Kayıt Ol

Ölü Bölge

Çevrimdışı Loren_Summers

  • **
  • 156
  • Rom: 3
  • Sütlü Kahve...
    • Profili Görüntüle
    • Ejderha Yurdu
Ölü Bölge
« : 19 Temmuz 2008, 15:48:53 »
Hikaye tek mesaja sığmadığı için iki mesaj halinde gönderilmiştir. İyi okumalar.

Ölü Bölge
“Kaptan! Kaptan kara göründü!”
Bunlar başta usta bir denizciden çıkmış sözler gibi görünebilirdi ama bunları söyleyen henüz 21’ini bitirmemiş bir gençti. Onun bu sözüyle beraber on gündür denizde olan macera avcıları bir anda sevinçle çığlıklar atmaya başladı. Yolculukları sandıklarından uzun sürmüştü, zaten onlarda tecrübesiz bir avuç gençti ve neyi düğü belirsiz bir haritanın ( “Kaptan” ın dedesine ait bir haritaydı bu) peşinden sürüklenmişlerdi. Kaptan, Sam Pixburg, dedesinin ölümünden sonra bunu bir sandıkta bulmuş ve aslında yaşadığı yere yakın olan fakat hiç gözüne çarpmayan bir ada olduğunu keşfetmişti. Dört arkadaşını da alıp ( Kardeşi Rick de zorla gelmek istemişti ve Sam hariç beş kişi olmuşlardı) bu maceraya atılmak istediğine karar verdi. Daha önce hiç bilmediği bir yere gitmemişti ve bu onun için önemliydi. Herkesin ona kaptan demesinin sebebi de aslında lider ruhlu olmasından kaynaklanıyordu ve tabii aralarında tekneyi kullanabilecek tek kişide oydu. Sam tekneyi dikkatlice karaya yaklaştırdı ve aşağı indiler. Altı genç de heyecanla etrafına bakınıyordu, aslında ilgi çeken hiçbir şey yoktu. Kumsalda duruyorlardı ve karşılarında pek çok sık ağaç vardı, biraz ilerde de düz bir patika görünüyordu. İşin ilginç yanıysa hiçbir kıpırtı olmamasıydı, sanki burası tamamen ölmüştü… İçlerinden biri –dayanamayarak- düş kırıklığına uğramış bir ses tonuyla konuştu:
“Tanrım! Issız bir adaya gelmiş olamayız değil mi Kaptan?”
Sam önce bu soruya cevap vermedi, böyle bir ihtimali aklına getirmek dahi istemiyordu, o on günü denizde kahrolası boş bir ada için tepmemişti. Etrafına yavaşça ve dikkatli bir şekilde bakıyordu ki aradığı şeyi buldu. Altın sarısı kumların üzerinde hafif bir kabartı vardı, küçük paslanmış bir metal parçası o kabartıyı sıyırmış ve kumun üzerine çıkmıştı. Sam kısaca:
“Hayır sanmıyorum” dedi ve oraya doğru koşmaya başladı. Heyecanla elleriyle kumu süpürüyordu ve altından yavaş yavaş bir tabela belirdiğini görünce gülümsedi, adanın adı hemen hemen ortaya çıkmıştı.
“Bex…” tamamını görebilmek için biraz daha süpürmek istedi ama bu acelesi hafif sıyrılmış, sivri metal parçasını görmesini engelledi.
“Ah! Kahretsin!”
“Kaptan? İyi misin?”
“Kahrol! Kahrol! Kahrol!”  Sam sıyrılan eline baktı ve hafif bir şekilde kesildiğini gördü, yara derin değildi ama akan kan bunun tersini ispatlamak ister gibiydi. Gömleğinden bir parça yırttı ve eline sardı, sonrada en sonunda beliren yazıyı okudu:
“Bexwille Adası. Evet burası kesinlikle ıssız bir yer değil dostlarım”
Rick endişeyle ağabeysine baktı ve korku dolu bir sesle konuştu
“Ama gerçektende bunu iyi gizliyor Kaptan”
Sam güldü, kardeşinin korkacağını biliyordu, o diğerlerine göre daha küçüktü ve gereksiz korku filmlerinin hastasıydı, ona gelmemesini söylemişti ama bir çocuğa laf anlatmak… Yavaşça ayağa kalktı ve kardeşinin saçlarını okşadı.
“Hadi çocuklar, biraz yemek yiyelim, eğer şanslıysak kalacak bir yer bile bulabiliriz. On günlük deniz yolculuğundan sonra bu hepimize iyi gelir ha?”
Rick dayanamayarak bir kez daha söze girmek için boğazını temizledi, beş kişide dönüp ona baktı. Bu biraz rahatsız edici bir durumdu ama Rick yine de aklındakini söylemek istiyordu:
“Şey.. Ağab.. Yani Kaptan, bence orada kalmak pek doğru değil gibi, hatta gitmek bile öyle…”
“Hadi ama Rick, neyin var? Gideceğiz biraz görüp geri geleceğiz?”
“Ama şuraya bak Kaptan! Tek bir kıpırtı bile yok! Bu seni de ürkütmüyor mu?”
“Hadi ama Rick, korkmayacağına dair söz vermiştin?”
“Ben korkmuyorum!”
Rick çok inandırıcı olmamakla birlikte Sam’in sinirini bozmaya başlamıştı. Sam kızgın bakışlarının ardından başını sinirle sağa sola salladı.
“Şimdi oraya gidiyorum, gelen gelsin!”
Dört kişi de Sam’i takip etmeye başladı, yanında kimsenin kalmadığını gören Rick başka şansı olmadığı için ayaklarını sürte sürte bu beşliye katıldı ve Bexwille’in içlerine doğru ilerlemeye başladılar.
Hayaller ve Kabuslar
"Kırmızı gözleri hem korkutucu, hem de büyüleyiciydi..."

Çevrimdışı Loren_Summers

  • **
  • 156
  • Rom: 3
  • Sütlü Kahve...
    • Profili Görüntüle
    • Ejderha Yurdu
Ynt: Ölü Bölge
« Yanıtla #1 : 19 Temmuz 2008, 15:49:31 »
Patika ormanın içinden geçiyor ve küçük, kasaba tarzı bir yere ulaşıyordu.Bexwille’e hoş geldiniz yazısı hemen girişte asılmıştı fakat bu küçük yerde pek –hatta hiç- hareket yoktu. Sam bu sessizlikten rahatsız olmaya başlıyordu. Rick daha fazla dayanamadı ve gördüğü tek katlı evlerden birinin penceresine dayadı kafasını. Gördükleri karşısında şok oldu bir an, korkuya geri çekildi ve bir çığlık attı. Ayağı bir taşa takıldı ve yere düştü. Yerde çığlıklar atıyor geri geri sürünüyordu. Sam dahil herkes donmuş bir şekilde ona bakıyorlardı ki Sam soğuk kanlı olmaya çalışarak kardeşine koştu
“Ne?! Ne gördün?!”
Rick konuşamayacak kadar sarsılmıştı, sadece elini kaldırıp camı işaret etti ve kusmaya başladı. Sam koşarak cama gitti ve gördüğü şey karşısında midesi alt üst oldu. Bir yemek masasına oturmuş 3 ceset camdan dışarı boş gözlerle, bazısının tek gözü, bazısının da hiç gözü yoktu, bakıyorlardı. Etleri çürümüştü ve Sam içerisinin de leş gibi koktuğuna bahse girebilirdi. Ne yapacağını bilemeyen Sam soğuk kanlı kalmakla paniğe kapılmak arasında gidip geliyordu.
“Tamam” dedi “Sakin olun. Bir aile ölmüş işte bunda ne var? Belki kimse fark etmemiştir?”
Tayfasının ona hiç inanmayan gözlerini gördüğünde onlara hak verdi, bu cümleleri kendi söylerken bile inanmamıştı. Ama buradan gitmek istemiyordu, bu insanlara ne olmuştu merak ediyordu. Hızlıca etrafına göz gezdirdi ve büyük bir beyaz bina gördü, hastane olabileceğini düşünerek yavaş yavaş oraya yürümeye başladı. Aralarından kahve rengi saçlı, hafif irice olan bir tanesi cüssesine uymayacak tizlikle Sam’e seslendi;
“Kaptan?” Sam cevap vermedi, hepsinin onu takip edeceğini biliyordu ama Rick tekrar söze karıştı:
“Bence bu iyi bir fiki---“
Sam bir hışımla Rick’e döndü, çocuk bir anda dondu kaldı. Şu anda böyle sözler söylememesi gerektiğinin farkındaydı, burada başlarına bir şey gelirse ve kurtulurlarsa abisine “Ben sana demiştim geri zekalı! Beni dinlemeliydin!” diye söylenmeyi kafasının bir köşesine yazdı. Beş genç sessizce –mecburen- Sam’i izledi ve beyaz binaya doğru yürümeye başladılar. Etrafta gerçekten de bir ölüm sessizliği vardı ya da artık Sam öyle hayal ediyordu. Masada oturan o üç cesedi asla aklından çıkaramayacağını düşündü, geceleri rüyalarına girecek ve onu yakalamaya çalışacak hatta belki de… Birden silkelendi, bu aptalca düşünceleri kafasından atmalıydı. İnsanlar ya yaşıyordur ya da ölüdür bu kadar basitti. Sokaklar inadına ıssızdı ve bu hepsinin sinirlerini uç noktalara getirmişti. En sonunda beyaz binanın önüne geldiklerinde Sam yanılmadığına memnun oldu.
“Şimdi içeri gireceğiz ve her şey çözülecek” dedi kendi kendine. Belki de tüm bu insanlar hastalanıp ölmüştü, eğer böyle bir şey varsa kesinlikle burada bir kayıt ya da her hangi bir şey olmalıydı. Sam kapıyı itti, aslında kitli olmasını bekliyordu ama kapı kolaylıkla açıldı. Hemen içeri girdiler, hastane oldukça temiz –en azından ilk kat için- ve boştu. Girişin hemen sağında danışma bürosu vardı. Sam içeri girdi ve minik broşürler gözüne çarptı, hastanede neyin nerede olduğunu gösteren bir şeydi bu. Sam hızla göz gezdirdi, ameliyathaneler, hasta odaları, acil servis… Tüm bunların yanında kalın harflerle en üst katta olan bir oda ayrıca yazılmıştı.  Sam yüksek sesle okudu;
“Doktor Parkman’ın Ofisi”
Gözlerinde bir ışık belirmişti, ama arkadaşlarından edindiği izlenime göre onu henüz anlayamamışlardı. Oldukça boş gözlerle ona bakıyorlardı. Sam konuşma ihtiyacı hissetti, sanki onlar yabancıymış gibi tane tane bir kez daha söyledi;
“Doktor Parkman’ın Ofisi” İstediği etkiyi bir kez daha bırakamamıştı, Rick bir kez daha atıldı
“Yani?” Sam hala anlayamamış olmalarına şaşırıyordu. Ellerini iki yana açtı ve sinirle konuştu;
“Yani mi? Tanrım! Özellikle belirtilmiş, şuraya bakın başka tek bir ofis bile yok. Bu kişi her kimse çok önemli biri olmalı. Belki de aradığımız cevapları onun ofisinde buluruz ha?”
Odadaki herkes çekingen bakışlar takınmıştı, biri gidelim dese diğerlerini de peşinden sürükleyecekti ama kimse buna cesaret edemedi, sadece kaçamak bakışlarla birbirlerine bakmakla yetindiler. Sam çılgınca bir kahkaha attı.
“Hadi ama aradığımız bu değil mi? Biraz macera?” Arkasını dönüp asansöre koştu, diğerleri bir kez daha birbirlerine baktılar. Belki bir cesaret ışığı bekliyorlardı ama olmadı, onlarda Sam’i izlediler. En üst kata çıktılar, asansör açıldığında onları ince uzun bir koridor karşıladı ve sonunda da kapısı hafif açık bir oda.
“Hangi manyak böyle bir odada durur ki?” Sam yavaş yavaş korkmaya başlıyor ama bunu belli etmemek için elinden geleni yapmaya çalışıyordu, buna verdiği ani tepkiler de dahildi. Yavaş yavaş koridorun sonuna geldiler, Sam hafif aralık kapıyı biraz daha itti ve kapı gıcırdayarak açıldı. Karşı karşıya kaldıkları şey bu ana kadar gördükleri en korkunç görüntü olmalıydı.
“Aman Tanrım! Sanırım kusacağım!” Sam midesini tutarak geri çekildi. Yerde bir kan gölü olmuştu ve bu gölün ortasında oturan bir kadın vardı. Hemen yakınında bir silah duruyordu. Kadının yüzü dağılmıştı ama onun bir bayan olduğunu anlamak zor değildi. Sam kriz geçirmiş gibi tekrarlıyordu:
“Tanrım! Rick buraya gelmemeliydin. Tanrım! Rick, buraya gelmemeliydin. Kapa gözlerini Rick! Kahretsin!”
Rick, Sam’e göre daha olgun karşılamıştı bu durumu. Küçük bir şok geçiriyordu ama Sam’e göre iyi durumdaydı. O yaşta bir çocuktan beklenmeyecek bir şey söyledi o an;
“Hadi Kaptan, eve gidiyoruz. Her şey daha iyi olacak, söz veriyorum”
Sam yavaşça küçük kardeşine döndü, gözünde tanımlanamayan delice bir ışık vardı. Rick ona yalvarırcasına bakıyordu ama Sam’in dönmeye niyeti yoktu.
“Hayır, hayır sorun değil kardeşim. Sen dışarıda bekle ben içeriye bakacağım”
Rick itiraz etmeye yeltendi ama bu umutsuz bir çabadan başka bir şey değildi. Sam kabaca ona susmasını söyledi ve içeri girdi. Yerdeki kan ayakkabısının altına bulaşıyor ve etrafa dağılıyordu. Sam yerde yatan kadına bakmamaya çalışarak masaya yaklaştı. Masanın üzerinde yeşil renkli bir şişe duruyordu ve altında da bir kağıt parçası. Sam dikkatle şişeyi kenara çekti ve kağıt parçasını çıkardı. Arkadaşları kapıdan dikkatle onu izliyordu, Rick ise bir köşeye çekilmiş, sessizce ağlıyor ve oradan kurtulacaklarını tekrarlayıp duruyordu. Sam arkadaşlarına baktı, şimdi yüzünde dehşet vardı.
“Burada bir deney olmuş” dedi, devam etmek istiyordu ama boğazı düğümleniyordu. Okumaya yetecek cesareti yoktu, soğuk terler sırtını donduruyordu.
“Bir salgına çare bulmaya çalışıyormuş Parkman” dedi, yavaş yavaş, korkarak konuşuyordu.
“Ama hastaları teker teker ölmüş. Parkman başarısızlığını kabullenmiyormuş, sağlıklı insanlara da virüsü verip iyileştirmeye çalışmış ama onlarda ölmüş” Sam durdu, devamını söylemek istemiyordu. Arkadaşlarından biri dayanamayarak içeri girdi;
“Evet Sam? Yani herkes ölü mü burada?” Sam yavaşça yutkundu
“Pek sayılmaz dostum, ölüler daha sonra uyanmışlar ve Parkman’ı cezalandırmak için alıp götürmüşler”
Bu sırada Rick isterik bir kahkaha attı:
“Nasıl yani? Zombiler mi yani?”
“Daha akıllılar gibi geldi bana Rick ve sanırım tekrar uyanacaklar. Burada yazdığına göre – “ yerdeki kadını işaret etti “Onun içinde gelmişler ve canlı kimseye dayanamadıklarını söylüyor…”
“Peki şişe neymiş?”
“Güya ilaç… Sıvı halde ve direk kana verilmesi gerekiyor”
“Sam onu bırak ve gi—“
Rick sözünü bitiremeden asansör aşağı doğru hareket etmeye başladı. Altı genç olduğu yerde kalakaldı. Rick inanmayı reddediyordu;
“Hayır bu gerçek değil! Kesinlikle pis bir şaka! Allah kahretsin koşun!”
Hepsi koşarak merdivenlere yöneldiler. Olabildiğince hızlı iniyorlardı ki ameliyathanelerin bulunduğu yere gelince onlarla karşılaştılar. Leş kokulu bir grup ceset onlara bakıyordu. Gözlerinde, gerçi kimisinin gözü yoktu, açlık vardı. Yaşayan bir bedene sahip olma isteğinin verdiği bir açlıktı bu. Sam kardeşine siper olmuştu ki o kata inen asansörün sesi duyuldu. Bir grupta oradan inmişti. Önlerini ve arkalarını kuşatmış yaşayan ölüler vardı. Ameliyathaneden çıkanların elinde neşter gibi kesici aletler vardı. Sam boş gözlerle etrafına bakıyordu, yavaşça konuştu;
“Buradan çıkmalıyız. Hemen!”
Ölümün kokusu şimdi bütün hastaneyi sarmalamıştı. Sam bunları söyledikten sonra yaşayan ölülerden biri korkunç bir kahkaha attı. Gençlerin hepsi şimdi bayılmamak için birbirlerine tutunuyordu. Adam, en azından öyle sanıyorlardı, kesik, korkutucu bir ses tonuyla konuşmaya başladı:
“Çıkmak? Daha yeni gelmişken?” bir kahkaha attı ve devam etti “Ah hayır kardeşim, burada kalıyorsunuz, inan bizim çok işimize yarayacaksınız. Parkman’ın muhteşem ilacı dünyaya yayılacak. Ah sizin sayenizde tabii ve siz de bize katılacaksınız demeyi çok isterdim ama siz sadece öleceksiniz kardeşlerim! Aslında bu sizin için bir kurtuluş olurdu ne dersin?”
Yüzüne korkunç bir gülümseme yayıldı, dilini hafifçe dışarı çıkardı ve elindeki neşteri diline sürttü. Dilinden, aslında “dil” demek yanlıştı daha çok dilinden kalan parçalardı çünkü, bir parça koptu ve yere düştü. Sam bu görüntü karşısında silkinerek kendisine geldi.
“Sola! Koşun!” Hepsi kaçabilecekleri iki yerden birini tercih etmişlerdi ve olabildiğince hızla koşmaya başladılar, nereye gidiyorlardı ya da saklanabilirler miydi emin değildi. Hızla koşarken iri olanları yere düştü. Sam arkasına dönüp onu kurtarmak istedi ama kendini kurtarma düşüncesi daha ağır basıyordu. İnsan olmanın bir zaafı diye düşündü, önce ben sonra başkaları… Arkadaşlığından, kendinden utandı ama yapabileceği bir şey yoktu. Kardeşini de tutup ameliyathanelerden birine girdiler. Geriye kalan üç kişiyse farklı yönlere dağıldı. Sam onların hiç şansı olmadığını düşündü birden, hatta belki de kendilerinin bile bir şansı yoktu. Hemen kardeşiyle bir dolaba girdiler. Dolap doktorlarının ellerini yıkadığı lavabonun hemen altındaydı, aslında oldukça geniş ve bunun için “şanslarına” şükretti. Kardeşinin ağzını kapadı ve kendisine yasladı. Çocuğun yanağından süzülen göz yaşları ellerini ıslatıyordu, bir an içinde kardeşine karşı duyduğu sevginin ne kadar büyük olduğunu düşündü. Orada düşen kişi arkadaşı değil de kardeşi olsaydı döner miydi? Ne biçim soruydu bu elbet dönerdi hem de bir an bile düşünmeden. Bir eliyle kardeşinin ağzını kapamaya devam ederken diğer eliyle onun saçlarını okşayarak yatıştırmaya çalışıyordu. Kulağına eve sağ salim döneceklerini fısıldadı. Dolaptaki küçük çatlaktan içeriye ışık giriyordu. Sam kendisini  biraz daha dikleştirerek çatlağa yaklaştı ve odanın içini görmeye çalıştı. Odaya birden o garip yaratıklardan biri girdi. Onlara ne demeli emin değildi, ne ölmüşlerdi ne de yaşıyorlardı. Sam birden Doktor Parkman’a karşı büyük bir hayranlık duydu, bu şekilde ölümün önüne geçmek mümkün müydü? Yine de iğrençti. Adam, yaratık, her neyse, odayı tarıyordu ki gözüne dolap ilişti. Sam’in gözleri korkuyla büyüdü, kardeşine sıkıca sarıldı ve gözlerini kapattı. Her ne olursa olsun kardeşini koruyacağına dair söz verdi kendi kendine. Ama adam tam dolabı açacakken içeri yine onlardan biri girdi. Korkutucu sesiyle konuştu;
“Onları yakaladık! Haydi gel Koh onlardan birini içimizden birinin öldürebileceğini söyledi” dedi ve tiz bir kahkaha attı. Sesi diğerlerine göre daha ince çıkıyordu, Sam bunun bir kadın olabileceğini düşündü ve aklına hiç gelmezdi ama o kadına şükretti. Çünkü diğer adam pis bir sırıtışla odadan çıktı. Sam bir an arkadaşları için duyduğu üzüntüyü tarif edemedi. Gözünden akan yaşlar yüzünü yakıp kavuruyordu, birden acı dolu bir çığlık ve onu izleyen kahkahalar yankılandı hastanede, Sam kardeşine daha sıkı sarıldı ve kulağına fısıldadı.
“Sesler yukarıdan geliyor kardeşim, ne dersin başarabilir miyiz?”
Çocuk abisine döndü, gözleri şimdi daha cesur bakıyordu ama yine de yaşadığı dehşeti gizleyemiyordu. Olur anlamında kafasını salladı ve ağabeysine son bir kez sarıldı.  İki kardeş yavaşça dolaptan çıktılar. Sam, büyük bir ihtimalle kendisini güvende hissetmek için, küçük neşterlerden birini aldı ve koşmaya başladılar. Merdivenlerden büyük bir hızla aşağı iniyorlardı. Çıkış kapısını gördüklerinde ise neredeyse sevinçlerinde göz yaşlarına boğulup, yığılıp kalacaklardı. Kapıya doğru son sürat koşmaya başladılar. Bir yandan Sam kardeşine bağırıyordu;
“Kurtulacağız Rickie! Tıpkı söz verdiğim gibi!” Kapıya tam ulaştıklarından dışarıda birini gördüler. Bir an anlayamayan iki kardeş bunun onlardan biri olduğunu anladılar. Onlara göre daha iyi görünüyordu ama yine de yaşayan bir ölüydü. Aniden durdular, kapıdaki adam konuştu;
“Hayır, hayır, hayır! Küçük çocuklar böyle kandırılmamalı. Bu çok… çok…” cümlesini tam olarak tamamlayabilecek bir kelime arıyordu, bakışlarını bir an hafifçe yukarı kaldırdı ve bir an sonra yüzünde bir sırıtışla tekrar indirdi. “Adice!”
Sam daha önce hiç olmadığı kadar sinirlendiğini fark etti. Sözcükler ağzından tükürürcesine çıkıyordu:
“Seni adi--- Allahın bel—seni öldü—“
Adam inanamayarak ona baktı, sırıtışı daha da yayılmıştı. Ağzındaki dökülmüş dişler hemen göze çarpıyor, kötü görünüşünü daha da kötüleştiriyordu.
“Beni ne? Yoksa öldürür müsün?” Bir kez daha güldü ama bu sefer sesi yükselmişti.
“Gerekirse evet! Yeniden!” Sam çok hırslandığını hissetti, neşteri şimdi adama doğru tutuyordu. Rick Sam’e döndü:
“Sam bu iyi bir fikir değil gibi---“ ama Sam Rick’i dinlemekten çok uzaktı şimdi. Düşünebildiği tek şey bu adi yaratığın ölmesiydi. Nasılı önemli değildi! Sam olağanca hızıyla adama doğru koştu, ama öfkesi onu körleştirmişti elindeki neşteri hızla adamın karnına sapladı, şimdi yüz yüze gelmişlerdi. Adam sırıtmayı sürdürdü, onun da küçük bir silahı vardı. Elindeki neşterle Sam’in boğazına derin bir kesik açtı. Bir anda her yer kan oldu. Rick çığlıklara gömülmüştü, yere çökmüş sadece bağırıyordu, Sam kriz geçirmiş gibi titriyordu, ölmesi birkaç saniyeye bakardı. Adam pis kokulu ağzını açtı ve konuştu:
“Bu daha mantıklı bir hareket sanki?”
Sam’i yere bırakarak Rick’e doğru yürümeye başladı, hala çığlık atan çocuğun direnecek gücü yoktu. Adam onu kucağına aldığında bile çığlık atmaya devam ediyordu. Ağabeysinin yerde yatan cesedi gözünün önünden gitmiyordu. Gözleri hayretle açılmış, kan gölü içinde uzanıyordu. Adam birden durdu ve Sam’e dönerek onun ölü bedenine seslendi:
“Tekne ya da her ne haltsa onun için teşekkürler kardeşim. Dünyaya açılmayı düşünüyoruz da!”
Ve Rick’i taşımaya devam ederek yukarı, diğerlerinin yanına çıkmaya başladı. Rick hala hiç durmadan bağırıyordu, en sonunda biraz olsun sakinleştiğinde bağırmaları hıçkırıklara dönüştü. Adam onu liderlerine –Koh’a- ve diğer yakalananların yanına götürüyordu. En üst kata, Parkman’ın ofisine çıktılar. Koh oradaydı ve onları bekliyordu.
“Ah küçüğüm, ağabeyin bu silahla beynini dağıtmalıydı. Hem senin hem kendinin” dedi ve elindeki tabancayı gösterdi. Rick biraz olsun cesaretlenerek konuştu:
“Diğer-- diğerleri nerede?”
Adam üzülmüş gibi dudaklarını büzdü ve alaycı bir ses tonuyla konuştu:
“Ah küçüğüm, inan onları görmek istemezsin. Yani… seni gördüklerine sevinemeyecek kadar.. hımm… nasıl denir ki?” Bir an duraksadı ve sonra bir kahkaha patlatarak cümlesini bitirdi “Ölüler!”
Rick bir anda irkildi, göz yaşları yanaklarından süzülüyordu ama bunu hissedemeyecek kadar kötü durumdaydı. Umutsuz bir ses tonuyla konuştu:
“Peki ben neden hala yaşıyorum?”
Adam şöyle bir çocuğu süzdü, tek kaşını, en azından ondan kalanları, kaldırdı ve;
“Sen akıllı bir çocuğa benziyorsun” dedi “eğer istersen seni de bizden biri yapabiliriz ne dersin?”
Rick anlamamış gibi yüzlerine baktı, elleriyle göz yaşlarını sildi ve sakinleşmeye çalıştı:
“Neden size katılmak isteyeyim ki?”
Adam bir süre sessiz kaldı, belki de söylediklerinin daha etkileyici olması için bekliyordu:
“Biz bu adadan ayrılıyoruz evlat, yanımızda “ilaç”ı da götürüyoruz. Yakında tüm dünya bizim olacak ve herkes önümüzde eğilecek. Yaşayan ölüler dünyanın hakimi olacak! Ve sen tüm bunların yanında benim yanımda durabilirsin!”
Rick hala anlamayan gözlerle ona bakıyordu, rast gele seçilmiş olduğu belliydi. Buna sevinmeli mi üzülmeli mi karar veremedi. Dünyayı bekleyen tehlikeyi düşündükçe ne kadar umutsuz bir durumda olduğunu anladı. Yere eğdiği kafasını hafifçe yukarı kaldırdı ve tam adamın gözlerinin içine baktı.
“Hayır, dünya sizin olsun!”
Adam acıyan gözlerle çocuğa baktı, kafasını iki yana salladı;
“Kötü… kötü oldu bu evlat. Hiç anlayamadın, güçten bahsettim sana… Ama karar senin, anlaşılan yeteri kadar büyüyememişsin” Silahı hafifçe kaldırdı ve çocuğu nişan aldı.
“Senin için üzüldüm evlat…” Rick’in inanmayan alaycı gözlerine bakınca cümlesini devam ettirme ihtiyacı hissetti; “Gerçekten!”
Rick kafasını sağa sola salladı ve başını öne eğip gözlerini yumdu.
“Her şey yoluna girecek” diye fısıldadı kendi kendisine ve kurşunun silahı terk etme sesi yankılandı hastanede. Çocuk bir anda yere yığıldı, her yer kana boğuldu.
“Tanrım! Böyle bitmek zorunda değildi” dedi adam ama inandırıcılıktan çok uzaktı.

Adamlarını alan Koh sahile indi. Gözü gibi baktığı “ilaç”ı yanında taşıyordu. Tekne herkesi alacak kadar büyük değildi ama yeteri kadar adam alırdı. Koh ellerini iki yana açtı ve –olmayan burnundan- derin bir nefes aldı. Dünya buna hazır mıydı? Umurunda değildi… Herkes önünde diz çökecekti. Seçim şanları vardı ya ona ve adamlarına itaat edeceklerdi ya da öleceklerdi. Her şeye rağmen o adil bir liderdi. Adamlarını teknesine –artık onun olmuştu- bindirip yola çıkmaya başladıklarında içini çocuksu bir heyecan sarmıştı. Gözlerini kısıp alabildiğine geniş denize baktı. Birkaç gün sonra hepsi, her şey onun olacaktı ve o planlarını yaparken dünyayı ağır bir ölüm kokusu sarmaya başlamıştı bile…

Hikaye ejderhayurdu.com'da yarışmaya katılmıştır.
Hayaller ve Kabuslar
"Kırmızı gözleri hem korkutucu, hem de büyüleyiciydi..."

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ölü Bölge
« Yanıtla #2 : 19 Temmuz 2008, 15:55:06 »
Hemen yorum yapayım, okuduğum bir hikaye olduğundan. Beni kırmayıp hikayeni burada da yayımlandığın için teşekkürler öncelikle.. :) Hikayen tek anlamla enfesti. İlk başta bana bir diziyi anımsatan ama sonunda müthiş bir çarkla olayı tamamen kendi hayal gücüne bağlıyan bir yazı çıkartmışsın ortaya. Kesinlikle devamının gelmesini istiyorum ki ucu açık bir çok durum bırakmışsın, eminim yeni bölümlere bir çok malzeme çıkacaktır..

Tekrar teşekkürler ve devamının gelmesi dileğiyle.. :)
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı Loren_Summers

  • **
  • 156
  • Rom: 3
  • Sütlü Kahve...
    • Profili Görüntüle
    • Ejderha Yurdu
Ynt: Ölü Bölge
« Yanıtla #3 : 19 Temmuz 2008, 16:06:20 »
Çok teşekkürler beğenmene sevindim. =) Hımm hangi diziyi anımsattı merak ettim,  özellikle etkilenip yazdığım bir şey yok çünkü ama bilinç altımda yer ettiyse... =)
Hayaller ve Kabuslar
"Kırmızı gözleri hem korkutucu, hem de büyüleyiciydi..."

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ölü Bölge
« Yanıtla #4 : 19 Temmuz 2008, 16:09:31 »
Şöyle cevap vereyim ozaman..

Spoiler: Göster
LOST'u anımsattı başı şu ada durumu yüzünden.. :D
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı Loren_Summers

  • **
  • 156
  • Rom: 3
  • Sütlü Kahve...
    • Profili Görüntüle
    • Ejderha Yurdu
Ynt: Ölü Bölge
« Yanıtla #5 : 19 Temmuz 2008, 16:12:22 »
Spoiler: Göster
Hımm anladım ama ben o diziyi hiç izlemedim. Weli'ye sorarsan sana söyleyebilir :D bana ilk sezonu getirdi inşallah bi ara başlayacağım. =)
Hayaller ve Kabuslar
"Kırmızı gözleri hem korkutucu, hem de büyüleyiciydi..."

Çevrimdışı pleasant^^

  • ****
  • 1642
  • Rom: 12
  • bitch is back to the town.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ölü Bölge
« Yanıtla #6 : 21 Temmuz 2008, 01:43:02 »
Yeni okudum ve daha önce okumadığım için pişmanlık duyuyorum.Gerçekten yazdıklarını resmen içimde hissettim.Sam'in ve Rickie'nin ölümüne çok üzüldüm.Normalde o kadar etkilenmem ama korkularını filan çok inandırıcı yazmışsın.Tebrikler.Bu arada yarışmada başarılı olup olmadığını merak ettim. ;)

so you ride yourselves over the fields and you make all your animal deals and your wise men don't know how it feels to be thick as a brick.

Çevrimdışı Loren_Summers

  • **
  • 156
  • Rom: 3
  • Sütlü Kahve...
    • Profili Görüntüle
    • Ejderha Yurdu
Ynt: Ölü Bölge
« Yanıtla #7 : 21 Temmuz 2008, 13:11:27 »
Çok teşekkür ederim beğenmenize sevindim. =)

Yarışmaya gelince ne yazık ki büyük çaplı bir şey olamadı iki kişi katılmıştık 4 oy farklı ikinci oldum. =) Ucu ucuna kaçırdım diyebilirim. =)
Hayaller ve Kabuslar
"Kırmızı gözleri hem korkutucu, hem de büyüleyiciydi..."

Çevrimdışı Lucilla Clarté

  • ****
  • 935
  • Rom: 5
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ölü Bölge
« Yanıtla #8 : 25 Temmuz 2008, 09:27:24 »
Üzüldüm işte ona. Gerçekten güzel hikayeymiş çünkü. Sam'in kendine fazla güvenmesi -ya da aşırı maceraperestliği diyelim- nelere mal oldu. Ama evet bu hikayenin devamı da gelebilir yani gelicek mi ? :P

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ölü Bölge
« Yanıtla #9 : 25 Temmuz 2008, 10:14:46 »
Ama evet bu hikayenin devamı da gelebilir yani gelicek mi ? :P
Şu an sıkıştırma aşamasındayız işte bakalım, ısrarlara dayanamayacak herhalde (Değil mi Ninsu? :D)
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı Loren_Summers

  • **
  • 156
  • Rom: 3
  • Sütlü Kahve...
    • Profili Görüntüle
    • Ejderha Yurdu
Ynt: Ölü Bölge
« Yanıtla #10 : 25 Temmuz 2008, 11:08:41 »
Haha bilmiyorum şu an üzerinde çalıştığım bir proje var ama dediğim gibi güzel bir fikir gelirse bununla ilgili devamını elbet yazarım. :D
Hayaller ve Kabuslar
"Kırmızı gözleri hem korkutucu, hem de büyüleyiciydi..."

Çevrimdışı

  • gulyabani
  • **
  • 115
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ölü Bölge
« Yanıtla #11 : 20 Ağustos 2008, 13:05:04 »
Çok güzel olmuş Loren daha önceden okumuştum ama yorum yapmamışım. Gerçekten çok yeteneklisin. :)
^^ Happy New Year..! ^^


Çevrimdışı DarLy OpuS

  • ********
  • 2766
  • Rom: 35
  • Dansımız Marşandiz
    • Profili Görüntüle
    • Uykusuzluk Kulesi
Ynt: Ölü Bölge
« Yanıtla #12 : 20 Ağustos 2008, 16:13:25 »
İlk başladığımda, "Yaşayan ölüler mi? Öh ne klasik," dedirtmiştin. Sonra devam ettiğimde o dediğimi yuttum. :P Çok başarılı yazdığını biliyorsun, Miss King olucaksın başımıza. :P

Eline sağlık. o/

Çevrimdışı Loren_Summers

  • **
  • 156
  • Rom: 3
  • Sütlü Kahve...
    • Profili Görüntüle
    • Ejderha Yurdu
Ynt: Ölü Bölge
« Yanıtla #13 : 20 Ağustos 2008, 17:06:35 »
Çok güzel olmuş Loren daha önceden okumuştum ama yorum yapmamışım. Gerçekten çok yeteneklisin. :)

Çok teşekkür ederim, ayrıca yorum yazmana çok sevindim. =)


Ehehe saol Onur'cum ben de ilk başladığımda biraz klasik olacak sanki yahu! demiştim. :D Şu asıl hikayem bittikten sonra belki bu hikayeyi geliştirip çok bölümlük yapabilirim gibi geldi bir an :D

Ekleme::: Şimdi düşündüm de olayların öncesini anlatan bir yazıyla başlayabilirim neden olmasın :O Bu özet gibi olur. :D
Hayaller ve Kabuslar
"Kırmızı gözleri hem korkutucu, hem de büyüleyiciydi..."

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ölü Bölge
« Yanıtla #14 : 21 Ağustos 2008, 08:58:53 »
Ejderha Mızrağı destanına dönecek gibi ozaman olay.. :P Neyse başlada, geçmiş - gelecek farketmiyor.. :D
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "