Kayıt Ol

Onun Gibi İnsanlar.

Çevrimdışı Dúrgonath

  • ***
  • 680
  • Rom: 13
    • Profili Görüntüle
Onun Gibi İnsanlar.
« : 23 Haziran 2009, 14:38:08 »
Onun Gibi İnsanlar.

Kapı çaldı.

“Hay lanet!” diye düşündü. Elindeki kırmızı elyaf yastıkla kalakalmıştı. İçinde şu garip köpüklerden olan yastıklardan nefret ederdi. O köpükten hep nefret etmişti. Kırmızı elyaf yastığı düzeltebildiği kadar düzeltti ve kırmızı koltuğa yerleştirdi. Salona şöyle bir göz attı. Sehpanın üzerindeki dergi yığınağı ve kitaplıkların raflarındaki düzensizlik dışında idare eder bir görüntüdeydi. “Hiç değilse toz alabildim.” diye geçirdi içinden ve tekrar çalan kapıyı açmaya gitti.

Elindeki bezi vestiyerin üst rafına fırlattı, elini saçından geçirip kapıyı açtı. Onu kıpkırmızı, hafifçe gülümseyen dudaklar, etrafına belli belirsiz, ama düzgünce makyaj yapılmış, biraz ürkek ve hüzünlü, nemli, siyah bir çift göz ve dipten kendi rengi (kömür siyahı) çıkmaya başlamış, şarap kırmızısı dümdüz saçlar karşıladı. Bir an afalladı, sonra bütün bunlar bir araya toplanıp bir yüz oluşturdu. Kendini toparladığında-ki birkaç milisaniye süren bir Sara krizinin sanrılarından sonra kendini toparlaması ona 5,5 saniyeye mal olmuştu-“Hoş geldin.” diyebildi. “İçeri gel, özür dilerim, uyuyordum ve halen kendime gelemedim.” diye bir yalan uyduruverdi. Kız kocaman gülümsedi bu sefer. O da “Çok şekersin.” diyebildi. Siyah ve askılı bir elbise giymişti. Eve adımını attı. Saçları açık ön kapı ve balkon kapısı arasındaki hava dolaşımı nedeniyle hafifçe dalgalandı. Elbisesinin altından belli olan küçük fakat biçimli ve diri göğüsleri, her dişi gibi “çok kilolu” olduğundan yakındığı ama aslında harika olan bir vücudu vardı. Teniyse neredeyse süt beyazı bir renkteydi. Ona karşı kendini uzun zamandır olmadığı kadar istekli hissetti birden.  Aralarında zaten birkaç öpüşmeden ileri gitmemiş garip bir ilişki vardı. Ona bazen kuşkulu bir aşkla, bazense tutkulu bir fiziksel çekimle yaklaşıyordu. Bazen ikisi birden. Bazense hiçbiri. İşte şimdiki istek uzun süredir devam eden bir “hiçbiri” döneminden sonra gelmişti. Sonra birden gözü vestiyerin üst rafına attığını sandığı beze ilişti. Aslında, rafta gözden uzak durması gereken bu sarı kumaş parçası, holdeki halının üzerine sanki canı bu bunaltıcı yaz gecesinde ampul ışığı altında biraz güneşlenmek istercesine sere serpe uzanmıştı. Bu görüntüyü kesebileceğini umarak bezin önüne durdu ve konuğuna “Salona geç, kendi yerindeymiş gibi davran, lütfen çekinme.” dedi. Kız da uslu sulu, küçük adımlarla salondan içeri girdi. Kızın görüş alanından çıktığında, eğilip yerdeki bezi aldı, “Sonra görüşeceğiz.” der gibi bir bakış atıp rafa kaldırdı.

Kafasını kapıdan uzatıp “Çay ya da kahve ister misin?” diye sordu. Kız kafasını kaldırınca yüzünün acıyla dolu olduğunu gördü. Kıpkırmızı dudaklarından şu kelimeler döküldü: “Hayır, teşekkürler. Konuşmama yardımcı olacak daha sert bir şeyler var mı?” Konuşmak. Tabi ya. Buraya geliş sebebi bir konuşmaydı ve kızın yüzünden bunun pek de kolay bir konuşma olmayacağı belliydi. Ne yazık ki çok iyi bir dinleyici de değildi.

Mutfağa yöneldi, dolaptan zor günler için sakladığı Scotch’u ve iki cam bardağı alıp salona döndü. Kız yastıkları yeni düzeltilmiş kırmızı koltuğa oturmuş ve yastıklardan birini kucağına almıştı. Bu halini görünce içinde bir acıma uyandı. Fiziksel isteği geçip yerini bu çaresiz görünüşlü dişiye karşı neredeyse anaç bir tavır haline bıraktı. Gerçekten konuşmaya ihtiyacı olan birini yüz üstü bırakamazdı. Üzerindeki dergileri bir kenara itip elindekileri sehpaya koydu ve kırmızı koltuğa yüzü kıza dönük şekilde kuruldu. Bu koltuk, tıpkı Tyler Durden’ın da tanımında olduğu gibi “kişiliğini nasıl yansıtacağını kataloglardan seçen” birinin alacağı türdendi. Aynen bu koltuk gibi, salondaki kitaplığın raflarındaki çoğu kitap gibi ve balkon kapısının yanındaki şu garip cam heykel gibi (kırılmasından nasıl da korkardı), hayatı ve evi ne işe yarayacağını bilmediği insanlar, kelimeler ve eşyalarla doluydu. Hâlbuki balkon kapısının yanındaki heykel bir düşüp parçalansaydı, içinde Antik Dünya’nın en zengin hazinelerinden birinin yerini gösteren gizli bir not bulacaktı… Fakat bir saniye! Balkon kapısı neden kapalıydı? Kalkıp onu açmak istedi, fakat durumu anlayan kız onu bileğinden yakalayıp “Yapma.” dedi. “Gürültü dikkatimi dağıtıyor.” “Klimamın olmadığını biliyorsun.” diye karşılık verdi o da. Sonra sehpaya uzandı, Scotch’u açtı ve bardaklara koydu. “Ee?” dedi. “Başla bakalım.” Kız bardağı dikti, içkinin kadifemsi acılığından dolayı yüzünü buruşturdu ve konuşmaya başladı.

“Önce, beni kabul ettiğin için teşekkür ederim.” dedi, bardağını yenilerken. “Konuşmaya gerçekten ihtiyacım vardı.”
“Tabi ki kabul edecektim.” dedi ve güldü. “Şu son zamanlarda yaptığım dürzülükleri affettirmek istiyorum ben de.” Kız gülümsedi. “Dürzü mü, yapma!”
“Evet, dürzü. Hatta buna odun, tomruk, kütük ve mal’ı da ekleyebiliriz.” diye devam etti. Kız yine güldü. “Tamam, tamam. Dünyanın senin gibilere de ihtiyacı var.” dedi. “Benim de.” diye ekledi yüzünü yeniden asarak. Onu tekrar neşelendirmeliydi. “Dünya dedin de, deminki listeye denyo’yu da ekleyelim.” dedi. Kız çok hafif gülümsedi ve “Ekleme lütfen.” dedi. Konuşmaya devam etti: “Sorun şu, etrafımda hep aynı tür insanlar var. Ve ben bu durumdan bıktım. Birinin beni bu durumdan çekip çıkarması gerek.”
“Ne demek istiyorsun?”
“Bak, bana göre insanlar iki çeşit; iyiler ve kötüler. Ve bundan sıkıldım.”
“Nasıl, ne oldu ki bu kadar doldun?”
“Benim gibi insanlar bana ve etrafımdakilere zarar veriyorlar aslında. Ben değişmek istiyorum, bir tedavi istiyorum!”
“Bence halinde hiçbir sorun yok, sen değişeceğine bırak da Dünya değişsin.”
“Hayır, çok geç. Dünya artık değişemez, değişse de ben yetişemem. Mecburum, etrafımdakileri iyi seçmeliyim, zarar görmeyecek kişiler olmalılar.”
“Halen anlamıyorum. Eğer konuyu iyiler ve kötülerle bağdaştırmamı istiyorsan, benim kötü olduğumu mu söylemeye çalışıyorsun?”
“Hayır! Bak, ben ve benim gibiler kötü. Yanlış anlama. Sen iyisin, hatta çok çok iyisin. Bense kötüyüm ve çok açım. Ve benim gibiler bana yardım edemez. Neden anlamıyorsun?”
“Fakat bu göreceli bir şey. Ben kendime göre hiç de iyi biri…”
“Anlamıyorsun! Ben kötüyüm! Görecesi yok, Durum bu!”
“Sakin ol!”

Birkaç bardaktan sonra ortalığın durulduğuna karar verdi. Kıza döndü ve dedi ki: “Anlamak istemiyorum. Saçma sapan şeylerden bahsediyorsun, hem de üstü kapalı bir şekilde. Bak, Dünya’yı siktir et ve istediklerine bak. İçinden geleni yap mesela. Kötüler, iyiler, salla gitsin. Her şey bir deneyin parçası ve sonuçta öleceğiz. Benim bunu yapacak cesaretim hiçbir zaman olmadı, ama sende cesaret ve çok daha fazlası var.”
“İşte sorun bu. İçimi çok dinledim, kendimi kendi ellerime çok bıraktım. O yüzden bu haldeyim, çok açım ve doygunluğa ulaşamıyorum…”
“Öyleyse bilemem. Benim bunları yapmamam benim yararıma mı oldu? Emin değilim. Söylediğim birçok saçma şeyden biriydi işte, konuyu kapamaya çalıştım ama beceremedim. Takma sen beni.”

Uzun bir sessizlik yaşandı. Kız yastığın üzerine kapanmış, sessiz hıçkırıklarla sarsılıyordu. Bardağını elinden bırakıp kıza yanaştı, elini kızın omzuna koydu ve onu kendine doğru çekti. “Ağlama, bak, sen iyi bir insansın, bunu kabul et. Benden de iyisin hatta. Seni bu hale getiren her kimse kötü insan işte o ve seninle hiçbir alakası yok. Şimdi sakinleş ve iyi olduğuna inan.” Kız ona döndü, artık gülümsüyordu. “Teşekkür ederim.” dedi. Sürekli gözünün önüne düşen bir saç tutamını düzeltmeye uğraşırken kız bileğinden tuttu. “Elleme.” dedi. “Dağınıkken daha güzel duruyor.” Bir an ikisi de duraksadı. Kız bileğini halen bırakmamıştı. Birbirlerine doğru çöken iki komşu bina gibi yaklaştılar. Kız “Sen de çok iyi bir insandın.” diye mırıldandı ve dudakları buluştu. Kızın kıpkırmızı dudakları alev gibi sıcaktı. Kusursuz bir heykeltıraşın başyapıtı gibi, kusursuzca bir şekilde hareket ediyorlardı. Muhteşem bir simetriyle birbirini tamamlayan iki çift dudak. Elleri bir an havada kaldı, sonra kızın saçlarını okşamaya başladı. Sonra, dişlerinin arasında kızın dilini hissetti, soğuk, ıslak ve kaygandı. Ağzının içlerine ulaşmasına izin verdi.

İşte her şeyin tersine döndüğü nokta burasıydı.

Dil gittikçe incelip uzadı, küçükdile sürtünerek aşağı indi. “Ne oluyor?” diye düşündü. Durumun anormalliğinden kaskatı kesilmişti. “Dili nasıl bu kadar uzun?” diye sorup durdu kendine. Dil uzamaya devam etti, üzerindeki iğnemsi çıkıntıların bademciklerini yırtıp geçtiğini hissetti, öğürmeye başladı ama hareket edemiyordu, kız onu sımsıkı kavramıştı. “Bir insanın dili böyle olamaz!” diye çığlıklar attı zihninde. İğneli dil ses tellerini parçalayıp gırtlağına ulaştığında “Hayır.” diye düşündü. “Bir insanınki değil.”

Dil gırtlak kemiğini delip şah damarına ulaştı ve aklındaki soruların çoğu cevaplandı. Kızın neden kötü olduğunu, neden bir tedavi istediğini, ona son söylediği cümlenin neden geçmiş zaman kipinde olduğunu, duygusal sandığı açlığın aslında fiziksel olduğunu anladı.

Gözleri gittikçe daha da kararır, hisleri körelirken ve kız elbiseleri parçalanarak şekil değiştirirken o ve onun gibi “insanların” neden etrafa zarar verdiğini de anladı.

Son düşüncesi de “Hayır. İnsan değil.” oldu.

©2009, Tunahan Akar a.k.a. Teolorus Akuatis.
Her hakkı saklıdır. İznim olmadan herhangi bir parçası veya tamamı kullanılamaz, başka birinin adı altında sergilenemez.

Çevrimdışı Dúrgonath

  • ***
  • 680
  • Rom: 13
    • Profili Görüntüle
Ynt: Onun Gibi İnsanlar.
« Yanıtla #1 : 23 Haziran 2009, 14:40:25 »
O sondaki şeye ihtiyaç var mıydı ki acaba ya (kopirayt olayı) :king
Ne biliyim kendimi güvende hissetmek istedim. Yorumları alayım :huha

Çevrimdışı Arlinon

  • ***
  • 456
  • Rom: 14
  • Savaş ve Ateş
    • Profili Görüntüle
Ynt: Onun Gibi İnsanlar.
« Yanıtla #2 : 23 Haziran 2009, 18:14:49 »
Güzel olmuş, yeni bir çeşit vampir tasarımımı mı bu ne. :P İyi anlatmışsın, dil kısmını beğendim özellikle. :D

Çevrimdışı Dúrgonath

  • ***
  • 680
  • Rom: 13
    • Profili Görüntüle
Ynt: Onun Gibi İnsanlar.
« Yanıtla #3 : 23 Haziran 2009, 18:40:51 »
Uzaylı, vampir, eski bir yaratık. Bilmiyorum, nereden çıkıp geldiğinden de emin değilim ama üzerinde çalışırsam sanırım bana bayağı bol malzeme çıkarır =/ Teşekkürler.