Yozlaşmak Koray Engiç’in Hatıraları Bölüm 1 Sayfa 2
Herşeyi sırası gelince anlatacağım elbet, acele etmeyin, şimdi izin verin de kaldığım yerden devam edeyim. Etkileşim Ceytun’u bana randevumu ayarlamış ve bir saat kadar kısa bir süre içerisinde beni Danışman Ceytun’un ofisine sokmuştu. Ofisin nasıl olduğunu tarif edemeyeceğim maalesef hatırlayamıyorum. Hatta danışman Ceytun un kendisinden başka hiçbir şey hatırlamıyorum, bir de öfkemi elbette. Etkileşim Ceytunundan fiziksel olarak neredeyse hiçbir farkı olmayan Danışman Ceytun türlerinin normal soğukluğuyla karşıladı beni. Henüz patlamış bir fırtına gibiydim içeri girdiğimde.
“O çocukların hesabını vereceksiniz lan” diye gürledim odada. Söyleyeceğim her şeyi edeceğim tüm küfürleri hazırlamıştım gelmeden. İlk önce bu replikle girecek, savunmaya geçen Ceytuna küfrede küfrede onu kızdırıp sakinlik maskesini kıracaktım. İşte o zaman görecektik o çocuk hırsızlarının yüzlerini. “Düne kadar yanılıyormuşum meğer haklarında” diyordum kendi kendime. Türlerine karşı yıllar içinde biriktirdiğim bütün sempati bir anda nefret ve öfkeye dönmüştü. Şimdi düşünüyorum da kendi kendimi provoke etmişim aslında. Her zaman böyle oldum ben, olaylar başlamadan önce olasılıkları kafamda o kadar evirir çevirirdim ki en sevdiklerimden bile nefret ederken bulabilirdim kendimi.
“Elbette vereceğiz” diye karşılık vererek bütün planlanmış senaryomu bozdu Danışman Ceytun. Bunu beklemiyordum işte, böyle bir tepkiye karşı işgalci kuvvetin daha kibirli olması gerekirdi gerçek performansımı gösterebilmem için. Galiba Ceytunların Ceytun olduğu gibi bariz bir gerçeği göz ardı etmiştim.
“Ama öncelikle lütfen oturun” diyerek hafif bir el hareketi yaptı Etkileşim Ceytunu.
İşler en baştan beri planladığım gibi gitmemiş olabilirdi ama bir mağlubiyetle savaştan kaçacak kadar zayıf değildim ben. Büyük ihtimalle oturtarak beni sakinleştirmeyi planlıyordu o koca gri kafasında. Halbuki ben kaçın kurrasıydım, yermiydim hiç bunu. “Ayakta dinlemeyi yeğlerim” diye cevap verdim olabilecek en aşağılayıcı ifademle. “Elbette” dedi ve konuşmaya başladı.
“Şikayetinizin genel konusu üzerine kayıtları inceledim. Ve gördüğüm kadarıyla el konulan çocuğun ciddi bir zeka özrü olduğunu görüyorum. Bu yüzden insan zekası araştırmalarında kullanılmak için alıkonulmuş. Sizin de bildiğiniz üzere “Yerleşim Halklarını Anlama Komisyonu” türünüzün düşünme haritasını çıkarmak için çalışmalar yapan bir grup oluşturmuş durumda. Ve bu incelemelerin bir parçası olarak zeka geriliğine sahip insanlar üzerinde açık beyin ameliyatı yapmaktayız. Ve inceleme grubumuzun Beyin kıvrımlarınızın sırrını öğrenmek için ellerinden geldiğince verimli bir şekilde çalıştığı hususunda da sizi ayrıca bilgilendirmek isterim.”
Bu Ceytunların sesinde bir şey olduğunu düşünmüşümdür hep. Onlar konuşurken kızamıyor, gerilemiyordunuz, uyuşturucu hap gibiydiler. Dinledikçe sakinleşiyor o susana kadar bu ılımlı tavrınızı terk edemiyordunuz. Bu şekilde neler dediklerini anlayabiliyor ve hakkında düşünme şansı elde ediyordunuz. Seslerindeki sizleri dinlemeye zorlayan tını daha makul ve tartışılabilir bir hale getiriyordu sizi. Tabi susar susmaz, kolay kolay dinmeyeceğine emin olduğum öfkem yeniden yükseldi. Göğsümü şişirerek kükredim yüzüne karşı.
“Çocuğu geri istiyoruz lan. Vereceksiniz onu bize.”
Sözlerime aynı sakinlik ve anlayış halinde cevap verdi.
“Üzgünüm beyefendi ama çocuğun vücutsal fonksiyonlarının devam etmediği geçiyor kayıtlarda. Durmuş bir vücudu tekrar çalışır hale getirmek geçen çağlar boyunca başarısız olduğumuz tek konu ne yazık ki. Yaklaşık üç patlama öncesinde yaşamış son “Araştırma ve Geliştirmeci Ceytun” bu durumun imkânsız olduğunu ispatlayarak yaşam amacını da sonlandırmış oldu.”
Bunların diğer bir olayı da buydu. Yaşam amaçları denen bir şeyleri varmış, o dolduğu zaman bu Ceytunlar fiziksel sürekliliklerine son veriyorlarmış. “Vay be” dedim kendi kendime. “Adamlar üç patlama öncesinde Araştırma ve Geliştirmeyi kapatmışlar, keşfedecek bir şey bırakmamışlar ki açık bırakıp napacaklar sanki.” Tekrar sinirimi yükseltmek için zorladım kendimi. “Çocuk öldürmüştü lan bu caniler,”sinirlerimi tekrardan yükseltmek için bir an çabaladıktan sonra,
“Öldürdünüz mü lan çocuğu şerefsizler” diye haykırdım yeniden toparladığım sinirimle.
“Açık beyin ameliyatlarında tam verim alabilmek için beyinin çalışmasını durdurmamız gerekiyor. Maalesef bu sizin türünüzde fiziksel hareketin de durmasına sebep oluyor.” Diye sakin bir tonla cevap vermesi beni çileden çıkarsa da verecek cevabım, soracak sorum kalmamıştı. Olayları elmanın ağaçtan düşmesi kadar normal ve gerçekleşmesi zorunluymuş gibi anlatıyordu. Bir Ceytunla tartışmaya girdiğiniz zaman ister istemez hissederdiniz bunu. Sanki ateşe yanma, suya akma diyormuşsunuz gibi gelirdi. Adamlar sinir bozucu derecede haklıymış gibi davranırlardı.
Danışman Ceytun sormamama rağmen hala aklımda sorular kaldığı kanısına varmış olsa gerek ki sözlerine devam etti.
“Türünüzde hala anlayamadığımız bir durum var ne yazık ki. Genel yapınız ve hareketleriniz muazzam derecede ahmak olduğunuzu göstermekte. Savaşlarınız, tartışmalarınız, sınıf kavramınız, toplum örgütlenmeleriniz, tamamıyla ahmaklık. Arada sırada nadiren de olsa çıkan güzel fikirleri yok etmeniz ya da anlamsız hale gelecek kadar bozmanız ise daha da ahmakça. Ama yöntemler üzerinden deği lde sonuçlar üzerinden inceleme yaptığımızda çıkan sonuç çok daha farklı. Daha önceki ziyaret ettiğimiz gezegenlerde milyonlarca yılda gelinen adalet ve yönetim seviyesine birkaç binyılda gelmiş olmanız örneğin, ancak mükemmel bir zeka başarabilir bunu. Ama siz bu duruma tırnaklarınızla kazarak geldiniz. Dünyanıza ilk geldiğimizde genetik ile oynayabiliyor olmanız çok garip gelmişti bizlere. Bu çok üst bir teknoloji ve çok üst bir zekanın göstergesiydi. Ancak yöntemlerinizi incelediğimiz de fikirlerimiz tamamıyla değişti. O kadar barbarcaydı ki yaptıklarınız… DNA’ları önce parçalıyor sonra da rastgele ne olduklarını, ne sonuçlar doğurabileceğini hiç düşünmeden tekrar birleştiriyordunuz. Doğru olanı bulma umuduyla bunu milyonlarca kez tekrarlıyor ve sonuç alınca da mutlu oluyordunuz. Bu durumu tanımlayacak bir dile sahip değiliz maalesef. İşin çok daha garip yanı ise bugüne kadar nasıl hayatta kaldığınız. Asitler ve hassas kimyevi maddelerle gözleri kapalı dolaşan bir maymun gibi uğraşmanıza rağmen hayatta kalmışsınız. Herhangi bir felakete sebep olmamış üstüne üstlük bir de başarılı olmuşsunuz. Tarihinizi incelediğimizde bulduğu her kimyevi maddeyi tadarak kontrol eden bilim adamlarına rastlıyoruz. Bütün bu durumlar ilk olarak aklımıza içinizde sizleri yönlendiren farklı bir tür olabileceği izlenimi uyandırdı. Ancak burada geçirdiğimiz uzun yıllar boyunca böyle gelişmiş bir medeniyete rastlayamadık. Bu sefer de insan beynini incelemeye karar verdik, belki kaçırdığımız bir şey vardır diye. Ne yazık ki geçen 5 yılda hiçbir ilerleme kat edemedik. Beyninizin kendisi bile nasıl çalıştığından bihaber. “
Danışman Ceytun bir süre sustu. Bunun üzerine bende sesinin oluşturduğu boşluktan faydalanarak kendime geldim. Hiç uğruna öldürülen çocuğu düşündüm. Ana karnından alınmış o bebeği… Bir anda yaşardı gözlerim ve ağlamaya başladım.
“Ama sizler adalete önem veriyordunuz hani, nasıl olur da masum bir çocuğu öldürürsünüz” diye veryansın ettim acizce. Artık tutunacak bir dalım, yapacak bir tartışmam kalmamıştı. Sadece basit bir acziyet belirtisiydi ağzımdan fırlayan.
“Bu konuda hiçbir rahatsızlığa kapılmayın lütfen. Çocuk öldürülmeden önce bilgisayar simülasyonlarıyla 100 yıllık mükemmel bir hayat yaşadı. Ve huzurlu bir ölüm tattı bu simülasyonun sonunda. Yaşayan birçok insanın edinemediği bir lüks olduğuna sizde katılırsınız eminim”
Kavgacı damarım parladı bir anda. Hunharca tepki verdim bu cevaba,
“Siz o simülasyonlara yaşamak mı diyorsunuz, o hayallerle yaşayınca yaşanmış mı oluyor sanki” Çığlıklarım Ceytunu etkilememiş gibi görünse de benim sinir katsayımı son derece arttırdı. Baştaki gibi çalışılmış tahrik edilmiş bir kızgınlık değildi bu, biz insanları anlayamamıştı bu ahmak solucanlar. Bizi tanıyamamışlardı buna rağmen bizleri yönetmeye çalışıyorlardı. Bunca yıldır kafamda oluşan adil yönetim tarzlarına olan güvenim bir anda yıkılıverdi. Bizler vahşi varlıklardık onlarsa sistem elemanları. Bizler rastgele varlıklardık, onlarınsa doğumları ve ölümleri çok önceden programlanmıştı. Bizler birey üzerinden yaşardık, onlarsa koloninin parçasıydılar. Bizleri yönetmeye hakları yoktu. Doğru tepemizdekiler bizleri soyuyor, aşağıdakiler de kavga ediyordu ancak bir kurt sürüsü zaten böyle yaşardı. Bütün bunlar vahşi doğamızın göstergeleriydi. Bizler sadece hayati mevzularda kullanırdık zekamızı, ilkel bir hayvan gibi atardık çığlıklarımızı. Tutkuyla, içgüdüyle savaşırdık. Hışımla çıktım görüşme odasından. Tuğrula doğru yönelttim yolumu, yolda bir mesajda Ayça’ya çekerek Tuğrulda bir toplantı yapmamız gerektiğini belirttim. O akşam vahşi doğamız hakkındaki konuşmayı yaptığım da anlar gibi salladı başını Tuğrul. “Çok haklı ve mantıklı olduğun hususlar var. Ayrıca savunması da kolay. Yer yer kibir kokuyor ki bu iyi bir şey. Kalabalıklar sever bunu. Gerçeğe de eser miktarda yakın ki bu ateşli tartışmalarına da haklılık hissi ve süreklilik katacaktır. Halk kitlelerini harekete geçirebilirsin bununla” diye konuştu hafif bir baş sallama eşliğinde. Bu Tuğrulun bende varım deme şekliydi galiba. İşte o gün İstilaya karşı isyan kararı aldık Tuğrulun evinde. Yozlaşmamın ilk adımını da o gün atmış oldum.
DEVAM EDECEK
[/b]