Kayıt Ol

Pandora (3. Bölüm)

Çevrimdışı Nate

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Pandora (3. Bölüm)
« : 25 Haziran 2011, 18:56:15 »
Arkadaşlar, bu benim buradaki ilk hikayem. Lütfen yorumlarınızı sakınmayın ve "kötü olmuş" şeklinde bile olsa yorum yapın...



                                                     Pandora

                                                     Önsöz

Ejderha’nın Kehanet Hikâyesi:

Dört Lord vardı,
Dünyanın bekçileri ve koruyucuları olan,
Hava, Toprak, Su ve Ateş.
Dengeyi sağlıyorlardı bu Lordlar

Canlılar Tanrı’ya isyan etti,
Lordları kovması için.
Lordlar isyan etti,
Kaçtılar birer birer.

Hava, doğuya kaçtı,
Toprak, batıya.
Su, kuzeye kaçtı,
Ateş, güneye.

Teker teker saldı Lordlar,
Korkunçluklarını, acımasızlıklarını.
Teker teker verdi Lordlar,
Cezaları, felaketleri.

İlk Hava başladı,
Korkunç fırtınalar, yıktı geçti şehirleri.
Büyük hortumlar, parçaladı gemileri.

Sonra Toprak gösterdi hiddetini,
Büyük sarsıntılar, içine çekti evleri.
Toprak kaymaları, sürükledi şehirleri.

Sırada Su vardı,
Sel felaketleri, batırdı şehirleri.
Ardından, çekti su kendini.
Bıraktı canlıları susuz.

En son Ateşti.
Bilinmedik nedenlerle çıkan yangınlar,
Yanardağ püskürmeleri,
Ve daha neler…

İşte böyle bitti Refah Çağı,
Ve böyle başladı Felaket Çağı.
Canlılar yalvardı Lordlara,
Lordlar umursamadı.

Ve bir gün ne olduysa,
Durdu fırtınalar,
Durdu sarsıntılar,
Geri geldi sular,
Bitti yangınlar.

Doğuda büyük bir fırtınayla bitti felaketler,
Batıda büyük bir depremle.
Kuzeyde büyük bir selle bitti felaketler,
Güneyde büyük bir yanardağ patlamasıyla.

Her şey bitmişti,
Felaket Çağı son bulmuştu.
Lordlar ölmüştü,
Pandora ortada kalmıştı.

Yeni bir çağ başladı,
Düzen Çağı.
Canlılar Lordların hasarlarını onardı,
Her şeyi yoluna koydu.

Sonra, Büyücüler buldu Pandora’yı.
Açtı kutuyu.
Kötülük salındı,
Yeni bir çağ başladı.

Büyücüler ikiye ayrıldı,
Ak ve Kara Büyücüler.

Elfler üçe ayrıldı,
Kara, Orman ve Üstün Elfler.
Ve savaş başladı.
Ve Savaş Çağı başladı.

Ak Büyücüler,
Çaldı Pandora’yı.
Kötülüğü kutuya hapsetti.
Kutu, Ventus Kıtası’na gönderildi.

Kutu, açıldı tekrar,
Başladı savaş yeniden.
Ama savaş sadece,
Ventus Kıtası’nda kaldı

Şimdi ise biliyorum,
Görüyorum, hissediyorum.
Her şeyi duyuyorum.
Savaş son bulacak.

Genç bir Ak Büyücü,
Bulacak Pandora’yı.
Kötülüğü yenip,
Kutuya hapsedecek yeteneğe sahip.

Pandora’yı alıp,
Kötülüğün Ustasını,
Serbest bırakmaya çalışanlar olacak.
Büyücün kaderi ne olacak?

Kötülüğü yenip,
Pandora’ya mı hapsedecek?
Yoksa kötülük onu yenip,
Kötülüğün Ustası serbest mi kalacak?


Not: Pandora'nın Kutusu değil, kutunun adı Pandora.
Not 2: Umarım yeterince açıklayıcı olmuştur  ;)

Çevrimdışı Gilderoy

  • ***
  • 416
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
    • Kuyutorman
Ynt: Pandora (Önsöz)
« Yanıtla #1 : 25 Haziran 2011, 21:05:51 »
Hikayen için gayet iyi bir ön söz olmuş Nate. Çağları, başlangıç ve bitiş nedenleriyle oluşturman güzel olmuş ama keşke biraz daha uzatabilseydin bu kısımları. Yani koskoca çağlardan bir iki dörtlük ile bahsetmişsin. Anlatım biçimin, arada verdiğin uyaklar yerine oturmuş diye düşünüyorum.

Son iki kıtaya kadar iyiydi ama son iki kıtada okuyucuya sormuş olduğun sorular, kitap arkası okuyormuşum gibi hissetmeme neden oldu -ya da ben öyle hissettim oraları :)

Kısacası çok hoş bir giriş olmuş, tebrik ederim.
to see world in a grain of sand
and a heaven in a wild flower
hold infinity in the palm of your hand
and eternity in an hour
-William Blake

Çevrimdışı Nate

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Pandora (Önsöz)
« Yanıtla #2 : 25 Haziran 2011, 21:14:57 »
Teşekkür ederim. Bir saatte falan yazdm sanırım bunu. Çağlara gelince, onlala ilgili başka planlarım var. Yani sonra detaylı olarak göreceğiz o çağları. Evet son iki kıta biraz öyle oldu. Aslında önceden öyle değildi ama o haliye hikayenin geleceği çok belliydi. Ben de sorularla bırakmaya karar verdim.

Tekrar teşekkür ederim...

Çevrimdışı Nate

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Pandora (Önsöz)
« Yanıtla #3 : 27 Haziran 2011, 18:30:35 »
İşte ilk bölüm. Ama sizden bir ricam var, "Kötü olmuş" bile olsa yorum yapın.      :(                                            

                                            

                                                             PANDORA

                                                                     BÖLÜM 1:  KUTU





   Era yokuştan inmeye başladığında güneş henüz batmaya başlamış, mavi gökyüzü yerini kızıla bırakmıştı. Era bitkin bir şekilde yürürken yemyeşil ağaçları izliyordu. Bu araziyi, Ateşkarası’nı seviyordu. Yemyeşil ağaçlar, renk renk çiçekler ve o durgun göl…

   Ateşkarası Grandis Krallığı’nın kuzeydoğusundaydı. İçinde yedi köyü barındırıyordu; Akarsu, Yeşilvadi, Onerma, Ateşyolu, Yaylasuyu, Sorgehma ve Otrisha. Bunlardan en güzeli Era’nın köyü olan Yeşilvadiydi. Adı üstünde bir vadiye yerleştirilmişti bu güzel köy. Evler çim tepelerine yapılmıştı ve her evin bahçesi çiçeklerle doluydu…

   Şimdi güneş tamamen batmış ve ortaya yıldızlar çıkmıştı. Ayın ışığı cisimleri belli belirsiz aydınlatıyordu. Ağaçların arasına gelmiş olan Era derin bir soluk aldı ve çantasında taşıdığı suyu çıkarıp içti. Era, Ateşkarası’nın batısındaki Yaylasuyu Köyü’ne gitmişti. Bunu ondan babası istemişti. Oradaki yaşlı Amer’dan bir kutu almıştı. Kutu küçüktü. Üstünde oymalar vardı. Yanlışlıkla açılmaması için sıkıca kapatılmış ve anahtarla kilitlenmişti. Anahtar bir zincir kolye şeklindeydi ve ancak bir büyü ile anahtar şekline geliyordu. Era içinde ne olduğunu çok merak ediyordu ama bir büyücü olmadığı için onu açamazdı.

   İşte o anda Era bir saldırıya uğradı. Bir grup Ork etrafını sarmıştı. Hepsinin elinde şekilsiz kılıçları vardı. Era’da ise sadece bir hançer vardı. Orklar hırıldıyorlardı. Bazıları etrafa tükürük saçıyordu.

   Aniden bir ışık belirdi. Era şu sözü duydu:

“HEDERA”

   Yerden çıkan sarmaşıklar Orkların etrafından dolanıp onları bağladı. Işık artık sönmüştü. Ağaçların arasında bir adam görüldü. Adam bir atın üstündeydi. Üstüne yeşil bir cübbe giymişti. Yüz hatları oldukça düzgündü. Gözleri yeşildi. Kafasındaki kukuleta yüzünden saçları belli belirsiz görünüyordu.

   Adam, atıyla birlikte Era’ya doğru geliyordu. O an Era koşmak istedi. Olabildiğince hızlı koşmak ve oradan uzaklaşmak. Çünkü o an, hayatının değişeceği andı. Ama yapamadı. Bacaklarını hareket ettiremiyordu

   Adam, yere sıkıca bağlanmış Orkların arasından geçti ve Era’nın yanında durdu. Ona tepeden bakarken Era da kafasını kaldırmıştı.

“Adın ne genç adam?” dedi adamın melodik olan sesi.
“E-. Era” dedi Era kekeleyerek.

  Ardından adam öyle hızlı bir hamle yaptı ki, Era ne olduğunu anlamadan, kendini atın üstünde buldu. At, hızla koşmaya başladı. Ama Era’nın köyüne değil, tam tersi yöne gidiyordu.
“Bırak beni!” diye hiddetle bağıdı Era. Ama adam onu duymamış gibi davranıyordu. Çok hızlı gittikleri için, eğer Era atlarsa, bir yerlerini kırabilirdi. O yüzden sadece söylenmekle yetindi.

   Karanlık yolda gitmek zordu, ama at kolaylıkla ilerliyordu. Ay, muhteşem bir şekilde parıltısını gösteriyordu. Yıldızlar, aya destek verircesine ışıldıyordu. Çam ağaçların kokusu ormanı çevrelemişti. Gece kuşları her zamanki şarkılarını söylüyordu. Yemek arayan bir kaç sincap, bir ağaçtan girip birinden çıkıyordu. Böcekler, ötmeleriyle, baykuşlara eşlik ediyordu.

   Şimdi yavaşlamışlardı ama Era’nın bırak kaçmaya, hareket etmeye bile hali yoktu. Çok yorulmuştu ve feci derecede uykusu gelmişti. O yüzden, nerede olduğuna aldırmadan, gözlerini kapattı ve gecenin seslerini dinleyerek uykuya daldı…



Not: İyi okumalar...
Not 2: Hikaye Jeorylla Dünyası'nın Ventus Kıtası'nda geçmektedir.
Not 3: Ventus Kıtası'nın haritası:

Spoiler: Göster

Çevrimdışı Gilderoy

  • ***
  • 416
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
    • Kuyutorman
Ynt: Pandora (Önsöz)
« Yanıtla #4 : 27 Haziran 2011, 20:55:59 »
Güzel bir ilk bölüm olmuş. Olaylara çok çabuk giriş yapmışsın. Aksiyonlar hemen başladığına göre hikaye boyunca sıkça karşılaşırız diye tahmin yürütüyorum. Özel yer isimlerini başarıyla tutturmuşsun bence. Grandis Krallığı, Ateşkarası, Onerma gibi kurmaca yer isimleri ayrı bir tat verir elbette.

Birkaç yerde yanlış noktalama işareti gördüm fakat her birimiz bu hataları yaparız, abartılacak fazla bir hata göremedim. "Ork" bir özel isim değildir, baş harfi küçük yazılmalıdır. Bu dikkatimi çekti sadece.

Ventus'un haritası biraz daha geliştirilebilir. Şu, Jeorylla Dünyası'nı da merak ettim doğrusu. Devamını dilerim (:
to see world in a grain of sand
and a heaven in a wild flower
hold infinity in the palm of your hand
and eternity in an hour
-William Blake

Çevrimdışı Nate

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Pandora (Önsöz)
« Yanıtla #5 : 27 Haziran 2011, 21:24:35 »
Güzel bir ilk bölüm olmuş. Olaylara çok çabuk giriş yapmışsın. Aksiyonlar hemen başladığına göre hikaye boyunca sıkça karşılaşırız diye tahmin yürütüyorum. Özel yer isimlerini başarıyla tutturmuşsun bence. Grandis Krallığı, Ateşkarası, Onerma gibi kurmaca yer isimleri ayrı bir tat verir elbette.

Birkaç yerde yanlış noktalama işareti gördüm fakat her birimiz bu hataları yaparız, abartılacak fazla bir hata göremedim. "Ork" bir özel isim değildir, baş harfi küçük yazılmalıdır. Bu dikkatimi çekti sadece.

Ventus'un haritası biraz daha geliştirilebilir. Şu, Jeorylla Dünyası'nı da merak ettim doğrusu. Devamını dilerim (:

Teşekkür ederim. "Ork" a dikkat edeceğim ;) Ventus kırası sadece bundan ibaret. Dediğim gibi, bu Pandora olayı bitsin, Felaket Çağı'nı yazacağım. O zaman Jeorylla'nın başka kıtalarını görme fırsatımız olacak...

Çevrimdışı cankutpotter

  • ****
  • 1233
  • Rom: 14
    • Profili Görüntüle
    • Büyülü Kale, Hayallerinizin adresi.
Ynt: Pandora (Önsöz)
« Yanıtla #6 : 28 Haziran 2011, 16:24:57 »
Vay canına, güzel bir hikaye başlamış. Önsöz çok hoşuma gitti, çağları falan güzel anlatmışsın. İlk bölüm vardı sadece o yüzden pek bir şey söyleyemeyeceğim. Ama oldukça ilginç bir başlangıç olmuş. Ellerine sağlık, devamını bekliyorum.
İnsan, hayalleriyle vardır.

Çevrimdışı Nate

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Pandora (Önsöz)
« Yanıtla #7 : 28 Haziran 2011, 17:18:30 »
Vay canına, güzel bir hikaye başlamış. Önsöz çok hoşuma gitti, çağları falan güzel anlatmışsın. İlk bölüm vardı sadece o yüzden pek bir şey söyleyemeyeceğim. Ama oldukça ilginç bir başlangıç olmuş. Ellerine sağlık, devamını bekliyorum.

Teşekkürler yorumun için :) Daha önce de dediğim gibi, çağları daha detaylı anlatacağım. Şimdi 2. bölümü yazmaya başladım, bitmek üzere...

Çevrimdışı Nate

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Pandora (Önsöz)
« Yanıtla #8 : 12 Temmuz 2011, 23:41:26 »
    BÖLÜM 2: BEYAZ YAYLALARDA



    Era, uyandığında kendini bir çadırın içinde buldu. Uyku tulumunda yatıyordu. Hızla kendini uyku tulumundan kurtardı ve çadırdan çıktı. Güneş parıltısını yeni göstermeye başlamıştı. Sabahın hoş serinliği etrafta kol geziyordu. Güneş ilk ışıklarını ağaçların üstüne salmıştı. Era’yıkaçıran adam, atıyla ilgileniyordu. Bir anda Era’ya baktı ve

    “Günaydın,” dedi. Era ise ona şüpheli gözlerle bakıp,
    “Benden ne istiyorsun?” diye sordu.
    “Ben bir şey istemiyorum”
    “O zaman neden beni kaçırdın?”
    “Kaçırmak mı?! Ben olmasam o orklar seni lime lime edip yerdi. Tamam, baştan başlayalım. Ama ilk önce bir şeyler yemelisin. Ardından sana her şeyi anlatacağım.” dedi adam. Era mecburen onun sözünü dinledi ve çadıra girdi. Adam, çantasından çıkardığı sandviçi Era’ya verdi. Era, sandviçini hemen bitirdi ve konuşmaya başladı.
    “Evet? Anlatmanı bekliyorum?”
    Adam çadırın kapısında bekliyordu. Birden içeri girdi ve Era’nın yanına oturdu.
    “En baştan başlıyorum, benim adım Gredia. Bir Gezgin Büyücüyüm. Ben doğduğumda annem ve babam seyahat ediyordu. Bana doğduğum ormanın ismini vermişler. Gredia… Solous Kıtası’nın en büyük ormanı… Sonra ben dört yaşındayken Dorienlar annemi öldürdü. 19 yaşına kadar babamla gezdim. Ventus Kıtası’nın görmediğim yeri yoktur. Sonra ben 19 yaşındayken, babam bir uçurumdan düştü. Ve o zamandan beri yalnızım. Seni neden kaçırdığıma gelirsek… Ejderha’nın Kehanet Hikâyesi’ni biliyorsun değil mi?” dedi.
    “Elbette. Herkes bilir onu” diye cevap verdi. “Dört Lord, Felaket Çağı ve Pandora.”
    “Güzel… Peki, hiç Pandora’yı gördün mü?” dedi Gredia.
    “Hayır. Nasıl görebilirim ki?”
    “Gördün. Tamam, sakin ol sana bir şey söyleyeceğim. Senin taşıdığın o kutu, işte o Pandora” dedi Gredia. Era şoka uğramıştı. Ne söyleyeceğini bilmiyordu, o yüzden ilk söylediği şey
    “Saçmalama!” oldu.
    “Era, iyi düşün. O orklar bir şey istiyordu ve o şey Pandora’ydı. Büyük ihtimalle Du’u Kralına götüreceklerdi ve o da Kötülüğün Ustası’nı serbest bırakacaktı”
    “Bekle, bekle. Benimle ne işin olur ki!?”
    “Bir süredir seni izliyorum. Oldukça uzun bir süredir. Uygun yaşa gelmeni bekliyordum.”
    “Ne için uygun yaş?”
    “Ne için olabilir?”
    “Dans etmek için olmadığı kesin”
    “Değil zaten!Kötülüğü Pandora’ya hapsetmek için!”
    “Ben mi? Kehanette bir büyücüden bahsediyor. Ben büyücü değilim; insanım.”
    “Öyle mi? Ailene sor o zaman.”
    “Ne?! Ailemin ne ilgisi var?”
    Gredia “Bak, bunu benim anlatmam uygun değil, bunu ailenin anlatması gerekir. Ben sadece tek şey söyleyeceğim:Sen-Bir-Büyücüsün” dedi kelimeleri vurgulayarak. Ve o anda dışarıda bir ses duyuldu; ses,
    birinin ayak sesine benziyordu. Gredia hemen ayağa kalktı ve sağ elini yumruk yaptı. Era’nın önceden fark etmediği yüzük, ışıldamaya başlamıştı. Gredia dışarı fırladı ve olduğu yerde kaldı. Çadıra hızla girdi ve uyku tulumlarını hahraretle toplamaya başladı.
    “Bir hayaletti. Bizi dinliyordu. Ama yakalayamadım, ben dışarı çıktığımda çok uzaktaydı. Şimdi herşeyi biliyor. Ve her iddiasına varım Du’u Kralı’na haberi yetiştirecek. Şimdi yerimizi de biliyor.”
    “İyi ama askerler ne kadar sürede burada olurlar ki?” dedi Era.
    “Yarım saat içinde.Emrinde bekleyen bir Strigon olduğunu duymuştum. Strigonların Ventus kıtasınısadece 3 saatte uçtuğunu biliyorum. O Strigon, bizi öldürmeye yetecek kadar asker taşıyabilir.”
    “Tamam, ama şimdi nereye gideceğiz?”
    “En başta planladığımyere, seni Ülkeler Konseyi’ne götüreceğim.”
    “Tamam, tamam peki.”
    Gredia aniden dışarıfırladı ve atını çözdü. Era,

    kendi çantasını sırtına aldı ve dışarı çıktı. Gredia ata binmişti. Era, çadıra bakıp
    “Peki, bu ne olacak?”diye sordu.
    “Vaktimiz yok.Buradan uzaklaşmak için sadece 20 dakikamız var. Çabuk ol!”
    Era hemen atın yanına gitti. Gredia onu kolundan kaldırdı ve ata bindirdi.



    ***



    Yolculuk yaklaşık iki saat sürmüştü.

    “Neredeyiz?” diyeSordu Era. Gredia çevresine bakındı ve yaşlı meşe ağacını işaret etti
    “Şurası Brendyn’in evi olduğuna göre ve şurası da,” diğer tarafa dönüp ağaç grubunu işaret etti.“Gölge Orman’ın ağaçları olduğuna göre, Beyaz Yaylalar’ın batısındayız.” dedi.Era daha önce Grandis Krallığı’nın dışına hiç çıkmamıştı. Bu yüzden BeyazYaylalar onu büyülemişti. Bölge, bembeyaz çiçeklerle doluydu.


    Gredia biraz önce gösterdiği ağaca doğru yürümeye başladı. Era mecburen onu takip ediyordu. Gredia ağacın etrafında birkaç tur attı ve durdu. Era, ağaca bakınca mavi boya ile büyük bir ‘B’harfinin yazılmış olduğunu gördü. Gredia, ‘B’ harfine üç kez vurdu. Bir an için sessizlik oldu, ama sonra ağaçta bir oyuk oluştu ve bir adam belirdi.
    Gözleri Gredia gibi yeşildi. Uzun saçları açık kahverengiydi. Büyük bir neşeyle Gredia’ya sarıldı.
    “Gredia! Eski dostum.” dedi adam. Gredia kendini ondan kurtarıp,
    “Brendyn, içeri geçelim mi? Peşimizde bir strigon ve ork grubu var.” dedi. Brendyn isimli adam geri çekildi ve Gredia içeri girdi. Era da onu takip edip içeri girince dar sahanlıkta sıkıştılar. Gredia merdivenlerden aşağı inince, Brendyn kapıyı kapattı ve Era merdivenlerden aşağı inmeye başladı. Taş merdivenleri, her basamağa koyulmuş gaz lambaları aydınlatıyordu. Çok geçmeden, Gredia merdivenlerin sonundaki kapıyı açtı. Era içeri girince bir odayla karşılaştı.Düzenli bir biçimde yerleştirilmiş mavi koltukların ortasında, ahşap bir sehpa duruyordu. Odada hiç pencere yoktu ama anlaşılamayan bir nedenle fazla aydınlıktı. Odanın karşı tarafında iki tane kapı vardı.
    “Üzgünüm, bir az dağınık olabilir” dedi Brendyn. “Genelde terasımda otururum. Beyaz Yaylalar’ı izlemek çok hoş oluyor.”
    “Hayır, Brendyn,önemli değil. Bizi içeri alman yeterliydi.” dedi Gredia ve arkadaşına sarıldı.



    ***


    Brendyn, Gredia ve Era’yı terasına çıkarmıştı. Aşağı geldikleri merdivenden yukarı, kapıdan daha da yukarı çıkıp ağacın tepesine çıktılar. Ağacın dalları yeterli gölgeyi sağlıyorlardı ve bunun yanında manzarayı kapatmıyorlardı. Era, buranın nasıl olup da aşağıdan görünmediğini sorduğunda, Brendyn, “Büyü” demişti.


    Şimdi üçü birlikte terastaki masada oturup çaylarını içiyordu.
    “Sya ĺĺōŕa Era. Nugut ŕuĺeŕ.” dedi Gredia. Era az çok Büyücü Dili bildiğinden, anlatmak istediğinin özünü anlamıştı. “Nu Pandora’u cedé” diye devam etti Gredia. “Eŕnnupéb ōŕkaymyz seώa. Eŕn, nupéb Ōkymym Kōlep kzy fuyŕaghméć. Sya nead, syhgaghkadae defgaef my?”
    Gredia, Era’nın Pandora’nın sahibi olduğunu, onu orklardan kurtardığını anlattı. Şimdi ise Ülkeler Konseyi’ne gideceklerini söyledi ve bu gece burada kalıp kalamayacaklarını sordu.
    “Ōŕĺé. Tōĺ eŕn’umeώa” dedi Brendyn. Tabi ki! demişti Brendyn içtenlike.



    Ve o gece Era ve Gredia, Brendyn’dekalmıştı. Şimdilik her şey yolunda olsa bile, yarının ne getireceği belli olmaz…


Çevrimdışı Nate

  • *
  • 28
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Pandora (3. Bölüm)
« Yanıtla #9 : 07 Ekim 2011, 22:52:43 »
Yorum olmamasına rağmen yılmıyorum ve işte 3. Bölüm...                  



                      BÖLÜM 3| YENİDEN YOLDA

   Era, gözlerini açtığında güneş ilk ışıklarını Brendyn’in terasında gezindirmeye başlamıştı. Yavaşça kalktı ve terası korkuluğunda durup manzarayı izledi. Beyaz çiçekler yaylaya, kar yağmış görüntüsü veriyordu. Güneşin sarı ışığı çiçekleri kollarcasına üstlerinde geziniyordu.

“Çok güzel bir manzara” dedi arkadan bir ses. Era dönünce Brendyn’le karşı karşıya geldi. Gülümseyerek,
“Neden buradasın? Yani neden bir ağaçtan girilen yeraltı evinde yaşıyorsun?”
“Zevk…” diye mırıldandı Brendyn. “Aslında normal bir ev de yapabilirdim ama koskoca arazide çok gösterişli dururdu…”
“Yani bunu soruyorum… Neden bu kadar büyük bir arazide tek başına yaşıyorsun?”
“Ben… Küçükken… Çok küçükken annemi kaybettim… Küçük kardeşim, ben ve babam vardık sadece… Babam beni başka bir aileye vermek zorunda kaldı. Sonra öğrendim ki, babam da ölmüş. Yeterice büyüdüğüm zaman ailemden kaçtım. Ve Gredia ile tanıştım. Bir süre onunla gezindik… Ama bilirsin işte onun büyücü işleri vardı. Ben ise boş kaldım. En sonunda bu araziye geldim ve buraya yerleştim. Beni çok rahat hissettiriyor…”
“Başarı öykünü mü anlatıyorsun?” dedi Gredia’nın sesi. Gözünü ovuşturarak yanlarına geldi…
“Şey… Benim lavaboya gitmem lazım…” dedi Era ve yanlarından sıyrıldı. Gredia Era’nın çıktından emin olunca “Era’nın aramızdaki ilişkiyi bilmesini istemiyorum Brendyn.” dedi. Brendyn meraklı bakışlarla kafasını kaldırdı ve “Neden?” dedi.
“Sadece… Bilmiyorum… Ama söyleme”
“Tamam. Kardeşim…”

                                                                ***
  
“Eh Brendyn, bizim artık yola çıkmamız lazım.” dedi Gredia. Era yavaşça koltuktan kalktı.
“Sizinle geleceğim demek isterdim ama kabul etmeyeceğini biliyorum” dedi Brendyn.
“Beni iyi tanıyorsun Brendyn” dedi gülerek Gredia. Brendyn terasın kapısını açtı ve hep birlikte ağacın gövdesinden inmeye başladılar. Sahanlığa gelince, Era kapıyı açtı ve beyaz çiçeklerin arasına kendini attı.
“Ahōea, eŕn’u meώa (Güle güle dostum)” dedi Brendyn. İkisi kucaklaştıktan sonra
“Sanırım çok yakında yeniden görüşeceğiz” dedi Gredia.
“Umarım…” dedi Brendyn. Ardından Gredia ve Era, Gredia’nın atına bindiler ve son süratle, gitmeye başladılar. Era, son kez arkasına döndü ve Brendyn’e gülümsedi.

                                                                 ***


   Kısa süren bir yolculuktan sonra, Gölge Orman’a girmişlerdi artık. Gredia, atını yavaşlattı. Sessiz ağaçların arasında, ilerlerken, Gredia
“Küçük bir göl biliyorum.” dedi. “O kadar küçük ki, hiçbir haritada yer almaz…” diye ekledi.
  
   Az sonra o küçük gölün ordaydılar. Su o kadar berraktı ki, bir sürü su içtiler. Hiç beklenmedik bir anda
“Bana öğretecek misin?” dedi Era.
“Neyi?” diye şaşkınlıkla karşılık verdi Gredia.
“Büyücülüğü.”
“Şey… Büyücülüğü öğrenmek çok uzun zaman ister ve-”
“Öğretecek misin öğretmeyecek misin?” dedi Era.
“Şey… Birkaç numara gösterebilirim…” dedi Gredia. Ardından olduğu yerde doğrulup, ellerini yerde duran şekilsiz taşa doğrulttu ve mırıldanmaya başladı,
“Exsecio”
Şekilsiz taş havalanmaya başladı. Gredia’nın elini hareket ettirmesiyle aynı doğrultuda taş da hareket ediyordu.  Gredia bir anda elini sıktı ve taş paramparça olup yere düştü. Era heyecanla soluyarak “Gredia, bunu bana öğretmelisin” dedi. Heyecandan gözleri büyümüş, kalp atışı hızlanmıştı…
“Tabi ki öğreteceğim, ama ilk önce bana Gredia demeyi bırakıp Gre dersen…”

                                                                 ***

“Gözlerini kapat.” dedi Gre. Era kahverengi gözlerini kapattı. “Ne görüyorsun?” dedi Gre. “Gözlerim kapalıyken sence ne görebilirim?” diye karşılık verdi Era.
“Öyle değil. Yani ne hayal ediyorsun?”
“Hıı. İkimizi. Göl kenarında konuşuyoruz. Benim gözlerim kapalı. Bu halinle çok aptal görünüyorsun.” Era bu sözleri demesinin ardından koluna inen şaplağın acısını hissetti.
“Uf. Tamam be…” diye homurdanarak acıyan kolunu ovuşturdu ama gözleri hala kapalıydı.
“Zihnini temizle ve hiçbir şey düşünmemeye gayret göster. Eğer sadece karanlık görürsen benim sesimi bile unut. Sadece taşa odaklan…” dedi Gre, bir usta edasıyla.
“Peki ya büyülü sözler?” diyerek gözlerini açtı Era.
“Şimdilik sadece bunu yap. Bu kısımda ne kadar hızlanırsan, büyülü sözlere o kadar hızlı geçeceğiz…”
Era gözlerini tekrar kapattı ve zihnini boşaltmaya çalıştı ama olmuyordu; gözlerinin önüne ya annesi ve babası, ya da geride bıraktığı bir başka kişi olan sevgilisi geliyordu… Yeşil gözleri ve upuzun kahverengi saçları ile birleşen güzel yüzü, bir acıya bürünmüştü. Gözlerinden damlayan yaşlar penceresinin önündeki yatağına damlıyordu. Era’nın sevgilisi Hengrea, bir anda yatağından kalktı ve yan yana olan o daları aşıp ahşap kapıya geldi. Bir an düşündü ve derin bir nefes alıp kendini yağmurlu havaya attı. Yağmurla birleşen çim kokusu burnuna doldu ve bir derin nefes daha aldı. Bu onu güçlendirmişti. Kasaba meydanının öbür ucundaki beyaz boyalı eve doğru hızlı adımlarla yürümeye başladı. Yağmur yağdığı için dışarıda kimse yoktu. Herkes evine çekilmiş sıcacık evinde huzurla dinleniyordu. Kız en sonunda eve ulaştığında sabırsızca kapıyı çaldı. Saçları yağmur yüzünden ıslanmış ve soğuk yüzünden akıl almaz bir şekilde titriyordu.

En sonunda kapı açıldı ve güzel yüzlü bir kadın karşısında duran soğuktan donmak üzere olan on beş yaşındaki kızı görünce, hemen kolundan tutup içeri aldı ve arkasından kapıyı kapattı. Kadın endişeli bir biçimde,
“Hen, burada ne yapıyorsun? Dışarısı buz gibi,” dedi. Yağmurdan sırılsıklam olan kız yüzünü kaldırdı ve “Ben… Era’yı merak ediyorum? Hala bir haber yok mu?” dedi. Kadın üzgün gözlerle hayır anlamında başını salladı. Hen heyecanla,
“Bence artık yetkili birilerine haber vermeliyiz. ” dedi. Kadın endişeye kapılarak, “Hayır, hayır… Hen, sana her şeyi anlatmalıyız artık.” dedi. Hen bir kez daha kadına bakıp, “Neyi anlatacaksın Lera Teyze?” dedi. O sırada koridordaki kapıların birinden meraklı bir kafa çıkıp, “Kimmiş Lera?” dedi. Lera kafasını çevirip,
“Gelen Hen. Artık ona olanları anlatmalıyız Arta.” dedi. Ardından kafasını tekrar kıza çevirdi ve “Era.” dedi. “Era. Beni duyabiliyor musun? Era- Ah Tanrım… Era- Böyle olmaması gerekiyordu… Era!”

   Era gözlerini açtığında, yerde yatıyordu ve Gre ona endişeli bir şekilde bakıyordu.
“Ah- Çok endişelendim, Era- neler oldu anlatsana- o kadar korktum ki…” dedi Gre.
“Ben… Kasabadaydım ve… Hen, onu gördüm- Yağmur yağıyordu o- bize geldi ve anneme beni sordu- sonra babam çıktı- annem Hen’e döndü ve- Era dedi- ona Era diye hitap etti. Ben hiçbir şey anlamadım-”
“Ah… Bir Bağlantı yaşamışsın…”
“Ne yapmışım?”
“Bir Bağlantı. Genellikle iyi tanıdığın ve sevdiğin biri ile olur. Her büyücü olmadık zamanlarda Bağlantı yaşayabilir. Bağlantı yapmak için gözlerini kapamalı ve odaklanmalısın. O kişiye iyice odaklanıp, ne yaptığını düşünmeli ve onun gibi hissetmelisin. Genellikle genç büyücüler Bağlantı kurar, çünkü bir büyüyü öğrenebilmek için ilk önce gözlerini kapamalı ve zihnini boşaltmalısın. Ve zihin boşaltırken bazı kişiler sevdiği insanları düşünür. Ayrıca genç büyücüler büyü öğrenmeye çalışırken duygularını kontrol etmekte çok zorlanır. Bu da Bağlantı kurmayı kolaylaştırır. Hen şu kız değil mi? Senin sevgilin olan?” dedi Gre.
“Bekle- sen Hen’i nerden biliyorsun?”
“Seni uzun süredir izlediğimi söylemiştim” diyerek gülümsedi Gre.
“Özel hayatıma girdiğine inanamıyorum” diye homurdandı Era ve ayağa kalktı ama ayağa kalkmasıyla yere düşmesi bir oldu. Acıyla başını tuttu ve “Ah, çok kötü… Acıyor” dedi. Gre yüzünü buruşturarak
“İlk Bağlantılar baş ağrısı yapar.” dedi. “Gel, sana her şeyi anlatacağım…” diye ekledi Gre…