Kayıt Ol

Son Nokta

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Son Nokta
« : 20 Şubat 2013, 15:43:53 »


Son Nokta'ya hoş geldiniz. Ya da daha bilinen adıyla hikaye tamamlama... Çok basit ama eğlenceli bir mini-etkinlik bu. Bir ara bloglar ve edebiyat sitelerinde çok popülerdi. Hâlâ yapılıyor mu bilmiyorum ama bir tanesini burada hortlatma niyetindeyim.

Katılmak da çok kolay. Tek yapmanız gereken o hafta / ay / yüzyıl (!) için verilen kısa bir paragraftan yola çıkarak o hikâyeye bir son yazmak. Tamamen sizde uyandırdığı hislere, duygulara ve hayal gücüne göre hareket etmekte serbestsiniz. Tür seçimi de serbest... Bilimkurgu, polisiye, dram, macera, fantastik... (Parlayan vampirlerin kalbine itinayla kazı çakılacaktır). Tek şartı şu: ne çok uzun ne de çok kısa olacak. Bu bir "Kıpkısa hikâyeler" köşesi değil, ama aynı zamanda bir Kurgu İskelesi ya da Düşler Limanı da değil.

Örnek olması açısından geçen yıllarda katıldığım bir etkinlikteki paragrafı, sonra da benim "son noktamı" burada paylaşacağım. Herkesten ne kadar farklı şeyler çıktığını görmek, inanın şaşırtıcı olacak. Hazırsanız kalemlerinizi hazırlayın. İşte ilk paragraf:

"Aceleyle arabanın kapısını açıp, hiç beklemeden motoru çalıştırdı. Zor bir gündü, yorgunluğunu bir an olsun azaltacağını düşündüğü şarkıyı dinlemek için teybe eski bir kaset koydu. Önünde uzanan ıssız yolda hafifçe çalan müziği dinlerken camı araladı, artık köprüye yaklaşmıştı. Yan koltukta duran..."
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #1 : 20 Şubat 2013, 15:49:50 »
Aceleyle arabanın kapısını açıp, hiç beklemeden motoru çalıştırdı. Zor bir gündü, yorgunluğunu bir an olsun azaltacağını düşündüğü şarkıyı dinlemek için teybe eski bir kaset koydu. Önünde uzanan ıssız yolda hafifçe çalan müziği dinlerken camı araladı, artık köprüye yaklaşmıştı. Yan koltukta duran silahı alıp, camdan dışarıya, akan sulara fırlattı. Her şeyin bittiğini düşündüğü o anda teypten yükselen şarkı birdenbire, cızırdayarak susuverdi. Ardından bir sessizlik...

"Bu kadar kolay kurtulacağını ummuyordun, değil mi?" diyen bir ses duyuldu teypten. O'nun sesiydi bu! Bu hırıltılı ve genizden gelen tonu başkasıyla karıştırması mümkün değildi. Bu sesi duyduğu güne lanet okudu. "Şu anda eminim bana lanet okuyorsundur." diyerek keyifle devam etti sesin sahibi konuşmaya. "Emirlerimi yerine getirdiğini biliyorum. Çünkü seni tahmin ettiğinden de iyi tanıyorum. Oraya gittin ve adamımızı soğukkanlılıkla öldürdün. Silahtan kurtuldun ve günahlarınla baş başa kalmamak için o eski kaseti teybe taktın. Tıpkı bundan önce benim için işlediğin onlarca cinayetten sonra her zaman yaptığın gibi…”

Adam sert bir fren yaptı ve duyduklarına inanamaz bir biçimde teybe bakakaldı. “Seni tanıdığımı söylemiştim.” diye devam etti teypteki ses, büyük bir hazla. “Emrimdeki tüm adamları iyi tanırım. Özellikle de kirli işlerimi yapanları… Sana körü körüne güveneceğimi düşünmüyordun, değil mi? Her neyse… Bu sabah ayrılmak istiyorum martavalıyla odama girdiğinde kendi biletini kendin kesmiş oldun zaten. Kimse benden ayrılamaz, hiç kimse!”

Arkasından gelen klakson sesi adama yolun ortasında durmuş olduğunu hatırlattı. Okkalı bir küfür savurup arabasını kenara çekti. Bu esnada teypteki hırıltılı ses konuşmasına devam ediyordu. “Biliyorum, bu son işi hallettikten sonra gidebileceğini, serbest kalacağını söylemiştim. Gerçekten de gitmek istediğin her yere gitmekte serbestsin. Ama şunu bilmeni istedim. Şu anda sevgili çalışma arkadaşların az önce terk ettiğin ofisi senin parmak izlerinle doldurmakla meşgul. Ayrıca daha önce işlediğin cinayetlerle ilişkilendirilmeni sağlayacak ufak detayları da en mankafa polisin bile görebileceği yerlere yerleştirdiklerini bilmem söylememe gerek var mı? Sakın aklını bütün suçları benim adıma işlediğini itiraf edip bu işten yakanı sıyırabileceğin gibi aptalca fikirlerle doldurma. Benimle resmi hiçbir bağlantın yok, hiçbir şeyi ispat edemezsin. Hem etsen bile en nihayetinde polis de benim için çalışıyor. Sonuçta ben saygın bir iş adamıyım.”

Ses keyifle kahkaha attı. Kahkahası bile hırıltı halinde çıkıyordu. “Bu sabah sana söylediğim gibi… Sen teşkilatı terk edemezsin evlat, teşkilat seni terk eder. Elveda…”

Bu son sözle birlikte teypten garip gıcırtılar ve sesler yükselmeye başladı. Ardından da hafif bir duman eşliğinde kasetin bantları dışarı fırlayıverdi. Kendini imha etmişti. Böylelikle adamın elindeki tek delil de yok olmuş oluyordu. Aynı anda uzaktan gelen siren sesleri çalındı kulağına. Hem gittiği yönden hem de geldiği yönden kendisine yaklaşan ekip otolarını gördü. Eski patronu, polisin kendisi için çalıştığını söylerken şaka etmiyordu anlaşılan. Eli hayatına son verdirme düşüncesiyle silahını aradı ama sonra onu az önce akan sulara fırlattığını hatırlayarak küfür etti. Acı acı gülümsedi. Her şey bitmişti, hiç ummadığı bir biçimde…
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #2 : 05 Nisan 2013, 12:31:42 »
Aceleyle arabanın kapısını açıp, hiç beklemeden motoru çalıştırdı. Zor bir gündü, yorgunluğunu bir an olsun azaltacağını düşündüğü şarkıyı dinlemek için teybe eski bir kaset koydu. Önünde uzanan ıssız yolda hafifçe çalan müziği dinlerken camı araladı, artık köprüye yaklaşmıştı. Yan koltukta duran küçük kırmızı parıltı ancak o zaman dikkatini çekmişti. Bu az evvel camın kapalı olduğunu unutarak dışarı salladığı sigara izmaritiydi. Daha doğrusu onun sebep olduğu küçük çaplı yangın.

Yangın küçük çaplı olabilirdi fakat Burcu'nun telaşlanması için yeterli bir sebepti. Zaten onun huyu böyleydi. Bir keresinde evine karınca dadanmıştı. Sanki filler basmış gibi tam iki hafta boyunca şikayet edip durmuştu. En sonunda iş arkadaşlarından bir tanesi sadece o sussun diye evine gidip karıncaların yuvasının yanına limon koymuştu. Karıncalardan kurtulmuştu kurtulmasına da o günden sonra evin küflü limon kokması en büyük problemi haline gelmişti. Limonu koyan arkadaşına söylenip duruyordu. Limonu atmak da istemiyordu. Çünkü karıncaların geri gelmesinden korkuyordu.

Küflü limon kokusundansa taze limonu tercih etmesini söyledi bir başka arkadaşı. Bu fikir aklına yatmıştı. Her gün bir başka limon bırakmaya başladı yuvanın yanına. Bir hafta sonra kabaca bir hesap yapıp hergün alınan bir yeni limonun ekonomik olarak kendisini çok yoracağından şikayet etmeye başladı. Bir başka arkadaşı sigaranın daha zararlı olduğundan onu bırakırsa limondan şikayet etmesine gerek kalmayacağından söz edince bu fikri de tuttu. Sigarayı bıraktı.

Sigarayı bırakmak maddi olarak onu rahatlattı mı, kimse fark etmedi. Herkesin fark ettiği şey Burcu'nun artık her şeyden daha fazla şikayet ettiğiydi. Artık tek bir şeye bağlanıp kalmıyordu da. Dakikada altı farklı konuda şikayet ederek kendi rekorlarını alt üst ediyordu. Tabi ki bu istatistikleri arkadaşları tutuyorlardı. Hatta Burcu'nun şikayetleri üzerine bir bahis oyunu çıkmıştı şirkette. herkes bir rakam söyleyip para yatırıyor ve gün sonunda en yakın sayıyı tutturan büyük ödülün sahibi oluyordu.

Başlarda herkes için basit bir eğlenceyken büyük bir çılgınlığa dönüşmüştü bu bahis işi. insanlar maaşlarını ortaya koymaya başlamıştı. Tabi ki çok yüksek sayılar söyleyenler o gün Burcu'nun daha fazla şikayet etmesi için yapmadıklarını bırakmıyorlardı. Burcu'nun şirketteki hayatı artık kabusa dönmüştü. Şikayet etmekten hiçbir işi yetiştiremiyordu fakat yine de işten kovulmuyordu çünkü genel müdürü de bu bahis olayına feci halde kendini kaptırmış durumdaydı. Şirketteki insanlar için artık o bir insan değildi. Bir yarış atı, bir dövüşçü köpek, her gün televizyonlarda izledikleri yarışmaların canlı hallerinden biriydi sadece.

O gün bu insafsız oyunun bir parçası olduğunu öğrendiği gündü. Ona acımış olan arkadaşlarından birisi, ki aslında acımamıştı sadece bir çılgınlık yapıp hiç şikayet etmeyeceğine oynamıştı, ona bütün her şeyi açıklamıştı. Burcu da bütün gün hiçbir şey söylemeden usulca istifasını verip çıkıp gitmişti. Arkadaşı işinden kovulmuştu ama önemli değildi Zaten kendi işini kurabilecek kadar zengin olmuştu.

İşten çıkınca yaptığı ilk iş bir paket sigara almak olmuştu. Paketten seçtiği ilk kurban yan taraftaki koltuğu tutuşturmakla meşgulken, o da frenle gazın yerini karıştırmış köprünün bariyerlerine doğru hızla yol alıyordu. Bariyerleri aşan tekerlekler zeminden kurtulunca çırpınmayı bıraktı. Sessizce teslim oldu boşluğa. Kendi kendine karıncaları düşünüyordu. Limonun fiyatını... ve sigarayı... "Burcu!" dedi kendine, "senin aslında en büyük problemin başkalarının düşüncelerine çok fazla önem vermen..."
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı Gülbüyüsü

  • **
  • 84
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #3 : 09 Nisan 2013, 01:06:32 »
         Aceleyle arabanın kapısını açıp, hiç beklemeden motoru çalıştırdı. Zor bir gündü, yorgunluğunu bir an olsun azaltacağını düşündüğü şarkıyı dinlemek için teybe eski bir kaset koydu. Önünde uzanan ıssız yolda hafifçe çalan müziği dinlerken camı araladı, artık köprüye yaklaşmıştı. Yan koltukta duran hediyeye kaydı gözleri. Kızı onu bekliyor olmalıydı. Karısı ve kızı bir haftadır karısının annesinde kalıyorlardı. Ev şehir dışında, kafa dinlemeye birebir küçük bir çiftlik eviydi. Bu hafta sonunu orada geçirecek, pazar akşamı eve döneceklerdi. Kendine zaman ayırmalayı ne kadar olmuştu? Hatırlamakta güçlük çekeceği kadar çok! Karısıyla ilişkileride bu yüzden geriliyordu. Ailesine ayırdığı zaman gittikçe azalıyor ama para hırsı doymak bilmiyordu. Nihayet iki gününüde ailesiyle geçirmenin zamanının geldiğini anlayıp onları bizzat almaya gitmeye karar vermişti.

         Araba köprüden sonra belirgin şekilde bozulan tozlu yolda ilerlerken hala yarım kalan işlerini düşünüyordu aslında. Manzara gri çelikten, yeşil ve kahverengiye ne zaman dönmüştü hatırlamaya çalıştı. Uzun zamandır iş toplantıları dışında şehir dışına buna benzer küçük bir kaçamak yapmamıştı. Biraz çiftlik havası zihnine iyi gelirdi belki. Bu hafta yoğun bir tepmosu olmadığı için şanslıydı. Her dava onun için yeni bir gelir kapısıydı. Kızına bırakacağı iyi bir gelecek demekti. Müvekkilin haklılığı değil, parası önemliydi. Önceleri körü körüne savunduğu haklılık ona pek para kazandırmayınca yönünü çevirmeye karar vermişti. Para güç, güç güven demekti; kızı ve kendisi güvendeydiler. Kızı oyuncağını gördüğünde ona sarılacak ve oda görevini yapmış bir babanın iç huzuruna kavuçacaktı. Karısınada bir hediye almıştı. Onunki cebindeydi. bir süredir ilişkileri mesafeli ve soğuktu ama belki artık bir şeyleri düzeltebilirlerdi. Ona aldığı yüzüğü gördüğünde buzların eriyeceğini düşünüyordu. İki gündür pek görüşmemişler, sadece kızıyla konuşabilmişti. Bu sürpsiz onları kesin çok şaşırtacaktı.

          Çİftliğe yaklaşık on beş dakika sonra varacaktı. Teyipte çalan şarkı onu yıllar öncesine götürmüştü. Daha mesleğe yeni başladığı senelere. Paralarının az olduğu, mutlu olmak için hayallerinin büyüklüğüne güvendikleri senelere. Karısıyla büyük bir aşkla evlenmişler ama şimdi iki yabancı olmulardı. Oysa para çoğaldıkça mutlulukta artmalı değil miydi? Yaşam standartları yükseldikçe, evleri büyüdükçe ailesindeki sıcaklık azalmış, evin içindeki mesafeler artmıştı. Büyük bir ev rahatlık değil uzaklık getirmişti evliliklerine. Şarkı çalmaya devam ederken yolun iki tarafında uzayıp giden bahçelere  baktı. Ağaçlardaki meyveler gözüne hiç olmadığı kadar lezzetli ve çekici göründü. Sonra geçen yıllarını düşündü ve duvarların arasında arcadığı fazladan zamana acıdı. Yeterince parası vardı ama evliliği neredeyse yıkılmak üzereydi. Birden çalan cep telefonuyla düşüncelerinden sıyrıldı. Cebinden çıkardığı telefonu gayri ihtiyari ekrana bakmadan açıverdi.

'Hastanedeyiz, Selin intihar etti. Yoğun bakımda. Kız kardeşim ölüyor Nihat! Karın senin yüzünden ölüyor!
         
          Bir an dünya durdu. Konuşmak istedi ama kelimeler dudaklarından uçup gitmişler gibi sessiz kaldı. Karşı taraf bir şeyler daha söyleyip telefonu kapattı. Bir kaç dakika daha sürdü arabayı şuğursuzca. Selin! Ölüyor muydu? Elini cebine attı, yüzük kutusuna dokundu ve arabayı hastaneye gitmek için ilk uygun yerden çevirirken hüngür hüngür ağlamaya başladı. O hastaneye varacaktı ama Selin hayatta olacak mıydı? Boşa giden yılları bu ölümle mühürleyip gitmeden ona yetişebilecek miydi? Arabayı sürdü ağladı, ağladı sürdü...
Kim olduğunu unutursan, olmaman gereken kişiye dönüşürsün.

Çevrimdışı

  • ***
  • 581
  • Rom: 47
  • Hayvan Yemeyelim!
    • Profili Görüntüle
    • http://bulentozgun.blogspot.com/
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #4 : 25 Nisan 2013, 17:12:51 »
Aceleyle arabanın kapısını açıp, hiç beklemeden motoru çalıştırdı. Zor bir gündü, yorgunluğunu bir an olsun azaltacağını düşündüğü şarkıyı dinlemek için teybe eski bir kaset koydu. Önünde uzanan ıssız yolda hafifçe çalan müziği dinlerken camı araladı, artık köprüye yaklaşmıştı. Yan koltukta duran dosyaları arka koltuğa bıraktı. Köprüde durdu. Bekledi. Kapı açıldı, kız bindi.
- İyi akşamlar.
- İyi akşamlar.
- Baya dakiksin ha, 10'da dedin, bir saniye bile gecikmedin.

Kadın sohbeti sürdürmeye yeltendiyse de adamın sessizliği hevesini kursağında bırakmıştı. Hem böylesi daha iyiydi. Adamın çok konuşanı çekilmiyordu. Arabaya şöyle bir göz gezdirip çantasından sigarasını çıkardı.
- Mahsuru var mı?
- Ne? Ha... Sorun değil.
- Olur ya, bazıları kıl oluyor, içtirmiyor sigara arabasında, bi keresinde bir doktorla çıkmıştım işe, demediğini bırakmadı bir çöp sigara yaktım diye.
- Sorun değil.

Adam sadece sigara için değil sanki hayata dair her şey için söylemişti cümleyi. Derin bir kabullenmişliğin tınısı vardı sesinde. Kadın bir yandan sigarasını içiyor bir yandan da arabayı incelemeye devam ediyordu. Adamın suskunluğu ve camın ardındaki manzaranın belirsizliği, kadının ilgisini arabanın içine yöneltmişti. Arka koltuktaki dosyalara takıldı gözü, hepsinin üzerinde karmaşık şeyler yazıyordu, okuyabiliyordu ama anlamıyordu. Sadece bir tek sözcük dikkatini çekmişti, dosyaların her birinin üzerine yanlamasına, kabartmalı harflerle basılmış tek bir sözcük: CERN.
- Ne iş yapıyorsun canım, mühendis falan mısın?
- Hayır, üniversitede hocayım.

Yine aynı soğuk ses tonu. Adam sanki zihnini tek bir şeye odaklamış gibi kısa cümleler kuruyor, etrafındaki her şeyden soyutlanmış bir biçimde arabasını sürüyordu. Arada bir, bacaklarının arasından aldığı viski şişesinden büyük yudumlar alıyor, her yudumda, yüzünü acı bir ifade bürüyordu. Alışkın olmadığı belliydi.
Araba büyük ve yeni bir evin önünde durdu. Adam, elinde viski şişesiyle arabadan indi, şişe yarıya inmiş olmasına rağmen yürürken yalpalamıyordu. Önünde eve doğru giden bir çizgi varmışçasına kararlı adımlarla yürüyordu. Kadın bir süre ne yapacağını bilemeden bekledi, sonra adamın ardından koşmaya başladı. Adam evin kapısını anahtarla açtığı sırada kadın ona yetişmişti. İçeri girdiler. Adam dosdoğru yatak odasına girdi. Kadın da onu takip etti.
- Bu ne acele kocacım, biraz bir şeyler içseydik, sen yükünü tutmuşsun gerçi. Ben de serinleyim biraz.
- Şurda bir sürü var. Seç içinden.
- Ay sağol.

Kadın içkilerin bulunduğu sehpadan bir viski seçti, büyük bir bardağa, dibini kaplayacak kadar doldurup, tek seferde içti. Adam soyunmaya başlamıştı. Yüzü ve saçları yaşının 50-55 olduğunu söylese de vücudu bu söylenenlere aldırış etmiyordu. Adam tamamıyla çıplak bir şekilde kadının yanına geldi, elindeki bardağı aldı ve onu soymaya başladı.
- Zamanımız yok, hemen başlayalım.
- Tüm gece bizim sanıyordum kocacım. Acelen ne?
- Hiç bir şey sandığımız gibi değil.

Kadın adamın bu garip ifadesine anlam veremedi ama cümlenin altını eşip bu yağlı müşteriyi kaçırmak istemiyordu. Adama uydu. İki dakika sonra yataktaydılar. Adam müthiş bir hız ve sapmaz bir ivmeyle kullanıyordu bedenini. Kadının tepkileri umrunda değildi ama kaba da değildi. Hem her şeyin mükemmel olmasını hem de hızlı olmasını istiyordu. Adam zirveye doğru yaklaşırken yüzüne memnun bir gülümseme yayıldı. Her şey istediği gibi gidiyordu. İstediği gibi ve istediği anda. Son bir coşkuyla ileri atıldı ve...
Patladı. Adam. Şehir. Ülke. Kıta. Dünya. Evren. Patladı. Evrenin varlığı kadar büyük bir enerji açığa çıktı ve evren genleşti. Sonra daraldı. Daraldı. Daraldı ve içine çöktü. Sonsuz yoğunlukta bir noktaya dönüştü.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #5 : 30 Nisan 2013, 12:20:21 »
Spoiler: Göster
İştirak eden herkese teşekkürler :) Aynı paragrafı okumamıza rağmen hepimizin aklında tamamen farklı bir hikaye canlanması gerçekten de ilginç bir deneyim oluyor.


Yeni Paragraf

Basamakları hızla inerken burnundan soluyordu. Kolunun altında tuttuğu paketi düşürmemek için kavrayışını sıkılaştırdı ve boşta kalan eliyle gözlerinin önüne düşen saç tellerini geriye attı. Öfke, hayal kırıklığı ve bir parça da hüzün okunuyordu o gözlerde. Son basamağı da aşıp kendisini ön kapıdan dışarı attı. Tam o esnada arkasından biri seslendi.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #6 : 30 Nisan 2013, 16:23:51 »
Basamakları hızla inerken burnundan soluyordu. Kolunun altında tuttuğu paketi düşürmemek için kavrayışını sıkılaştırdı ve boşta kalan eliyle gözlerinin önüne düşen saç tellerini geriye attı. Öfke, hayal kırıklığı ve bir parça da hüzün okunuyordu o gözlerde. Son basamağı da aşıp kendisini ön kapıdan dışarı attı. Tam o esnada arkasından biri seslendi.

'Gitme!'

Umursamadı. Bir saniye bile durup mantıklı bir şekilde düşünürse, bir saniye bile tereddüt ederse amacına ulaşamayacağını biliyordu. Kolunun altındaki paketi sırtındaki çantaya attı ve sıkıca ağzını kapattı. Dış kapıya dayalı duran katanasını ellerine özlemle aldı ve kendisini yüzüne vuran soğuğa aldırmadan dışarı attı. İçine işleyen serin hava ile birlikte tüm duyguları dinginleşmişti. Gözlerini kıstı ve saniyeler içinde solunda duran ahşap binaların tepesinde kendisine doğru işaret eden adamları gördü.

'Öldürün şu piçi!'

Umursamadı. Bir saniye bile duraklarsa amacına ulaşmadan öleceğini biliyordu. Katanasını kınından çıkardı ve değerli kını yere attı. Bir daha ihtiyacı olmayacaktı. Derin bir nefes aldı ve hızla koşmaya başladı. Soğuk havada aldığı nefesler havaya geniş sis bulutları yayarken bir ok gibi fırladı. Arkasından bağıran askerler onu işaret edip küfürler savuruyordu.

Sağına ve soluna oklar saplandı ama bu noktada biraz şansına ve hızına güvenmesi gerekiyordu. Birkaç adım daha atabilirse zaten atış mesafesinden çıkacaktı. Şehrin surları geniş bir kapının etrafında sonsuz bir yapı gibi uzanıyordu. Sokaklardan ondan başka hiçkimse yoktu. Kapının önündeki nöbetçiye baktı. Akşamdan kalma olmalıydı. Soğuktan burnu kızarmıştı ve hareketleri oldukça yavaştı. Önce kendisine doğru hızla koşan adamı gördü, sonra beceriksiz bir hareketle kılıcına uzanmaya çalıştı ama çok geç kalmıştı.

Koşmasını bir saniye bile yavaşlatmadan elindeki katanayı düzgün bir hareketle nöbetçiye doğru fırlattı. Bağırmak için ağzını açtıysa da boğazına saplanan kılıca şaşkınlıkla bakan nöbetçi yerinden kıpırdayamadı bile. Kınından çıkarmaya çalıştığı kılcının üzerindeki eli giderek hissizleşirken gözleri kararmaya başladı.

Kaybettiği kan yüzünden yere çöken rakibinin dizinin üzerine bastı hızla koşan adam ve ikinci ayağını omzuna atarken sol eli ile eğilip katansını kavradı. Keskin kılıcı rahatça rakibinden kurtarırken hızını kesmeden duvarda kapıyı kapalı tutan kola uzandı ve tüm gücüyle asıldı. Büyük bir gürültüyle paslanmış demirler itiraz ederken kapı aralandı ve gecenin karanlığına karıştı Trey. Ağzından tek bir fısıltı döküldü, arkasında meşaleler ve gürültülerle aydınlanan bir şehir bırakırken.

'Bir.'

---

Ertesi günün akşamında Trey, yeşil otlarla kaplanmış tepesinde kocaman bir ağacın bulunduğu ufak bir tepeciğe geldiğinde ilk defa adımlarını yavaşlattı. O kadar uzun zamandır koşuyordu ki ayakları bu tempoya ayak uyduramadı ve dizleri üzerine çöktü adam. Gözlerinin önüne düşen siyah saçları kızıla boyanmıştı ve uçlarından kan akıyordu. Ayağa kalkmaya çalıştı ama vücudu artık onun emirlerini dinlemiyor gibiydi. İnatla başını salladı. Çok yaklaşmıştı. Ayağa kalkamıyorsa emekleyecekti. Öyle de yaptı.

Tepedeki büyük ağacın altında tedirgince kendine doğru gelen adamı bekleyen bir asker vardı. Yayını gerdi ve emekleyen adama doğrulttu.

'Yaklaşma!' dedi sertçe bağırarak ama sesi istediği kadar sert çıkmamıştı. Nasıl olup da feth edilmiş ve yağmalanmış bir ülkenin geleneksel savaş kıyafetlerini taşıyan bir adamın ileri  garnizonların bu kadar gerisine geldiğini hayal bile edemiyordu.

Adam yaklaştıkça zırhının her yerinden kan aktığını gördü okçu ve yayını saldı. Bu adam ayakta bile duramıyordu.

Trey enerjisinin sonuna geldiğini biliyordu ama bir an bile tereddüt ederse bütün çabasının boşa gideceğini hissediyordu. Yayını indiren askere iyice yaklaşmıştı. Etrafına göz gezdirdi ve başka asker göremeyince kanla kaplanmış yüzünde bir gülümseme oluştu. İşini şansa bırakmak istemiyordu. Başını havaya kaldırıp rügarı hissetti. Soldan hafif bir meltem esiyordu. Dizlerinin üzerinde doğrudu ve elindeki katanayı vücudunda kalan son enrji ile adama doğru fırlattı.

Şaşkınlık içinde göğsünün tam ortasına saplanan keskin kılıca bakan adam gözleri kararmadan önce son bir fısıltı işitti.

'Dört yüz elli üç.'

Sürünerek kalan yolu kat etti Trey ve tam ağacın dibindeki mezar taşına hüzünle baktı. Sırt çantasına uzandı ve sıkı sıkıya bağladığı düğümleri bu kadar sıkı bağlamamış olmayı diledi acı içinde onları açmaya çalışırken. Paketi çıkardı ve hüzünle baktı. Her yanı ezilmişti. Omuz silkti. Elinden bu kadarı gelmişti. Paketin ipini yırtarcasına açtı. Ezilmiş ve çiçeklerinin çoğu kopup düşmüş papatya demetine hayal kırıklığı ile baktı. Omzundan koluna ve oradan da eline kadar akan kan nehirleri çiçek demetini ıslatırken onu, üzerinde 'Evelyn' yazan mezar taşına bıraktı.

Yüzünde bir gülümseme ile gökyüzüne baktı ve hafif meltem yüzünü okşarken son nefesini verdi.
---Son---

Spoiler: Göster
ve böylece aylık öykü seçkisinde ne kadar yeteneksizsem burada da o kadar beceriksiz olduğumu da kanıtlamış oldum. :)






 

Çevrimdışı Fiddler

  • ***
  • 565
  • Rom: 32
  • Bazen Herkes Duysun Diye..
    • Profili Görüntüle
    • A. Orçun CAN
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #7 : 30 Nisan 2013, 21:16:08 »
Not: Öyle olmasını beklemiyordum; ama azıcık ayıplı olabilir. Haberiniz olsun.

Basamakları hızla inerken burnundan soluyordu. Kolunun altında tuttuğu paketi düşürmemek için kavrayışını sıkılaştırdı ve boşta kalan eliyle gözlerinin önüne düşen saç tellerini geriye attı. Öfke, hayal kırıklığı ve bir parça da hüzün okunuyordu o gözlerde. Son basamağı da aşıp kendisini ön kapıdan dışarı attı. Tam o esnada arkasından biri seslendi.

"O pantolonla mı çıkıyorsun?"

Oflayarak arkasını döndü. "Ne varmış pantolonumda?" diye sordu sıkıntıyla. Sözcükler ağzından çıktığı gibi de sormamış olmayı diledi.

"Popon on dokuz yaşında tatlım. Ona yetmiş yaşında bir emekli öğretmen gibi davranamazsın. Hayır. İzin vermem. Buradan ta Avusturalya'ya kadar herkesin konuşması gereken bir güzelliğin var; ama ne yazık ki konuşturacak şeyleri giymeyi öğretemedim. Kabul ediyorum, bir anne olarak başarısız oldum."

"Alt tarafı bir kot anne."

"Bir kot hiçbir zaman sadece bir kot değildir. Adı-neydi sonsuza kadar seni böyle hatırlayacak."

"Kerem. Ne olur bu sefer aklında tutmaya çalış! Zaten kendimi kötü hissediyorum."

"Kemal olsun, Kenan olsun. İsterse Toraman olsun, ne fark eder? Kötü hissedecek bir şey yok. Ona hayatının şansını veriyorsun. Bu kovuğun bir parçası olacak..."

"Aile anne. Aile'nin bir parçası."

Annesi diliyle tükürüklü bir ses çıkartarak elini salladı. "E, ne aldın ona? Pelerin almışsındır umarım. Her erkeğin bir pelerine ihtiyacı vardır."

Koltuğunun altına sıkıştırdığı pakedi unutmuştu kız. "Pelerin için birkaç yüzyıl geciktik anne. Hatta ben hiç pelerin gördüğümü sanmıyorum."

"Saçmalama! Baban hep pelerin giyerdi. Ah, muhteşem bir yeşil pelerini vardı. Petrol yeşili, kadife. Görmüş olmalısın."

"Bilmiyorum. Hatırlamıyorum." Saatine baktı. Gecikiyordu. "Çıkmam lazım artık," dedi.

"Ne aldığını söylemeyecek misin? Pelerin değilse ne? Ne olur ona da kot aldığını söyleme. Bu yaşımdan sonra kahrımdan değil kanserden ölmek istiyorum. Hoş, ikisinin de beni öldürebileceğini sanmıyorum ya..."

"Güneş gözlüğü anne. Çok beğendiği bir gözlük vardı. Hem ilk zamanlar çok ihtiyacı olacak. Hiç değilse o kadar yardım edebileyim."

"Pekala, git o zaman. Yalnız, sabah olmadan dönün lütfen. Uyumadan önce onu görmek istiyorum. Hatta baygın değilse sevişebilirim bile!" Kızının tepkisini ölçmek için uzun süre baktı; ama kızın sıkkın yüz ifadesinde bir değişiklik olmamıştı.

"Gidebilir miyim artık?" diye sordu kız sabırsızca.

Annesi kafasını salladı ve eliyle kışkışladı. Kız arkasını dönmüş bahçe taşları üzerinde yürürken arkasından seslendi.

"Ben senin yerinde olsam aşağıdan ısırırdım. Çocukcağız zaten hayatının şokunu yaşayacak, hiç değilse hayatın doruğundayken yaşasın!" Kahkaha attı.

"Hayır," dedi kızı kafasını çevirmeden fısıltılı bir sesle. "Her zamanki gibi boyundan olacak."


Spoiler: Göster

Öylesine yazayım diyordum; ama yazarken hoşuma da gitmedi değil. Acaba ben de mi vampirli bir şeyler karalasam?
Saatleri Ayarlama Enstitüsü okuyalım..

Çevrimdışı beerold

  • **
  • 173
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #8 : 30 Nisan 2013, 23:15:14 »
Basamakları hızla inerken burnundan soluyordu. Kolunun altında tuttuğu paketi düşürmemek için kavrayışını sıkılaştırdı ve boşta kalan eliyle gözlerinin önüne düşen saç tellerini geriye attı. Öfke, hayal kırıklığı ve bir parça da hüzün okunuyordu o gözlerde. Son basamağı da aşıp kendisini ön kapıdan dışarı attı. Tam o esnada arkasından biri seslendi.

Eskiden duygularını okşayan, son zamanlarda ise hayallerine ket vuran sözcüklere bürünmüş bir sesti bu. Göğsüne yüklenmiş vahşi bir canlının kükremesi gibi ürkütücü, onur kırıcı ve sarsıcıydı. Arkasına dönüp bakmadı bile. Bunu yaparsa yoluna devam edemeyeceğinden, onun da gelmeyeceği gibi kendisini de vazgeçip geri döndüreceğinden emindi. Yutkundu ve kararlı adımlarla yoluna devam etti.

Terk edilmiş bir mahallenin yorgun argın evlerinden birisinde yaşıyordu. Birçoğu yıkılmış, sağlam kalanlarının ise camının, penceresinin dökülmüş olduğu; gri, sessiz, nefessiz yapıların arasında ilerledi. Bir müddet sonra hislerine yenik düşmeye başladığını fark ederek koşmaya bile başladı. Hemen hemen her köşesinde iç burkan bir anının gizlendiği, eski günlerin izlerinin belirginleştiği hatlarda yürümek kolay değildi elbet.

Üç ayda bir gelen ve aynı gün geri dönen gemiye yetişmek idi amacı. Yetişecek, bacasından dumanlar püskürterek yola çıkacak olan gemide yerini alacaktı. Uzaklara, sistemin yozlaştırdığı diyarların ötelerine gidecek; acıları, dolmuşlukları ve hüzünlü hatıraları arkasında bırakacaktı. Giden dostları öyle demiyor muydu? İşte bu nedenle kıymetli gördüğü her şeyi yanına almış, çok sevdiği ablası ile yaşadığı can sıkıcı bir tartışmanın ardından evinden ayrılmıştı.

Düşüncelerle ve gelgitlerle dolu bir saatlik yolculuğun ardından rıhtıma ulaştı. Martıların çığlıkları eşliğinde, denizden esen meltemin bedenini sarmalamasına izin verdi. Gelmişti işte. Bu kez başarmış ve yolculuk için hazır olarak rıhtıma dayanmıştı. Batarken denizi kızıla boyayan şu güneş misali çekip gidecekti. Kenardaki kulübede oturan, kasabanın sayılı yerlisinden biri olan Salim Amcanın yüzünü gördüğünde buruk bir sevinçle atıldı.

“Merhaba Salim Amca.”

“Merhaba evlat hayırdır,” diye karşılık verdi adam.

“Gidiyorum amca. Artık ben de gidiyorum.”

Sesi hem hüzün hem de umut saçıyordu. Denizleri andıran masmavi gözleri ışıldamasa bile kararlı bir adama aitti. Rüzgarın önünde savrulan saçları simasını güzelleştiriyor, tutkulu bir müziğe eşlik edercesine dalgalanıyordu.

Salim Amca sustu bir süre. Sanki hiç konuşmayacakmış, duyulmak istenmeyeni sonsuza dek saklayabilecekmiş gibi sustu. Neden sonra “İyi de evlat o gemi gelmeyecek ki, ” dedi sözcükleri geveleyerek.

Genç adam hiçbir şey demedi, dizlerinin üzerine çöküp kaldığı rıhtımda kızıla boyanan denizi izliyordu şimdi. Üç beş hane evden ibaret, terk edilmiş adanın daimi bir parçasıydı belki de. Gitmemeli, burayı terk etmemeliydi. Elinde tuttuğu paketi yavaşça bıraktı ve gözlerinden süzülen yaşların rıhtımın tahtalarına düşmesine izin verdi. Giden dostlardan gelen mektuplardan başka bir serveti olmayan gencin denize son bakışıydı bu. Umutla çıkılan yolculuk yine yokluğa varmıştı.

Çevrimdışı cemaziyel

  • **
  • 100
  • Rom: 6
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #9 : 02 Mayıs 2013, 23:29:34 »
Basamakları hızla inerken burnundan soluyordu. Kolunun altında tuttuğu paketi düşürmemek için kavrayışını sıkılaştırdı ve boşta kalan eliyle gözlerinin önüne düşen saç tellerini geriye attı. Öfke, hayal kırıklığı ve bir parça da hüzün okunuyordu o gözlerde. Son basamağı da aşıp kendisini ön kapıdan dışarı attı. Tam o esnada arkasından biri seslendi.

"Yemeğini bitirmeden nereye gidiyorsun?" Annesi belli ki daire kapısını çarpıp çıktığından beri beline kadar sarkmış olduğu camdan onun merdivenleri inmeyi bitirmesini beklemişti.

"Aç değilim. Hem ben yiyeceğimi yedim o sofrada..."

"Seni yaramaz çocuk! Bu sözler sana hiç yakışmıyor. Baban kötü bir şey yapmadı. O bizim iyiliğimizi düşünüyor. Derhal eve geliyorsunuz ve yemeğinizi bitiriyorsunuz Küçük Bey!" bu sözleri söylerken kaşları çatılmış ve sağ elinin işaret parmağı da tehditkar bir biçimde kaldırılmıştı.

Burak önce ağzını açtı fakat hangisine daha çok tepki göstermesi gerektiğini bilemedi. Annesinin sanki az evvel sofrada hiçbir şey yaşanmamış gibi davranmasına mı; yoksa 17 yaşına gelmiş bir adamı yemeğini yemeden dışarı çıktığı için 'Küçük Bey' tanımlamasıyla azarlamasına mı... O farklı bir şey seçti:

"Anne, Allah aşkına bırak şu dizileri izlemeyi sanki 24 saat içine Amerikan dadısı kaçmış gibi konuşuyorsun. Vallahi kendimi cami avlusuna bırakacağım!" kadının değişen yüz ifadesi cümlenin amacına ulaştığının belirtisiydi. 

"Seni eşşek sıpası! O ne biçim konuşmak anneyle, o! Bunlara güzellik de yaramıyor! Kaç sen daha kaç! Akşam nasılsa dönmeyecek misin! O terliği de akşam gelirken geri getir! Dayınların hediyesiydi!" Terliğin isabet ettiği sol kürek kemiğini acıyla tutarken bir yandan da kendisini vuran mermiyi yerden alıp geniş palto cebinin içine atmıştı. 37 numara terliğin ucu hafiften çıkıntı yaptıysa da çok da belli etmiyordu kendini.

Annesiyle yaşadığı ufak çaplı atışma kendisini biraz neşelendirmişse de koltuğunun altındaki paketin kokusu hafif hafif burnuna gelerek yine kendini hatırlatmıştı. Bu ağır kokunun yüzüne yumruk etkisiyle çarpması az evvelki terliğin acısını unutturmuştu. Bu nasıl bir kokuydu? Durup dururken nereden de yumurtlamıştı babası bunu. Hem de yemeğin tam ortasında... İştah falan da bırakmamıştı. Hala gözünün önünden gitmiyordu iğrenç görüntü.

Bankaya iyice yaklaşmıştı artık. Kapıdaki güvenlik görevlisi onu tanıyordu artık ve o geldiğinde her zaman yaptığı gibi burnunu tutarak bir adım geri çekildi. İçeri girdiğinde yeni başlayan bir tanesi hariç gişe memurlarının da yüzleri asıldı. Müşteriler içerideki kesif kokunun kaynağına kötü kötü bakıyorlardı. Burak, sıra numarasını alarak beklemeye koyuldu. Etrafında hiç kimse durmadığından dolayı kendi kendine konuşmaya başladı.

'Arkadaş! Elin babalarının ne güzel yetenekleri var. Süleyman'ın babası cam bardak yiyor mesela katır kutur, bir faydası yok ama olsun, sonra İlyas'ın babası Hakkı Amca demiri eğip bükebiliyor, hem de dokunmadan... Benim baba napıyor? Altın yumurtluyor! O da senede bir defa. Nerede geleceği de belli olmuyor. Ondan sonra 'Burak bunu götürsün bankaya yatırsın. Mevduat olur.' Tövbe tövbe... Olan güzelim yaprak sarmasına oldu. Yiyemem de ben bi daha onu.'
Ne evvel ne de ahir...

Çevrimdışı Fiddler

  • ***
  • 565
  • Rom: 32
  • Bazen Herkes Duysun Diye..
    • Profili Görüntüle
    • A. Orçun CAN
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #10 : 15 Temmuz 2013, 00:40:41 »
Buna devam edecek miyizdir acaba?
Saatleri Ayarlama Enstitüsü okuyalım..

Çevrimdışı Denaro Forbin

  • *****
  • 2114
  • Rom: 54
    • Profili Görüntüle
    • Bilimkurgu Kulübü
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #11 : 15 Temmuz 2013, 03:39:21 »
Spoiler: Göster
Geç oldu da, ufak bir şey yazayım dedim.


Basamakları hızla inerken burnundan soluyordu. Kolunun altında tuttuğu paketi düşürmemek için kavrayışını sıkılaştırdı ve boşta kalan eliyle gözlerinin önüne düşen saç tellerini geriye attı. Öfke, hayal kırıklığı ve bir parça da hüzün okunuyordu o gözlerde. Son basamağı da aşıp kendisini ön kapıdan dışarı attı. Tam o esnada arkasından biri seslendi.

"Özür dilerim..."

Durdu. Geri dönmeyi düşündü bir an için. Ama neden dönsündü ki? Kalbi kırılmıştı. Haftalarca uğraşıp sevgilisinin resmini çizmişti ve bunu bir de çerçeveletip paketlemişti. Yüzünde çocuklara özgü bir mutluluk hakimdi hediyeyi sevgilisine uzatırken. Bundan daha iyi bir doğum günü hediyesi olabilir miydi?

O ise, içeri buyur etmediği gibi hediyeyi de elinden almaya tenezzül etmemişti. Kapı ağzından, hiçbir açıklama yapmadan sadece, "bitti" deyivermişti. Bu muydu aşkının karşılığı? Olamazdı.

Yürümeye devam etti. Gözyaşları da gözlerinden süzülmekteydi.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #12 : 20 Temmuz 2013, 23:55:13 »
Yeni Paragraf

Birinin kendisine seslendiğin duyunca irkilerek kafasını yaptığı işten kaldırdı. Doğru mu duymuştu yoksa yorgun beyni kendisine bir tür oyun mu oynuyordu? Durup dikkatle dinledi, ama çıt yoktu. Başını eğerek yaptığı işe geri döndü; sonra sanki sesin sahibini kandırabilecekmiş gibi bir kez daha kaldırıp yeniden dinledi, ama nafile. Omuzlarını silkerek işine geri döndü ve tam o anda [...]
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Quid Rides

  • **
  • 399
  • Rom: 17
  • #800000
    • Profili Görüntüle
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #13 : 21 Temmuz 2013, 02:07:25 »
Birinin kendisine seslendiğin duyunca irkilerek kafasını yaptığı işten kaldırdı. Doğru mu duymuştu yoksa yorgun beyni kendisine bir tür oyun mu oynuyordu? Durup dikkatle dinledi, ama çıt yoktu. Başını eğerek yaptığı işe geri döndü; sonra sanki sesin sahibini kandırabilecekmiş gibi bir kez daha kaldırıp yeniden dinledi, ama nafile. Omuzlarını silkerek işine geri döndü ve tam o anda karşısında dikilen sarışın veledi gördü. Küçük çocuk mavi gözleriyle sokakta önüne açtığı mendiliyle birlikte oturan bu adama meraklı gözlerle bakıyordu. Güneşin batmak için vakit kolladığı bu zamana kadar adamın kafası gün içinde bir çok şeyle meşgul olmuş ama ağzı sadece bir iki cümleyi tekrar ederek çalışmıtı. "Allah sizden razı olsun! Allah ne muradınız varsa versin! Allah sizi kazadan beladan korusun!" Sarışın veledin gelmesinden önce de sadece bu üç cümleyi söyleyerek kazandığı parayı sayıyordu. Normal zamanlarda bu vakitlerde oldukça agresif ve sinirli olur parasını sayarken sadaka veren insanlara bile söverdi. Ama bu çocuğun sesi onun dikkatini çekmişti. Kendiside buna şaşırmıştı.

Velet, adama uzun süre bakınca adamın aklında aniden "Acaba üzerime bir şey mi döküldü yoksa tozlanmış mı?" diye düşündü sonra aniden güldü. Üzerinde kir, toz ve pislik olması düşüncesine karşı verdiği bu refleksif tepki hala eski hayatına ait alışkanlıkların bazılarını bırakamadığının göstergesiydi. "Ne pisliği be! Bu yırtık, paspal kıyafetler içinde hala böyle şeyleri düşünebiliyorum he... Vay be demek hala medeniyetimi kaybetmemişim. Her ne kadar başım açık karnım aç olsada. Aferin lan bana demek hala medeniyim." diye mırıldandı. Kendisine bir şey dediğini sanmış olacak ki velet ona biraz daha yaklaştı. Adam dayanamadı gözlerini kaldırarak karşındaki mavi boncuklara dikti.

"Şey... amca... eee... şey... bunları annem gönderdi. O dediki ihtiyacınız varmış. Bunlar babamındı kullanmıyordu zaten. Size olurmu bilmiyorum ama annem olacağını söyledi. Bide bunları gönderdi karnınız acıkmıştır diye." Sağ elindeki poşetleri dikkatlice yere bırakında mis gibi patatesli böreğin kokusu adamın ciğerlerine doldu. Ağzı sulandı gerçektende ihtiyacı vardı. Açtı açıktaydı. Üstü başı perişandı. Velede minnet dolu gözlerle baktı. Beş altı yaşlarındaki bu velet elli beş yaşının üstünden kaç yıl geçtiğini hatırlamayan bu adama en ihtiyacı olduğu anda gelmişti. Güneşin batarken ısıttığı yüzündeki sıcağı yararak ilerleyen iki pınar belirmeye başladı ve adam ince bir sesle  "Teşekkür ederim." dedi. Çocuk biraz daha yaklaştı diğer elindeki kıyafet dolu poşeti adamın yanına bıraktı. Elini cebine attı ve bir avuç dolusu bozuk para çıkardı "Amca onları annem göndermişti bunlarıda ben biriktirmiştim şimdi size veriyorum. Annem dediki iyi şeyler yaparsam...." söylediği şeyi bitirmeden elindeki paraları adamın önüne bıraktı. "Amca sizde bir şey sorabilir miyim?" evet anlamında başını salaldı adam. "Annem dediki siz yaramazlık yapan annesinin sözünü dinlemeyen hava karardıktan sonra sokakta oynayan çocukları yiyormuşsunuz. Amca siz gerçekten çokcukları yiyor musunuz?"

Günün bütün ağırlığını taşıyan gözlerindeki yaşlar bir anda çekildi adamın. Velede doğru sert bir bakış attı. Ağzını açtı ama bir şey söylemedi sinirden sadece hırladı. Çocuk hırlamayı duyduğu anda kaçmaya başladı. Gece olmuştu annesinin dediğine göre adam hava karardıktan sonra sokakta oynayan çocukları yiyordu. Veledin gittiğini gören adam arkasından sinirli gözlerle bakmaya devam etti. Çocuğun bıraktığı poşetlere hızlıca göz atıp sağ tarafına koydu. Çocuk para sayarken gelmişti ve adam şimdi hesabı karıştırmıştı üstelik çocuk paraları tam saydığı yere koymuştu. Daha çok sinirlendi işte tam o anda ağzından kaçırdı "Ulan velet ben senin ta ..."
http://turanmemre.wordpress.com/
Bana dönek demiş itin birisi
Açığım ne imiş sor hele hele

Çevrimdışı Fiddler

  • ***
  • 565
  • Rom: 32
  • Bazen Herkes Duysun Diye..
    • Profili Görüntüle
    • A. Orçun CAN
Ynt: Son Nokta
« Yanıtla #14 : 26 Temmuz 2013, 01:25:52 »
Birinin kendisine seslendiğin duyunca irkilerek kafasını yaptığı işten kaldırdı. Doğru mu duymuştu yoksa yorgun beyni kendisine bir tür oyun mu oynuyordu? Durup dikkatle dinledi, ama çıt yoktu. Başını eğerek yaptığı işe geri döndü; sonra sanki sesin sahibini kandırabilecekmiş gibi bir kez daha kaldırıp yeniden dinledi, ama nafile. Omuzlarını silkerek işine geri döndü ve tam o anda yüksek tavanın kirişlerinden bir çatırtı duydu.

"Hiç komik değil anne!" diye seslendi kafasını kaldırıp. Uzun iplerle inen tavan aydınlatmalarının arasında bir kedi gibi kıvrak dolaşan gölgeyi görebiliyor; ama annesinin yüzünü seçemiyordu. Tavandan ona cevap verecek bir ses bekledi; ama hiçbir şey duyamadı. Tekrar işine döndü.

Ucuna ipek geçirilmiş iğneyi sol omzundaki yaraya bir kez daha batırdı. Yarısına kadar geldiği dikişlere devam etti.

"Bunu neden yaptığını hala anlamıyorum tatlım," dedi annesinin sesi tavandan. Eskimiş ahşap zeminde çıkan küçük bir çıtırtıyla hemen önüne kondu. Kırklı yaşlarının ortasında, güzel bir kadındı. "Yaranın birkaç gün içinde kapanacağını biliyorsun. Geriye yamuk yumuk diktiğin iz kalacak."

"Biliyorum, biliyorum," diye geçiştirdi kız başından savmaya çalışarak. Kızı daha güzeldi.

"Kusursuz bir vücudun var, neden böyle bir yara izi isteyesin ki?"

"Yaşadığıma dair bir anı istiyorum anne."

"Dövme yaptır. Ben dövmeye hiçbir zaman karşı çıkmam. Piercing'e hayır; ama dövme... hiç sorun değil. Hatta ben de yaptırırım. Birlikte gideriz." Kızının etrafında döndü. Geçerken diktiği yaraya göz ucuyla baktı.

"Çok güzel olmaz mıydı? Ben tam kuyruk sokumuma yaptırmak istiyorum. Bir kılıç olabilir. Üzerinde de gül desenleri. Kılıcın kabzası belimde başlasın, ucu popoma kadar insin. Baban kılıçları çok severdi biliyorsun." Küçük bir kahkaha attı. "Popomu da çok severdi."

"Anne lütfen. Odaklanmaya çalışıyorum." İğnenin ucundaki ipeği dişleriyle tutup çekti, yaradaki dikiş bir ilmik daha sıkılaştı.

"Çok büyütüyorsun," diye söylendi kızına. "Alt tarafı bir dövüş, küçük bir sıyrık. Kimsenin kafası kopmadı, kimse cayır cayır yanmadı, kimsenin kalbine kazık saplanmadı. Sevişirken bundan kötü yaralar aldığım oldu..."

Kız iğneyi bir kez daha yaralı deriye batırırken kendini tutamadı, yanlışlıkla koluna sapladı.

"Kızınla konuşuyorsun! Neden her seferinde söz dönüp dolaşıp senin cinsel hayatına geliyor?" Sesi odada yankılanıyordu. Omzuna saplı iğnenin ucundaki iplik kızın her hareketiyle sallanıyordu.

"Bu kadar yıl yaşadıktan sonra insan her şeyin dönüp dolaşıp birilerinin cinsel hayatına geldiğini farkediyor," dedi annesi umursamazca. Hıhladı. "Senin de başına gelecek, diğer her şey anlamsızlaşacak."

"Bu mu yani? Koskoca ölümsüzlük sevişmekten mi ibaret?"

"Biraz da kan... Annecik karnını da doyurmalı."

Kızı annesinin bu umursamazlığına katlanamıyordu. Sağ eliyle, omzuna saplı iğneyi çıkardı. Tehdit eder gibi elinde sallayarak gösterdi.

"İşte bu yüzden dikiyorum yaramı anne! Sonunda senin gibi olmamak için. Yaşadığımı, kanadığımı... Ölümsüz olsam da ölü olmadığımı hatırlamak için!"
Saatleri Ayarlama Enstitüsü okuyalım..