Kayıt Ol

Kutsal Şehir - Bölüm II

Çevrimdışı alper

  • **
  • 143
  • Rom: 10
  • don't let'em tie you to the stake :P
    • Profili Görüntüle
Kutsal Şehir - Bölüm II
« : 22 Eylül 2010, 16:33:57 »
Önsöz


Kahkahası, delirmiş bir Tanrının zevk çığlıklarını andırıyordu. Tiz, yankılı ve keskin bir kahkaha. Kör düşmanını acımadan katletmişti. Kalbini yerinden söküp küçümser bir edayla inceledi.

“Tanrıymış!”

Dudaklarını kıvırarak söylediği sözcük, rüzgarın cılız sesini bastırarak kısa bir süre hüküm sürdü. Arkasında kırmızı çizgiler eşliğinde sonsuz bulutun içine bırakılan kalp hala canlı görünüyordu...


Giriş


Ateş yakmak için el ve ayaklarının da yardımıyla, yerde çatırdayan dallar, kurumuş kabuklar ve alevi kızdırmak için geniş yaprakları olan bir ağaç dalı arıyordu. Ateşi ısınmak için yakacaktı, zira etrafın aydınlatılmasına ihtiyacı yoktu. Homurdanan gökyüzü çok geçmeden yeryüzüne öfkesini kusacaktı. Hızlı hareket edip mağaraya dönmeliydi. Şans Tanrıçası Riksus’a dua ediyordu ki, yağmur başlayınca duasını yarıda kesip bağırarak küfür etti. Gökyüzü kahkahayı andıran bir gümbürtüyle karşılık verdi. Fırtına şiddetlenmişti, yılın bu zamanında bu hiç de adil değildi. Belli ki Şans Tanrıçası iltifatları kabul etmişti. Yere çakılan yıldırımı göremese de ensesindeki rahatsız edici his yakınına düştüğünü müjdeledi. Saçları dikilmişti. Kardeşi kahkaha atıyor,

“Çok yakıştı ama, bu şekli bir ara denemelisin”
diyerek eğlendiğini belli ediyordu.

Kardeşini göremiyor, fakat onun uzun boylu ve gece mavisi ten rengine sahip çekici bir kadın olduğunu biliyordu. Son zamanlarda yeryüzüne inmek gibi rahatsız edici huylar edinmişti.

“Ne var Syliza, sana değil de Şans Tanrıçasına dua etmem hoşuna gitmedi mi?” demişti kör adam.

Kulakları “Babamızı kızdırıyorsun, yaşamaya kör olarak devam etmek zorunda değil-”
cümlesini dinliyordu.
Ağzı itiraz edercesine lafa karışıp “Buna siz karar veremezsiniz, beni rahat bırakın” diyerek sözünü kesti mavi renkli kadının.

“Bu son uyarıydı kardeşim, ya Tanrı gibi yaşar ya da kör, sefil, yaşlı bir adam olarak buralarda sürünürsün” dedi kadın.

Kardeşinin etrafına tiksintiyle baktığını neredeyse görebiliyordu kör adam. Hırçın rüzgar sesini bastıran ani bir çatırdama, Şimşek Tanrıçası’nın gökyüzüne geri döndüğünü haber etti. Kör adam yağmurdan ıslanmış saçını düzeltip göz bandını çıkardı.

“Tanrıymış! Ben Tanrı değilim.” diye homurdandı kendine.

Duruşunu dikleştirdi ve aniden ortadan kayboldu. Gözleri kör edecek kadar parlak ama etrafına ışık saçmayan, tüm renklerin karışımı beyaz ışık adamın biraz önce doldurduğu boşlukta bir süre asılı kaldı...


Bölüm I


“Köleleri getirin!”

Ses, duyan herkesi yerine çivilemiş, emri anlayıp uygulamak isteyen hizmetkarlar ancak belirli bir süre sonra kendilerine gelip itaat edebilmişlerdi.

“Çabuk olun”

Sesini zorlanmadan çıkarıyor, fakat ürkütücü motiflere sahip, kanlı desenlerden oluşan katliam salonunu titretiyordu. Duvarlardan akan insan parçaları yavaş yavaş yerde birikmiş kemiklere kavuşarak sağlıklı bir insanın aklını yitirmesine neden olacak manzaralara yol açıyordu. Tavandan sarkan insan bağırsakları dekoru tamamlıyordu. Köleler arasında iki insan kadın, üç küçük çocuk ve altısı da hafif yaralı gözüken adamlar vardı. Ürkütücü sesin sahibi ayağa kalkıp, hızlı adımlarla kölelere yaklaşıyor, kadınlardan biri dışında tüm köleler umutsuzluğa kapılıyor, yere eğilip elleriyle başlarını korumaya çalışıyorlardı. Derken altı köle adam da titreyerek yerden yükseliyordu. Elleri, ayakları ve başları yer çekimine direnemiyor fakat bedenleri, göğüs kafesleri güçlü bir el tarafından yukarı çekiliyormuşçasına havada asılı kalıyordu. Ürkütücü adam yaklaştıkça çatırdayan kemikler, göğüs kafesleri yukarıda olan köle adamların boyunlarının kırıldığını söylüyordu. Aniden etrafa kanlar saçıldı ve adamlar, gözleri faltaşı gibi açılmış kadının ve küçük çocukların çığlıkları arasında yere düştüler. Bu dehşet verici andan geriye, havada asılı altı kalp kalmıştı. Görünürde adam adım atmaktan başka hiçbir şey yapmamıştı, ne elini kaldırmış ne de bir mekanizma kurmuştu. Ama kalan kölelerin, bu katliamın sahibinin başkası olabileceğine dair herhangi bir şüphesi yoktu, oldukları yerde kalakalmışlardı. Siyahlar giyinmiş adam son adımlarını da atarak iki kadının karşısında durup onları baştan aşağı süzdü. Aniden gülümseyerek, ona bakan herkese, olunabilecek en sempatik insan şeklinde gözüktü. Ellerini iki yana açarak kalın ve gür bir sesle,

“Hoşgeldiniz Sarayıma, ben Kral Zydar”
dedi.

İsmini söylerken keyif aldığını belli ediyordu. Gözleri mor ve kırmızı arasında gidip geliyordu. Gözbebekleri yoktu. Vücudunu örten ince pelerin gecenin kendisi kadar siyahtı. Konuşurken alnında anlaşılmayan imgeler bir beliriyor bir kayboluyordu. Korkunç görünümünü geri kazanarak,

“Dostlarını benimle tanıştırmayacak mısın Nylizar? Bu şerefi neye borçluyum?”
dedi.

Sesi samimiyetten yoksun, alaycıydı. Ayakta duran ve olan bitene tepki vermeyen kadın konuştu.

“Yanımda duran Şans Tanrıçası Riksus ve yanındakilerde onun çocukları olan yarı tanrılar. Öldürdüklerin ise insan kocaları, idi.”


Zydar kahkaha attı. Kral’ın kahkahasını desteklercesine salondaki Dehşet Lordlarından kaba çığlıklar yükseldi. Riksus ve çocukları kulaklarını kapatmak zorunda kaldı. Nylizar da ise bir değişiklik yoktu, yüzü ifadesizdi. Ölen insanlara üzülmüştü belki ama Dehşet Lordlarını özellikle de Kral’ı görecek kadar yakına gelmiş bir insanın yaşaması zaten olanaksız olduğundan durumu kabullenmiş olmalıydı. Kral konuşmaya isteksiz görünüyordu, ama bir açıklama borçluymuş havasına bürünerek Riksus’a dönüp sözlerine devam etti.

“Eh insanlar idi sonuçta değil mi Riksus, senin insanlarla ne işin olabilir?”

Son sözcükleri öfkeyle söylemişti. Riksus’un burnundan ve kulaklarından kanlar fışkırdı. Zydar elini kaldırıp, parmağını küçük çocuklara doğrulttu. Nylizar el ile çocukların arasına girerek,
 
“Yapma, senden daha şerefli bir el ile ölmeyi hakediyorlar”
dedi.

Çocukların yanına gidip onlara son kez sarılarak üçünü de aniden küle çevirdi. Zydar durumdan memnun kalmıştı. Riksus konuşmaya cesaret edemiyor, bir Tanrıça olmasına rağmen burnundan ve kulaklarından gelen kana anlam veremiyordu. Aklını okumuşcasına Zydar söze başladı.

“Geri dön Riksus, geri dön ve sefil Tanrılara Kral Zydar’ın geldiğini söyle! İnanmayanlara, narin boynuna akan, ölümlülerin yaşam sıvısını gösterirsin. Kanına bulanmış titrek dudaklarını oynatabilirsen tabii! ”


Kötücül kahkahayı son kez dinleyen Riksus bembeyaz kesilmişti. Ayakta güçlükle duran Tanrıça, Nylizar tarafından insan ırkının olduğu gezegene yollandı.

“Riksus bugün şanslı gününde değil anlaşılan”
diye gürlüyordu Kral.

Aniden Nylizar’a dönerek “Sen de en az benim kadar kötülük içinde yüzüyorsun Nylizar. Karanlığın tohumlarını ekecek yeni bir varisimiz olmalı, ne dersin? ”

Nylizar konuşmamayı tercih etti. Günışığı girmeyen salonda rahatsız edici bir hava vardı. Daha önce hiç görmediği, orantısız vücutları olan iblisler yerdeki altı adamın cesedini yemekle meşguldü. Bu tiksindirici görüntü karşısında midesi bulandıysa da bir şey belli etmedi. Zydar’ın tahtına baktı, tahtın arkasındaki büyük küreye doğru kayan altı ruh dikkatini çekmişti.


Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: Kutsal Şehir
« Yanıtla #1 : 22 Eylül 2010, 16:46:49 »
Merak ediyorum bu enteresan isimleri nasıl buluyorsunuz benim aklıma hiç gelmiyorlar niyeyse. Ama hikaye gerçekten gelecek vaad eden bir şeye benziyor . Devamı gelir umarım. :)

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kutsal Şehir
« Yanıtla #2 : 22 Eylül 2010, 16:48:21 »
Kısaydı yahu :(. Olmadı böyle keşke biraz daha uzun olsaydı. Ne güzel okuyorduk.

Öncelikle mavi Tanrıça pek bir hoşuma gitti. Kendisinin bir insan olarak tasvir edilmesine rağmen farklı bir ten rengine sahip olması güzel bir ayrıntı. Ten renginin başka şeyleri de temsil ettiğini düşündürdü bana. Kendisi bir Tanrıça sonuç olarak, bu belirgin fiziksel özelliğinin güçlerinin ya da neyin tanrısı olduğunun temsili olduğunu umuyorum :). Şimşek Tanrısı diye geçtiğine göre elektrik mavisi olarak yorumladım.

Kalp sökme olayı ise sert bir giriş olmuş. Ama bu çok da güzel olmuş aynı zamanda. Sert ve merak uyandırıcı bir giriş. Adamın 2 kere "Tanrıymış!" demesi beni hayli meraklandırdır. Kendisi de herhalde bir zamanlar öyleydi ya da o derece büyük güçleri vardı. Ama neden küstü  devam bölümlerinde öğrenmeyi bekliyorum ^^.

Kral Zydar ise pis bir kötü. Sırıtışlarında hep bir alay var. "“Riksus bugün şanslı gününde değil anlaşılan” sözü ise onun gibi birine çok yakışan ve beni de gülümseten bir cümle oldu :).

Kral Zydar için bir fikir belirtmek istiyorum, daha zalim olabilir. Hareketleri oldukça acımasız ama konuşmalarında daha iğneleyici olması yaptığı kötülükleri daha iyi yansıtır ve etkisini artırır.

Diyaloglar kısa ama güzeldi. Riksus'a hafiften asılır bir edayla yollaması da onun gibi birine yakışacak türden.

Şöyle bir eleştirim var Riksus anladığım kadarıyla bir kadın. Tanrıçalara Tanrı demeniz biraz kafa karıştırıcı oluyor. Bayan olanları anlatırken Tanrıça kelimesini kullanırsanız güzel olacak diye düşünüyorum.

Bir de şöyle bir sorum var: Kral Zydar diyorki
"Karanlığın tohumlarını ekecek yeni bir varisimiz olmalı, ne dersin" Bunların başka bir çocuğu var mı? Yanındaki Nylizar bir hizmetkar, belki de kendi çıkarları için ona yardım eden birine benziyor. Bu da Nylizar'ı oldukça gizemli bir karakter yapmış. Kendisi kötü gibi dursa da sanki altnda başka bir şey var. Bekleyip göreceğiz.


Ellerinize sağlık ^^. Sizi Kurgu İskelesi'nde görmek çok güzel

Çevrimdışı alper

  • **
  • 143
  • Rom: 10
  • don't let'em tie you to the stake :P
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kutsal Şehir
« Yanıtla #3 : 22 Eylül 2010, 18:24:14 »
grikunduz'a : Enteresan isimler serbest çağırışım ürünü. Bazı oyunlardan esinlenmiş de olabilirim tabii ^^.

Fırtınakıran'a : Devamı gelecek biliyorsunuz zaten. Yardımlarınız için sonsuz teşekkürler. Tanrı-Tanrıça gözden kaçmış, keyif kaçırmaması adına düzelttim. Şimşek Tanrıçamız da elektrik ile oynaşmayı sevdiğinden gece mavisi rengini almıştır, doğrudur. :)

Girişin sert olmasına çaba harcadım, daha sonradan hikayeyi yumuşatıp tekrar sert bir görünüm kazandırmaya çalıştım, umarım başarılı olmuşumdur.

Bir şey daha, merakınızın doğru yönde olmasına karşın, "Tanrıymış" diyen kişiler aynı kişiler değil, dikkat çekmek isterim.

İlerleyen bölümlerde okuyucuları hatta kendimi de şaşırtacak yerlere sürükleyebilirim hikayeyi. İki üç senaryo var kafamda hangi yönde ilerleyeceğime karar veremedim henüz.

Nylizar hakkındaki tespitleriniz ise hoşuma gitti. Ama bir şey söyleyemem. :)

Çevrimdışı Baal Adramelech

  • *****
  • 1837
  • Rom: 59
  • The Hermit
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kutsal Şehir
« Yanıtla #4 : 30 Eylül 2010, 17:07:16 »
Baya hoşmuş bu hikaye. Sert giriş güzel olmuş, özellikle bi yandan et yerken okuduğum için muhteşem keyif aldım. :P
#rekt

Çevrimdışı alper

  • **
  • 143
  • Rom: 10
  • don't let'em tie you to the stake :P
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kutsal Şehir - Bölüm II
« Yanıtla #5 : 19 Ekim 2010, 19:11:51 »
Bölüm II

Kutsal Şehir kuşatılmıştı. Savaş alanı, gelen son atlı birliklerle beraber neredeyse, Ölüm Tanrısı’nın ruhları kabul ettiği devasa salondan daha kalabalık oluyordu. İmparatorluk, Kutsal Şehri kendi topraklarına katıp caydırıcı güç olmaya, diğer Krallıklara gözdağı vermeye çalışıyordu. Kutsal Şehir ise hiçbir hükümdara aldırmayıp tam bir sır perdesi olarak önlerindeki ovada uzanıyordu. İnsan ırkı, açgözlülüğüne defalarca yenilmiş ama Kutsal Şehir’de ne olduğunu acı yollarla bile anlayamamıştı. Şehre girmeye çalışan kimse geri dönememişti. İmparatorluk, topraklarındaki bu potansiyel tehlikeden düşmanlarının haberdar olmaması için, ulaşılamayan bu şehre, Kutsal Şehir adını vermişti. Kıtadaki bütün Krallıklar tarafından, ele geçirilmesi en güç ve en kapalı şehir olarak biliniyordu. Hiçbir casus içeri girmeyi başaramamıştı. Sadece Kutsal Şehir’de doğanlar o şehirde yaşayabilirdi. En azından uyduralan hikayeler bu yöndeydi. Güney Krallıklarının sıkıştırmasıyla sınırları zorlanan İmparatorluk, Kutsal Şehir’in tarafsız bölgede kalmasını istemiyordu. Güney sınırına asker konuşlandırmak isteyen İmparator Goro bu tehdidi de ortadan kaldırmak istiyordu.

İmparator Goro komuta çadırından çıkıp savaş alanına geldiğinde kalabalık coşkuyla tezahürata başladı. Arkasından topraklarında saygı kazanmış generaller geliyordu. Hepsi de iri, dik duruşlu, cesur ve yere sağlam basan sadık adamlardı. Savaş alanındaki hünerleri ve taktikleri tartışılmazdı. Hiçbir asker emirlerini sorgulamaz, hepsi de düşünmeden itaat ederdi. Karşı karşıya kalan her düşman askerin tereddüt etmesi doğaldı. Orduyu bölerek ön saflara gelen İmparator Kutsal Şehri süzdü. Görünürde surlarda bir tehlike yoktu, herhangi bir savaş hazırlığı veya nöbette bekleyen askerler yoktu. Bu ihtişamlı ordunun geldiğini görmemeleri imkansızdı. Geleneklere göre savaş hazırlığı yapmamak teslim olmak anlamına geliyordu. Yüzüne gülümseme yayılan İmparator temkinliydi. En iyi ulaklarını, gözcülerini ve casuslarını bu Lanetli Şehir yüzünden kaybetmişti.

Mancınıkların kurulmasını izleyen İmparator, saldırı emrini veremeden surların dışından kendisine doğru yürüyen bir silüet olduğunu farketti. Havada kalan elini yavaşça indirdi. Silüet yaklaşırken atmosfere hakim olan gergin sessizlik, arada bir mancınık yayının çatırdamasıyla bölünüyordu. Siluet yaklaştıkça ayrıntılar ortaya çıktı. Orta yaşlarında, baştan ayağa sarılar giyinmiş, uzun boylu, yüzü ifadesiz olmasına rağmen saf çekiciliğe sahip bir kadındı gelen. İmparator şaşkınlığını zar zor gizleyerek kadının tehlike olup olmadığını tartıyordu. Generallerinde de durum pek farklı sayılmazdı. Askerler açıkça şaşırmış, büyülenmişe benziyordu. Fısıldaşmalar başlıyordu ki, Kadın son adımlarını da atıp İmparator Goro’nun karşısında durarak söze başladı.

“Bu insanları neden buraya topladın İmparator Goro?”

Sesinde herhangi bir merak, endişe, tehdit veya sevecenlik yoktu. Kadın, kusursuz bir lisanla, olabilecek en duygusuz tonda, çok net konuşmuştu. Cevabı bilinen bir soru sorulmasına şaşıran İmparator Goro kendini toparlayıp karşılık verdi.

“Bu şehri ele geçirmek istiyoruz-”


“Nylizar”

“Kutsal Şehir bizim olmalı Leydi Nylizar, bu insanlara bu yüzden ihtiyacım var.”

“Kutsal Şehir’e neden ihtiyacın var İmparator?”


Kadının lafı dolandırmadan ve soru sorarak konuşmasından önemli biri olduğu belliydi. Çoğu kişi, İmparator olmasının yanı sıra halkını adilce yönetişinden, topraklarını durmadan genişletmesinden ve düşmanlarına korku salmasından dolayı Goro’ya saygı duyardı ya da duymak zorundaydı. Kadın saygısızlık yapmamıştı ancak fazla rahattı. Kendini aniden önemsiz hisseden İmparator kadına saygı duymaya başladı. Gelecekteki Krallık Savaşları tehdidini düşünen İmparator uygun bir cevap arıyordu ki Nylizar söze başladı.

“Krallık Savaşlarında tarafsız kalacağıma söz veriyorum Goro, Kutsal Şehir adamlarına ölümden başka hiçbir şey getirmeyecek.”

Tehdit ederken bile sesine duygu yüklememeyi başararak hayranlık uyandırıyordu.

Bu tehdit karşısında sinirlenen İmparator karar vermeden önce Nylizar’ın sözlerini tarttı. Kutsal Şehir tarafsız kalırsa düşmanlarına da zarar vermeyecekti. Düşmanlarına zarar gelmemesi demek dümdüz ovadan ilerleyen Krallık askerlerinin İmparatorluğun yüreğine kadar hiçbir tehditle karşılaşmadan gelmesi demekti. Eğer Krallıklar anlaşmaya varıp beraber saldırırlarsa düz ovada savunma yapmak zorunda kalan İmparatorluk yenilgiye uğrardı. Kutsal Şehir’in stratejik konumu ölümcüldü. Cevabını kafasında netleştiren Goro söze başlayacakken etrafın çok sessiz olduğunu farketti. Sanki rüzgar esmeyi bırakmış, yeşil yıldız yeryüzüne yolladığı ışınlarını göndermekten vazgeçmişti. Goro ürperdi, ensesinde bir kaşıntı hissetti, içgüdüsel olarak etrafına baktı. Generalleri, askerleri kımıldamıyor, mancınıkların yayı bile homurdanmıyordu. Kalp atışları mağarada atıyormuşçasına tüm vücudunda yankılanıyor, alıp verdiği nefesler kulaklarına çınlama katıyordu. Sanki birisi-

“Evet zamanı durdurdum Goro. Sadece sana söylemek istediklerim var. Önümdeki tehditi ortadan kaldırmam benim için anlık bir şey bile değil, zira gördüğün gibi zamanın artık bir önemi yok. Ancak bu benim doğama uygun değil.” Önündeki orduyu göstererek hafifçe gülümsedi, ancak yüzünde böbürlenme yada eğlenme belirtisi yoktu.

İmparator hayatı boyunca ilk defa korkuyu tattı. Bir çok tehditten ve suikast girişiminden sağ çıkan Goro’nun korkusu ölüm değildi. Kendisinden daha kudretli birisinin karşısında durduğu ve tüm İmparatorluğu, geleceklerini tehdit ettiği gerçeğiydi korkunun temeli. İmparatorluğun büyücüleri vardı, ancak hiçbirisinin bu kadar büyük bir orduyu, gezegeni hatta gezegeni aydınlatan yıldızı durdurmaya gücü yetmezdi. Karşısındaki Nylizar denen kadın bir tür Tanrıça olmalıydı.

“Hayır Tanrıça değilim İmparator. Tanrılar dediklerinizin de sınırları vardır, tıpkı senin de sınırın olduğu gibi.”


Goro soru sormak istiyor ancak ağzını açamadan Kadın sorunun cevabını veriyordu. İmparator konuşmaya kalksa sesinin çıkıp çıkmayacağından bile emin değildi artık. Emin olduğu tek bir şey vardı. Karşısındaki yüce güç Tanrıları bile küçümsemiş ve bunu doğal bir şeymiş gibi yapmıştı. Aklına takılan bir şey vardı. Eğer dediği kadar güç sahibiyse neden İmparatorluk savaşı ile uğraşıyordu. Peki ya Kutsal Şehir de neydi?

Nylizar Kutsal Şehir ve kendisi hakkında konuşmaya başladı ancak ağzı oynamıyordu. Goro beyninin her hücresine tek tek işlenen sözleri aklında tutmaya çalışıyor ancak anladığı şeyleri hafızasından kayıp giderken tutamıyordu. Nylizar konuştukça gözünün önüne görüntüler geliyor ve bir an sonra kayboluyordu. Her şey bir an için anlamlıyken takip eden anda anlamsızlaşıyordu. Nylizar konuşmayı bitirdiğinde Goro dinlerkenki şaşkınlık ifadesini yüzünden atmış, İmparator havasına bürünerek ciddi duruşunu geri kazanmıştı. Az önce merak ettiği şeyi hatırlamaya çalıştı ama aklına “Kutsal Şehir nedir?” sorusundan başka bir şey gelmedi.

“Zamanla her şeyi hatırlayacaksın İmparator. Savaşı durdurmayacağım, ancak devam edersen ağır kayıplar verecek ve İmparatorluğunu zayıf duruma düşüreceksin. Kendi yolunu kendin çiz kaderini değiştirmeyeceğim.”


Aniden sert esen rüzgar Goro’nun yüzüne çarparken zihninde son sözcükler yankılandı.
“Söylediklerimi unut!”

“İmparatoru tehdit etmeye nasıl cüret edersin Kadın !”
İmparator’un sağ kolu General Orrin öfkeyle araya girdi. Kılıcını kınından çıkardı ve kadının boynuna uzatarak bağırdı.

“Diz çök!”

Nylizar emire aldırmadan İmparator’a bakarak konuşmaya devam etti.

“İmparator, adamlarını buradan uzaklaştır, bilmediğin dengelerle oynuyorsun. Kutsal Şehir bağımsızdır, kimseye itaat etmez, kimseye hükmetmez, bu topraklarda işin yok.”


Duydukları İmparator Goro’ya bir anlam ifade etmemişti. Tehdit edilmenin öfkesiyle arkasını döndü elini bir kez daha havaya kaldırdı. Parmaklarıyla havayı yararken hışımla haykırdı.

“Mancınık”

Serbest kalan bin beş yüz İmparatorluk mancınığı, aniden “yeşil yıldız”ın ışığını keserek gökyüzünü kararttı. Geçici karartıda İmparator’un yüzündeki acımasızlık ancak, masallarda anlatılan en korkunç canavarlarınkiyle kıyaslanabilirdi. Sarılar içindeki kadın ifadesiz bir yüzle İmparator’a bakarak konuşmaya başladı.

“Umarım mesafeyi iyi ayarlamışsındır İmparator, zira Kutsal Şehir’de hava akımı çok hızlıdır.”


Yakınındaki herkes Kadının İmparatorlarına yaptığı saygısızlıktan çok ne demek istediğiyle ilgileniyordu. Tam daire şeklinde kuşatılan Kutsal Şehir küçük bir krallık boyutundaydı. Devasa surlar şehrin içinin gözükmesini engelliyordu. Mancınıklar tümseklerin gerisine konuşlandırılarak açılı konuma getirilmiş, kısa mesafeden çok yükseğe atış yapacak şekilde kusursuzca ayarlanmıştı. İmparator Goro, gökyüzündeki karaltının hızla uzaklaştığını, dev surların boyunu aştığını memnuniyetle izledi. Fakat taşlar içeri doğru değil de dosdoğru üzerlerine geliyor gibi gözüküyordu. İmparator yanındaki adamlarına geri çekilmesini emrederek, karşı taraftakilerinde aynısını yapmasını umuyordu. Lakin İmparatorluk onuru çok katıydı. Doğrudan veya dolaylı olarak en üst komuta zincirinden emir almadan geri çekilen bir adam korkak ve onursuz sayılır, köpekten farksız muamele görürdü. Zira beklenen oldu ve adamlar geri çekilmek yerine çaresizce emir gelmesini beklediler.

Nylizar gözlerindeki buğulu hüznü uzaklaştırırken, savaşın başlamadan bitişini çaresizce izledi. Binlerce ruh yukarı doğru süzülürken kulaklarına Zydar’ın kötücül kahkahası geldi. Ellerini çırparak savaş alanından kayboldu.

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kutsal Şehir - Bölüm II
« Yanıtla #6 : 19 Ekim 2010, 20:01:19 »
Öncelikle bölümün kısalığından ötürü bir şikayetim olacak :P. 2.Bölümü uzun zaman sonra koymanıza rağmen kısa olmuş demekten kendimi alamıyorum. Keşke daha çok cevap bulabildiğimiz ve daha çok şey anlatan bir bölüm olsaydı :/.

Sarılı bayanın Nylizar olması beni pek bir şaşırttı. Kendisi çift taraflı oynuyor gibi. Şans Tanrıçası'nın kocalarını ve çocuklarını acımadan Zydar'a verirken -hatta çocukları kendi yok ederken- hiç vicdanı yoktu da şimdi mi ölen insanlara üzüleceği tuttu  :hemk. Ya Nylizar bir şeylerin peşinde ya da bazı zorunluluklarından ötürü Zydar'a boyun eğerek onun tarafın gibi görünüyor. Bu arada Zydar ile Nylizar'ın başka çocuklar yapma durumu vardı; ben açıkçası ilk çocuklarını pek bir merak ettim :). Aralarındaki evliliğin de nasıl olduğu bir başka merak ettiğim unsur.

Nylizar'ın ilk gelişinde herkes birden put gibi kaldı. Generaller de onu gördü. Nylizar İmparatorla konuşurken mi zamanı durdurdu yoksa o gelirken zaman zaten durmuş muydu? Eğer öyleyse şöyle bir durum var, Nylizar İmparator'la konuşurken diğerleri de gelip müdahele edebilirdi. Ama tüm konuşma bitip, unutturulduktan sonra generallerce müdahele edildi. Açıkçası o kısımda bir kafa karışıklığı oldu bende -_-'. Aydınlatırsanız sevinirim :).

Bu arada şu "Tanrıymış!" diyen abimiz nerede :)? Ben onu da görmeyi büyük zevkle bekliyordum, yıkıldım :D.

Hiç şüphesiz değişken ruh hali ve kararları ile bu hikayenin en ilginç karakteri-şimdilik- Nylizar. Sırf ona ait bir bölüm bile yazabilirsiniz bence. Zydar'ın ise bu hikayede direk kötülüğümü temsil ettiği yoksa çıkarcı bir üçkağıtçı tanrı mı olduğunu da merak ediyorum :). İlk bölümdeki Zydar ve Nylizar ikilisini okumaktan pek bir keyif almıştım :). Bu arada ana hikayeye adını veren Kutsal Şehir'in tüm saldırıları savuşturan ve girlenlerin geri çıkmadığı yapısı çok güzel bir ayrıntı. Askerlerle savunmak yerine şehir adeta yaşıyormuşçasına kendini savunuyor.

Son şikayetim ise savaşın detaylarına girmemeniz oldu :). Kutsal Şehir gibi pek çok meziyeti olan bu yerin onca askeri nasıl bertaraf ettiğini okumak istiyordum ki bitti  :üü.

Çok şikayet ettiğim için hikayeyi bir daha bana okutmayacaksınız anladım bunu :D. Diğer bölümü merakla bekliyorum.

Ellerinize sağlık.

Çevrimdışı alper

  • **
  • 143
  • Rom: 10
  • don't let'em tie you to the stake :P
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kutsal Şehir - Bölüm II
« Yanıtla #7 : 19 Ekim 2010, 20:37:58 »
Öncelikle her detayı anlatmayı seçtim, o yüzden hikayeler birbirinden kopuk gidiyor ama güzel bir şekilde bağlayacağım şüpheniz olmasın. :)

Nylizar'ın durumu aslında tamamen bir bilinmezlik. Hareketlerinin kestirilememesi zaten final bölümünü oluşturuyor. Spoiler tanrısıyla karşılaşmamanız için ağzımı kaşık açmayacak söyleyeyim şimdiden. ;D 2. ve 4. paragrafınıza hiçbir şey yazamayacağım o yüzden. Affınıza sığınma scroll'u açın siz benim adıma.

Nylizar ilk gelişinde zaman akıyordu, "zamanı durdurdum" dediğinde zaman durdu. "Dediklerimi unut" dediğinde ise kenara çekilip savaşı izlemeye başladı. O özel kısımları sadece imparator duydu ve sonra unuttu. Zaman tekrar akmaya başladığında general zaten müdahele etti. Aslında geçişi güzel yaptığımı düşünüyordum, sandığım gibi değilmiş. :/

Kutsal Şehir bölümünde savaşın ayrıntısına da giremedim çünkü ortada savaş yoktu. :) İlerki bölümlerde İmparator'dan devam edeceğim. Araya başka bir şey anlatan bölüm sıkıştırmak istiyorum. Biraz kafa karışıklığı lazım size fazla dikkatlisiniz yoksa sonum Lost'un sonu gibi olacak. :D

Değerli yorumlarınıza çok teşekkür ediyorum. :)

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kutsal Şehir - Bölüm II
« Yanıtla #8 : 20 Ekim 2010, 14:01:05 »
Ne zamandır okumak istediğim bu yazıyı sonunda okuyabildim.

Kusura bakmazsan iyi ve kötü yönleri ile eleştireceğim çünkü genelini beğendiğim bir hikaye oldu ve yapıcı olduğunu düşündüğüm şeyleri söylerken kırılmamanı umuyorum.

Mekan tasvirlerin hikayenin genelinde eksik olmasından dolayı sahneler insanın gözünde ya geç canlanıyor ya da hiç canlanmıyor. Ama buna tezat olacak şekilde isimlerini beğendiğim karakterlerinin tasvirleri o kadar güçlü ki, hikayeyi okudukça boşlukta duran kanlı canlı her ayrıntısını hatta hislerini bildiğimiz karakterlerin hikayelerini dinlemiş gibi oldum.

Önsöz kısmı çok kapalı olmuş. Bu çoğu kişinin başına gelebilir. Hikayenin hepsini kafasında canlı tuttuğun için yazdıkların anlamlı ve etkileyici geliyor sana muhtmelen ama şahsen ben okuyucu olarak dönüp dönüp tekrar 5 kere filan okudum. Yine de önsözden bir ipucu çıkaramadım. Nedeni ise tırnak içine aldığın konuşmacıları belirtmemen sanırım. Konuşma var ama kimin konuştuğuna dair hep muallakta kalınıyor.

I. Bölümü özellikle çok beğendim kişi tasvirlerin ve kötü kralın tasviri çok güzeldi. Tasviri de akla gelmeyecek bir vahşetle desteklemen hikayeye bağlılığımı çok arttırdı diyebilirim. Şans Tantıçasından kan gelmesi çok ilgimi çekti. Yarı tanrı evlatları ve onların eşlerinin olması derinliği olan bir hikaye izlenimi uyandırdı. Ayrıntılara önem vermişsin yani tebrik ederim.


II. bölümde yine Kutsal Şehir gibi okuyucuya yeni bir yerden bahsetmişsin ve yine hayal gücümüze bırakmışsın son paragrafta bunu açıklığa kavuşturmuşsun. Son paragraf II.bölümün başında olsaymış bir bütün olarak okunabilirmiş mesela.

Olumsuz birçok şey yazmışım gibi duruyor ama aslında aynı şeyi yazmışım. Hikayen genel anlamda güzel. Karakterleri kişiselleştirmen çok güzel. Hepsinin ayrı tavırları ve ayrı düşünceleri var bunu yakalamak zordur. Ayrıyetten daha önce çok rastlanılmamış bir konudan ve bahsedilmemiş karakterlerden bahsediyorsun ve bunu iyi yapıyorsun. Bolca kullandığın isimler ve yan karakterler ise hikaye derinliğini arttırmış.

Tebrik ediyorum bir okuyucu daha kazandın. Devam bölümlerini de sabırsızlıkla bekliyorum.

Çevrimdışı alper

  • **
  • 143
  • Rom: 10
  • don't let'em tie you to the stake :P
    • Profili Görüntüle
Ynt: Kutsal Şehir - Bölüm II
« Yanıtla #9 : 20 Ekim 2010, 21:53:26 »
Yorum için teşekkürler Malkavian. Neden kırılayım ki, iyi yönde veya kötü yönde eleştiri gelsin diye paylaşıyorum zaten hikayelerimi. Bir yazar için "güzel olmuş paylaşım için sağol" tarzı bir yorumdan çok daha iyidir mantıklı bir eleştiri. Kendimi geliştirebilir, farketmediğim noktaları görebilirim bu sayede.

'Mekan tasvileri..' ile başlayan cümleyi ilk gördüğüm anda eksik olan şeyin ne olduğunu farkettim birden. Karakterler iyi olsun diye içlerine o kadar gömüldüm ki geriye kalan şeyleri detaylandırmak yorucu geldi bana. Kurgu kafamda sürekli değiştiği için de olabilir bu durum. Yazının nereye gideceği merakı bazı noktaları hızlı geçmeme sebebiyet vermiş diye düşünüyorum.

Genel olarak amacım I.Bölüm'de Kral'ın mekanını ve orada neler olup bittiğini ön plana çıkarmaktı bu yüzden belki yeterli olmasa da mekan tasviri az çok yapmıştım. Ancak II.Bölüm'de öne çıkarmak istediğim şey olayların akışıydı. Mekan tasviri ile hiç ilgilenmedim. Düz bir ova üzerine kurulmuş devasa surları olan bir şehir demem yetti. Bu durum doyurucu gelmemiş olabilir okuyucuya. Eleştirilerini dikkate alarak hikayenin ilerki bölümlerinde bahsi geçen mekanları detaylandıracağım.

Önsöz'e gelirsek o kısımda takıldığımı belirtmek istiyorum. Oraya yazdıklarımı okuyucuların en baştan bilmesini istemiştim. Ancak önsöz tanımına uymadı bu durum. Bir köşeye "not" olarak da bırakamazdım. Mecburen önsöz olarak kaldı. Yani okuma sayısı ile ilgisi yok durumun, çünkü şu an için hikayeyle bağlantısı yok, oradaki şey daha çok spoiler olabilir, okuyucuya vermek istediğim bir spoiler.

Görüşlerini benimle paylaştığın için bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Sevindim.