Kayıt Ol

Soğukyuva

Çevrimdışı Althar

  • **
  • 70
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
    • http://grimaden.blogspot.com/
Soğukyuva
« : 03 Mayıs 2012, 21:41:27 »
Kasım 2007'den bir İldar evreni öyküsü.

SOĞUKYUVA

Gece karanlığı ile beraber hava da acımasızca soğumuştu. İldar’ın soğuk ve oldukça yabani bir köşesiydi burası. Yoğun nüfuslu bölgelere epey uzaktı. Issız kuzeyde, Buz Ormanlar Denizi adı verilen bölgenin en güneybatı ucundaydı. Yakınlarındaki yegane yerleşim İldar’ın en kuzey şehirlerinden birisi olan Shillirim’di. Bu eski ve güçlü şehre bile denizden iki haftalık mesafedeydi. Kara yolculuğu ise çok daha uzun ve tehlikelerle doluydu.
Burası Soğukyuva Dağı’nın hükmündeki Buzova’ydı.
Buzova.. Soğuktan titrerken bu ismi farkında olmadan mırıldandı yıllanmış silahşör.
“Buzova.. Neden daha sıcak bir emeklilik köşesi bulmadım sanki.”
Elf ve insan kanı taşıyan bir melez; bir rel idi Silas. Uzun yıllar içindeki ateşle kötülüğün neferleriyle çarpışıp durmuştu. Sonra zaman onu da yormuştu. Zamanın gazabı onu da yakalamıştı. Kayıplar, adaletsizlikler, ihanetler, acılar ve ölümler içinde yanan ateşi soğutup küllendirmişti.
Dışarıdan bakan henüz otuzlarının sonunda, olgun bir beyefendi, yakışıklı bir adam görürdü. Onu tanıyanlar için ise iki yüzüncü yaşını geçeli yıllar olmuş bir gazi silahşördü. Son yirmi yıldır güzel Soğukyuva şehrinin kolcularından biriydi. Pek çokları gibi onu da buraya getiren şey Dağ’ın gözlerden uzak, ilişilmeyen, ilişilmeye değer görülmeyen bir yer oluşuydu. Gerçekten de şehrin ilk kuruluşu da bu nedenlere dayanıyordu. Thurin isimli bir cücenin, bir savaşçı ermişin ilk kazmayı vurmasından bu yana burası bir sığınaktı. Sığınacak yer arayan dost ve iyi yüreklerin sığınağı.. Yüz atmış yıldır bir şehir olan Dağ, kaçanların ve saklananların, bir sığınak arayanların yurdu olmuştu. Burası kendi içinde barış ve huzuru olan bir şehirdi. Zaman zaman taglar ile; hayvaninsanlar ile, çatışmalar ve savaşlar olsa da Soğukyuva sakinleri bu kabilelere karşı hep çok üstün olmuştu.
Silas yeni bir savaş zamanının daha geldiğini biliyordu. Bunun kokusunu alıyordu. İyi bir silahşör savaşın kokusunu alırdı. Bu bir tarafa gecenin içinde esen soğuk doğu yeli açıkça pis tag kokusu taşıyordu.
Bir haftadır bu gurubun hareketini izliyordu.
Dağ’a iki yüz kilometre mesafedeki sıradağlar yayı, tag kabilelerinin ülkesi olan Buz Orman Denizi’nin sınırıydı. Bu tepeler ve sıradağlar hattının adı Ötetepeler idi. Dağ’a yüz kilometredeki seyrek ve alçak tepecikler yayı ise Çittepeler olarak anılırdı. Tag gurupları zaman zaman Ötetepeler’in batısına geçip rahatsızlık verse de asıl tehlike hep Çittepeler civarına gelmeleri ile kendini gösterirdi. Bu bir veya iki aşiretin birleşip dağa saldıracağı anlamına gelirdi. Soğukyuva bunu yıllarla pekişmiş tecrübesi ile biliyordu.
Silas’ı şaşırtan buradaki gurubun Dağ ya da Tuzmadeni Karakolu’na değil çok daha güneye ilerlemeleriydi. Bunlar Büyükgöl’e doğru gidiyordu. Yavaşça ve çoklukla geceleri ilerleyerek, sinsice..
“Neyin peşindesiniz?” diye sinirlice kendine mırıldandı silahşör.
Gece soğuktu. Alabildiğine düz bir arazide pek az ve pek yetersiz tümsekler soğuk rüzgarın hızını hiç kesmiyordu. Silas’ın tek tesellisi tagların da kendisi gibi ateş yakamamasıydı. Pis pis sırıttı. Hava çok soğuktu.
Buraya; Soğukyuva’ya geldiğinden bu yana çok dikkatsizleşmiş ve umursamaz olmuştu. Aksi takdirde şu anda hala yanında, büyücülerin sıcak yayma rünleri işlediği birkaç parşömeni kalmış olurdu. Devriyesi esnasında bunların hepsini kullanmıştı ve hiç yedeği de yoktu. Elindeki rünlü taşa baktı ve surat astı. Bildiği birkaç büyü sadece astral düzlemdeki, ruhbağı kurduğu hayvan yoldaşlarla ilgili büyülerdi. Büyücü ve rahiplerin yanında büyüye kabiliyetli büyü kullanıcısı kimseler de Aradiyar’a sınırlı yolculuklar yapabilir ve bazı kurallar dahilinde, ruhbağı kurabildikleri Aradiyar hayvanlarını yardımlarına çağırabilirdi. Ama bunun şu anda Silas’a bir faydası yoktu. Şu lanet taşın rününü güçle dolduracak bir hayvan yoldaşı yoktu. Sessizce güldü.
Gülmek iyi gelmişti. İçi biraz olsun ısınmıştı. Sıcaklığı düşünmeye başladı. Ocağı, ateşi, şömineyi.. Derken aklı küçük kulübesine ve şöminenin önündeki aşk saatlerine gitti.
Farkında olmadan derince iç çekti. Soğukyuva’ya burada onun uğrunda donmayı borçluydu.
Soğukyuva ona Thina’yı vermişti. Kendisi gibi bir rel olan Soğukyuvalı Thina’yı.. Soğukyuva’nın tapınaklar sözcüsü Relana’nın kızıydı Thina. Annesinin sahip olduğu güç onda ilahi değil ama sihirli şekilde mevcuttu. Thina bir büyücüydü. Thina aşkıydı. Thina şu son beş yıldır yaşama sebebiydi. Genç kadın Gudslund’un Altın Lejyonlarından ayrılıp geldiği günden bu yana; tanıştıkları günden bu yana, ikisinin büyük aşkı Soğukyuva’daki dostların yüreklerini de ısıtır olmuştu. İldar’da hala sevgi vardı ve umut vardı.

Gurup yeniden hızlanıyordu. Silas adamların dayanıklılığına dudak büktü. Kendisi formdaydı. Onlar takip etmek hiç yorucu değildi. Üstelik bu soğukta hareket halinde olmayı tercih ederdi. Ama onları ömrünün sonuna kadar takip edemezdi. Bu gurubun amacını anladıktan sonra onları sağ bırakmaya hiç niyeti yoktu. Kondisyonları bu gurubun deneyimli ya da en azından idmanlı olduğunu gösteriyordu. Yoldaşlarından birisi ve en iyi takım olduğu kavga arkadaşı Etchiin’i hatırlayınca gülümsedi. Güzel bir kavga olacaktı.

Silas’ın gecikmesini ilk başlarda önemsememişti altın yeleli güzel Thina. Ama şimdi gençlere ders verme ve verilecek ziyafetin hazırlıklarında annesine yardım etme işlerini halledince yapacak başka bir işi kalmamıştı.
Üzerinde güzel mavi cüppesi vardı. Altın işlemeli büyücü cüppesi Silas’ın en sevdiğiydi-çıplak tenini saymazlarsa.. Kendi kendine kıpkırmızı utanırken büyük boy aynası karşısında saçlarının taramaya devam etti. Özlemle ah etti güzel kadın. Sonra sesi öfkeyle hırladı.
“Silasssss… Nerdesin!?”

Gece ve sabahın ilk ışıklarında yol aldıktan sonra tag gurubu nihayet durmuş ve kar tepelerinin içine oyuklar kazıp saklanarak dinlenmeye çekilmişti.
Silas yedi yıl süren Uzunkış zamanlarından ikisinde ömrünün en hararetli savaşlarını yaşamış bir savaşçı eskisiydi. Soğuk hava, yorulmuş ve güzelliklerle yumuşamış bugünkü halinin hiç hoşuna gitmiyordu. Ama hala çok katlanılabilir bir zorluktu. Nitekim taglar yine uykuya geçtiğinde kendisi de çevreye uyarı tuzaklarını kurup sorunsuzca istirahata çekilmişti. Hareket halinde kendini ısıtacak büyüleri olmasa da Thina’nın onun için kendi elleri ile işlediği uyku tulumu uyurken onu çok iyi ısıtıyordu. İçinde yatan kişiyi sıcak tutan büyülü tulum dışarıya ısı yaymadığı için soğuk ortamların ya da mağaraların avcılarına karşı uyurken görünmezlik de sağlıyordu. Bu canavarların ve avcıların çoğu ışık kadar ısı ile de görürdü.
Silas buzdan mezarında mışıl mışıl uyurken rüyasında Thina ile Soğukyuva’nın Çiytepeler seralarında dolaşıyordu. Uyurken yüzünde güzel bir gülümseme vardı.
Thina ile gülüşüp konuşuyordular. Thina o kadar güzeldi ve o kadar sevgi doluydu ki.. Silas’a bakışı ayaklarını yerden kesmeye yetiyordu.
Silas şimdi Thina’yı duyuyor fakat anlayamıyordu. Sesi anlaşılmaz haldeydi. Thina’nın yüzü de git gide asılıyor ve ona karşı öfke ile doluyordu. O güzel ses şimdi şefkat değil öfke ve azar doluydu. Silas biraz daha sese yoğunlaşınca ses anlaşılır bir hal almaya başlamıştı.
“..Silas! Seni ahmak! Orada ne yaptığını sanıyorsun!? Beş gün önce dönmen gerekirdi! Ne işin var Büyükgöl tarafında!? Çabuk uyan ve buraya gel!”
Silas yarı uyur yarı uyanık bir bilinç düzeyindeydi. Thina’nın ona verdiği kalpbağı madalyonunu hatırladı. Bu yeni bir hediye olduğu için ona tam alışamamış ve kullanmayı akıl edememişti. Bu bir büyücünün seçtiği ve sevdiği bir kişi ile çok uzaklarda olsa bile iletişim kurmasına yarıyordu. Sadece görmek ve konuşmaktan çok daha fazlasıydı bu madalyonun simgelediği büyülü bağ. Çok güçlüydü. İki ruh bir bedendeymiş gibi, iki ruh bir ruh olmuş gibi derin bir bağ kurardı bu büyü.
“Orası çok soğuk aşkım. Ne demeye o soğuktasın?” derken Silas’ın kalp atışlarını hızlandırdığını bildiği bir hareketle saçlarını omzundan geriye attı. Adamın kalp atışlarının hızlandığını duyabiliyordu. Kendi kalbi de hızlanmıştı ve Silas’ın da bunu duyduğunu biliyordu. Çapkınca gülümsedi, “Gel buraya.. Hemen.. Hem ziyafeti de kaçıracaksın,” derken birden fazla anlamda söylemişti bunu. Yine hafiften kızarmıştı güzel kadın. Silas onun bunu istemli olarak yapabildiğinden kuşku duyuyordu. Sanki üzerinde çalışılmış, onu daha çekici kıldığını bildiği bir şeydi bu.
İçinde yana ateşe rağmen görevini öncelikler sıralamasında en üste kaydırmayı başardı kolcu.
“Burada bir gurup tagı takipteyim Thina.”
Thina’nın duruşu ve konuşması da değişmişti şimdi.
“Bunu neden daha önce söylemedin!? Hemen oraya yardım gurubuyla yola çıkıyorum. Kaç kişiler?”
 Silas’ın canı sıkılmıştı şimdi. Oyuncağı elinden alınıyordu.
“Sadece yirmi kadar. Küçük, önemsiz bir gurup,” diye denedi.
Thina onun sesini çok iyi tanıyordu. Kalpbağının sihrine ihtiyacı yoktu. Bu adamı çok iyi tanıyordu.
“Aaah, yapma. İyi şeyler paylaşmak içindir. Benim sevdiğim adam bu kadar bencil olamaz,”
Bunu söylerken açıkça gülüyordu.
“Paylaşılacak kadar çok değiller. Gerçekten,” diye gülerek kendisi de şakaya vurdu Silas.
Bir müddet gülüştüler.
“Onlar orada ne arıyor?”
“Senin de dikkatini çekti demek. Yaklaşık bir haftadır izliyorum. Gündüzleri genelde dinleniyor ya da saklanarak gidiyorlar. Geceleri ise hiç durmuyorlar. Yetişmeleri gereken bir yer var gibi.”
“Bir şeyin peşinde oldukları kesin gibi.”
Thina’nın bunu söylemesi Silas’ı umutlandırmıştı. Destek hemen gelmeyecek, bir süre daha kendisi ilk vuruş önceliğine sahip mi olacaktı?
Kadın güldü ona.
“Erkekler. Koca çocuklar,” diye kahkahalarla güldü. Sonra tekrar ciddileşti. “Bunu Fonzar ile hemen şimdi görüşeceğim. Kararı onun vermesi en doğrusu,” diyerek yaşlı rel generalin Soğukyuva kuvvetlerinin haklı komutanı olduğunu hatırlattı.
Fonzar, isabetli kararları ve başarılı, onurlu geçmişi ile büyük bir komutandı. Emekliliğini Soğukyuva’da yaşıyordu. Çok yaşlı olmasına rağmen hala dinç duruşlu, neşeli bir kişiydi. Hala koca orduları yönetecek kabiliyetteydi ama sırasını savıp gençlerin bayrağı daha ilerilere götürmesine izin vermek inancındaydı.
Fonzar adı geçince Silas’ın içi her zaman ferahlardı. İşin en berbat olduğu anlarda bile her şeyin yoluna gireceği inancını yayan birisiydi general.
“Tamam. Sanırım şimdi uyanıp görev başına döneceğim.”
“Bir şey daha Silas..”
Silas merakla bekledi. Bu genelde bir azar geliyor ses tonuydu.
“Şu madalyonu kullan,” diye cidden vurgulayarak konuştu Thina.
“Peki hanfendi,” diye ciddice emri aldı Silas.

Büyükgöl ve kuzeyindeki Küçükorman tag hedefi olmamış bir bölgeydi. Genelde, aslında hep, tag kuvvetleri Çittepeler’den az ötede bir araya gelir ve süratle Tuzmadeni Karakolu’na saldırıya geçerdi. Bu savaşlar çoğu zaman önemsiz Karakol kuşatmaları olurdu. Taglar havlar, ulur, derme çatma kuşatma silahları ile karakolun sağlam ve de kalın duvarlarına vurmaya çalışır, sonra da ya bir intihar saldırısı karşılığında püskürtülür- yok edilir- ya da kendi içlerinde kavgaya tutuşup dağılıp giderlerdi.
Bu sefer durum farklıydı. Dürbün öyle gösteriyordu.
“Tagları çok küçümsemişiz. Bir savaşta yapılabilecek en büyük hata..” diye tatsızca kendine mırıldandı Silas.
Burada yaklaşık bin tag vardı. Orman ve göl bölgesi şu bir iki senedir kürkçüler ve balıkçılar tarafından tamamen terk edilmiş bir haldeydi. Hepsi seralardaki ve Sıcaktarlalar’daki işlerinin başına gitmişti. Uzunkış’tan önceki son beş yılda göldeki balıklar ortalıktan kaybolur, hayvanların çoğu da Kış sonuna dek dönmemek üzere göç ederdi. Bu durum bilinen bir şeydi.
Soğukyuva şehri kaybolan bu gelir kalemlerini kış gelirken satışları çok artan meşhur dayanıklı konservesi ile telafi ederdi. Terk edilmiş bu bölgeye ise devriyeler nadiren uğrardı. Ne de olsa Soğukyuva bile ücra bir yer iken Soğukyuva’nın ücra bir köşesini varın siz düşünün. 
Lakin bu ıssızlık burada büyük bir musibete meydan vermişti. Tag gurupları buraya kadar sessizce ilerleyip ıssız ormanın gölgelerinde saklanmıştı. Ormanda kürklü beyaz kuzgunlardan ve onların yemlendiği fare, böcek takımından başka canlı kalmadığı için varlıkları dikkatli gözlerden bile kaçmıştı.
Hayvanların büyük bölümü tagları sevmez ve onlar yakınlardayken çok huysuz ve rahatsız olurdu; hatta yuvalarını terk edip oradan uzaklaşırdı.
Silas ormanın hemen dışındaydı. Beyaz kürklü pelerini ve beyaz ağırlıklı kuşamı kadar saklanma becerisi sayesinde de yeterli mesafeden tamamen görünmez durumdaydı. Nispeten yüksek bir mevki sayılabilecek bir tümseğin ardından çevreyi izliyordu. Çevresine her ihtimale karşı bir iki tuzak bırakması eski alışkanlıklardandı. Eski alışkanlıkları ile deri ve zincir zırh karışımı donanımının bağlarını ve kayışlarını sıkılaştırıp kontrol etti.  Buharlı arbaletinin mekanizmalarını ve cephane kartuşunu kontrol etti. Bu takibin başından bu yana ilk defa kendine aferin dedi. En azından doğru cephaneyi seçmeyi başarmıştı. Hızlı ve seri atım için uygun olan küçük oklarla yüklü kartuşlar çoğunluktaydı. Bu tagların görülebilen donanımlarının çoğu ilkel ve son derece basitti. En azından zırhların çoğu..
Silas bir yakın dövüş savaşçısından ziyade menzilli bir silahşördü. Yakın dövüşte de çok iyi olmasına karşılık uzun mesafedeki becerisi kesinlikle yıkıcıydı. İyi eğitimli bir menzilli silahşör, uygun silahlara sahipse sayıca kat kat üstün düşmanı bozguna uğratabilirdi. Ve Silas uygun silahlara sahipti.
Yine de bu topluluk başa çıkamayacağı kadar büyüktü. Daha iyi bilgi edinmeye ihtiyacı vardı. Donanımının kontrolünü bitirmişti. Bıçakları, kılıcı, kamaları ve bombaları ile tuzak silahları hep hazırdı.
Pozisyonunu bir kez daha kontrol etti. Çevresi emniyetliydi.
Yoldaş hayvan ruhunu çağıran büyüyü mırıldanırken gözlerini bir an için kapattı ve açtığında Etchiin oradaydı. Çok yükseklerde uçan büyük, siyahlı ve beyazlı bir kartal. Silas gülümsedi. Düşüncelerinde kartala mırıldandı.
“Selam Etchiin.”
Kartal siluetindeki Aradiyar ruhu da kelimeler olmaksızın onu selamladı. Onu görmekten duyduğu memnuniyeti ifade etti.
Silas sözler olmadan bir tek Thina ile böyle anlaşabildiğini düşününce Thina’nın onu için ne değerli bir nimet olduğunu bir kez daha anladı. Ve bir kez daha kendini azarladı. Madalyonu kullanmalıydı!
Etchiin’e olanları anlattı. Gözleri olmasını istedi. Kartal ve Silas neredeyse yüz yıldır beraber savaşıyordu. Pek çok kavgayı ve koca savaşları atlatmıştılar. Kartal ne istendiğinin tam olarak farkındaydı. Sessiz ve dikkat çekmeyen bir keşif.. Güzel kuş onayladı ve yumuşakça av arayan bir kartal edası ile orman ve göl üzerinde süzülmeye başladı. Bu esnada Silas üçüncü bir gözle daha keşif kabiliyetini arttırıyordu. Ormandaki kuzgunlardan görebildiği bir tanesinin görüşünü paylaşıyor ve ona etrafta bir tur atmasının fısıldıyordu. Bu bildiği birkaç büyüden biriydi.
Ormanın kıyı kesimlerinde gizlenen dikkatli tag gurupları vardı. Ama kartal ve kuzgunun gözleri iç kesimlerde çok daha rahat ve çok daha kalabalık tag varlığını gösteriyordu.
Silas hemen kuzgunun üzerindeki büyüyü serbest bıraktı. Bir lanet okudu. Bu basit bit tag saldırısı değildi. En azından on kabilenin sembollerini görmüştü ve gördüğü bir iki kuşatma silahı parçası ise cidden ilkellikten uzaktı. Ormandaki tag sayısı kaba bir hesapla on bini buluyordu. Dahası gölün orman kenarındaki tag yapımı nehir mavnaları akla son derece rahatsız edici ihtimalleri getiriyordu. Birden aklına ‘mağaralar’ diye bir şimşek düştüğünde bu Silas için çok fazlaydı. Eğer Orman’ın altındaki geniş mağara dehlizlerinde daha fazla tag varsa bu felaketti.
Silas hemen boynundaki madalyona doğru hamle etti. Aynı anda Etchiin’in çığlığı havada ve zihninde çınladı. Berrak çığlığın anlamını biliyordu.
“Gelenler var,” diye mırıldandı ve ağaçların arasından koşturarak ona doğru akan gurubu gördü.
“Kabul. Bu büyüklükte bir gurubun büyü kullanımına karşı şamanları olacağını hiç düşünmedim. Kabul. Çok paslanmışım. Ama net biçimde ifade ediyorum; bu, bugün yaptığım son hataydı!” diyerek dizlerine yükseldi. Buharlı arbaletini beceriden ziyade refleksleriyle nişanladı ve gelen ilk guruba doğru yaylım ateşini başlattı. Buhar gücüyle; çeliği delip geçecek korkunç bir kuvvetle itilen oklar, havada vınlayarak sürüler halinde uçuyordu.
Uzun yıllar sonra Silas’ın içindeki iyi şeyler için savaşma ateşi yeniden tutuşmuştu. Tehdit önceki basit tag saldırıları gibi önemsiz değildi ve Silas’ın kaybedecek çok şeyi vardı. Silas’ın Thina’sı vardı. İyilik ve güzelliğe, mücadeleye olan inancı tazelenmişti. Alev alev yanıyordu yeniden.

Kartal ilk gurubun sağ kanadından geriye kalanları parçalarken merkezi tükenmiş gurubun sol kanadından son kalanı da Silas -alnının ortasına çaktığı bir okla- indiriyordu.
Görüşte daha gelen üç gurup vardı. Arkalarında ise on bin tag daha.. Silas’ı savaş ateşi sarmıştı. İçinde destansı ezgiler haykıran bir koro şakıyordu.

“Bu her şeyi açıklıyor.” diye tatsızca mırıldandı Fonzar. Dazlak kafasını sıvazladı. Keçi sakalını kaşıdı. Mavi gözleri çakmak çakmak yanıyordu. Suratı asılmıştı. İçinde yine o hislerinden biri doğmuştu.
“Neyi, Fonzar?” deme cesaretini gösterdi Thina.
General masasındaki büyük haritaya şöyle bir bakış attı ve süratle yürüyerek masasının yanındaki bir sürü mekanizma anahtarından binin çevirdi.
“Bu zımbırtıların yapımına gülmüştüm ama şimdi cidden işe yaramaları çok güzel.”
Thina ona şaşkın gözlerle bakıyordu.
“Aahh, taglar. Alışılmadık biçimde sessizdiler son yıllarda. Yaptıkları akınlar önceden de ciddi değildi ama son beş yıldır neredeyse göstermelik derecede tehdit idi. Sanırım yeni bir numara buldular ve onu uyguluyorlar,” diye konuştu Fonzar.
Thina bir şeyi daha merak ediyordu. Bakışları mekanik kollara gitmişti.
Fonzar güldü.
“Hepsi farklı bölgelerdeki, farklı önem derecesinde düşmanca faaliyeti bildiren haberleşme sinyallerini ilgili karakollara yolluyor. Dahice ve çok süratli bir mekanizma. Son zamanlarda pek yaygın kullanılan bir şey değil ama büyüyü yok sayarsak kesinlikle eşsiz bir buluş.”
Thina şüpheliydi. Her şeyden önce, çok bencilce biçimde, endişeliydi. Silas bu işin içindeydi.
“Çalıştığından emin miyiz Fonzar?” diye sordu.
Fonzar durumu açıklamak için ağzını açtığında kısa, kesik bir düdük sesi duyuldu ve masasının oldukça büyük bir çekmecesinden metalli bir mekanizmanın hızlı çalışma sesleri geldi.. Çekmece bunu takiben kendiliğinden açıldı ve bir parça kağıt ıslak mürekkebi ile orada duruyordu. Fonzar kağıdı hızla okuyup Thina’ya uzattı.
“Çalıştığından eminiz, Thina.”
Thina kağıtta yazanları sesli okudu.
“Tuzmadeni Karakolu’ndan, tam teçhizatlı bir fıçı vagon gurubu, komutamda derhal hareket ediyor. İmza Selm DeThon. Tuzmadeni Karakolu Nöbetçi Subayı.”
Zırhlı savaş vagonları bir mamut büyüklüğündeydi ve elli askeri dörtnala bir at hızında taşıma kabiliyetindeydi. Dört tekerlekli koca fıçılara benzedikleri için fıçı vagon olarak da biliniyordular. Zırhlı ve ağır silahlı olan bu buharlı makineler cidden güvenilir silahlardı.
“Belki de hemen müdahale etmeden bir süre uzaktan izleyebiliriz,” diye önerdi Thina, “neyin peşinde olduklarını tam olarak anlamak için.. Ben Silas’ı izlerim ve gerektiği anda ya da bu gurubun asıl hedefini öğrendiğimizde duruma büyü ile müdahale edebiliriz.”
Fonzar ona iltifat edenlere her defasında bir dahi olmadığını, çevresindeki akıllı fikirlerden çokça faydalandığını bıkmadan usanmadan söyleye gelmiş bir kişiydi. Verdiği kararların çoğu başkalarının yerinde önerilerinden ve ciddi önsezilerinden doğmuştu. Ve bir liderin en güçlü silahlarından biri de buydu; iyi bir şey gördüğünde kaçırma.
Thina ile Silas’ı biliyordu. Thina’nın endişelendiğini ve Silas’a yakın olmayı istediğini de.. Bu büyük bir endişe değildi ama sevenler konu sevdikleri olunca en küçük aksiliği bile gözlerinde büyütmeye meyilliydiler. Fonzar da sevmişti. Gülümsedi. Hem de ne sevmişti. Ah etti.
“Öyle olsun Thina. Ama sağduyuyu elden bırakma. Kalbin gittiği her yer doğru olacak diye bir kural yok ne yazık ki..” diye karmakarışık  bir laf etti yaşlı rel.
Thina tam anlayamamıştı ama kendine bir pay çıkardı.
“Dikkatli olacağım Fonzar,” diye selamlayarak çekildi.
Yaşlı adam yüzünde tebessüm ve aklında anılarla sallanan sandalyesine kuruldu. Elinde şarap maşrapası ile şömine ateşini seyre daldı.

Kavga olmadan Silas’ın bilgi ile uzaklaşması için çok dua etmişti Thina. Ama tanrıların işine akıl ermezdi. Olan biteni kalpbağı madalyonunun sihri ile sürekli izlemekte olan Thina, teleport büyüsü ile Karakol’dan Silas’ın yanına sıçramaya hazırlanıyordu.
Geçit ve sıçrama büyülerinin özellikle birden fazla kişiyi ya da büyük eşyaları taşıyan üst seviye büyüleri artık çok zorluydu. Yan etkileri de vardı. Son büyük savaş esnasında İbis Efendisi sürülürken Ghirion Kapıları arasındaki bağ kopmuştu. Ghirion Kapıları’nın eksikliği bütün geçit ve sıçrama büyülerini çok daha tüketici ve zor hale getirmişti. Kullanılan güce göre büyücülerin birkaç dakikadan birkaç güne kadar büyü yapabilme güçlerini kaybettikleri oluyordu. Bu tamamen rastlantısal biçimde ortaya çıkan ya da çıkmayan yan etki bir büyücü için son derece tehlikeli bir bedeldi.
Söz konusu Silas olunca Thina bunu göze almıştı. Hazırlığını yapmıştı. Gudslund ordularında çarpışmış bir savaş büyücüsü olarak büyü yapma becerisini geçici olarak elinden alan sessizlik büyüleri ile karşılaşmış ve onlara rağmen hayatta kalmayı öğrenmişti.

Fıçı vagon gecenin karanlığında uygun bir mesafeye kadar yaklaşmıştı. Sonra gözcü kulesindeki komutanın büyülü dürbünü, ormanın kıyısında birkaç tag gurubu görünce hemen gizlenme önlemlerine başvurmuştu. Fıçı koca bir çadırla hemen örtülmüş ve vagonun iki büyücüsü çadırı bir kar tepesi gibi görülecek miktarda karla kaplamıştı. Vagon hazırdı ve bekliyordu.

O an geldiğinde Thina hiç tereddüt etmedi.
“Hazır olun! Neyle karşılaştığımızı hepimiz gördük,” Silas’ın gördüklerini Karakolda ve vagonda hazır olan herkesle büyüsünü kullanarak paylaşmıştı. “Vagon yola çıksın. Gurubumla beraber sıçrıyorum. Bir süre direnebiliriz ama çok kalabalıklar. Süratle bizi alıp uzaklaşmamızı sağlamalısınız,” diyerek daha çok Selm ile konuştu büyücü.
Büyücüleri sayesinde Thina ile yüz yüzeymiş gibi konuşabiliyordu Selm. Vagonuna emrini vermişti bile. Tek bir işareti ile, koca vagon az sonra dörtnala bir at hızında karı, buzu yararak ilerliyordu.
“Merak etme Thina. Bu çevreyi avucumun içinden daha iyi bilirim. Size ulaşmamız on dakikayı bulmaz.”
Thina o anda Selm’i duymuyordu. Sıçrama büyüsüne yoğunlaşmış ve tamamen dışarıya kapanmıştı. Yanında on kişi götürüyordu. Geçit büyüsü bu sayı için daha uygun olurdu ama geçit büyüsü daha fazla zaman alan bir büyüydü. Thina’nın acelesi vardı.
Yaptığı seçimler oldukça isabetliydi doğrusu. Soğukyuva’dan yanında getirdiği destek gurubunda dağın en iyi cengaverleri vardı. İşini şansa da bırakamazdı hani.
Sıçrama gerçekleşir gerçekleşmez büyülerini kontrol etti büyücü. Tam beklediğinin aksine üzerine sessizlik etkisi çökmemişti.
“Lya bana gülümsedi,” diyerek en sevdiği tanrıçayı andı. Annesi de şifa ve iyilik dolu ışığın tanrıçası olan Güzel Lya’nın rahibelerinden biriydi.

Kartal, türünün bütün diğer yaratıkları gibi varoluşun katı, maddesel silahlarına aşırı derecede zırhlıydı. Büyülü silahlar, ateş, yıldırım, asit gibi etkiler ise onu yaralıyordu. Yaraları ölümcül boyuta ulaştığında bunun anlamı varoluş düzleminden silinip iyileşene kadar kendi ait olduğu yere sürülmesiydi. Etchiin’e vız geliyordu aldığı kılıç, balta ve ok yaraları. Bunlar derisinde çizikten başka bir şey değildi. Kanat rüzgarları ile vurulanların kemikleri kırılıyor, savrulanlar sersemleyip bayılıyordu. Pençe ve gaga ile tanışanlar ise basitçe ölüyordu. Etchiin de tagları sevmiyordu. Kötü kokuyorsa kötü olduğunu biliyordu.
Silas tümseğin üzerinde yayılmış silahları ve cephane çantalarıyla muharebe pozisyonundaydı. Yerde üç kartuş boş duruyordu. Buharlı arbaletin atışları durmadan havayı vınlatıyordu. Tag savaş naraları iğrenç haykırışlarla esiyordu. Ormanın içinden gelen gürültü her an daha fazla tagın bu buraya aktığını gösteriyordu.
Silas sadece bir an için madalyonunu kullanmayı unuttuğunu düşündü. Kendine küfrederken tek eli ile madalyona uzanıyor bir yandan da buradan nasıl sıvışacağına dair bir iki eski tecrübeyi tartıyordu. Arbaletteki eli ile dürbüne gerek duymadan atışlarında isabet kaydedebiliyordu. Taglar artık ıskalanmayacak kadar yakın ve kalabalıktı.
“Zahmet etme,” diyen Thina’nın sesini duydu Silas. Arkasında Thina ve on kişilik cengaver gurubunu görünce yüzü kocaman gülümsedi. Ama söyleyecek söz bulamadı.
“Bunu sonra uzun uzun konuşacağız,” diyerek madalyonu işaret etti Thina.
Başını koca bir sırıtışla salladı Silas.
“Zevkle.”
“Hiç sanmıyorum beyfendi,” diye cevabı yapıştırdı Thina. Sesi acı vaat ediyordu.
Silas boyun eğdi. Arkasını dönüp hıncını taglardan almaya başladı. Silahına patlayan oklardan birini süratle yerleştirip tetiği çekti. Patlama çevreye kar, ceset parçaları ve kan saçmıştı. İkinci patlayıcı oku da yerleştirip gönderdi Silas. Sonuç aynıydı. Bunu üçüncü izledi. Aynı sonuç..

Silas’ın atışları sağ kanadı biçiyordu. Sol kanatta Thina vardı. Onun tarafında şimdi büyük bir kalabalık vardı. Sağdan kaçanlar merkeze yaklaşıyor ve merkezdekileri sola itiyordu.
Savaş büyücüsünün böyle toplu hedefler uygun çok güzel imha büyüleri vardı. Zalimce gülümserken büyüsünü gönderdi.
Gökten yere parlak, kıpkızıl bir alev sütunu yıldırım gibi indi. Bir anda, koca bir alev patlaması ile, sol kanat olan yer alevler içinde kalıp boğuldu. Yok oldu..
Bunlar olurken on kişilik destek gurubunun yedilisi sürekli koşmuş ve merkezdeki taglar ile arkadaşları arasında bir tampon oluşturmuştu. Taglar bu yediliye bindirip onları ezmeye fazlasıyla hevesliydi.
Gurubun lideri sert ve yaşlı bir cüce olan Barin’di. Yedi kişilik cephe çizgisinin tam ortasındaydı. İlk vuruşu o yaptı. En öndeki taglar ona neden Ateşlibalta dendiğini ancak cehennemde öğrendiler. Daha arkadakiler ise ön safların kızarmış cesetlerini görüp yanık et kokusunu duyduklarında sebebi biliyordu.
Barin, guruba hücum emri vermişti. Kama düzeni ile ileriye atılan gurup önüne geleni indiriyor ve tagları silindir gibi ezip geçiyordu.

Thina, Silas’ın kanadının yeniden yoğunlaşacağını arkadan gelenlerin yönüne bakarak görüyordu. Önleyici bir büyü ile ona yardımcı olması gerektiğini gördü. Büyüsünü hazırladı ve emretti.
Ateşten duvar kalın ve uzundu. Bir çizgi olarak sağ kanadı taa uzak sağa kadar örüyordu. Silas’a ulaşmak için ya yediliden, ya ateşin içinde geçilmesi gerekiyordu. Ya da iki yüz metre ileriden dolanmak.. Her şartta ölüm vardı. Ateşte ölüm. Yediliden ölüm. Duvar boyunca koşarken Silas’ın arbaletinden ölüm..

Kavganın beş dakikası dolduğunda işin rengi değişiyordu. Soğukyuvalılar artan baskıyı hissetmeye vakit bulamıyordu. Silas’ın cephanesi su gibi akıp tükeniyordu. Açıkça böyle bir kavgaya hazır değildi uzun zamandır. Thina kavgaya her geçen an daha fazla şamanın yetiştiğini görüyor ve önceliğini onlara kaydırıyordu. Bu yedilinin işini daha da kalabalıklaştırıyordu.
Barin ve gurubu bu gidişe rağmen açıkça neşeliydi. Silas ve Thina ile geriden destek olan üç büyü kullanıcısını rahatlatıyordu bu durum. Bir Lya rahibesi ve iki cüce savaş rahibinden oluşan büyü kullanıcıları yediliye sürekli şifa ve koruma büyüleri yapıp daha arka safların üzerine hasar büyüleri gönderiyordular.
Thina’nın alan etkili güçlü ateş topları ve tüketici yananhalı büyüleri artık yerini daha tutumlu büyüler olan ayaz mızraklarına bırakıyordu. Bu kavganın sonunu göremiyordu ve büyü gücünün hepsini harcamadan, Selm gelene kadar dayanmaya çalışıyordu.  Bu tek şanslarıydı. Şamanların onun geçit ve sıçrama büyülerini fark edip etmeyeceğini denemişti ve sinsi taglar onu yanıltmamıştı. Bir iki kişilik sıçrama büyülerinin aksine çok kişilik geçit ve sıçrama büyüleri örülmeleri esnasında son derece kırılgandılar. En zayıf bir müdahale bile büyüyü bozmaya yeterliydi. Taglar bir şeyleri bozmayı pek severdi.

İşlerin çirkinleşmeye başlamasına cidden çok az kalmışken yardım yetişti. Mağaralardan yola çıkan kuzeyin yaşlı ve gerçekten sayılı güçlü şamanlarından bir kaçı kavgaya girmek üzereydi.  Fakat Selm’in kavgaya yetişmesinden az önce ve ilk önce Fonzar’ın aciliyetle yolladığı grifonlar geldi..
Soğukyuvalı grifon süvarileriydi bunlar. Sayıları azdı ama adlarına yaraşır biçimde yıldırım sürerek girmiştiler kavgaya.
Savaşçı ve yırtıcı grifonlar çağlar boyu kendilerine yaptıklarından dolayı taglara karşı büyük bir nefret duyuyordu. Bu dağlar çok çok önceden grifon yuvaları ile doluydu. Sonra zamanın gelgitinde şartlar değişmiş ve taglar gelmişti. Taglar grifonların yumurtalarına el uzatmaya başlamış ve uzun zaman çetin bir savaş yaşanmıştı bu dağlarda. Sonrasında civarda pek fazla grifon kalmamıştı. Sağ kalan yaşlılar nesillerini devam ettirmek için başka yerler gitmiş ya da tag gölgesinin düşmediği ücra-kör köşelerde yeni nesillerini büyütmeye başlamıştı. Bu civardaki grifonlar da Dağ’ın dost kalkanı gerisinde yumurtalarını; gelecek nesillerini daha yüz yıldır güvene alabilmişti. Dost grifonlar Dağ’a bunun karşılığında hizmet etmeyi kendileri önermişti. Hatta son elli yıldır eski klanlardan bazıları kuzeye geri dönmeye bile başlamıştı. Tıpkı kadim günlerdeki gibi bir dostluk ve işbirliği vardı bugün yeniden.

Zırhlı grifonların üzerindeki cücelerin, savaş alanına yağdırmaya başladığı yıldırım ve ateş şişelerinin etkisi o denli büyük olmuştu ki, bu dalga taglar açıkça ilk muharebeyi kaybettiklerini ilan ediyordu. Arkalarına bakmadan mağaralara ulaşmak için ormanın içlerine kaçıyordular. Tamamen dağılmış ve bozulmuştular. Onların bu halini gören arka saflardakiler de henüz kavgayı görmemiş olsalar da moral olarak dağılmış ve kaçanlara katılmıştı.
Gurubun önündeki yaralı savaş alanı ormanın başlangıcına kadar derin kraterler ve yangınlarla doluydu. Burada binden fazla tag parçalanmış ya da alevlere bulanmış ölü yatıyordu. Grifonların vurduğu taze tag gurupları sayının büyük bölümünü oluşturuyordu. İşte Selm ve elli askeri zırhlı savaş vagonu ile geldiğinde böyle bir durumla karşılaştılar.

Selm bundan hiçbir şekilde hoşlanmamıştı. Bir savaş kaçırmıştı ve burada olmaması gereken sayıda çok tag vardı. Hangisinin daha kötü olduğuna daha sonra karar verecekti. Şimdilik sadece üzgündü.
“Henüz bitmedi,” diye teselli etti gülümseyen Silas. Küçükorman’ı işaret etti, “İçerideki mağaralarda on bin tag var. En az on kabilenin kalkanını gördüm.. Yanılmayı diliyorum ama tahminimizden de büyük bir saldırı ile karşılaşabiliriz.”
“O halde tahminlerinin de ötesinde bir karşılık görecekler dostum,” diye inançla, tutkuyla konuştu rel. Sonra sakinleşti, “Haydi bir an evvel Karakol’a gidelim de hazırlıkları tamamlayalım. Tahminlerin yarısı bile doğruysa bu savaş çetin geçecek. On kabile on bin tagdan çok daha fazlasını eder. En azından otuz bin tag demektir bu,” diye tatsız, karanlık bir tonda konuştu. Bundan daha kötüsü olduğuna dair bir his vardı Selm’in içinde. Yıllanmış savaşçılar hislerinde pek yanılmazdı. Belayı koklardı onlar.

Herkes süratle zırhlı fıçı vagona doluştu. Çelik kapıyı kapatıp süratle yola koyuldular. Önlerinde hazırlanacak zorlu bir kavga vardı.

***





"Hayat yaşandığı kadar vardır. Gerisi ya hafızalardaki hatıra ya hayallerdeki ümittir. Hüsranı ise birtek yerde kabul ediyorum. Yaşamak varken yaşayamamış olmakta."

Uzun Yol - Susayanın Uyanışı (https://rapidshare.com/files/2985198102/Susayanin_Uyanisi.pdf)