Kayıt Ol

Genç Büyücünün Zamanı

Çevrimdışı Akrin

  • **
  • 59
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Genç Büyücünün Zamanı
« Yanıtla #15 : 05 Mart 2011, 17:32:53 »
     Bölüm 6- Celendor’da Savaş

     “Nasıl gireceğiz oraya? Ya yakalanırsak” Lyla endişeyle İon’a döndü. İki çocuk gecenin geç saatinde nehrin doğu yakasındaki demir ocağının önünde durmuş hararetle tartışıyorlardı.

     “Bilemiyorum… Tek bildiğim o savaşa gitmek zorunda olduğum ve gitmek için de kılık değiştirip bir asker gibi görünmem gerektiği” diye cevapladı onu İon yukarıya bakarak. Aklından türlü türlü demir ocağına giriş yolları geçiyor ama bunların hangisinin doğru yol olduğundan emin olamıyordu.

     “Sence büyü mü yapsak?”

     “Saçmalama. Kapının mühürlendiğine adım kadar eminim. Bizim buralarda kapılar büyü geçirmeyecek şekilde mühürlenir. Mührün üstüne büyü yapılırsa da efsun devreye girer ve korkunç şeyler olur.”

     “O zaman pencereye tırmanmaktan başka çaremiz yok.” İon hızla mavi pelerinini çıkarıp Lyla’ya verdi. Daha sonra usulca demir ocağının yeni boyanmış ahşap duvarındaki parmaklıklara tırmanmaya başladı. Kolayca ikinci katın penceresine tırmanmıştı ama pencereleri açmak sorun olacaktı.

     “Köyde pencereleri de mühürlerler mi?” diye sordu başının üstünden aşağıdaki kıza bakarak.

     “Elbette hayır!”

     “Harika!” Parmaklarını pencerenin kilidine doğrultup kadim dilin sözlerini söyledi. Kilitten bir klik sesi geldi. Ardından pencere yavaşça içeri doğru açılmaya başladı.

     İkinci kattaki odayı aydınlatan hiçbir ışık kaynağı yoktu. Oda zifiri karanlıktayken birden açılan pencereden sızan ay ışığı odanın biraz da olsa aydınlanmasını sağladı. Normal bir evin oturma odasıydı burası. Odada iki tane karşılıklı konmuş koltuk ve kapının yanına konmuş olan yemek masası dışında hiçbir şey yoktu. Odanın kapısı açıktı ve merdivenlere doğru giden koridora açılıyordu.

     İçerden bir adamın horlaması duyuluyordu. Gecenin sessizliğinde bu horlama kulağa çok rahatsız edici geliyordu.

     Koridor doğruca merdivenlere çıkmıştı. Bu sayede İon rahatlıkla evin demir ocağı bölümüne indi. Savaş için burası gece gündüz demeden çalışmış en sonunda bu gece usta ve çırakları uyuyacak zaman bulmuşlardı. Çünkü yarın ordu Celendor’a yürüyüşe geçecekti.

     Büyülenmiş yeni athemeler ocağın camekâna yakın olan yerindeki bölmelerde muhafaza ediliyordu. Birbirinden güzel ona yakın atheme kalmıştı geriye. Diğerleri orduya dağıtılmıştı.

     İon içlerinden en hafif olanı ve en keskin olanını seçti. Athemenin üzerinde büyülü taşlardan yapılmış bir süsleme vardı. Bu sanki diğer athemelerden farklıydı. Diğer athemeler daha şatafatsızken bu son derece görkemliydi. İon bu yakut rengi athemenin neden satılmadığını anlamadı. Ama athemenin güzelliği onu büyülediğinden yakut renkli athemeyi almaya karar verdi. Evet! Onu alacaktı. Tek unuttu şey ise bu görkemli athemenin çalındığının çok çabuk fark edilecek olmasıydı.

     Geldiği yönden geri döndü İon. Ve açık pencereyi bir güzel kapattıktan sonra aşağı indi. Lyla onu büyük bir endişeyle bekliyordu. İon’un geri dödüğünü görünce suratındaki endişe ifadesi kaybolup yerini büyük bir gülümsemeye bıraktı.

***
     Bütün köy o sabah korkunç bir durumla karşı karşıyaydı. Kraliçe Helia’nın yakut athemesi çalınmıştı! Kraliçe athemesini, büyüleri arttırılsın diye demir ocağına vermiş ama o gece yakut atheme çalınmıştı. Tam da yola çıkılacak gün ne büyük şanssızlıktı.

      Helia hırsızlık olayının çok fazla üstüne düşemezdi çünkü yola çıkmaları gerekiyordu. Hırsızlık olayını savaşa gitmek istemeyen muhaliflerin yapmış olduğu bir propaganda olarak değerlendirdi.

     Ormandaki Köyün büyük borusu çalındı ve üç köyün ordusu yeşil pelerinleri, gümüş zırhlarının oluşturduğu ahenkle Celendor’a yürümeye başladı.

     Ordunun içinde Lyla’nın dikmiş olduğu pelerini giyen ve yüzü görünmesin diye kafasına gümüş miğferlerden takan, uzun boylu bir çocuk olduğu ise hiçbir askerin dikkatini çekmedi.

***
    “Efendimiz. Kral hazretleri! Kara büyü hızla buraya geliyor. Ordumuz saflarına yerleşti ancak gelecek olan ordunun büyüklüğü karşısında bütün askerler tedirginler.” Dedi Prens.

     Babasına ne kadar da benziyordu. Kahverengi gözlerini ve kumral saçlarını babasından almış, yüz hatlarını ise ölen kraliçeden almıştı.

     “Roy bu gece şatonun büyük balkonundan orduya sesleneceğim. En azından cesaretlerini yerine getimeliyiz.” Diye cevap verdi kral Andrê Markus. Roy bu cevaptan hiç de memnun değildi şaşkınlıkla babasına döndü.

     “Yoksa civar köylere göndereceğimiz orduyu göndermeyeceğimizi mi söylemek istiyorsun Baba! Ülkemiz korumamız geriyor. Bütün ülkeyi bırakıp, bu şatoyu koruyamayız!” dedi hiddetle Roy.

     “Bana karşı mı geliyorsun Roy? Hâla benim kral olduğumu unutuyorsun heralde. O kadar büyük bir orduya karşı koyamayız. Söyle diğer köyler kendilerini savunabildikleri kadar savunsunlar. Biz burada kalacak bütün gücümüzü kaleyi savunmak için kullanacağız.”

     “Bu acımasızlık Baba. Onca köylüyü yalnız başlarına bırakamayız.”

     “Alabildiğimiz kadarını kaleye aldık zaten. Diğerleri için üzgünüm.”

     “Gerekirse onları korumak için kendim ve emrimdeki birliklerle giderim Andrê Markus. Ve sen beni durduramazsın.”

     Kral hiddetle elini masaya vurdu. Nasıl krala karşı gelebiliyordu? Oğlu olmasa çoktan kellesini ellerine almıştı. Sonra Kral sinirlerini yatıştırmaya çalışarak:

     “Böyle bir şey yapmayacaksın. Aklın almıyor mu senin? Bütün ülkeyi savunamayız. Kara büyünün ordusu bizden kat ve kat daha büyük. Eğer bütün ülkeyi savunmaya kalkarsak yok oluruz. Ama kaleyi koruyabiliriz. Savaş bittikten sonra da eskisi gibi iskân etmeye başlarız.”dedi.

     Babasının dedikleri Roy’a ne kadar mantıklı gelse de vicdanı böyle bir şey yapılmasına karşıydı. Kendi kendine büyük bir iç çatışma yaşadıktan sonra mantığının sesini dinlemeye karar verdi. Kral haklıydı!

***

     Kralın konuşması askerleri fazla heyecanlandırmamıştı. Bu konuşmaları daha önce de dinlediklerinden yeni umutlar arıyorlardı.

     Karanlık ordu hızla yaklaşırken çevre köylerden akın akın insanlar geliyor ancak kalenin kapasitesi dolduğundan geri çevrilmek zorunda kalıyorlardı. Onlar için ne kadar da acı bir durumdu kim bilir? Çocuklarıyla yalnız başlarına ölümü beklemek…

     Ve sonra… Ölüm geldi.

***

     Karanlık ordu önlerine çıkan bütün köyleri yakarak ilerliyordu. Kadınları ve kundaktaki çocukları öldürüyorlardı. Bazen insanları canlı canlı yakıyorlar bazen de işkence çektirerek delirmelerine yol açıyorlardı.

     Etrafta yaptıklarıyla ilgili korkunç öyküler dönüyordu. Diğer köyler bu öyküleri duydukça korkuyor sığınacak yer arıyorlardı.

     Öyküler arasında neler neler vardı ki…

     Yaşlı bir adamın anlattığı göre karanlık ordunun şeytani askerleri Celendor’un kuzeyindeki bir köye baskın yapmış ve insanları diri diri aslanlara yem etmişlerdi.

     Başka bir köyde ise hamile bir kadını bir ağaca bağlayıp, kız mı erkek mi diye yazı tura oynamışlar sonra da kadının karnını yarıp bebeği çıkarmışlar.

     Korkunç çok korkunç olaylar oluyordu… Onlar insan olamazdı. Bu kadar korkunç şeyler yapacak kadar kötü, bu kadar iğrenç şeyler yapacak kadar iğrenç olamazdı bir insan. Zaten onlar adı üstünde şeytanın uşaklarıydılar.

***
     Havanın güzel olduğu bir günde pirinç borular kuzeyde ötmeye başladı. Gökyüzü karardı ve yağmurun habercisi olan bulutlar Celendor’un üstüne çöktü. Birkaç dakika sonra yağmur, kendisini bulutlardan kurtardı ve Celendor’un yeşil çimenlerine bereket getirmeye başladı. Yoksa şer mi demeli?

     Celendor kalesinin surlarından bakan, kırmızı pelerinli okçular kuzeyden gelen karanlığı görmüşlerdi. Karanlık giderek daha da yaklaştı ve en sonunda siyah pelerinli, siyah miğferleriyle uyumlu siyah zırhları olan binlerce kişilik karanlık ordu Celendor’un surlarına dayandı.

     Prens Roy’un işaret vermesini bekleyen okçulara, geçen dakikalar asırlar gibi gelmiş dizlerinin bağı çözülen bazılar yere düşmüştü.

     Karanlık ordunun yaklaşmasıyla her birinin kalbi korkuyla dolmuştu. Cesur kral Markus bile surlarına dayanan ordunun büyüklüğü karşısında şok oldu. Kendilerinden kat ve kat büyük bir ordu bekledikleri doğruydu ancak bu kadar büyüğünü hiçbir Celendor askeri tahmin etmemişti.

     Asır gibi geçen o dakikalardan sonra prens okçulara işareti verdi. Ve savaş başladı.

     Ateşli oklar surların üzerinden bir ok ordusu halinde karanlığın askerlerini vurmaya başladı. Kara askerler vücutlarının çeşitli yerlerine gelen oklar yüzünden yere düşüyordu ancak ölen askerlerin yerlerini, ordunun arka saflarından gelen askerler dolduruyordu.

     Kızıl oklar uçuşurken Kara orduya, Karanlığın askerleri athemeleriyle surlara ilerliyorlardı. Her on bölüğe iki merdiven düşmüştü ve merdiveni taşıyan askerler, hızla surlara merdiveni dayamaya çalışıyordu.

     Athemeli askerler yaklaşırken arkalarından oktan daha kısa olan iğneler surlardaki askerlere isabet edip, askerlerin teker teker surdan düşmesine neden oluyordu.

     Bu iğneler karanlığın acımasızlığının göstergesiydi aslında. Oklar kara çamdan yapılmış olan borulardan üfleniyor, isabet ettiği kişiye de ağır bir komaya sokuyordu. Böylelikle Celendor askerleri surdan düşüyor acı çekerek ölüyordu.

     Kral Markus etrafa emirler dağıtırken, Prens yanına geldi ve dehşetle:

     “Merdivenleri surlarımıza dayandı kralım. Eğer böyle giderse bütün ordu kalenin içine girecek.”dedi.

     “Merdivenler hemen yok edilmeli Roy. Emir ver bütün merdivenler yakılsın!” Sonra kral atlı süvarileri hazırlamak için kalenin içlerine doğru ilerledi.

     Merdivenler yakılmaya başlansa da bütün merdivenlere yetişilemiyordu. Karanlığın ordusu hızla yakılan merdivenin yerine yenisini dayıyor, sonra da surlara çıkmaya çalışıyordu.

     Ve karanlığın ordusu hızla surlara akın etti. Okçular kılıçlarını çektiler. Ve kısa athemelere karşı koymaya çalıştılar. Durum çok kötüydü. Kalenin içine girilmiş, okçuların üçte biri öldürülmüştü.

     Sonra daha kötüsü de oldu. Kara ordu büyülemiş oldukları mancınıklarla Celendor’a alevli kayalar atmaya başladı. Alevli kayalar Celendor’un içlerine düşüyor birçok binayı yakıp yıkıyordu.

     Her şeyin bittiğini düşündükleri işte o karanlık dakikalarda doğuda bir hareketlenme oldu. Ormanın ordusu yaklaşıyordu. Ama Celendor da umutlar daha da tükendi. Orman büyücülerinin kara orduya yardım edeceği düşünülüyordu ki doğudan akın akın gelen ormanın ordusu karanlığı bastırmaya başladı. Ormanın yeşil yakut armalı askerleri hızla athemelerini karanlığın askerlerine geçiriyordu.

     Orman büyücülerinin yardımı karşısında şok olan Celendor bir süre sonra gücünü yeniden topladı ve kanlı savaş hız kesmeden devam etti.

DEVAM EDECEK
Yarınlar hep güzel olacak denir. Oysa bugünler, dünün yarınları değil midir?

                                                               
V.Hugo