Kayıt Ol

Salon

Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Salon
« : 26 Aralık 2009, 21:24:20 »
SALON

Yatağından kalktı ve bir içgüdüyle salona doğru yürümeye başladı. Çıplak ayakları, evin uzun ve soğuk koridorundan geçerken, başka zaman olsa üzerinde bu şekilde yürüdüğünde annesinin “Üşüteceksin!” diyeceği, beyaz benekli gri mermerin hissini bilincinin kapısına kadar taşıyabiliyordu ancak. Salonun kapısına vardığında durdu ve kapı eşiğine, artistik bir duruş takınarak yaslandı. İçerisi koyu renk ahşaptan mobilyalarla döşenmişti; yerler ise nispeten daha ‘sıcak’ olan, açık kahverengi parkelerle kaplıydı.

Biraz daha kafasını kaldırıp odaya daha geniş açıdan baktığında bir piyano gördü. Onunla işi olmadığını hatırladı ve o an kendi kendine çalmaya başlamış olan piyanonun yanındaki sehpaya dönünce bakakaldı. Sehpanın üzerinde, büyükten küçüğe sıralanmış, gümüş bir fil kervanı gülümsemekteydi ona. Gökyüzünden aşağıya zarifçe inmekte olan bembeyaz yıldızlar ve şöminesi yanan geniş bir salonda dans eden bir insan güruhu gibi birkaç imge kafasında flaşlar patlattı aniden. Ona ‘hoş geldin’ diyorlardı –bir şölendi bu. Piyano, yetmişlerden, tatlı bir caz ezgisiyle eşlik ediyordu güler yüzlü fillerin ve yürek ısıtan imgelerin ‘merhaba’sına. 

Eşikten içeri girdi ve sehpanın diğer yanında gördüğü siyah sandalyeye oturdu. Az önce, yaslanıp anlamsız bir poz takındığı eşik şimdi tam önündeydi, bir daha dışarı çıkmamasını tembihler gibiydi. Hemen eşiğin yanında ise camekân bir dolap vardı. Dolabı, dışarıdan asla anlaşılamayacak, durgun bir panik anı ile görmezden gelip kafasını hemen sağa çevirdi ve tekrar seyre daldı sehpadaki filleri… Düşünceler, yüzeyi buz tutmuş bir nehrin yavaşça ısınan havayla eriyip, üzerinde ufak buz adacıklarını sürükleyerek akmaya başlaması gibi sakince, soğuk buharlar tüttürerek gözlerinde hafif buğular bırakmaya başlamıştı. Piyano, adına yakışır biçimde, olabildiğince hafif bir ezgiyle devam ediyordu eşliğine.   

Zaman kaybolmuş, gözleri ise asla göremeyecekleri ‘zamanın’ ayak izlerini, olmayan bir şöminenin ısıtmayan ateşinin beslediği küçücük bir umutla, tekrar aramaya başlamıştı. O salonda, oturduğu yerden her istediğini aratıp buldurabilirdi gözlerine… Bundan emindi. Emin olmalıydı.

Gözleri, onu reddeden eşikle çok oyalanamadılar ve tekrar camekân dolaba bakar buldular kendilerini… Hayır, o değil, gözleri bakıyordu. O bakmayacaktı.

Piyanodan gelen ezgi hız kazanmıştı fakat bu ezginin içinde birkaç nota vardı ki… Bir şekilde ‘hüzün’ katmaya başlamışlardı salona. Yataktan kalkmasını sağlayan içgüdünün bir benzeri yine vücudunu ele geçirdi ve onu dolaba yöneltti. Daha yakından bakınca, dolabın içini süsleyen içki şişeleri ile başarı diye adlandırılan şeylerin andaçları ona soğuk bir ‘merhaba’ dedi. Onlar onun iyi gün dostuydu. Kötü hissettiğinde içki içtiğini hiç hatırlamıyordu; aynı durumda, o andaçlara bakıp mutlu etmeye çalışmamıştı da kendini. Onu hiç çağırmamışlardı yanlarına.

Dolabı açtı ve içindeki çekmecelerden birinin sapına gitti o an buz gibi, terli eli. Hiç titremiyordu. Piyanodan gelen ezgi şimdi biraz daha hızlıydı ama hala hafifti -uzaktan geliyordu sanki sesi.

Yavaşça çekti ve çekmecenin içindeki isteksiz bir naylonun hışırtısını işitti. Bir an sonra, işittiği naylon ambalajın sahibi olan karton kutu elindeydi.

Ambalajından çıkardığı kutunun kapağında ‘İkimize’ yazıyordu yaldızlı harflerle. Kapağını, fillerin mutlu kıkırdamaları ve piyanonun, şimdi biraz da neşe katılmış, tekrar yavaşlamış, hüzünlü ezgisi eşliğinde, yavaşça kaldırdı hiç düşünmeden.  Buz adacıkları artık soğuk buharlarını tüttürmeyi bırakmış, güneş ışıklarını pırıl pırıl yansıtarak akan nehirle bir olmuştu. Artık birkaç damla yaşa dönüşmüştü gözlerindeki buğu.

Gözlerini sildi ve kutuya baktı. Kutuda yalnızca iki yuvarlak adacık vardı şimdi. Erimiyorlardı. Pişirildikleri günkü gibi tütüyordu sıcak dumanları bu şeker renkli iki yuvarlağın. Üzerlerinde birer harf ve… Kutunun içinde…       

Sonsuz hatıraların sakladığı bir çift sıcacık kurabiye…


                              Elerki TAŞKIN


Let the Dragon ride again on the winds of time.

Çevrimdışı deanna

  • **
  • 324
  • Rom: 9
  • ***
    • Profili Görüntüle
Ynt: Salon
« Yanıtla #1 : 26 Aralık 2009, 21:40:07 »
betimleme cenneti olmuş bu yazı :) tebrikler yine ve yine çok güzel bir yazı olmuş.

.


Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Salon
« Yanıtla #2 : 26 Aralık 2009, 21:41:55 »
deanna,

Beğendiğinize çok sevindim. :) Teşekkür ederim zaman ayırdığınız için.
Let the Dragon ride again on the winds of time.

Çevrimdışı diana

  • ***
  • 513
  • Rom: 16
    • Profili Görüntüle
Ynt: Salon
« Yanıtla #3 : 27 Aralık 2009, 17:57:46 »
Ne diyeceğimi bilemiyorum.Kesinlikle çok güzel olmuş.Betimlemeler bakımındanda oldukça zengin.Tebrik edrim.Gerçekten harika bir yazı.

Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Salon
« Yanıtla #4 : 28 Aralık 2009, 20:29:20 »
diana,

Okuduğunuz için teşekkür edeim. Beğeninizi kazandıysa yazım, ne mutlu! :)
Let the Dragon ride again on the winds of time.

Çevrimdışı hanne

  • **
  • 326
  • Rom: 4
  • maybe one day...
    • Profili Görüntüle
Ynt: Salon
« Yanıtla #5 : 28 Aralık 2009, 20:42:25 »
Tebrik ederim çok güzel bir yazı olmuş...
....Sanki bir erik ağacına çıkmıştım da orada üzüm yiyordum  ama bahçe sahibi gelince cevizleri neden yediğimi sormuştu....

Çevrimdışı Elerki

  • ***
  • 441
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Ynt: Salon
« Yanıtla #6 : 28 Aralık 2009, 20:47:58 »
hanne,

Teşekkür ederim... :)
Let the Dragon ride again on the winds of time.