Kayıt Ol

Sülfür

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Sülfür
« : 10 Mayıs 2010, 22:56:36 »
"...Ve kapattı gözlerini yıldızlar,
Birer birer saklandılar.
Bulutlar gizledi Ay'ı.
Ve ağlamaya başladı gökyüzü,
Tanrı'nın en sevdiği,
Terketti ışığı."


New York sokakları hafif bir yağmurla ıslanıyordu. Sokaktakiler ise buna pek aldırmıyor gibiydi, korna sesleri ve bağırışlar halen mevcuttu. Ara sokaklara girildikçe bu sesler azalıyor, yağmurun ve yankılanan ayak seslerinin şiddeti artıyordu. Siyah paltolu kadın adımlarını hızlandırdı. Karanlıktan korkmuyordu ama bu bilinmezlik canını sıkmıştı. Ve bir de koku. Tanıdık ama bir türlü çıkartamadığı pis bir koku bu sokağı ele geçirmiş gibiydi. Evsiz birisinin kusmuğu olmalı diye düşündü kadın, koku midesini fazlasıyla bulandırırken. Neyse ki olaysız bir şekilde başka bir ana yola çıktı. Tam karşısında, tabelasındaki ışıkların yarısı sönmüş, kötü görünümlü bir bar duruyordu; "Illusions".

Catherine Whitfield, 24 yaşında, henüz işe yeni başlamış bir gazeteciydi. Bu yaşta aktif görevde olmasının tek bir sebebi vardı, o da babasıydı. Michael Whitfield, ünlü işadamının ricası kaliteli bir yerel gazetede iş bulmasına yardımcı olmuştu. Catherine bu durumdan hiç memnun değildi, güzelliğinin ya da babasının kendi kariyerinde bir etken olmasını istemiyordu. Bu yüzden bu işin peşine düşmüştü.

Catherine iki gün önce gazetede intihar eden bir genç kız hakkındaki haberi okuduğunda, bu olayın ona ne kadar tanıdık geldiğini farketmişti. Arşivleri araştıran azimli gazetecinin bulduğu şey ise ürperticiydi. Her ay, bir genç kız bir şekilde ölüyordu. Bunlar intihar, faili meçhul silahlı saldırı, suçlu bulunamayan trafik kazası gibi normal olaylar olduğu için kimsenin dikkatini çekmemişti. Aslında olayların birbirleriyle bir bağlantısı yok gibiydi, Catherine'i etkileyen şey bu değildi. Olayların vuku bulduğu yerleri haritada işaretlediğinde ve tüm olayların aynı çemberin içinde olduğunu farketmişti. Çemberin ortasında ise Catherine'in bu işin peşine düşme nedeni duruyordu; şehir mezarlığı...

Normalde böyle birşeyi polise bildirilmeliydi ama bundan birşey çıkarsa, böyle birşeyi ortaya çıkartan gazeteci olarak ünlü olacaktı, Michael Whitfield'ın kızı olarak değil.

Kadın paltosunu silkerek bardan içeri girdi ve etrafa bakındı. Bar hemen hemen bomboştu. Barın arkasında bulunan kilolu bir adam, pis bir bezle bardakları temizliyor, bilardo masasının etrafındaki üç garip giyinimli genç kendilerince gülüp eğleniyor ve cam kenarına oturmuş, uzun paltolu bir adam elinde sigarasıyla dışarıyı izliyordu.

"Buyrun?" dedi barmen soran gözlerle. "Nasıl yardımcı olabilirim?"

"Bira lütfen."

Catherine, adam birasını bardağa boşaltırken etrafı incelemeye devam etti.

"Buralarda yenisin galiba, seni ilk kez görüyorum."

Kadın birasından bir yudum aldı ve birayı zorla yuttu. Tadı garip bir şekilde ekşiydi ve bira sıcaktı.

"Eh, sayılır. Aslında bir kaç soru sormak için gelmiştim."

Barmen elindeki bezi kenara bırakıp ellerini barın tezgahının üstünde birleştirdi. Gergin gergin gülümsedi.

"Polis misin?"

Kadının kısa kahkahası ile barmenin suratında anlamsız bir ifade oluştu. Gergin gülümseme yavaşça sırıtmaya dönüştü.

"Hayır hayır. Sadece meraklı birisiyim diyelim."

Barmen kafasını salladı, rahatlamış gibiydi. Bardakları temizleme - ya da daha fazla kirletme- işine geri döndü.

"Ee, neymiş bakalım?"

Sorulacak soru zordu ama onu sormak çok daha zordu. Kadın bir süre bardağıyla oynadı ve yavaşça kafasını kaldırdı.

"Bu binanın iki sokak ötesinde şehir mezarlığı var. Duyduğuma göre bu civarda, bazı ga-"

Parçalanan bir cam sesi kadının sorusunu böldü. İrkilerek sesin geldiği yöne bakan Catherine, cam kenarında oturan adamın hızla masadan kalkıp dışarı doğru yöneldiğini gördü. Bu sırada masadan kül tablasını düşürmüş olmalıydı. Catherine barmene dönüp sorusunu tamamlayacaktı ki adamın halen aynı noktaya baktığını farketti. Otururken baktığı gibi, dışarı çıkarken de bakışları tek bir noktaya sabitlenmişti. Adam az önce kadının geldiği karanlık sokaktan gözlerini bir an olsun ayırmıyordu.

Catherine az önce de söylediği gibi fazlasıyla meraklı bir insandı. Bu yüzden yavaşça oturduğu tabureden kalktı ve kapıya doğru ilerledi. Bu sırada uzun paltolu adam karanlık sokağı ortasında öylece durmuş, etrafa bakınıyordu. Catherine adama olan ilgisini kaybetmek üzereydi ki, adamın arkasında bir hareket sezdi. Az önce bir şey adamın arkasından hızla geçmiş gibiydi.

Barmenin uyarılarına kulak asmadan yavaşça dışarı çıktı. Uzun paltolu adam ağzına bir sigara götürdü ve ceplerini karıştırmaya başladı. Kadın karanlık ara sokağın köşesindeki çöplerin arasından bir şey çıktığı gördü. Adam halen ceplerini karıştırıyordu. Çöplerin arasından çıkan şey bir köpeğe benziyordu, bu karanlıkta tam seçilmiyordu. Uzun paltolu adam yavaş yavaş, çekingen hareketlerle ona doğru ilerleyen şeyi görmemiş gibiydi. Hala ceplerini karıştırıyordu. Kadın ara caddeye biraz daha yaklaşıp olanları daha net görebilmek için bir adım atmıştı ki sokaktaki tüm lambalar birden söndü. Aynı anda adam cebinde aradığı şeyi buldu, bu bir çakmaktı. Tüm sokakta artık tek bir ışık vardı, o da adamın ağzındaki sigaraydı.

Kadının gözleri sonunda karanlığa alıştığında, "şey" in adama fazlaca yaklaşmış olduğunu gördü. Sigara ışığından anlaşıldığı üzere, adam öylece dikiliyordu. "Şey" adımlarını hızlandırmaya başladı, hareketlerine bakılırsa pek dost canlısı değildi.

"Dikkat et!"

Herşey bir anda olmuştu. Tiz çığlığı karanlık sokakta yankılanırken, hedefine kilitlenmiş olan "şey" yönünü değiştirip kadına doğru koşmaya başladı. Kadın korkudan ne yapacağını bilemedi. "Şey" gittikçe yaklaşıyordu, yaklaştıkça berbat bir koku kadına hücum etti.Az önce ara sokaktan geçerken duyduğu o berbat koku beynini işgal etti. Yaşadığı korku yüzünden ne kokuyu çözebilmişti, ne hareket edebiliyordu ne de yardım çağrısında bulunabiliyordu.

Saniyeler içinde "şey" kadının önündeydi. Kadın "şey" in onun üstüne doğru sıçradığını gördü ve gözlerini yumdu.

Gözlerini açtığında ışık geriye gelmişti, önünde dağılan bir kül bulutu vardı ve tam karşısında uzun paltolu adam o tarafa doğru bir silah doğrultmuş, öfkeli gözlerle bakıyordu. Duman silahın namlusundan mı yoksa adamın burnundan mı çıkıyordu belli değildi.

"Ne yaptığını sanıyorsun sen, gerizekalı!"

Adam öfkeyle yolun karşısına geçti ve kadını kollarından tutup sarstı. Kolunda hissettiği acı onu kendisine getirmiş ve korkusundan azad etmişti. Adamın, kolunu mengene gibi sıkan ellerinden sıyrıldı.

"Senin hayatını kurtardım, o şeyin geldiğini görmemiştin. O şey neydi sahiden?"

Adamın sert suratı birden gevşedi ve kahkaha atmaya başladı.

"Moron."

Yeni bir sigara yakıp oradan uzaklaşmaya başlayan adamın kahkahası, köşeyi dönüp başka bir sokağa geçene kadar devam etti. Catherine yağmurun altında öylece durdu. Kafasında binlerce düşünce uçuşuyor ve birbirlerine dolanıyorlardı. Düşünceleri bir düğüm haline gelip de başı zonklamaya başladığıda kadın bara geri döndü ve hesabı ödedi.

"O adam kimdi?"

Barmen gülmeye başladı.

"Buralarda gerçekten yenisin demek." Kafasını salladı ve bardakları silmeyi bıraktı. "Constantine... John Constantine."

Kadın, kendisine fazlasıyla yabancı gelen ismi kafasının bir kenarına kazıdı ve bardan dışarı çıktı. Yağmur iyice yavaşlamıştı, gökyüzündeki bulutlar yavaş yavaş dağılıyor ve arkalarındaki aya ışığını saçması için yol açıyorlardı.

Catherine bir taksi tutup evine giderken az önce duyduğu kokunun ne olduğunu hatırladı. Lise yıllarından beri duymamıştı ama sülfür kokusu öylesine berbattı ki, unutmak imkansızdı.
Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.

Çevrimdışı Baal Adramelech

  • *****
  • 1837
  • Rom: 59
  • The Hermit
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sülfür
« Yanıtla #1 : 10 Mayıs 2010, 23:04:05 »
Önceden yorum yapmıştım :) Gördüğüm FanFicler arasında nadir güzel olanlardan. Asıl kahramanı, ana karakter olarak kullanmayıp sadece yan karakter olarak alman ayrı bir şahane bence. Genellikle okuduğum FanFicler hep ana karakterler üzerinden yazılmıştı. =)
#rekt

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sülfür
« Yanıtla #2 : 10 Mayıs 2010, 23:43:57 »
Daha önceden de söylediğim gibi pek içime sinmedi bu yazı. Bu aralar bir heves kaybı mevcut, bu yüzden birşeyler eksik gibi geliyor.

Evet, genel olarak "ana karakter"lerden pek hoşlanmayan birisiyim, böyle değişiklikler olmalı.
Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sülfür
« Yanıtla #3 : 11 Mayıs 2010, 00:14:43 »
Okurken hiçbir eksik görmediğim bir yazı olması iki şeyi gösterebilir diye düşünüyorum; Ya gerçekten eksiği yok, ya da eksiklerini göstermeyecek şekilde okuyucuyu sarıyor. İki türlü de mükemmel bir yazı, devamını yazarsan mutlaka okumak isterim.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sülfür
« Yanıtla #4 : 11 Mayıs 2010, 01:46:18 »
Bölüm 1: Tanıştırayım, John Constantine...

Kalbini ve beynini doldurur zehri.
Bir elma ısırmak gibi masum,
Ortaya çıkmayacak kadar sinsi.
Ezsen bile kafasını,
Durduramazsın o yılanı.
Günahlar,
Çıkartır yoldan adamı.


Taksi, New York sokaklarını doldurmuş arabalar arasından bir yılan gibi sıyrılırken taksimetredeki değer hızla yükselmekteydi. Catherine'in taksiye binmesi komikti, öylesine zengin bir aileye mensup birisinin son model bir arabası olması beklenirdi. Belki inat, belki korku, belki de babasından bağımsız olduğunu kanıtlama dürtüsü Catherine'in bir araba satın almasına engel olmuştu. Ve yine bu yüzden, Catherine oldukça kabarık taksi ücretini öderken pişmanlık duymuyordu.

Şehrin bir ucundan başka bir ucuna yol katetmiş taksi, müşterisini bıraktığı yerden ağır ağır uzaklaştı ve yeni bir müşteri aramaya başladı. Bu sırada Catherine cüzdanını kapatmış ve çantasına atmış, rüzgardan etkilenmemek için paltosuna sıkı sıkı sarılıyordu. "New York Günleri" gazetesi oldukça iyi satan bir yerel gazeteydi ancak gazetenin binası bu durumu hiç yansıtmayacak bir şekilde sadeydi. Maddi olarak hiç bir sıkıntısı olmayan bir kadının sade giyinmesi gibi diye düşündü Catherine, çalıştığı yer ile kendisi arasındaki bir ortak noktayı keşfederek.

Kadın öylesine düşünceliydi ki, neredeyse ona çarpacak olan ofisboyu da arkasından "Günaydın Bayan Whitfield!" diye seslenen güvenlik görevlisini de farketmedi. Asansöre binip de beşinci katın tuşuna basarken bile kadın bulunduğu yerin ya da bastığı tuşun farkında değil gibiydi. Bu dalgınlığının sebebi ortadaydı, göz altlarındaki torbalardan çok rahat anlaşılıyordu ki Catherine bir kaç gündür doğru düzgün uyumuyordu. Kafasını kurcalayan sorular ve üzerinden bir türlü atamadağı korku, onu yataktan uzak tutmuştu.

Asansörün kapılarının açılmasıyla çıkan sesle kendine gelen Catherine hızla insan ordusundan sıyrıldı ve sonunda arşiv bölümüne ulaştı. Bölümün başındaki yaşlı kadına - ki kadının adını hep unutuyordu - başıyla kısa bir selam verdikten sonra boş bilgisayarlardan birine oturdu ve araştırmasına başladı.

Kadının kafasında binlerce soru vardı ama günlerdir aklından çıkmayan iki şey vardı. Birincisi, tanık olduğu olaydı elbette. Karanlıkta hiç bir şey görememişti, o pis kokulu köpeğin neye benzediğini bilmiyordu. O olayın olduğu gün bunun üzerinde pek durmamıştı ama bir kaç gün sonra şunu farketmişti; köpeğin cesedi ortada yoktu. Bu durumun en mantıklı açıklaması köpeğin ya da her neyse onun moleküllerine ayrılmış olduğuydu. Bu ne kadar mantıklıydı, o ayrı bir konuydu.

Catherine arama motoruna kafasını asıl kurcalayan, o düğümün merkezinde duran adamın adını yazdı ve giriş tuşuna başladı. Sonuç bir hayal kırıklığıydı. "New York Günleri" gazetesinde bugüne dek hiç John Constantine adı geçmemişti. Farklı kombinasyonları deneyerek birşeyler bulmaya çalışan kadın zamanını ve umutlarını tüketmişti ki sonunda kıyıda köşede kalmış birşey bulabildi.

Ömrü pek uzun olmayan - toplam 7 sayısı vardı- aylık bir derginin 3. sayısında John Constantine hakkında birşeyler vardı. Pek güvenilir bir kaynak olmasa da heyecanla veri bankasındaki o sayıyı açtı ve okumaya başladı.

" Kendi döneminin Aleister Crowley'si, ancak ondan daha sinsi! ~ Genç Muhafızlar Medya Grubu

Cesur, prensipli ve insani! ~ York Baş Rahibi

Gösterişli sürüngen! ~ Kendi babası

Dik kafalı piç, onu tanımak oldukça tehlikeli! ~ Manson Ailesi'nin üyelerinden Ted Digger

John Constantine, tam bir muamma. Adamın çevresi muhteşem ve yaptıkları... 70'lerdeki beleş konserleri hatırlıyor musunuz? John Constantine o konserlerin bedava olmasını sağlayan adamdı. Lyndon Johnson'ın ani kalp krizinin tarihi ve saatini doğru tahmin ederek kazandığı bir iddiadan gelen paranın hepsini organizasyonu yapanlara verdi. Siz ne sandınız, tüm o organizasyon sevginin gücü yüzünden mi beleşti? "


Kadın okumayı bıraktı ve gerindi. Sıkkınlıkla yazının geri kalan kısımlarına bir göz attı. Genel olarak 70'lerde müzik olaylarından bahsediyordu. Sayfalar ilerledikçe 80'lerdeki bir kaç ilginç olay ile Constantine'in ilişkisi bahsediliyor, adamın ne kadar etkileyici ve "tam bir kapalı kutu" olduğu anlatılıyordu. Evet, adam tam bir muammaydı. Adam tam bir "Punk"tı. Bakışları insanı etkiliyor, tavrı sinirlerini geriyordu. Bütün buları Catherine zaten biliyordu.

Herhangi bir resmi var mı diye sayfaları hızlı hızlı geçti. Sayfaların sonuncusunda, bu konu hakkında bir açıklama buldu.

"... Ve böylesine bir adamın bir tek resminin bile olmaması gerçekten garip. Ya çok utangaç ya da fotoğraflarda görünmüyor. Emin olun, onu tanısaydınız ikinci ihtimali düşünürdünüz."

Catherine üzüntüyle kafasını salladı. Bu araştırma tam bir hayal kırıklığı olmuştu, elle tutulur hiç birşey yoktu. Neden sonra aklına bu yazıyı yazan adam geldi ve onu araştırdı. Eğer yazarla konuşabilirse, kendisini John Constantine ile tanıştırabilirdi.

Tim Prask hakkında sadece onun ölüm haberini bulması kadının hevesini kursağında bıraktırdı.

"... evde hiç bir boğuşma izi ya da bir gariplik rastlanmamasına rağmen, Tim Prask'ın cesedi baştan sona çürümüş ve kurtlanmış olarak bulundu. Uzmanlar ölüm sebebinin basit bir kalp krizi olduğunu açıklamış olsalar da cesedin bir günde bu kadar bozulmuş olmasına bir cevap veremediler."

Kadın bilgisayarı kapattı ve eşyalarını topladı. Yaklaşık beş saattir bilgisayar başındaydı ve uykusuzluktan dolayı başına ağrı girmeye başlamıştı. Hayal kırıklığını da hesaba katarsak, kadın perişan haldeydi. Son gücüyle gazeteden ayrıldı ve taksi çağırdı.

Taksi sokakları hızla aşarken Catherine'in içindeki merak ateşi yavaş yavaş sönüyordu. Belki böylesi daha iyiydi, belki bu saçmalıkları unutursa rahat rahat uyuyabilirdi. Evine yaklaşırken çoktan kendisini ikna etmişti bile, kadın dinlenecek ve bir iki gün içinde "şehrin en büyük kurabiyesini yapan lokanta sahibiyle röportaj" gibi haberler yapmaya başlayacaktı. Böylesi daha iyiydi.

Eğer sayfaları hızlı geçmemiş olmasaydı, John Constantine'in içinde bulunduğu ayinler, şeytan çıkartma ritüelleri ve büyüler hakkında birkaç yazı okuyacaktı. Belki de içindeki merak ateşi yeniden ateşlenecekti.

Kim bilir, sülfüre ve cesetsiz köpeğe bir açıklama bile getirebilirdi.

Kadın kafasını "Constantine saçmalığı"ndan arındırdıktan sonra deliksiz bir uykuya daldı. Bu sırada John Constantine her zamanki gibi hareketli bir gece geçiriyordu.


Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.

Çevrimdışı johnconstantine

  • **
  • 167
  • Rom: 14
    • Profili Görüntüle
    • Her Şeyi Gören Faesla
Ynt: Sülfür
« Yanıtla #5 : 11 Mayıs 2010, 11:09:13 »
Iııımm, hoş. İnsanları John'a çeken şeyin umursamazlık olduğunu düşünüyorum.

Çevrimdışı Baal Adramelech

  • *****
  • 1837
  • Rom: 59
  • The Hermit
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sülfür
« Yanıtla #6 : 11 Mayıs 2010, 12:15:59 »
Konuya giremeden önceki bölüm gibi. Hadi bakalım. Meraklanıyorum ne olacak =)
#rekt

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sülfür
« Yanıtla #7 : 12 Mayıs 2010, 22:03:12 »
Bölüm 2: Tanrı'nın İşleri

"Masum bir bebeğin ölmesi
Ya da kumarbazın zenginliği,
Öldürmesi adamın çok sevdiği eşini,
Anlamak zordur
Bu Tanrı'nın işlerini."


Güneş şehri terkedip de görevini aya teslim ederken, New York sokakları yine kilitlenmiş vaziyetteydi. İş çıkışına denk gelmiş olmalıydı ki, taksi son 5 dakikada 1-2 metre ilerleyebilmişti. Catherine şansına kızdı, keşke işi bu kadar uzamamış olsaydı.

"Umarım aceleniz yoktur hanımefendi, bu saatte trafik hep böyle oluyor."

Taksici kadının huzursuzlandığını, ikide bir  saatine baktığını farketmişti. Aslında kadının bir işi yoktu, sadece evine gidip dinlenmek istiyordu. Pek hareketli bir gün olmamıştı ama zihnen fazlasıyla yorulmuştu. Ne de olsa NY Yankees Engelliler Beyzbol Takımı'nın koçuyla basit bir röportajdı tüm yaptığı ama röportaj göründüğü kadar kolay olmamıştı. Adam tam bir öküz çıkmıştı, tüm röportaj boyuca Catherine'e sulanmış ve soruları başka yönlere çekmişti.

"Hayır, mühim değil."

Ipod'unu çıkartıp kulaklıkları taktı ve rastgele bir müzik açtı. Catherine huzurluydu, bir iki haftadır uyku düzeni eskisine dönmüştü. İşi böyle saçmalıklarla dolu olsa da, huzurluydu. Eğer eskiden yaptığı gibi her gün gazeteleri didik didik ediyor olsaydı, bir iki hafta öncesinde peşinde olduğu cinayetlere bir yenisi eklendiğini farkedecekti. Kim bilir, belki yine uykusuz bir şekilde arşivleri karıştırıyor olurdu.

Neden sonra aklına geçen hafta yaptığı arşiv araştırması aklına geldi. Başka bir iş için gittiği barda John Constantine ile tanışmasını ve yaşadığı olayı hatırlayıp gergin gergin gülümsedi. Adamın sıktığı kolu bir hafta boyunca mosmor olmuştu.

"John Constantine, sana lanet olsun." diye mırıldandı kendi kendine. Tam şarkı değiştiriyordu ki taksicinin kendisine döndüğünü farketti. Adamın suratında garip bir ifade vardı, az önce birşey sormuş gibiydi.

"Efendim? Müziğin sesi çok mu geliyordu, özür dile-"

Taksici kafasını sallamakla yetindi ve az önce sorduğu soruyu tekrar sordu.

"Az önce John Constantine mi dediniz?"

Kadın şaşırmıştı, kendi kendine mırıldandığını sanıyordu. Kulağında kulaklıklar varken biraz yüksek sesle söylemiş olmalıydı.

"Ah evet, mühim bir şey deği-"

"Constantine'i nereden tanıdığınızı sorabilir miyim acaba?"

Kadın ipodunu kapatıp çantasına fırlattı. Koskoca New York şehrinde, John Constantine'i tanıyan birisinin taksisine binmişti. Bununla yetinmeyip bir de adama lanet etmişti, bu yüzden cevabı oldukça çekingendi.

"Şey, pek tanışmış sayılmayız. Bir yerde rastlaşmıştık, o kadar. Aslında..." Kadın duraksadı. Bir hafta önce bu adamı araştırmak için saatlerini harcamıştı ama şimdi karşısında ayaklı bilgi bankası vardı. "Siz Constantine'i tanıyor musunuz?"

Adamın birden gülmeye başlamasıyla Catherine irkildi. Bunu kesinlikle beklemiyordu.

"Ben Kramer, Chass Kramer. Constantine'in ortağıyım."

Bu çok mühim birşey olmalıydı ki adam son cümleyi göğsünü gere gere söylemişti.

"Constantine'in ortağı mısınız?" Sesindeki şaşkınlık kilometrelerce öteden anlaşılabilirdi. Kadının şaşkınlığında haklılık payı vardı aslında, bir taksicinin Constantine gibi gizemli birisinin ortağı olması her gün tanık olunacak bir durum değildi.

Adamın hevesle başını evet anlamında sallamasıyla Catherine gülümsedi. Aradığı bilgiye sonunda ulaşmıştı. Kadın aklına gelen soruları sorarken, günlerdir yaptığı saçma haberler yerini o tanıdık ateşe bıraktı. Bir hafta önce tüm vücudunu kaplayan araştırma hevesi, geri dönmüştü.

***

Barlar sokağı, saatin o kadar geç olmamasına rağmen tıklım tıklımdı. Hemen hemen her barın önünde uzun kuyruklar vardı, sokaklarda sallana sallana gezinen sarhoşlar da bu kalabalığa büyük bir katkıda bulunuyordu. Önünde kuyruk olmayan tek bar "Midnite's" tabelalı bir bardı, gören kapalı sanardı. Bundan kuşkulanan Catherine bir iki kere içeri girmeyi düşünmüştü ama her seferinde taksicinin uyarısı aklına geldi.

"Üye olmayanlar içeri giremiyor. Emin olun, çok denedim."

Kadın saatine baktı. Eğer beş dakika daha beklediği olmazsa, içeri dalacaktı. Bu düşüncesinden üç dakika sonra, ki kadın kendisini çok şanslı hissetmeye başlamıştı, aradığı adam dışarı çıktı. Elini dağınık sarı saçlarının arasında gezdirdikten sonra etrafına bakınan adam yoldan geçenler ona çarpmasın diye barın kapısına dayandı ve ceplerini karıştırmaya başladı. Catherine'in tahmin ettiği gibi, adam sigarasını arıyordu.

"Bay Constantine?"

Sigarasını yakan adam yavaşça kafasını kaldırıp ona seslenen kişiyi süzdü. Baştan aşağı süzülen kadın sanki çıplakmış gibi hissedip paltosuna sarındı. Ancak adam ne göğüslerine ne de kalçalarına bakıyordu. Adamın o garip gözleri kadının gözlerine dikilmişti.

"Kim soruyor?"

Kadın yavaşça yaklaşıp elini uzattı.

"Ben Catherine, bir hafta önce Illusions'ın önünde tanışmıştık. Aslında tanışmamıştık, size bir köpek saldırmıştı. Aslında bana saldırmıştı, sonra siz-"

Kadın, adamın kahkaha atmaya başlaması yüzünden cümlesini tamamlayamadı.

"Köpek mi? Köpek mi? Bu iyiydi bak."

Ellerini paltosunun cebine sokan adam, kadını umursamadan yanından geçti ve sokaktan aşağı doğru yürümeye başladı. Kadın ise hem şaşkınlıktan hem de az önce cümle kuruyor olduğundan ağzı açık öylece kalmıştı. Eli ise öylece havadaydı.

"Bay Constantine! Lütfen, sadece teşekkür etmek istiyordum. Birşeyler yiyelim mi?"

Adam sanki birden sağır olmuştu, kadının söylediklerini umursamadan yürümeye devam ediyordu.

"Ben ödeyeceğim."

Catherine gülümsedi. Adam birden durmuştu. Geriye, kadının yanına döndü ve sigarasından bir nefes çekti.

"Eh, aslında açım."

***

"Dino's Dinner" kötü kokulu bir ara sokakta, salaş bir yerdi. Buna rağmen içerisi oldukça doluydu. Catherine içeri girip de etrafına bakındığında içeridekilerin de lokantadan bir farkı olmadığını anladı. Bir kaç motorcu, hayat kadını olduğunu tahmin ettiği bir kadın ve iki sarhoşun oluşturduğu müşterilere uzun paltolu bir adam ile baştan aşağı buraya uymadığını haykıran bir kadın katılmıştı. Bu farklı durum müşterilerin de dikkatini çekmişti ki hepsi muhabbetlerini bırakıp yeni gelenleri izledi. Kadına yabancı gözlerle baktılar, Catherine bir kaç tanesinin hırıldadığına yemin edebilirdi. Sonra gözler Constantine'e kaydı ve çok geçmeden, herkes kendi işine dönmüştü.

Catherine aç olmasına rağmen birşey istemedi, garip kaçmasın diye sadece bir kahve içecekti. Constantine'in hamburgeri hazırlanırken onun içeceği gelmişti bile.

"Hangi gazete?"

Catherine kahvesini karıştırmayı bıraktı ve ağzı açık bir şekilde adama baktı.

"Efendim?"

Hamburger sonunda gelebilmişti. Kokusu Catherine'e ulaşınca, kadın birşey istemediğine şükretti.

"Hangi gazetede çalışıyorsun? Beni böyle takip ettiğine göre, benden röportaj koparmaya çalışan bir başka gazetecisin. Nasıl buluyorlar, neden röportaj istiyorlar, hiç anlamıyorum."

Catherine kahvesinden bir yudum aldı. Neyse ki tadı beklediğinden iyiydi. En azından sıcaklığı uygun diye düşündü, geçen hafta içmek zorunda kaldığı birayı hatırlayarak.

"New York Günleri. Ama orada olmamın sebebi sizi takip etmem değildi, aslında ben oraya bir habe-"

Constantine hamburgerini yavaşça yere bıraktı, şaşırmış gözüküyordu.

"Michael Whitfield'ın kızı, gerçekten gazetecilik yapıyor demek."

Şaşırma sırası kadındaydı.

"Nasıl bi-?"

Constantine sıkkın sıkkın elini sallayarak kadını susturdu. Bu sırada hamburgerinden büyükçe bir ısırık almış, onu yutmaya çalışıyordu. Koca lokmayı sonunda yutabildiğinde konuşmaya devam etti.

"Baban gibi inatçısın, asla vazgeçmiyorsun. Yine baban gibi, çenen daima yukarıda. İnsanlara biraz yukarıdan baktığını söyleyen oldu mu hiç?"

Kadın şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemiyordu. Kahvesinden bir yudum almakla yetinen Catherine'in kafası fazlasıyla karışmıştı. Constantine'in şehrin en saygın ve zengin kişilerinden birisi olan babası hakkında sanki onu tanıyormuş gibi konuşması kadının ağzını açık bıraktırmıştı. Adamın ağzından çıkan bir sonraki cümle ise Catherine'in fincanını elinden düşürmesine sebep oldu.

"Ama en çok da gözlerinden anladım. Bu mavi ton... Aynı anneninkiler."
Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.

Çevrimdışı Baal Adramelech

  • *****
  • 1837
  • Rom: 59
  • The Hermit
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sülfür
« Yanıtla #8 : 12 Mayıs 2010, 23:24:48 »
Lost senaristleri gibisin. (sdfafsd)

Bir sürü soru var cevap yok. Chass'ın görünmesi güzeldi. =)
#rekt

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sülfür
« Yanıtla #9 : 12 Mayıs 2010, 23:28:43 »
Sonuna SÜLFÜR! yazmayı düşünmedim değil.
Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.

Çevrimdışı johnconstantine

  • **
  • 167
  • Rom: 14
    • Profili Görüntüle
    • Her Şeyi Gören Faesla
Ynt: Sülfür
« Yanıtla #10 : 13 Mayıs 2010, 02:14:19 »
Böyle anlarda bırakmayın rica ederim. Gerçekten Baal'ın söylediği kadar yani.  :D

Çevrimdışı edi

  • **
  • 51
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sülfür
« Yanıtla #11 : 15 Ağustos 2010, 12:43:49 »
Evet.Sana aynen katılıyorum.Böyle anlarda bırakılmaz.Bırakçaksanızda 1 ay boyunca bırakmayın.1 hafta içinde devamını getirin.
Sadece susmak ıstıyorum;
Yalan ınsanları kaale almadan..
Haklıyken haksız gözuksem bıle kendımı savunmadan..
HUZUR bulmak ıstıyorum,gözlerımı kapayıp,kımseyı anmadan...
Sessızlığı dınlemek ıstıyorum,herseyı yasamıs gıbı yaparak...
[/size][/i]