Kayıt Ol

Dunganga

Çevrimdışı TheSpell

  • ***
  • 826
  • Rom: 16
  • Dovie'andi se tovya sagain.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Dunganga
« Yanıtla #15 : 28 Temmuz 2012, 15:42:20 »
Her zamanki gibi akıcı ve sıkmayan bir anlatımınız vardı. Bu özelliği kaybetmezsiniz inşallah. Nasıl bittiğini bile anlayamadım, karakterlerin duygularını yansıtabilmeniz de çok iyi.

Alıntı
Hani bazen kitap okuruz, okuruz, okuruz ve okuruz. Yazar bir türlü sadede gelemez. Okumaktan bıktırır.

Sizin öykülerinizde ise bunun tam tersi bir durum söz konusu. Siz sadede alelacele gelenlerdensiniz. Amaç belki öyküyü kısa tutmaktır veya başka nedenler vardır bilemem lakin genelde yazılarınızda bununla karşılaşıyorum.

Diğer bölümler için bu yorum geçerliydi, ancak bu bölümde hızınızı biraz azaltmışsınız gibi geldi. Devam bölümlerinizi bekliyoruz.

Edit: Yeni bölüm gelmeyecek mi yahu?

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Dunganga
« Yanıtla #16 : 23 Ağustos 2012, 23:52:59 »
Spoiler: Göster
Neredeyse bir ay olmuş, takip eden herkesten gecikme için özür diliyorum.



   5

   Akrep bire dayanırken altı eve de uğramışlardı ancak yalnızca üçünden olumlu yanıt alabilmişlerdi. Toplamda beş kişi katılacaktı onlara altı evden. Aslında ummaya cüret ettiği rakama çok yakındı. Fakat sevinirken bir yandan aklının bir parçası ona düşününce canını acıtacak şeyleri hatırlatıyordu sürekli. Kızının mağarada olma durumu, model için buldukları kişi sayısının verdiği umudu amorti ediyordu.

   Velilerden bir tanesi onları eve bile davet etmeden kapıdan dertlerini dinlemiş, anlayınca da kapıyı açmamış ve onları kovmuştu. Burcu o evin kapısından çekilmekte biraz direnmiş ve önünde ağlamışsa da sonra düşününce kadını suçlamaması gerektiğine inandırmıştı kendini. Empati bekliyorsa önce empati yapmalıydı. Bir diğer veli evine almış, yardım etmeyi çok istediğini ancak sabah erteleyemeyeceği çok önemli işleri olduğunu söylemişti. “Takdir edersiniz ki karımı ve çocuğumu da gönderemem,” demişti. Neyse ki işleri vardı, yoksa yardım etmeyi ne kadar istediği ama edemeyeceği için ne kadar üzüldüğü konusunda ikna etmeye çalışmasına ve bu kadar dil dökmesine gerek kalmayacaktı. Ne kadar iyi niyetli ve yardımsever olduğu konusunda yarım saat lak lak yapmak yerine elbette ki sabah ilk iş olarak mağaraya gitmeyi düşünecekti. Ama ne yazık ki işleri vardı işte…

   Diğerlerine göre biraz daha yaşlı sayılabilecek bir çift bu misafirleri memnuniyetle evlerine almış ve aynı samimiyetle yardım etmeyi kabul etmişlerdi. Üstelik iki ebeveyn olarak geleceklerdi. Onların kızları şimdi liseyi bitirmek üzereydi, gayet normal ve sağlıklı görünüyordu. Acaba Ece’nin bu halini görebilecek miyim, diye düşünürken gözlerini genç kızdan alamadı Burcu.

   Kapısını çaldıkları son ailede ise sadece bir abla yardım etmeyi kabul etti. Hem de anne babasının isteksizliğine rağmen. Olgun yaşlara doğru yol alan bu abla anlaşılan kardeşinin o durumuna tanıklık edecek ve bilincinde olacak kadar gençti o zamanlar. Aynı durumla hala karşılaşılıyor olmasına çok şaşırmıştı ancak Kısmet hiç durmadan bunun ellerinde olmadığını, o dolabı defalarca kapatmaya çalıştıklarını ama bir işe yaramadığını, okulun aslında hiç de kötü bir yer olmadığını, hatta bu durumun diğerlerinden farklı olduğunu ve normalde Dunganga’nın çocuklar için tehlike yaratmadığını söyleyip durdu. Adı Yağmur olan kız ise özellikle canavarın tehlikesizliği konusunda öğretmenin kayıtsızlığına biraz kızmış olacak ki onu bozmaya çalışmaktan hiç çekinmedi. Sempatisi sadece Burcu’nun üzerindeydi. Daha doğrusu acıması.

   İşlerini bitirip sabahın erken saatlerine sözleştikten sonra taksiye bindiler. Kısmet arabada sanki Burcu yokmuş gibi son evdeki kıza birkaç sessiz küfür savurduktan sonra telefonunu çıkarıp müdürü aradı. Durumu kısaca özetledikten ve adamın özetini de “Hm hm”, “Evet”, “Anladım” gibi onaylayarak dinledikten sonra telefonu kapattı.

   “Son eve giriyormuş şimdi. Sadece iki evden yanıt alabilmiş,” dedi Burcu’nun gözlerine bakmaktan çekinerek.

   “İki mi? Sadece iki! Nasıl olur, müdür sekiz eve gidecekti ama!”

   “Evet ama demek ki yardımsever kişiler değillermiş Burcu Hanım. Bir evden üç diğerinden de bir kişi gelecekmiş. Turgut Bey’den de henüz haber alamamış.”

   Ağzını sonuna kadar açmasına rağmen bir şey söyleyemedi Burcu. Altı evden beş kişi bulduklarına göre müdürün sekiz evden yine beş-altı kişi bulmasını bekliyordu. Acaba müdür ikna etmek için yeterince uğraşmamış mıydı? Ama gözü yaşlı bir anne müdürden daha ikna edici olmalıydı tabi.

   “Umalım da son evden olumlu yanıt alabilsin.”

   Buluşma yerine vardıklarında saat ikiyi geçiyordu. Bir süre beklediler, müdür geldiğinde Kısmet elindeki sigara paketini bitirmek üzereydi. Yüzü solgun ve üzgündü ama acaba Ece için miydi bu ruh hali, yoksa rahat yatağında mışıl mışıl uyumak yerine oradan oraya gezdiği için miydi?

   Müdür Burcu’nun soru soran bakışlarına sadece başını iki yana sallayarak cevap verdi. Anlaşılan son evden de kimseyi bulamamıştı.

   “Turgut Bey’i aradım. Sanırım on kişi filan bulmuş. Birkaç işçiyle daha konuşabileceğini söyledi. Bitince gelecek.”

   On’u duyunca ümit kapılarını aralayabildi sonunda Burcu. Toplamda yaklaşık yirmi kişi ediyordu ve bu sayı ona gayet iyi gibi geliyordu. Bugüne kadar bir zarar vermeyen canavar Ece’ye sabaha kadar zarar vermezse her şey yoluna girecekmiş gibi bir his doldu içine. Sonra modellemenin ne kadar zor olabileceği geldi aklına. Bir saat gibi bir süre pastacıyı beklerken aklında sürekli plan yapıyordu. Acaba kaç dakika veya kaç saat boyunca yapmaları gerekecekti, ne zaman transa geçecekti yaratık? Yanında tüttürülen dumanlardan sakınmaya çalışırken uyuşmuş gibi hissediyordu kendini. Hatta uyuştuğunu bile hissedemiyordu. Dumanın bir kısmı da bir sonraki geceyi bulabileceğinin hayaliyle kesilip duran modelleme planlarıyla ısınan beynine aitti sanki.

   Turgut Bey gülen bir suratla arabasından inerken Ay, ışığını hepsinin yüzüne bölüştürdü sanki. Adamın konuşmalarının arasından sadece “On iki” sayısını seçebildi Burcu. Ama bunu duymak ona yetiyordu. Kalanını dinlemeye gerek görmedi. Gözlerinden ince ince sızan yaşlara meydan okurcasına kıvrıldı dudakları.

   “Bizimle beraber toplam yirmi beş kişi olmuşuz ve bence gayet güzel bir sayı. Çok olsaydık da hep beraber hareket etme noktasında sıkıntı yaşardık. Ben yarın pastaneyi açmayacağım. Saat yedi gibi haberleşelim ve öğrenciler gelmeden okulda buluşup diğer tarafa geçelim. Biz aramaları yaparız, siz şimdi biraz dinlenin Burcu Hanım. Evinize gidin hatta, dört saat kalmış ama az bir uyku bile daha iyi hissettirecektir.”

   Eve gitme fikri midesine yumruk yemiş gibi hissetmesine sebep oldu. Gözleri ister istemez kızını arayacak ve değil uyumak, sakince oturamayacaktı bile.

   “Hayır eve gitmek istemiyorum. Okula gidelim, orada uzanırım biraz.”

***

   Okula varıp da taksicinin gözlerini parlatan bir miktarla cebini doldurduktan sonra zar zor sığdıkları çocuk yataklarına kıvrıldılar hepsi. Diğerleri uyuyor olmalıydı ama Burcu’nun gözleri birkaç saniyeden uzun süre kapalı kalmayı reddediyordu. Kalkıp küçük personel mutfağına gitti ve kendine bir kahve yaptı.
İçerken ne kadar sıcak olduğunu hissedemiyordu, hava yavaş yavaş aydınlanırken bardağının boşaldığını ve dudaklarıyla dilinin yandığını fark etti. Düşüncelerini nizama sokamamaktan yorulmuş bir şekilde ellerinin arasına aldı başını. Bir kapatma düğmesi olsaydı keşke, ama yoktu. Hâkimiyetini kaybetmişti, kafasındaki her şey ondan bağımsız olup bitiyordu. Değil kontrol etmek, gözlemlemek için bile hızlarına yetişemiyordu ki. Bir an kızını düşünürken bir an gözlerinin önüne canavar geliyor, sonra eve sağ salim döndüklerini görüyor ama hemen ardından mağaraya girdiklerinde Ece’yi bulamamaktan korkuyordu. Bu arada sık sık cep telefonundaki dijital saati kontrol ediyor ama sanki zaman onunla oyun oynuyor, akmamak için direniyordu.

   Yan odadan Kısmet’in sesi gelmeye başladığında artık sabah olmuştu. İşçiler bir bir geliyor, veliler de telefonla çağrılıyorlardı. Gelen herkes çekingen gözlerle kendinden çok daha küçük bir sırada oturan kadına bakıyordu önce. Sanki bir şeyler söylemekten çekiniyor, bu kadının musluklarını açmaktan korkuyor gibiydiler. Işığı yansıtan pencereye baktığında tanımadığı yıpranmış bir kadınla karşılaşınca, tuhaf bakışlara biraz olsun anlam verebildi Burcu.

   Songül, oğlu, Yağmur, adlarını hatırlamadığı yaşlı çift, müdürün ikna ettiği bir şişman adam, bir sarışın ve bir esmer kadından oluşan, üçü yetişkin biri genç kız dört kişi ve on iki tane otuz-kırk yaşlarında adam koridorda duruyordu şimdi. Yarattıkları çok hafif bir mırıldanmaya endişe eşlik ediyordu. Gözlerde seçilmesi zor bir korku vardı.

   “Şimdi herkes bu tarafa gelsin,” diyerek kalorifer dolabının önüne geçti Turgut Bey. “Önce ben geçeceğim. Arkamdan Müdür Bey, Burcu Hanım ve Kısmet Hanım girecekler. Sonra veliler ve en son işçiler kapıdan geçecek. Güvenlik görevlisi de burada kalacak ve bizi bekleyecek,” bir an sanki soru var mı dercesine baktı, sonra “O zaman gidiyorum,” diyerek dolabın içine girdi. Bedenine biraz küçük gelen dolaba sığmaya çalıştı ve ardından kapağını üzerine kapattı.

   Birkaç saniyelik gergin bekleyişin ardından Müdür kapağı açtı ve az önce kocaman bir adamı aldığını inkâr eden boş dolabın içine bu kez o sığmaya çalışıp kapağı kapattı. Yeterli olduğuna inandığı bir süre sonra kapağı Burcu açtı. Kısmet’e tedirgin bir bakış attıktan sonra çömeldi ve adamlardan daha küçük olan vücudunu onlardan daha rahat bir şekilde kıvırarak yerleşti. Kapıyı üstüne kapattıktan sonra kenarlardan içeriye sızan hafif ışıkta dolabın içinin pisliğini ve bir köşesine ağ yapmış örümceği gördü. Kesinlikle canlı olmasına rağmen hareket etmiyordu, belki gördüğü şeyler yüzünden şoka girmişti böcekceğiz. Ya da sadece evine gelen bu davetsiz misafirlere karşı tepkisizlik tavrını takınıyor, ölü taklidi yapıyordu. Kızı örümceği gördüğünde korkmuş muydu acaba?

   Sol omzunun bir an boşa düştüğünü hissetti ve baktığında duvar olması gereken yerin daha geniş, salon gibi, karanlık ama dolaptan daha aydınlık bir yere açıldığını gördü. Yüzlerini son yirmi dört saat içinde, yıllardır görüyormuş gibi ezberlediği iki kişi ayakta onu bekliyorlardı. Delikten çıkıp doğruldu ama arkasına baktığında dolabın içini göremedi. Hatta hiçbir şey yoktu, sadece mağaranın tabanı vardı.

   Etrafta çikolata olmasını bekliyordu ama yine de gördüğü manzaraya şaşırmıştı. Hayatında hep bir kalıptan çıkmış çikolataları görmüştü çünkü; bunlar ya kare, dikdörtgen, ya da tabanı düz yuvarlaklar şeklinde olurdu. Buradaysa rastgele eriyip akmış ve tekrar donmuş, şekilleri düzensiz ve özensiz bir yığın vardı duvarlarda. Tüneli andırıyordu mağara, iki ucu da nereye gittiğini gizleyecek kadar karanlık noktalara çıkıyordu. Tavan yer yer yüksek yer yer alçaktı. İçerisi sisli ve oldukça soğuktu. Sanki dev bir buzdolabındaymışım gibi, diye düşündü. İstemsiz olarak ellerini kollarına doladı.

   Bir bir yoktan var oldu az önce okulda bekleyen insanlar. Sayıları yirmi beşe yaklaştıkça Burcu’nun kalbi her şeyin farkında olduğunu hatırlatırcasına gümleme hızını artırıyordu. Tamamlandıklarında ise genç kadına göre canavarın bile duyabileceği bir gürültü çıkarmaya başlamıştı. İçeride mutsuzluğun kokusu ve umudu emen bir vakum vardı sanki. Tüm gözlere olumsuz bir ifade yerleştiriyordu sis.

   “Beni takip edin şimdi,” dedi Turgut Bey karşısındaki küçük kalabalığa. Ve yirmi beş çift ayak istemeyerek, mümkün olduğunca yavaş bir şekilde dinç adamı takip etti karanlığa doğru.




Çevrimdışı Althar

  • **
  • 70
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
    • http://grimaden.blogspot.com/
Ynt: Dunganga
« Yanıtla #17 : 25 Ağustos 2012, 15:42:28 »
Ah, kaçak gelmiş. "Son" yazısını görmediğime göre devam ediyor demektir. Arayı çok açma :D
"Hayat yaşandığı kadar vardır. Gerisi ya hafızalardaki hatıra ya hayallerdeki ümittir. Hüsranı ise birtek yerde kabul ediyorum. Yaşamak varken yaşayamamış olmakta."

Uzun Yol - Susayanın Uyanışı (https://rapidshare.com/files/2985198102/Susayanin_Uyanisi.pdf)

Çevrimdışı asabi

  • *
  • 1
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Dunganga
« Yanıtla #18 : 12 Ekim 2012, 02:23:35 »
Selamlar
devamı ne zaman gelecek merakla ve heyecanla bekliyorum

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Dunganga
« Yanıtla #19 : 17 Kasım 2012, 19:16:38 »
Spoiler: Göster
Takip edenlerden çok özür diliyorum arkadaşlar gecikme için. Ama değil yazmaya, okumaya bile fırsatım olmuyor bu ara inanın.

Bundan sonraki bölüm (son bölüm) gecikmeyecek bu kez. Bu hafta içinde onu da ekleyeceğim. Sözüm olsun :)



6

   “Ona ulaşmam lazım!”

   “Burcu Hanım lütfen durun, oraya çıkamazsınız!”
   
   Yarım saatlik buz gibi bir yürüyüşün ardından Ece’yi gördükleri yer yürüdükleri yerden çok daha yüksek tavanlı, salon gibi bir yerdi. Metrelerce yükseklikte çıkıntı yapmış bir çikolata kitlesinin üzerinde üstü başı ve ağzı çikolatayla kaplı bir şekilde uyuyordu küçük kız. Olanların farkında mıydı, yoksa hala zevkle yeme aşamasında mı uyuya kalmıştı, bilmiyordu Burcu. Ama kesin iki şey vardı, birincisi kızına ulaşmalı ve ona sımsıkı sarılıp kokusunu içine çekmeliydi. İkincisi ise kızın uyuduğu yer kesinlikle ulaşamayacakları kadar yüksekti ve oraya nasıl çıktığı konusunda hiçbir fikirleri yoktu.

   “Biliyorum, ama iyi mi değil mi bir şekilde kontrol etmeliyim!”

   “Gördüğünüz gibi uyuyor, nefes alıyor,” dedi Turgut. “Vakit kaybetmeden Dunganga’yı bulmalıyız. Sonunda nasılsa kızınıza kavuşacaksınız. Lütfen iş birliği yapalım.”

   İstemeyerek de olsa kabul etti. Elinden başka bir şey gelmiyordu zaten. Yaratık da ortalarda yoktu. Onu aramaları, bulmaları ve şu lanet oyunu yapmaları gerekiyordu.

   Burcu hiçbir şey söylemese de sessizliğinden anlamış olacak ki Turgut “O zaman şimdi yaratığı aramaya başlayalım,” diye mırıldandı. Genç kadının gözleri küçük kızın uyuduğu yere takılı halde yürümeye devam ettiler.

*****

   “Şu yaratık nasıl bir şey Turgut Bey? Böyle upuzun, iki kafası olan bir şey mi?” diye sordu Songül soğuğa yavaş yavaş alıştıkları birkaç dakikalık yürüyüşün ardından.

   “Evet Songül Hanım.”

   “Rengi gri-kahverengi gibi mi?

   “Hm hm.”

   “Kısa bacakları mı var?”
 
   “Evet, ama…” Hızla arkasına dönünce geriledi Turgut, bir el işareti yapıp herkesi arkasına aldı. İşte yaratık karşılarında duruyordu, daha doğrusu arkadan takip etmişti onları muhakkak. Üç metre boylarında, iki başlı, kolları anormal derecede uzun ve neredeyse yere değecek olmasına rağmen bacakları kısa, şapşal görünüşlü bir şeydi. Bacakları kısa olduğundan olsa gerek, çok yavaş hareket ediyordu. Şapşallığı ona sevimlilik de katıyordu aslında, ama Burcu bunu düşünüyor olduğuna bile kızdı. Kızını tutsak eden bu geri zekâlı dev sevimli filan olamazdı. Onların durduğunu fark edince yaratık da durdu. Herkesin donakaldığı kısa bir sürenin ardından fısıldayarak konuştu Burcu.

   “Turgut Bey, hadi ne yapacaksak bir an önce yapalım.”

   “Evet, şimdi duruyor olduğuna bakmayın. Biz şeklini alır almaz tekrar hareket edecek. O hareket ettikçe taklit etmemiz lazım. Yoksa durdurmamız mümkün değil.”

   Hakkında en çok şey bilen olduğundan olsa gerek, yerinden ilk kıpırdayan o oldu ve etrafındaki insanları koordine etmeye başladı. Ellerinden kollarında tutuyor, yeni yerlere yerleştiriyor, arada kafasını sallayıp pozisyonlarla tekrar tekrar oynuyordu. Bir yandan gözü sürekli yaratıktaydı hareket etmesi ihtimaline karşı. Şapşal yaratıksa sanki ne yaptıklarına anlam veremiyormuş gibi kafalarını sağa sola eğmekten başka bir şey yapmıyordu.

   Turgut tatmin olup başını salladığında yaşlı çift, şişman adam, Yağmur ve Kısmet’ten oluşan beş kişi yaratığın gövdesini, sarışın ve esmer kadın, Cevdet ve diğer genç kızdan oluşan dört kişi ikişer ikişer iki bacağını, on ikisi işçi adamlar ikisi de Songül ve oğlu olmak üzere yedişer kişi iki kolunu, Turgut ve Burcu da iki başını oluşturuyordu. Bir süre öylece yaratığın hareketsizliğini ve sessizliği beklediler. Bu arada Turgut ne olursa olsun iki boyutlu düşünmeleri gerektiği konusunda direktifler yağdırıyordu.

   Büyük bir homurtu adamın sesini kestiğinde içerinin soğuk sisine alışmış vücutları bu kez korkudan titremeye başladı. Bu “Harekete başlıyorum,” demekti belli ki. Çünkü kısa bacaklarının izin verdiği hızda tekrar yürümeye başladı yaratık.

   “Bacaklar! Hayır, öyle değil! İki boyutlu düşünün, iki boyutlu! Karşıdan geldiği için sağa sola hareket edemezsiniz! Birbirinize yaklaşıp uzaklaşarak sıklaşıp gevşemeniz gerekiyor! Havaya kalkan bacak kısalırken diğeri uzamalı! Şimdi komutumla, sağ taraf gevşeyecek, sol taraf sıklaşacak. ŞİMDİ!”

   “Kollar da sağa sola değil! Sadece çok hafif bir devinim, hafif bir hareket! Hah evet böyle!”

   Oflayıp puflayan bir avuç insan ne yapacağını bilemeden çırpınıyordu. İki başı oluşturdukları için şekli en iyi Turgut ve Burcu görüyordu. Yaratığı temsil ediyordu etmesine, ama hareketlerini temsil etmekten uzaktı bu şekil. Ve kimse suçlanamazdı, belki yaratık tam karşılarında olmasa da yan tarafı dönük olsa daha kolay olurdu. Çünkü o yürürken iki boyutlu düşünmek ve ona göre konum almak gerçekten zordu. Üstelik yaratık onlara yaklaştıkça odaklanmak daha da güçleşiyor, açık birer ağız taşıyan yüzler ve bedenler yaratığa doğru dönüyordu.

   “Dönerken birbirinizden bu kadar uzaklaşmayın, konumunuzu kaybetmeyin! Sağ bacak tamamen bozulmuş, yaratığa bakıyorken bir yandan da kendinize bakmanız lazım!”

   Bu arada Dunganga karşısındaki anlamsız gösteriyi ilgisizce izliyor ve hiç etkilenmemiş gibi görünerek onlara doğru yürümeye devam ediyordu. İnsanlar ise yaklaşan tehdide karşı hareketleri yapmakta güçlük çekiyorlardı. Mesafeyi tamamen kapattığında birkaç insan refleks olarak ellerini başlarına götürdü, ama yaratık onlara zarar vermek yerine ilgisizce yanlarından geçti.

   “Şimdi yanını görüyoruz, ona göre konum alın! En önemlisi kollar ve bacaklar! Bu kez sağa sola hareket edeceksiniz! Bacaklardaki ikişer kişi bacağın dizden kırılmalarını da canlandırmalı, dümdüz değil! Ah hayır, kopmayın o kadar!”

   Ancak böyle bir durumda sıcaklık bu kadar düşük olmasına rağmen terlenebilirdi. Hareketi canlandıramıyorlardı, yaratık hiç mi hiç etkilenmiyordu. Şekli aştığında bu kez arkası dönüktü onlara ve uzaklaşıyordu.

   “Şimdi yine ilki gibi yapıyoruz! Sağ sol yok! Kısalıp uzuyoruz!”

   Ama yirmi beş insan oldukları yerde küçük adımlarla kıpırdanırken yaratık çoktan uzaklaşmış, kıvrılan bir olukta gözden kaybolmuştu. Bir direktif almaya ihtiyaç duymadan aynı anda durdular ve hiç hareket etmeden gözlerini karşıda bir noktaya sabitlediler. Bu stabilliği bozan ise başını ellerinin arasında alıp çömelmiş Burcu’nun sesiydi.

   “Lanet olsun. Lanet olsun, LANET OLSUN! YAPAMIYORUZ!”

   “Sakin olalım. Bir kez daha deneyeceğiz.”

   Turgut bir kez daha herkesi peşine taktıktan sonra yaratığın peşine düştüler. Burcu’nun gözleri arkada bıraktıkları küçük kızını arıyordu sürekli, ama en azından az önce güvende göründüğü ve yaratıktan uzak olduğu için içi biraz da olsa rahattı.

   Yaratığı yakaladıklarında mümkün olduğunca yaklaştılar ona. Tekrar pozisyon aldılar ve Turgut direktiflere başladı. Dev bedenden çıkan homurtular ve homurtuları bastırmaya çalışan Turgut’unkinden başka ses yoktu mağarada. Bir ara iyi gibi gidiyorlardı, Dunganga yavaşlamaya başlamıştı. Ancak sonra dönüp arkasına baktı. Bedeninin dönüşünü ise canlandıramadılar ve yaratık tekrar önüne dönüp yürümeye başladı ve yine gözden kayboldu.

   “Yapamayız. Mümkün değil görmüyor musunuz, yirmi beş değil iki yüz elli kişi olsak da mümkün değil. Hareketlerini ön göremiyoruz. Tamamen canlandırmamız olanaksız. Bir başka yolu daha olmalı!”

   “Üzgünüm ama bir başka yolu yok Cevdet Bey. Bir şekilde canlandırmak zorundayız.”

   Geldiğine bin pişman olduğu yüzlerinden apaçık okunan insanlar bir bir oldukları yerde çöktüler. Turgut, Cevdet ve Kısmet tartışırken kalanların çoğu da aralarında gelmekle hata ettiklerini, söz konusu küçük bir kız olsa bile yöntemi duyduklarında ne kadar saçma olduğunu anlamaları gerektiğini konuşup duruyorlardı. Burcu ise karmakarışık bir sürü şey yaşıyordu. Bu kadar insanı saçma bir yola inandırarak getirmiş ve onların da burada hapsine sebep olmuştu. Yine de insanların pişmanlıklarını görmek içini vicdan azabından bin kat daha fazla acıtıyordu. Yöntemleri de işe yaramıyordu. Bu da hem orada kalacakları hem de kızını kurtaramayacakları anlamına geliyordu. Bir yandan Turgut’un başka yol olmadığına dair konuşmasını duyarken tek tek baktığı yüzlerin hepsinde kendisi dışında yönlendirileceği her yeri tercih eden kaçamak bakışlar ve kararsız, ümitsiz ifadeler vardı. Biri hariç. Yağmur, genç yaşlarındaki kız çok daha kararlı bakıyor ve bakışlarını kaçırmıyordu. İfadesi de okunamıyordu; gülmüyor, ağlamıyor, hiçbir mimiğini kullanmıyordu. Kızının bu yaşlarını hiç görebilecek miydi acaba? O da böyle kararlı ve güçlü olacak mıydı? Hayatını bir başkası için riske attığında ve başarısız olduğunda bile bu kadar kendinden emin olabilecek miydi?

   Birbirlerinden gözlerini ayırmadan durdukları o birkaç saniyede içine bir şeylerin dolduğunu hissetti ve gözlerini kırparak bağı kestikten sonra kalkıp Turgut’un üstüne yürüdü.

   “İşe yarayacağını söylemiştin! Kurtarabiliriz demiştin! Ne kadar saçma olduğunu görmüyor musun? Onu canlandıramayız!”

   “Ne kadar saçma olduğunu görebiliyorum! Ama bildiğim tek yol bu! Kızınızı kurtarmak için buradayım ve elimden bu kadarı geliyor. Yeniden ve yeniden denemekten başka yapılabilecek bir şey yok!”

   “Şu insanların hepsi de aynı amaç için burada. Onları buraya ben getirdim anlıyor musun? Hepsinin burada kalmasına göz yumamam! Yönteminin imkânsız olduğu apaçık. O yüzden ben gidip yaratıkla konuşacağım. Onu ikna etmeye çalışacağım.”

   Turgut bir süre gözlerini kısarak inanamıyormuşçasına baktı ve sesini alçaltıp cevap verdi. “Onunla konuşamazsınız. O konuşamaz, anlamaz. Anlıyor olsa bile kabul etmez, tepki vermez!”

   “Ne biliyorsun ki? Başka çarem yok gidip konuşacağım.”

   “Anlamıyor musunuz? Böyle bir yol yok! Tek yol elimizdekiler! KONUŞUP İKNA ETMEK DİYE BİR YOL YOK!”

   “NEREDEN BİLİYORSUN! YOLLARI SEN Mİ BELİRLEDİN!”

   “EVET!”

   Öylece karşısındaki adama baktı Burcu. Ne olup bittiğini, bu sözlerin ne anlama geldiğini kavrayamadı. Ne demek istiyordu bu adam? Gözlerini kaçırdı ve devam etti.

   “Yolları ben belirledim, çünkü bu benim rüyam. Benim kâbusum.”

   “Turgut Bey siz ne saç…” Kısmet’in konuşmasına izin vermeyen adam devam etti.

   “Benim kâbusum evet. Hem de onlarca yıl önce gördüğüm bir kâbus. Bu yüzden biliyorum. Bu yüzden problem çıktığında hep oradaydım. Çok saçma geliyor kulağa ama öyle. Devam ediyor çünkü tamamlanmadı. Tamamlamak için çok uğraştım ama tamamlayamadım.”
 
   Burcu onun gözlerinden bakıyordu sanki. Turgut’la gözlerinden ona dikilmiş yirmi dört çift göze ayrı ayrı baktı. Sonra belirli bir çiftte takılı kaldı. O iki gözde birçok şey vardı. İnanamazlık, şaşkınlık, kaybetme korkusu, saf korkunun ta kendisi. O gözler saatler içinde yıllarca yaşlanmıştı. O gözler kendi gözleriydi.

   Turgut bakışları sabit halde devam etti.

   “Çok üzgünüm. Ama canlandırmaya çalışmalıyız. Kâbus tamamlanmadığı sürece başka bir çıkış yolu yok.”

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Dunganga (Son bölüm)
« Yanıtla #20 : 22 Kasım 2012, 22:39:47 »
   7

   “Bundan yıllar önce bir rüya görmüştüm. Daha çocuktum, neyin korkunç olup neyin olmadığını ayırt edemediğim zamanlardı. Ya da neyin gerçek olup neyin olmadığını. Dunganga’dan çok korkuyordum. Bir açık rüya değil, bir bilinçaltı rüyasıydı.

   Rüyamda çikolatalarla kaplı bir mağaradaydı Dunganga. Onun neye benzediğini daha önce bilmiyordum, ama kafamdaki yaratık bazı kitaplardan ve resimlerden gördüğüm korkunç yaratıkların korkunç uzuvlarının birleşiminden oluşuyordu. Dunganga rüyada mağaraya kısılmıştı. Mağaranın tüm giriş çıkışları çikolatalarla kaplıydı. Bu yüzden, yani mağaradan çıkabilmek için çocukları alıp hapsedip mağarasını temizlettirmeye çalışıyordu. Çocukları kurtarmanın tek bir yolu vardı, o da canlandırma yolu…

   Uyandığımda rüya tamamlanmamıştı. Mağara temizlenmemiş, içerideki çocuk da salınmamıştı. Ama saatler içinde rüyanın etkisinden çıktım. Daha sonra da yıllar boyunca rüya aklıma bile gelmedi.

   Çok uzun yıllar sonra bu kreşte –ve başka yakın bölgelerde de- çocukların kaybolduğu geldi kulağıma. Bu kötü haberler arttıkça üzerimde anlam veremediğim bir baskı oluşuyordu. Ve sonra rüyayı tekrar gördüm. Tamamen aynı şekilde. Denk gelen ilk çocuğun ailesine ulaşıp durumu anlattığımda aldığım tepkiyi tahmin edebilirsiniz… Onları inandırmam çok güçtü, anlattıklarım kendi kulağıma bile çılgınca ve mantıksız geliyordu. Canlandırma olayından yana değillerdi ve benim bir çeşit deli gösterici olduğumu düşünüyorlardı. Üzerimde çok yoğun bir baskı vardı, ben de rüyayı tekrar görmeye çalıştım.

   Ne yazık ki bu öyle kolay bir şey değildi. Başta hiçbir bilgim yoktu, daha sonra ise araştırmalarım sonucu ‘Açık Rüya’ denilen şeye rastladım. Çok çalıştım, birçok teknik denedim ve en sonunda rüyayı tekrar görebildim, ancak hiçbir seferinde rüyayı sonlandırmaya yarayacak kadar kalamıyordum. Ben de o zaman yeni bir yol uydurmaya karar verdim. Bu kez tek kişiyle yapılabilecek bir şey olmalıydı. O an aklıma gelen ilk şeyi kullandım, gramınca çikolata çıkarma yolunu.

   Çocuğun ailesini ikna edemeyeceğimi bildiğim için mağaraya tek başıma girdim. Çikolataları aldım ve kollarımda kaybolan çocukla geri döndüm. Onu ailesine teslim ettikten sonra da ne zaman böyle bir kaybolma olsa çağırılır oldum.

   Daha sonra çok kez rüyayı tekrar görmeyi denedim, ancak sanıyorum üzerimde yeterince baskı olmadığı için göremedim. Ben de yapabileceğim tek şeyi yaptım, kayıpların olduğu yerlerdeki insanlara çözüm yolunu anlattım çocukları kurtarabilmek için.”

   Dakikalar birbirini kovaladıkça adamın söyledikleri daha da anlamsız geliyordu Burcu’nun kulağına. Birbirine doladığı kolları ve bacakları da vücuduna sanki bir kalkan yapmış, ne içeriye bir kelime almak istiyor, ne de dışarıya bir kelime sızdırmak istiyordu. Ama işte pervasızca kulaklarından girip beynine kadar ulaşıyorlardı ve orada inandırıcı olduklarını değerlendirmek bile imkânsızdı. İnandırıcılık kelimesi anlamını kaybedeli bayağı olmuştu. Bu kadar olaydan sonra muhakeme yeteneği de zarar görmüştü ve yapabildiği tek şey hiçbir şey söylemeden, hiç hareket etmeden oturmaktı.

   Turgut sözlerini bitirdikten ve bir süre sustuktan sonra hiç kimseden bir tepki alamayınca bitirdiğini kanıtlarcasına kollarını açtı. Kısmet saçlarıyla oynuyor ve parmaklarını çatırdatıyordu. Müdür velilerine bakıyordu; velileri de bir ona, bir Burcu’ya, bir Cevdet’e. İşçilerin bakışları birbirlerindeydi. Gözleri yere bakıyor olmasına rağmen oturduğu yerden tüm bunları görebiliyordu Burcu.

   “Sonuç olarak canlandırmayı tekrar denememiz gerekiyor, başka yolu yok.”

   “Tüm bunlar sizin yüzünüzden mi yani Turgut Bey?” dedi Kısmet fısıltı ve hırıltı arasında bir ses tonuyla.

   “Benim yüzümden? Bir bakıma öyle diyebiliriz evet ama inanın benim hatam değil. Böyle şeyler oluyor etrafınızda. Görmüyorsunuz ama oluyor. Görseniz de inanmazsınız, birçoğunuzun duyduğunuzda bana inanmadığınız gibi. Ama böyle şeyler var!”

   Yavaşça yürüyüp yerde kollarını ve bacaklarını kendine çekmiş oturan genç kadına yaklaştı. Bacaklarının üstüne çöktü ve kollarını onun omzuna doladı.

   “Burcu Hanım, çok üzgünüm. Buraya hepimiz kızınızı kurtarmaya geldik ve vazgeçmek için henüz çok erken. Denemeye devam etmeliyiz.”

   Birkaç saniye sarılmaya devam ettikten sonra gözlerinin içine baktı Burcu’nun. Birini suçlamak istese de gözlerine adamın kendisini suçlayacak bir ifade yerleştiremiyordu. Adam da bunu görmüş olacak ki gülümsedi ve elinden tutarak ayağa kaldırdı onu. Daha sonra canlandırma hakkında birkaç şey daha söyledikten sonra herkesi yaratığın tekrar peşine düşmek için ikna etti.

   Yirmi dakika sonra onu tekrar bulduklarında hala yürüyordu yaratık. Turgut bağır çağır tekrar pozisyon verdi herkese.

   “Sağ bacak biraz daha kısal! Kollar daha az hareket etmeli, daha yavaş ve kopmadan! Burcu Hanım biraz sağa!”

   Ne kadar bağırsa, ne kadar uğraşsa da yine olmadı. Yaratık gözlerinin alabildiği noktadan çıkmadan uyutamadılar onu.

   “Belki de aynı anda onu takip ederek denemeliyiz. Böylece görüş hizamızdan çıkmaz.”

   “Hayır Turgut Bey, boşuna uğraşıyoruz. Belki de siz rüyayı tekrar görmeye çalışmalısınız!”

   Gözlerini devirdi, “Hiç denemedim mi sanıyorsun Kısmet? Ben bunu defalarca denedim zaten!”

   Burcu o an bir tartışmayı daha kaldıramayacağından yine çöktü. Gözlerinden kurtulup oluk oluk akan yaşlara engel olamıyordu artık, burada kapana kısılmışlardı. Çıkamazlardı, kızını kurtarma ihtimalleri hiç yoktu. En kötüsü burada başkalarının kızları, oğulları, anneleri, babaları vardı. Ve hepsi kim bilir belki de sonsuza kadar orada kalmaya ve çikolata yemeye mahkûmlardı.

   Kısmet teselli verircesine ona sarılırken Turgut tekrar konuştu.

   “Keşke başka bir yolu olsa ama lanet olsun yok. Rüyayı tekrar görmem çok zor, çok çok düşük bir ihtimal!”

   “Ama az önce ne dediğinizi hatırlamıyor musunuz?” arkalardan gelen bu ince ses hepsinin bakışını oraya yöneltti.

   “Ne dedim?”

   Devam etti Yağmur. “‘Sadece baskı altında rüyayı görebiliyorum,’ dediniz. Şu an yeterince baskı altında değil misiniz? Hiç bu kadar çaresiz oldu mu durum?”

   Anlamıyormuş gibi baktı kıza Turgut.

   “Evet! Evet öyle dediniz Turgut Bey, belki de şimdi görebilirsiniz rüyayı!”

   “Evet, baskı altındayım ama… Bilmiyorum… Ben…”

   O an dakikalarca süren bir mırıltı başladı. Çoğu insan böyle saçma bir şeye ihtimal vermiyor, az bir kısmı ise rüyayı görmeyi denemesi için Turgut’u ikna etmeye çalışıyordu. Burcu ise yine bir köşede olup biteni izliyor, içinde yanan cılız ışığın umuda mı yoksa öfkeye mi ait olduğunu çözmeye çalışıyordu. Bunun denenmesini istiyordu ama gerçekten böylesine mantığa sığmayan bir şey gerçek olabilir miydi? Sadece rüyayı görse ve bitirse tüm bunlar sona erebilir miydi?

   “İnanın bana, bu bir zaman kaybı olabilir.”

   “Ne fark eder ki? Sürekli onu takip edip şu saçma canlandırmayı yapmak da zaman kaybı değil mi?”

   Ece ne yapıyordu acaba şimdi? Hala uyuyor muydu? Uyanmış mıydı? Korkuyor muydu, ağlıyor muydu? Yanına gitmeye karar verdi Burcu, ulaşamasa da en azından görmeliydi onu. Bu gürültü patırtıyı dinlemektense kızının nefes alıp verişini izlemeliydi. Ne de olsa sonucu önemli değildi onun için, iki ihtimalde aynı derecede kısır gibiydi.

   “Burcu Hanım nereye gidiyorsunuz?”

   “Kızımın yanına.”

   Kısa bir duraksamanın ardından devam etti Turgut. “Ama ona ulaşamazsınız. Hep beraber kalsak daha iyi olur.”

   “Öyleyse hep beraber oraya gidelim. Burada neyi bekliyoruz ki? Aah doğru… İki imkânsız ihtimalden hangisini seçeceğinizi bekliyoruz!”

   Ve hiç duraksamadan devam etti Burcu. Diğerleri de arkasından tabi.

   Kulağını tıkamaya çalıştığı tartışmalar devam ederken dakikalar sonra vardılar Ece’yi bıraktıkları yere. Pozisyonunu değiştirdiği için üstü biraz daha çikolata olmuştu ama hala uyuyordu. Ah ne kadar da güzeldi… Belki söz sahibi kişinin Burcu olması gerekiyordu, ama bu bir kez daha umurunda değildi. Ne karar verirlerse versinler gözlerini kızından bir an olsun ayırmayacaktı.

   “Peki! Peki tamam. Deneyeceğim. Umarım bu bir vakit kaybı olmaz.”

   Ona uygun bir yer buldular ve adam uzandı. Uzaktan çok komik görünüyordu. Sanki bu kadar derdin arasında kestiriyormuş, kaytarıyormuş gibiydi. Herkes sesini minimuma indirdi. Birçoğu hareketsizlikten titremeye başlamıştı tekrar. Kulisler devam ediyordu. Bir tek kişi hariç. O sadece gözlerini bir noktaya dikmiş oturuyordu.

   Dakikalar geçmişti ki anlayamadıkları bir sebepten ötürü eğildi hepsi ve midelerinde ne var ne yok çıkardılar. Ortalık birden bire iğrenç kokmaya başladı ve vücut ısıları yükseldi. Bedenlerinin kontrolünü kaybettiler ve çikolatalara amaçsızca saldırmaya başladılar. Hiç kimse ne olduğunu anlayamadı. Engel olamıyorlardı, tek yaptıkları en yakında bulabildikleri çikolata parçalarını –ki her taraf çikolata sarkıt ve dikitleri ile doluydu- midelerine indirmekti.

   Cevap Burcu’nun kafasında yavaş yavaş belirirken onaylayan hırıltıları duydu. İşte hantalca adımlar atarak yaklaşıyordu cevap onlara. Sorunu çözmeleri için onlara biraz vakit tanımıştı belli ki, ama o vakit dolmuştu ve şimdi hepsi bu lanet şeyin bir parçasıydı. Onun iğrenç mağarasını temizlemek için birer araçlardı sadece.

   Canı yanıyor ve gözlerinden yaşlar geliyordu. Vücut ısısı sürekli artıyordu. Bu ısı acaba gerçekten vücudundan mı geliyordu yoksa mağaranın havası birden ısınmaya mı başlamıştı? Bir çocuğa belki başta güzel gelebilirdi. Ama işin gerçeğini bilen Burcu’ya en başından iğrenç geliyordu. Sadece yeni çikolatalara yönelebiliyor, başka hiçbir kasını kullanamıyor, onun istemediği hiçbir hareketi yapamıyordu. Sadece yiyor yiyor ve yiyordu.

   Neden sonra aklına korkunç bir şey geldi, ya Turgut uyumamışsa? Ya o da çikolataları yemeye başladıysa? İşte o zaman hiçbir kurtuluşları kalmazdı. Mideleri iflas edene kadar, ölene kadar, hatta belki daha kötüsü ölemeden sonsuza kadar çikolataları yer dururlardı.

   Yavaşça dönerek yan taraftaki çikolatalara yöneldi Turgut’u görüş alanına alabilmek için. Bir yandan umutlanıyor, bir yandan da uyuyor olsa bile rüyayı göremeyeceği ihtimalini düşünüyordu.

   Ağzı tıka basa çikolatayla dolu olsa da bir oh çekti adamı uyuyor görünce. Hepsini kontrol alan bu tuhaf etki onda işe yaramamış gibiydi, tıpkı Ece uyuyorken onda işe yaramadığı gibi.

   Yirmi beş kişi hiç durmadan çikolataları yerken mağara gittikçe daha da fazla ısınmaya başladı. Burcu terliyordu ve diğerlerinin alınlarındaki küçük damlaları da görebiliyordu. Bunun kusmakla veya çikolata yemekle alakası olamazdı. Bir şey mağarayı ısıtıyordu.

   Onlara saatler gibi gelen bir sürenin ardından ısı inkâr edilemez bir boyut aldı ve çikolatalar yumuşadı. Yumuşayan çikolatalar damlayacak hale geldikçe Burcu’nun içindeki cılız alev gittikçe büyüyordu. Şüphesiz bunu Turgut yapıyordu, rüyaya ulaşabilmiş olmalıydı! Kahverengi madde akışkan kıvama gelip kollarının bacaklarının arasından akarken düşündü, umutsuzluktu bu umudu yaratan. En umutsuz anda en büyük baskıyı hissedip rüyayı görmüş olmalıydı Turgut, aydınlık en karanlık anı takip ediyordu her zaman olduğu gibi.

   Tüm bu duyguları berbat eden bir şey gördü o an. Ece’nin üstünde uyuduğu çikolata parçası da eriyordu. Yerinden kurtulmak üzereydi. Belki her şeyi başardıklarını düşündüğü için Ece’nin altındaki kitleyle beraber kayıp yere düşüşü ona hayal gibi geldi. Gerçek olamazdı. Kızı yere çakılmış olamazdı. Onlarla aynı seviyede yatıyordu bu kez. Acaba uyuyor muydu hala? Ölmüş müydü? Yaratığın kontrol edemediği tek organı vücudunun içinde bir yerlerde çırpınmaya başladı.

   Birkaç dakika sonra yaratığı bile şaşırtan bir şey oldu. Güneş ışığı! Arkalarda bir yerlerde eriyen çikolatalar aktığı bir oluktan güneş ışığı görünüyordu. Bu kesinlikle Turgut’un işiydi! Rüyaya ulaşmış, mağarayı ısıtmış ve çıkışı yaratık için açmıştı. Hepsinden çok yaratık afallamıştı. Hantalca arkasını döndü ve bir süre ışığı izledi. Sonra birkaç adım daha attı ve biraz daha durdu yerinde. Böyle böyle iyice yaklaşmış oldu gediğe. Onları artık kontrol etmiyordu belli ki çünkü Burcu yerinden fırlayıp kızının yanına ulaşabildi. Uyuyor olduğu için aldığı uzun soluklar genç kadının yüzüne kocaman bir gülücük olarak yerleşti. Erimiş yumuşak çikolatalar düşüşü hafifletmiş olmalıydı. Bir daha hiç bırakmayacakmış gibi sarıldı kızına. Çikolatalarla kaplı olmasına rağmen derinlerden o güzel kokusunu alabiliyordu. İşte şimdi her şey yolundaydı. Hemen hemen her şey.

   Herkes gözlerini yaratığa dikmiş ne yapacağını merak ediyordu. Yaratıksa hiçbir şeye anlam verememiş gibi gediğin önündeydi hala. Hantalca dönüp esirlerine baktı tekrar. Hantaldı evet, ama korkunç değildi.

   Tekrar önüne dönüp sırtından onu taşımayacak kadar ince iki kanat çıkardığında, o kanatları çırparak havalandığında ve gedikten uçup gittiğinde ise verdiği korkunç his de tamamen kayboldu.

   Sevinmelerine fırsat kalmadan dışarıdaki güneş akşam oluyormuşçasına parlaklığını kaybetti ve mağarayı git gide artan bir karanlığa boğdu. Öyle bir arttı ki bu karanlık, gözleri açık mı kapalı mı anlayamaz oldular. Birkaç deneme yaptıktan sonra gözlerini açtıklarında ise kendilerini kalorifer dolabının önünde buldular tekrar. Tamamı oradaydı, hiçbir eksik olmadan.

   Etrafındaki sevinç çığlıklarını, coşkulu sarılmaları hiç görmüyordu Burcu. Bebeği kucağındaydı. Tehlike geçmişti.

   Ayağa kalkıp mağaradan dönen diğer insanlara döndüğünde herkesin sesi kesildi. Hepsinin yüzü gülüyordu yine de. En çok da Turgut’un, günün kahramanının. Bu genç kadının söyleyeceği son birkaç kelimeyi bekliyorlardı. Gözlerdeki damlalar çok net seçilebiliyordu çünkü sabah olmuştu. Karanlık herkes için geride bırakılmıştı.

   “Kızım için ve benim için tehlikeye girdiğiniz ve bunca kötü şey yaşadığınız için özür diliyorum. Ve her şey için gerçekten ama gerçekten çok teşekkür ediyorum hepinize…” sözlerinin yerine gittiğini anlamak için de tüm gözlere tek tek baktı kendi gözlerinden yaşlar akarken.

   “Hahhaa! Yaptım! Başardık! Hem de tamamen bitti artık! İnanamıyorum! Şimdi hepimiz gidip pastanemde birer dilim pasta yiyebiliriz! Çikolatalı değil elbette, meyveli! Hahhaa!

   O kelimeyi duymaya bile tahammülü yoktu artık Burcu’nun. “Teşekkür ederim. Ama sanırım yatağında uyandığında elini tutup ona kâbusunun bittiğini söylemeliyim.”

   Gülümsedi ve küçük kızı kucağında, dolabı arkasında bırakarak sabaha adım attı.

Spoiler: Göster
Araya çok zaman girdiği için ve ben hikayeden soğumaya başladığım için vakit bulur bulmaz bir an önce bitirmek istedim. O yüzden bu son iki bölüm aceleye gelmiş olabilir ve bu nedenle muhtemelen birçok hatası vardır. Ama bundan sonra daha dikkatli ve daha özenli yazdığım yazılarla çıkacağım karşınıza :)

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Dunganga
« Yanıtla #21 : 23 Kasım 2012, 12:53:05 »
Elinize sağlık :)

En çok dikkatimi çeken şey maceraya atılan bunca karakter içinde hiç kötü karakter olmaması... Herkes iyi niyetli. Hatta Dunganga bile aslında gökyüzüne kavuşmak için çabalayıp duran bir canavarcağız çıkıyor ve ben sizin öykülerinizdeki bu bakışınızı seviyorum :)

Çikolata tadında bir masal olmuş diyebilirim :) Elinizden daha çok okumak dileğiyle...
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı Galaxie

  • **
  • 375
  • Rom: 17
    • Profili Görüntüle
Ynt: Dunganga
« Yanıtla #22 : 25 Kasım 2012, 00:44:07 »
Güzel yorumun için çok teşekkür ederim cemaziyel, aslında bahsettiğin şey bir eksiklik de olabilir. Bilmiyorum açıkçası :D ama beğenmene gerçekten sevindim.