve sabahlamalar. Sizce ciddi işleri olan ve sorumluluk taşıyan kişilere benziyorlar mı?"  Adam kendi sorusunu kendi yanıtladı. “Hayır".  Sesindeki hüzün frekansı, yerini yavaşça öfkeye bırakıyordu sanki. "Gününü gün etmeye çalışan dünkü veletler, bana işimi öğretmeye kalkıştılar."

      "Ne işi"

      "Yazmak, iyi yazmak, doğal yazmak, abartısız ve gerçekçi yazmak." İlgisiz bir soru ekledi cümlesine.

     "Bir sigara daha isteyebilir miyim?" Bir iki saniye sonra gri penceresiz odanın tek kapısı açıldı. Odaya giren biri elinde yanan bir sigara taşıyordu. Hiç konuşmadan elindekini masanın kenarında oturan iyi giyimli beye uzattı ve geldiği gibi sessizce dışarı çıktı. Adam önce kendisi bir nefes çekti sigaradan. Loş ışıkla aydınlanmış odada sigaranın ucu parladı, ardından konuştuğu kişiye uzattı. Sigara bitesiye kadar hiç konuşmadılar.

     Adam bakışlarını karşısındakine kilitlemişti. Efendiden birine benziyordu bir saat önce sıcak yuvasından, yumuşak yatağından çağrılıp bu soğuk odaya getirilmesine neden olan kişi. Yaşını sorduğunda kırk iki yanıtını almıştı sorgulamanın başında. İlk beş dakika huzurunu ve sevimli yavrusunu bırakıp buralara gelmesine neden olan bu adama öfkeyle bakmıştı. Ama şimdi tipik bir ruh hastasıyla baş başa olduğunu anlamıştı. Sigarayı masanın üzerinde duran metal küllükte söndürmesini izledikten sonra ilk söze başlayan o oldu.

     "Gecenin bir yarısında niçin sinemada olduğunu anlatmanı istedim senden ama sen hayat öykünü anlatıyorsun bana" dedi. Sesine kızgın bir ton vermeye çalışmıştı. İçinden kızmak değil yalnızca uykusuna kaldığı yerden devam etmek geliyordu. Rol yapmaya, -adamın gözünü korkutmak için sözlerine bağırır gibi- devam etti.
   
     “Bir an önce sadede gel be adam!!!.”

     “Babamın o hallerini ömrüm boyunca unutmamaya karar vermiştim. Kendisini ve kendisi gibi olanları anlatacak bir yazar olacaktım. Onun kişiliğinde tozlu dükkânlarda çocuklarının geleceğini kurmaya çalışan babaları anlatacaktım. Kocaman kentlerin dışında da yaşam olduğunu, bu yerlerde, eski ama tertemiz dükkânlarda gelecekler kurulmaya çalışıldığını anlatacaktım. Yazar olma yolunda ne bulursam okumaya karar verdim." Adamın cümlelerini üzerinde kaydıran heyecan dalgası umutsuzluk dalgakıranında erimişti. Sesi alçaldı, alçaldı.
   
     “Ama olmadı, bütün köşe başları tutulmuştu. Ailemin tüm olanaklarını kullanarak başarabildiğimse, yalnızca basit, sıradan bir devlet memurluğuydu. Evet, yazıyordum ama müdürümün söylediklerini, günlük raporları, yazışmaları falan. Kendi düşüncelerimi, duygularımı, beklentilerimi ya da babamın durumunu değil. Bu nedenle borçla harçla eve aldığım eski bir bilgisayarda öyküler, romanlar yazmaya başladım. Yazıyor ve yazdıklarımı yayınevlerine dergilere gönderiyordum. Lakin hiç biri ama hiç biri yayınlanmadı. Hatta yanıt verme gereği bile duymadılar.

     “Sadede gel dedim ya be adam !!!" dedi.

Taa polis okulunda öğretilen sesini kullanma becerisi içinde bulunduklardı odada yankılandı. Bu kere bağırmıştı genç komiser. Yerinden doğruldu. Ağır adımlarla adamının çevresinde dolandı.
 
     “Gecenin bir yarısında sinema izleyen iki genç kızı niçin öldürdün" dedi.

     “Kendilerini daha önceden tanıyor muydun?”

     “Sana bir laf mı atmışlardı. Ya da küçümser bir imada mı bulunmuşlardı?" Durdu. Sorularını peş peşe sormuştu ama kafasından geçenleri tam olarak anlatmalıydı. Bir arkadaş gibi adamın yanına yaklaştı. Sesinde samimiyet vardı

     “Gece uyku tutmadı, sinemaya gitmek istedin. Sinemada, sen karanlık bir evde tek başına yoksulluğunla yaşarken lüks yaşantıları her halinden belli olan zengin kızlarını görünce, yaklaşmak istedin yanlarına.  Ama onlar seni tersleyince tüm nefretini kustun" değil mi?” 

   Kendi kurgusunu, anlatmıştı bir çırpıda. Genç görevli bir an önce işini bitirmek için gayret ediyor gibiydi. Kolundaki saate baktı. Sabah oluyordu neredeyse. Karısı ve küçücük kızı çoktan uyumuş olmalıydı. Yine de bir evi vardı ve evine varmak, sıcak yatağında uyumak istiyordu bir an önce.

   "Ne istedin zavallılardan" İşte bu noktada durdu. Gecenin bir buçuğunda sinemada korku filmi izleyen iki kız ne kadar zavallı olabilirdi ki. "Keratalar evlerinde otursalardı" diye bir salise aklından geçti farklı bir düşünce. Yine de her kim olursa olsun ya da ne olursa olsun boğazları kesilerek öldürülen iki insan böyle bir ölümü hak etmiş olamazlardı.

     “Ben öldürmedim" dedi adam. Evet, haklısınız, izbe evimde uyku tutmadı ve bende o saate sinemadaydım üstelik bizden başka kimse yoktu salonda. Size yemin ederim ki ben öldürmedim. Kendileriyle anlattığınız gibi yakınlık girişimim falan olmadı. Sesi yine ağlamaklı tona bürünmüştü.

     “Ama yine de suçluyum" Gözleri dolmuştu sanki. Başını iyice eğdi ve anlatmaya devam etti.
“Evet, yazar olamamıştım ve benden çok daha kötü olanların kitapları baskı üzerine baskı yapıyordu. Benim gönderdiğim denemelere yanıt verme gereği bile duymuyorlardı. Ama ben ısrarla yazmaya ve yazdıklarımı göndermeye devam ediyordum ta ki...

     “Ta ki kendine iki kurban bulana kadar.” 

     “Ta ki internette o forumu bulana kadar. Bir yarışma vardı internet sitelerinin birinde. Bir korku öyküsü yazılması isteniliyordu. Gece vakti sinemaya giden iki kızın peşindeki katil anlatılacaktı. Ve ben o ödüllü yarışmayı duyunca katılmaya karar verdim. Sırf bu yüzden yaşadığım taşra kentinden çıktım geldim. Amacım yaşamak ve olabildiğince gerçekçi bir öykü yazmaktı. Sırf bu yüzden gecenin bir yarısında sinemaya gittim. Beyoğlu’nun en eski sinemalarından birine.

     “Tesadüfen de salonda iki genç kız vardı öyle mi?”

     “Evet. İlahi bir tesadüf diye adlandırmıştım. Tanrı beni ödüllendiriyor olmalıydı, tasarladığım öykü bire bir gerçekleşiyordu. İçeri girdiğimde film başlamıştı. Önce kapıyı açtım ve içeri girdim. Gözlerim karanlığa alışınca önümdeki minik basamaktan indim. Beş on adım yürüdükten sonra el yordamıyla bulduğum ilk koltuğa oturdum. Sahneden salona karanlık bir ışık vuruyordu. Dikkatle taradım koltukları. İleride sahnenin hemen önünde iki kafa fark ettim yalnızca. Gözlerim karanlığa alışınca iyicene çevreme bakındım, başka da kimse yoktu soğuk salonda. Uzak yoldan gelmiş olmam ve saatinde bir hayli ilerlemiş olmasından dolayı bir kaç dakika sonra uyuduğumu sanıyorum.”

   Komiser yerinden doğruldu. İki eliyle adamın yakasını kavradı. Bir saniye sonrasındaysa burun buruna gelmişlerdi. Sesi bir kere daha sorgu salonunda yankılanıyordu.

     “Bizler geldik ve seni uyandırdık. Elinde kanlı bir ustura vardı. Üstün başın kanlar içindeydi ve kızların kesilmiş boyunları, soyulmuş derileriyle ayaklarının dibinde duruyordu. Kısa bir araştırmadan sonra diğer dört kurbanına da ulaştık. Ve sen hala, bütün bunları ben yapmadım diyorsun öyle mi?"  Kır saçlı adam içinde bulunduğu durumun korkunçluğunu ilk kez anlıyor gibiydi. Yazma tutkusu kendisini nerelere getirmişti. Korkuyla kekeledi.

     “Yemin ederim ki ben yapmadım" dedi. Ama bu yeminin kendisine bir yararı olmayacaktı. Sorgulamayı yapan komiser, ara sıra bakıp durduğu aynaya dönerek.  “Adamımız bu" dedi, sıvadığı gömleğinin kollarını indiriyordu sorgu odasından çıkarken. Adamsa komiserin yanıldığını biliyordu ama ödemesi gereken bir diyet vardı ve ödemeliydi.

   Bir kaç gün sonra internet sitelerinin birinde bir yarışmanın sonucu açıklanıyordu. Birinci olan, dergide yayınlanmayı hak eden kısa öykü şöyleydi...

   "... Koca sinema salonu soğuk ve karanlıktı. Makine dairesinden bakan makinist salonda oturan kızları fark etti. Aynen yöneticiliğini yaptığı internet sitesindeki çağrısı gibiydi. Oltanın ucundaki yemler karşı perdeye yansıyordu. Öyküleri gerçekçi olsun diye yaşayarak yazmak isteyen kuzucuklar geliyordu salona. Bu üçüncü akşamdı, salondakilerde beşinci ve altıncı kurban. Ailesini takmayan asi ruhlu genç kızlar. Tıpkı korku öykülerinde olduğu gibi.
     
     İnce usturanın az önce yağ taşında bilenmiş keskin yüzü karanlıkta ışıldadı. Yıllarca yaptığı gibi usturasını parmaklarının arasına gizledi. Berber olmak isteyen her çırağa ilk öğretilen kuraldı bu, usturanın bir kuş gibi kavranması. Usturayı, fazla sıkarsan ölecek, gevşek bırakırsan uçup gidecek bir kuşun tam ayarında kavramak.

     Lastik ayakkabılarıyla bulutların üzerinde yürür gibi yaklaştı kurbanlarına. Beşinci ve altıncı denemesi olacaktı kendisinin. Bir gece önce yaptığı gibi yaptı, kızların arkalarından yaklaştı. Kimse bu salonu ondan iyi tanıyamazdı. Güven veren bir kaç kelimelik konuşmadan sonra Yavaşça, yılların berberi gibi salladı usturasını. O her tıraşta dayanılmaz bir istekle parmaklarını sürdüğü müşteri boyunları gibi. Babasının koltuğunda oturan müşterilerin yüzünü tıraş sabunuyla köpürttükten sonra parmaklarının arasında tuttuğu usturayı aşağıdan yukarıya veya yukarıdan aşağıya doğru yürütürdü. Adamların uzamış sakalları usturanın keskin yüzeyin de kalırdı köpüklerle birlikte. Bazen, babasının yerli yersiz kendisine bağırdığı zamanlarda arzulamıştı derine sallamayı usturasını. İşte o hep arzuladığı ama bir türlü başaramadığı usturasının dikey hareketini burada yapabiliyordu.

     Etin içinde ilerleyen çeliğin sesi şiir gibi geldi kulaklarına. Ardından fışkıran ılık kan, karanlık salonu kızıl bir güneş gibi ısıttı. Bir saniye sonrasındaysa, ikinci genç kızın bağrışını engellemek için sağ eliyle dudaklarını kapadı. O bir sanatkârdı ve sanatını tüm incelikleriyle icra ediyordu.

   Orkestrasını yöneten maestro gibi hissetti kendisini. Zarif bir baget sallayışıydı attığı ikinci kesik. Yılların verdiği özlemle o her zaman duyulan ama bir türlü gerçekleşmeyecek gibi görünen hazla salladı usturasını. Gözlerini kapadı, duyduğu hazzın tüm hücrelerine kadar yayılmasını bekledi. Bileğinin hareketi babasının/ustasının öğrettiği kadar zarifti. İri damarlı, ucuz, yapay derilerle kaplı, soğuk koltuklara oturan her müşteride hissetmişti dayanılmaz zapt edilemez arzuyu. Babasının her tersleyişinde, parmaklarının arasındaki usturasının yavaşça, koltukta kurbanlık koyun gibi bekleyen müşterisinin boynundan derinlere dalmasını istemişti. İçinde yıllarca bastırdığı o dürtü şimdi sımsıcak akıyordu parmakları arasından.

     O saniye kapatılan ağızdan çıkmayan ses hırıltı olarak döküldü yırtılan derinin arasından. Günlerce yağ taşında bilenmiş keskin ustura, damarları ve kemiği parçalamıştı tek darbede. O cesur çelik, ince sakal taneciklerini değil kalın damarları kesiyordu. Kafası koparılmış tavuklar gibi debelendi iki kurbanda bir süre.

     Sonrasındaysa tatlı bir huzur doldurdu bedenini. Ne bağıracak bir usta vardı kesilmiş boyun için nede kendisini cezalandıracak bir kalfa.

     O an girişteki koltukta uyuyan adamı gördü. Suçu üstlenecek biri de vardı ne güzel. Derin uykudaki adamı kucaklamak için rastladığında irkildi. Böyle bir rastlantı ya eski Türk filmlerinde olurdu veya internet forumlarına öykü yazan amatör yazarların denemelerinde.

     Tanıdı Hakanı, Berber Atilla ustanın büyük oğlunu, ailenin başarılı üyesini, abisini.  Kendi geleceğini hiçe sayarak ailesinin tüm varlığını en büyük ağabeyin okumasına harcayan babası geldi aklına. Zavallı babası, yanlış ata oynamıştı; zeki küçük oğlunu değil aptal yüzlü büyük oğlunu okutmuştu tüm varlığını feda ederek. Askere kadar sabredebilmişti. Askerden sonra çocukluğunu, gençliğini tüketen o küçükçük kasabadan kaçmış büyük şehre gelip izini kaybettirmişti.
   
     Birden durdu, nasılda anlamamıştı, durmadan, ısrarla gönderilen ve tanıdık gelen öykülerin yazarını. Tüm umutlara rağmen basit bir memur olmaktan öte gidememiş ağabeyini tanıması gerekiyordu. Şimdiyse ödeşme zamanıydı. Kendisinin üzerine basarak yaptığı yükselmenin -ya da yükselememenin- diyetini ödemeliydi.

    Usturayı adamın eline tutuşturdu. Az sonra kendisi sinemanın dışındaki telefon kulübesinden polisi arıyordu." 

   Küçük kardeş bu öyküsüyle internetin en büyük ödülünü aldı. Kendisi bu öyküsüyle sanal edebiyattan gerçek edebiyata geçti. Ülkenin tanınan ve sevilen bir gerilim öykücüsü oldu

    Bu kısa öyküde yer almayansa polisin sorguladığı ve gazetelere "Sinema Sapığı" olarak geçen adamın sonuydu. Kendisi büyük adam olmak için okurken babasının yanında çalışan kardeşi, işini bitirdiğinde, yani kendisini kurbanlarının yanına yatırdığında, ağabeyinin hafif aralık göz kapaklarından kendisini izlediğini fark etmemişti. Ağabey, kardeşine olan diyetini ödemiş olmanın verdiği huzurla ağırlaştırılmış müebbet cezasını çekiyordu
"İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri ahlakın din tarafından ele geçirilmesidir." Sir Arthur Charles Clark

Çevrimdışı Kanashii Uchiha

  • **
  • 99
  • Rom: 9
  • Melek sesli iblis ve kan damlaları...
    • Profili Görüntüle
Ynt: Diyet
« Yanıtla #1 : 25 Ağustos 2011, 01:37:26 »
Bir kaç gün oldu okuyalı bu hikayeyi.Ancak şimdi zamanım oldu yorumlamaya.
Öncelikle ellerinize sağlık; bir filmin senaryosu gibi ilerleyip, sakince kurgulanmış.Güzelce anlatılmış.Ultra edebi
olmadığını belirtmekte sakınca görmüyorum ki -daha da iyilerini yazabileceğinize de inanıyorum.

Diyet e gelirsek ; ağırbaşlı ve nahif bir senaryo olabileceğini düşünüyorum aslında.
Bir önce ki okuduğum hikayeniz de ki konuşan kişiyi anlayamama durumu ve sorunu Diyet'te 
çözümlenmiş.Bu güzel bir gelişme ^^

Ayrıca bir kaç cümleyi gerçekten etkileyici buldum.
Özellikle;
  "Etin içinde ilerleyen çeliğin sesi şiir gibi geldi kulaklarına.Ardından fışkıran ılık kan, karanlık salonu kızıl bir güneş gibi ısıttı."
bu cümle gerçekten olduğu noktaya o kadar güzel yakıştırılmış ki .:aww

Ancak; güzelliğinin yanı sıra öyküde kurgusal açmazlar ve kafada kalan ufak noktaların varlığını da gözlemlediğimi söylemeden geçmek istemedim.

Örneğin; polis soruşturması ve polisin karara vardığı nokta.Geçiştirilmiş gibi olmuş bir miktar.
Son kısım da kızlardan biri ölürken, diğerinin tepkisiz kaldığı nokta mesela ...
Bu arada salonda üçüncü birinin olduğu halde yine hiçbir müdahalede bulunmayışı, kızların sesi nasıl çıkmaz,
 hele yanınızda biri ölüyorsa ....
Nasıl izah edeyim olmuş; ama şık değil.Bilmem doğru ifade edebildim mi ...

Bir de son olarak  geçmişle ilgili anlatımlar , bu arda komiserin tepkileri  ara ara dialoglar bu kısımlar çok hoşuma gitti.Ama anlatım esnasın da birazcık daha çok azcık daha durumuna , hareketlerine filan yer verilebilirmiydi ki? Bu sayede kocaman bir paragraftan oluşan diyaloglar yerine, sanki daha mı akıcı olurdu.

Umarım ukalalık yapmadan ve kırıcı olmadan, daha iyiye doğru ilerleyebilmeniz adına,
yardımcı olabilmişim dir.Yorumumu yaparken emin olun tek amacım buydu.
Emek verilmiş neticede.
Yeni hikayelerinizde görüşmek üzere =)

Dip not: Ahh bu arada kıskanılası bir nokta daha dikkatimi çekti.
Yazdığınız hikayedeki karakteri giyinebildiğinizi düşünüyorum.Tebrik ederim.
:hmm Bir berberin oğlu musunuz yoksa? Bilmek istedim şimdi ^.^
Tutunabilecek her şeyin yok olduğunda var olursun...Gerisi sadece suretlerin karmaşası!

Çevrimdışı azizhayri

  • ***
  • 581
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Diyet
« Yanıtla #2 : 25 Ağustos 2011, 17:53:40 »
Odukça yapıcı güzel eleştirlerdi. Gururumu okşadı. Bizim oalarda şöyle bir söz vardır "Tabak -aslı debbağ olmalıydı- sevdiği deriyi yerden yere vururmuş.
Hatalar evet her zaman hata hakkını saklı tutuyorum. Yüzlerce kişinin çalıştığı yüzlerce gözün incelediği büyük yapımlarda filmlerde bile hatalar olabiliyor. Ama benim için bir romanda veya hikaye de önemli olan sıkılmadan okunabilir olması. Eğer bu varsa bir kç satırdan sonra içinizden bir kenarı bırakmak arzusu geliyorsa zor bir durumdur yazan için.
Diğer konuya gelince babam veya ben berber değilim ama rahmetli babacığımın mesleğide falçatalarla ve ustlık gerektiren parmak ve bilek hareketleriyle ilgiliydi.
Tekrar teşekkür ederim.
Bu arada söylemeden geçemeyeceğim. Daha önce gönderdiğim denemelerimi daha iyi bulurken bu denemenin beğenilmesi hoşuma gitti. (Burada olması gereken sitemdi reklam gibi kokmadı değil mi?
"İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri ahlakın din tarafından ele geçirilmesidir." Sir Arthur Charles Clark