Kayıt Ol

Sürgün

Çevrimdışı grafikatür

  • *
  • 17
  • Rom: -1
    • Profili Görüntüle
Sürgün
« : 24 Haziran 2011, 16:12:30 »

''SÜRGÜN-GİRİŞ:

"    Çok uzun zamandır yabandayım... 3 ay mı,3 yıl mı,3 asır mı... Bilmiyorum...
   Aslına bakarsak çok yaşlı sayılmam.En fazla kırklarımdayım. Ama o kadar çok yaşamışlığım var ki,gözlerim bile hepsini hatırlamıyor...
    Deniz... Şu an ruhumun en derinine batan tek şey deniz... Çok yorgunum... "


    Denizin uğultusu ruhumun en derinine misk kokuları gönderirken,ben bir kayalığın dibine pusmuş oturmaktaydım. O kadar sert rüzgarlar esiyor ki, buralarda korunaklı bir yer bulmak neredeyse imkansız. Ama en azından, buralarda bir an için bile olsa dinlenebileceğim. Karanlıktan,korkunun kendisinden, isimsiz gölgelerden... Çok yorulmak için bile yorgunum.. .Ama bu benim kaderim. Ne kadar kaçsam da, hep önüme solmuş bir yaprak gibi düştü... Ne köyler, ne şehirler, ne bayırlar geçtim de yalnızlığımdan bir türlü kurtulamadım... Kanı da gördüm, tattım, ölümü de... Her defasında "Bu sefer ölüyorum." dediğimde tekrar canlandım...
   
    En azından bu kayalıkta,bir süreliğine bile olsa vahşiyattan kurtulmayı düşünüyorum. Bir ateş yakmak neredeyse olanaksız. Rüzgar denizin damlalarını  o kadar profesyonel savuruyor ki, bazen kukeletamın altından ufka bile bakamıyorum. Bulutlar rüzgarla taşınıyor,herhalde fırtına kopacak. Simsiyah bulutlar...

     Bu kadar güneye normalde çok gelmem,genelde dağlarda yaşarım. Bazen yazın bir iki defa gelmişliğim vardır. Çünkü sıkıcıdır burası, ne kadar temkinli ve güvenli olsa da. Yaban her zaman çağırmıştır beni. Kurtarılacak bir candan, yardım bekleyen birinden değil de işte. Hasmım hep aynı şey oldu... Gölge... Gecenin çökerttiği alacakaranlık değil... Bütün ışıkların söndüğü,hiçbir canlının nefes alamadığı, saf gölge... Kül ve ateş...

     Çok insan gece yattıklarında yanlarındaki, hemen başucundaki ormanın hoş huş ağaçlarıyla, çamların sincaplara, sadece ev sahipliği yaptığını düşünür. Belki içinden geçen bir yolcu veya ormancı bir ses duyduğunda, az irkilir o kadar. Orman yaratıklarının oynaştıklarını düşünür. Geceyle kimse uğraşmaz benden gayrı. Korkusuzluğum aileden mi geliyordu ya da ben mi öyle oldum bilmiyorum ama gecenin yaratıkları daha yolumdan alıkoyamadı beni. Yolumu kesip, yolumdan edemedi.

    Rüzgar o kadar sert ki,kulaklarımda ıslıklar çalıyor. Brrrrr... Belki de bu,o kadar da iyi bir fikir değil, yani burada konaklamak. Hele de yılın bu zamanı için. Burada pipomu bile tutuşturamıyorum. Şurada bir yerde kürküm olacaktı ,nerede bu? Bir dakika..! Bu kokuyu sevmedim. Tehlike barındıran bir şey yaklaşıyor. Saklansam iyi olacak...

     Bekledim.. .O gün hep bekledim bir tehlike baş gösterip cenk edeceğim diye. Ama hiç bir şey olmadı martıların sızlanışı dışında, ya da yalıçapkınlarının yanıma kadar yanaşıp ekmeğimi didmelerinden başka. Tuhaf... Şimdiye kadar hiçbir tehlike sinyalinde yanılmadım, gerçi yarın arkasını göremiyorum ama hiç bir şey yok. Peki neden bu tehlike hissi sürekli büyüyor içimde? Ne sağıma ne soluma dönebiliyorum korkudan. Evet benim korkmamam gereken kadar çok korkuyorum, bu hiç iyi değil. Gece de uyuyamadım, sürekli tetikteydim ama hiçbir şey olmadı... Bunu sevmedim,gitmeliyim...

SÜRGÜN GEÇMİŞ 1.SAYFA:

   Köyümüz birçok dağ sırasının arasında,çam ağaçlarının ve daha adını bilmediğim karmakarışık, iç içe geçmiş orman sıralarının tam ortasında bulunuyordu. Hane sayısı öyle çok olmasa da,hemen hemen herkesin uzaktan yakından akraba sayılabileceği kadar kalabalıktı. Köyün bir ucundan bir ucuna yürüyerek gitmek o kadar kolay değildi ama... Çünkü hiçbir ev, belli bir sıraya göre yapılmamıştı. Ha ev dediğim de, öyle taştan değil, bildiğin kalasların üzerine serilmiş çamur ve sazlıklardan oluşan çatılardan ibaretti. Ama yine de bir çocuk için yeteri kadar moderndi.

   Ben çocukken,babam hep avda olurdu. Yaşlı bedeni,elinin çabukluğunu ve gözüpekliğini alamamıştı. O hala köyün en yaman avcısıydı. Annem ise, babamı her ava gittiğinde dönene kadar kapının eşiğindeki seslere kulak kabartan ve sessizliğini pek bozmayan bir insandı. Öyle evin etrafında tavuklarıyla uğraşan,ineklerine bizden biriymiş gibi özen gösteren,hayata sadece gözlerinin parlaklığıyla katılan biriydi.Gerçi ben bu halini pek bir severdim. Konuşmak, gerektiği zaman bile nelere mal olabileceğini kavrayabileceğim bir  olgu hiç olmadı...

   Annem sesini duyurduğu o yegane zamanlarda, benimle sohbet ederdi. Sohbet derken, o konuşurdu sadece... Çünkü dinlemesi huzur veren bir yapısı vardı ses tonunun. Bilmediğim diyarlardan, yabandan, avlardan ve ne kadar cengaver olacağımdan bahsederdi. Gözleri ışıl ışıl olurdu o zamanlarda, uzaklara dalar, sanki göremediğim şehirlere bakardı. Karanlık ormanlardan, bir anda inci parlaklığında bir kulenin tepesinden,engin denizin sonundaki güneşin batışını izlerdik. Sonra orada hop birden, tekrar uzak yürüyüşlere, savaşlara katılırdık. Annem kaç yaşındaydı acaba? Ya da babam? O kadar inandırıcı anlatırdı ki, ben onların yüzyıllardır bu topraklarda olduklarını hayal ederdim .Annemin sessizliğinde, babamın sürekli yabanda, avda olmasında bir keramet varsa da, benim bu çocuk aklım tahayyül edemiyordu. Dinlemek... Sadece dinlemek yetiyordu.

   Geceleri  köyün ahalisi evlerine çekilir, sokaklar, çamura bulanmış yollar bomboş olurdu. Ateşin yandığı ocağa gözümü odaklar, annemin anlattığı şeyleri hayallerdim. Babam neredeydi acaba? Mevsimlerin belli dönemlerinde gelirdi; bazen bir ay bazen üç gün kalıp giderdi. Korkmuyor  muydu ki? Ben evin o sıcak ateş ışığında bile karanlığa bakmaktan çekinirken o, gölgenin kol gezdiği yabanda  "av" dediği vahşiyatta olurdu. Cesur adammış vesselam. Ahalinin sesleri sabahın ilk ışıklarıyla hanemizin içine neşe katardı, en azından benim yüreğime öyle geliyordu .Babası evde olmayan bir çocuğun yaşadığı saf korkudan bahsediyorum sadece işte...

   Babam bazen kışın ortasında, bazen yazın sıcağında,hiç beklenmedik anda çıkagelirdi.Üstünün pası,kiri,yüzüne yansımıştı.Ten rengi bile sanki doğanın renkleriyle uyum sağlamış gibi gergin kahverengini almıştı. Kılıcı kınında, oku ve sadağıyla tam bir eski kurttu o. Ama öte yandan da bakınca bir ceylanı omuzlamış, evine et getiren basit bir adamdı. Benim aklım bunda hep kararsız kaldı. Babam kahraman mıydı? Savaşta, kılıcıyla düşmana aman vermeyen, bileğindeki güç tecrübelerine sarılmış bir yiğit mi? Yoksa sadece ormanda ceylanı pusuya düşürmeye çalışan basit bir aile babası mıydı? Neydi ki bütün bu çocukluk hayallerimin üstüne gerçekliği getirme telaşı?

   İşte çocukluğumun oyundan arta kalan zamanlarında, o ocak ateşine bakarken düşünüp bir türlü cevabını bulamadığım çelişkiler bunlardı. Daha birçok var ya,i şin orası daha da karışık zaten. Ama gerçekliği gözlerimle görsem de, hep gönlüm hayale inanmayı sevdi. Hayali, gerçekle karıştırıp,  gözlerim görmesi gerekenden fazlasını gördü. Yaşadı ve gördü.

SÜRGÜN GEÇMİŞ 2.SAYFA:


       O sabah, büyük bir ses yoğunluğuyla uyandım. Bağırışlar, haykırışlar, sesler... Sanki köy, göç ediyormuş gibi bir hisse kapıldım. Ama feryat ve figanları duyunca, işin aslının öyle olmadığı doğuverdi birden içime. Bu, güzel bir olaya eşlik eden grubun sesi değil, bir acının çığlığıydı  ve ben yatağımda, o sımsıcak güvenli yerden çıkıp çıkmama konusunda tereddüt ettim birden.

      Evin içi loş bir ışıkla kaplıydı. Annem perdeleri açmamıştı ama zaten gün de öyle çok güneşli bir güne benzemiyordu. Gece, son kalıntılarını toplamayı unutmuştu sanki. Yavaşça doğruldum, gözlerimi ışığa odakladım ve evin boş olduğunun farkına vardım. Annem yoktu. Neredeydi ki? Sabahın bu vaktinde boş bir ev ve bir yığın çığlık .Bu, küçük bir çocuk için  gündüz vakti bile tedirginlikten fazla, korku barındırıyordu. Ayağa kalkıp, bir bardak su içtim. Merak duygum, korkuma baskın çıktı ve evin kapısını yavaşça araladım. Balkona çıktığımda önümde, bayır yukarı, kimi koşan kimi alelacele yürüyen, köy ahalisini gördüm. Hepsi aynı yöne gidiyordu, ormana doğru...

      Bizim insanlarımız öyle tezcanlı kişiler değildir. Hani neşeye de pek yatkın değiller  ya. Ama bu kadar telaşla gidecek ve böylesine bağırışmalarına sebep olacak şey neydi ki acaba? Annem görse, iyi bir dayağı yemiştim ama neyse ki ortalıkta yoktu ve ben, evden çıkıp  insanlarla aynı yöne doğru yürümeye başladım. Hava kapalıydı ve çok soğuktu. Hafif bir ürperti doldu içime. Kalabalığa yaklaştıkça çığlıklar daha bir acı, daha bir feryat yüklüydü. İnsanların gözleri bir gölge gibi kaplanan yeisle doluydu. Korktum. Ama yürümeye devam ettim. Merakım arttıkça artıyordu. Ormanın başlangıcında bugüne kadar sadece hayvanlardan çıktığını gördüğüm, hem siyah hem de parlak o rengi gördüm. "Kan".

      Ormanlar hemen köyün bitişinde başlar bizim buralarda. Böyle "dışarı çıkmak" için ormanlardan da bayağı bir uzağa gitmeniz gerekir. Çünkü ağaçlar çevremizi sarmış olsa da, bir sürü patika,yol geçer içerilere doğru ve o melun sıvı da, tam bu patikaların birinin başlangıcında duruyordu. Yarı katılaşmış, ama hala bir tarafı parlayan ölümün rengi. Donup kalmıştım. Yanımdan insanlar akıp, akın akın oraya doğru gidiyordu. Ama ben gidemedim. Dünya hızla yanımdan akıyordu sanki, suratım o soğuğa rağmen yanmaya başladı. Tam bu sırada bir el dokundu omzuma. Titredim... Ama o anda, dünyada sesinin bu kadar rahatlatıcı etkisini bulamadığım  tınıyı duydum.

-Napıyorsun burda!

Konuşan annemdi.

-Hadi, çabuk! Eve dönüyoruz! Şer dolanıyor, hadi oğlum!

      Hemen döndüm, annemin peşi sıra eve girdim. Annem tedirgin ve solgundu. Gördükleri, belli ki tahminimden de kötüydü. Sormaya cesaret edemedim. Soramadım.

      Kelimeler, sözler, cümleler... En sağır olanımız bile  olup biteni öğrenmişti artık .İstediğiniz kadar kulağınızı kapatın  ama Şer'in varlığı herkesin dilindeydi. Bende öğrenmiştim artık ne olduğunu. Ormanın hemen başlangıcında, köyün hemen yanıbaşında bir ceset bulmuşlardı. Ceset dediğimde, öyle değil. Ceset bile değil. Çünkü ondan geriye  sadece  kafasız ve kolsuz bir et yığını kalmıştı. Cesareti olan birkaç adam, onu ormanın içine sürüklemişti, paniği önlemek için. Ne mümkün! Ha köyün içinde, ha dışında... İnsanın kanını dondurmak için sözünün geçmesi bile yetiyordu. Yine de, annem tam zamanında beni döndürmüş. İyi ki görmemişim o manzarayı. Rüyalarımda görüyorum bazen. Uyumaktan bile korkmak lazım bazen.

SÜRGÜN GEÇMİŞ SAYFA 3:

   Bu olay köyde bilmem kaç gün konuşuldu. Herkesin ağzında bir ölüm, bir gölge lafı dolanmaya başladı. Akşamları zoraki de olsa dışarı çıkmak isteyen insanlar, ellerinden yabalarını, baltalarını,kılıçlarını almadan çıkmaz oldular. Korku, artık bizim bildik hanelerimize de dolmuştu.

   Ben ve annem yalnız yaşamaya alışmıştık,ama böylesi günlerde babamı daha bir arar olmuştuk. Bu kötü zamanda yanımızda olsaydı ya... Ama yoktu. Geçen kıştan beri hiç görmedim babamı. Bir av, ne olursa olsun, bir gram et için bu kadar korkuya bırakması ailesini gerçekten babam hakkındaki yargılarımı değiştirmeye başlamıştı. Evin erkeği bendim artık. Kılıçlara daha bir aşina gözle bakmaya başladım, belki de büyüdüm kim bilir.

   Bir gece, tıkırtılarla uykum bölündü. Evin içinde sesler, daha doğrusu bir tartışma sürüp gidiyordu.

-Ne kadar önceydi? dedi sesin biri,

-Birkaç gün önce, bilmiyorum, iki gün önceydi herhalde. dedi diğer ses. Annemdi bu!

-Tamam, paniklemeyin. Ben yakınlarda olacağım. Olay yabanda duyuldu, korkmayın artık.

   Bu ses... Bu ses, babama aitti! Babam gelmişti..!

-Baba! Baba, sen geldin!diye kalktım yatağımdan.

   Ama babam kapıya elini koymuş, öylece bana bakıyordu. Şaşırmıştı  ve hafif eğik başının altındaki o ateş gözleriyle bana bakıyordu. Anneme döndü;

-Herkese iyi bak, tekrar geleceğim! dedi ve gitti.

   Onca zamandan sonra babamı, korkularımın güneşini sadece birkaç saniye görebildim. Ağlamamak için birkaç sebebim vardı. Birincisi, daha yeni uyanmıştım ve soluk ışıkta her şey, herkes birer rüyaydı sanki. İkincisi, kendime yüklediğim evin erkeği durumuna hiç de yakışık olmayan bir hareket olacaktı. Hemen arkamı dönüp yattım. Ama orada gözyaşlarımı kim görmüştü ki..?
 
 Sabah ilk iş annemin yanına gitmek oldu.

-Anne? Babam niye gitti tekrar?

-Av daha bitmemiş oğlum.

-Ama anne, ne avı bu? Babam aylarca gelmiyor, sormuyor... Neyin avı bu ve neden geldi dün gece?

-Av oğlum... O avda olmazsa, nice olur bizim halimiz, ha? Erzağımızı nasıl çıkarırız? Hadi gel, düşünme bunları, kahvaltını hazırlayayım sana.
 
 Babam eve gelmeyeli neredeyse bir mevsim oldu. Bütün işlerle annem ilgileniyordu ve işin ilginç yanı eve avdan gelen bir şey de yoktu. Dünkü olay, babamın hali, hiç de basit bir ceylan avına benzemiyordu. İçimde bunlar karışıp karışıp aklımı bulandırıyordu. Mevsimi deviren bir avdan, eve bir dirhem dahi et gelmiyorsa, benim çocuk aklım bile şüpheye düşmeye başlar. Ki,sanıldığından çok daha büyüğüm bence ben. Neyse...

SÜRGÜN GEÇMİŞ SAYFA 4:

   Artık uykularım bölünmeye başlamış , kabuslarla uyanmaya başlamıştım. Geceleri  hep rüyalarımda insanların karanlık yönleri, kanlar, ismini bilmediğim şehirler canlanmaya başlamıştı. Terler içinde uyanırken,annemin yanımda huzur  içinde uyuyor olması içimi ferahlatıyordu. Belli ki onun içini rahatlatan, cesaret veren bir güç vardı.
   
  Bir gece, sabaha karşı da olabilir, hatırlamadığım bir kabusla uyandım. Terden sırılsıklam olmuştum, üşüyordum. Köz halindeki ocağı, az üfleyerek harladım. Üstümü de değiştirdikten sonra pencereden dışarı baktım, öylesine, sebepsiz... Evimizin karşısında, tek başına yaşayan Sandre Amca avluda, bir ileri bir geri yürüyerek telaşlı şekilde dolanıyordu. Bir rahatsızlığı olduğu belliydi, ama bu kadar acelesi varmış gibi görünüp de yerinde saymaktan başka bir şey yapmayan biri de olayı daha da ilginçleştiriyordu. Merakım tekrar alevlendi. Yapmamam gereken ne varsa zaten hep merakıma yenilip yapmışımdır. Evden dışarı çıktım, soğuktu. Titredim. Avludan yavaşça indim. Sandre Amca'da korkulacak herhangi bir hareketlenme yoktu, ama yine de korkuyordum. Karşısında durdum. Durdu, bana doğru döndü:

-Ne yapıyorsun çocuk?

-Şeyy... Uyuyamadım ve sizi gördüm.

-Git evine!

   Bu söze kulak vermem lazımdı, ama dinlemedim, dinleyemedim... Öylece kalmıştım.

-Ne bekliyorsun?

-Sandre Amca... Ne oluyor? Niye bu kadar telaşlısın? Yapabileceğimiz bir şey varsa,eğer hasta falansan..?

   Yüzü biraz da olsa yumuşamıştı.Yaklaştı ve elini omzuma koydu:

-Çok şey gördüm bu dünyada çocuk. Çok tanıdım, çok unuttum... Ama Sandre de bir şey biliyorsa, alametler iyiye işaret değil. İnsanlar parçalanıyor, dağlar huzursuz, avcılar uzakta... İyi değil, hiç değil...Telaşım bunlardır ve düşünmem lazım Git şimdi! Hemen!

   Topuklarım yere değmeksizin eve koştum. Hemen içeri girip yatağıma yattım. Sebepsiz yere içim ürpermişti. Gözlerimi sımsıkı kapattım,güzel bir güne tekrardan uyanmak için. Sandre Amca ne demek istedi ki? Dağlar, avcılar... Sakin hayatıma bir anda ocakbaşı hikayeleri üşüşmüştü.

   Uyuyakalmışım. Hiç de huzurlu olmayan bir uyku... Tek umudu, güneşi tekrardan neşeyle hissetmeye aç bir uyku... Ama sabahın sesleri hiç de öyle olmadığının yegane göstergesiydi.

SÜRGÜN GEÇMİŞ SAYFA 5:


   Sabah, büyük bir karmaşayı da yanında getirmişti. Daha önceden de duyduğum feryat figanları anımsatan seslerdi. Ama bir farklılık vardı gibi. Ağlamaktan, bağırıp, isyandan çok, insanların hayret nidaları yükseliyordu evimin tavanına doğru. Köy halkı, alışkın olmadığı şeylere bile artık alışıyor mu, diye geçti içimden. Acaba yine, kan ve cansız bedenlere bakan suratların, üzüntüden çok, ilginçlik görüsü mü  güdüyordu? Bunu düşünmek bile korkunçtu. Bildik insanların, simaların, artık ölüme alışmaları insanı yaşadığı yerden korkmasına neden oluyordu. Bu kadar yatakta oyalanmak yeterdi. Ersiz bir evin tek erkek çocuğu öylece yatmamalıydı. Kalktım, üstüme ceketimi alıp doğruca dışarıya fırladım.

   İnsanlar Sandre Amca'nın evinin önünde toplanmışlardı. Düşündüğüm şeyin olmaması için benim için hayatta kutsal ne varsa üstüne dua etmeye başladım. Kan yüzümden çekilmeye başladı. Evden indim ve kalabalığın yanına yaklaştım usulca. Sesleri ayırt etmeye, anlamaya çalıştım.

-Sandre garipti zaten ama bu nedenle mi bilemeyeceğim, diyordu sesin biri.

-Sanmam. Adam garip diye böyle bir şey yapması garip kelimesine bile yakışık olmuyor, dedi diğer ses.

   O an, içimdeki korkunun kan veya daha beterinden kaynaklanmaması umudu doğuverdi. Ama ya daha farklıysa? Kendi canına kıydıysa?

-Adam kaçık yahu, ne diye dikiliyorsunuz burada, gitmiş işte! Ne bağırıyorsunuz..! Sanki beklemiyorlardı ha.! Nasıl geldiğini ben bilirim o yaşlı aptalın, gittiği de geldiği gibi olmuş işte, dedi köyün hanını işleten Koca Kermas.

   Gitmişti, ölmemişti. Derin bir oh çektim. Daha yeni konuşmuştum Sandre Amcayla, ölmesi katlanılamazdı. Gitmişti... Gittmişşt...! Ama neden?

   Kalabalığın arasından sıyrılıp evin önüne geldim. O an anladım insanların Sandre Amca'nın neden gittiğine bu kadar şaşırmalarını. Daha doğrusu gittiğini nasıl anladıklarını. Evin bütün kapı ve pencereleri sonuna kadar açıktı ve açık kapıdan görüldüğü kadarıyla, evin içi darmadağınıktı. Etrafta kan izi falan yoktu veya başka ilginç bir şey. Ahırının da kapısı açıktı ve ihtiyar atı da oradaydı hala. Aklıma hala sorular gelmekteydi. Bir adam gidebilir tamam ama neden evini bu şekilde bıraksın? Ev niye bu kadar darmadağınık ki? Ya da terkettiğin bir köyden, atıyla nasıl uzaklaşmayı düşünsün ki? Asıl soru Sandre Amca niye gitsin?

   Seslere biraz daha kulak kabartınca ilginç birkaç nokta daha duydum:

-Sabaha doğru sesler duydum, diyordu bir ses.

-Bende duydum ama, geceden kalma sarhoşların dövüşüdür diye hiç ilgilenmedim bile, dedi bir başkası.

-Yok, yok... Sarhoş sesi değildi!

-Neydi peki? Sandre'nin sabah sedası mı? Gülüşmeler çınladı kulağımda.

-Hadi hadi..! dedi Koca Kermas. İşinize gidin sizi aylaklar. Size ancak yaygara çıksın... Gitmiş işte, kurcalamayın daha. İlginç geldi, ilginç gitti. Bu kadar..!

   Burada bir şey bilen varsa, o da Koca Kermas'tı. Öğrenmeli miydim acaba?
 
SÜRGÜN GEÇMİŞ SAYFA 6:
   
   Koca Kermas, iri vücutlu, hafif göbekli, saçları bembeyaz bir adamdı. Köyün hanı nice senedir onun elindeydi. Hani öyle tipler vardır ya, evler gelmeden önce bile orada bulunanlar, işte Kermas öyle biriydi. Yerinde kavgaya, gürültüye papuç bırakmayan, sözü geçen, gözünü en yaman serseriye bile dikse kokutan bir insandı. Hanıysa ahalinin dedikodusunu barındıran haberlerin dağılma yeriydi sanki. Ahşap barının etrafına en yaşlılar, çevresine de gençler dizilirlerdi.Köyün kalbiydi orası.

   Kermas hanına doğru giderken ben de arkasından seyirttim. Benim gibilerin oraya gitme gibi bir durumu yoktu, ama o bana hep izin verirdi. Babama büyük saygı gösterirdi ve babam,"Kermas ailem sana emanet!" sözünü hiç aklından çıkmadığını söylerdi. Han, pipo dumanlarıyla örtülüydü. Karanlığa alışınca  ahalinin en ayyaş tiplerinin sabah sabah yerlerini almış olduğunu gördüm. Onlar için yer yerinden oynasa, bir tek han kalsa yeterdi. Bara gidip, güç bela tabureye çıktım. Barın etrafında kimsecikler yoktu. Kermas bardaklarını  ovalaya dursun, iki de bir öfleyip pöflüyordu ve omzuna attığı havluyla da, iki de bir alnındaki terleri alıyordu. Birden bana döndü;

-Ooo küçük beyim, teşrif mi ettiniz?

   Bana hep böyle hitap ederdi ve yüzünden, o pos bıyıklarından, tebessümünü hiç eksik etmezdi.

-Ne içersin bakalım? Bir bardak Kermas'ın birasından? Ha? Koca bir gülümseme aldı adamı, tabi ki şaka yapıyordu. Babamın koca baltasıyla bile gelsem bira yasaktı bana.

   Bir bardak taze sütü önüme koydu, yanında da hanımının yaptığı krakerlerden. Özel bir menü!

-Bak küçük beyim, sakın dışardakilere kulak asma! Koca Kermas burada olduktan sonra, size Kral bile ilişemez!

   Bu, o anda duymak isteyebileceğim bir cümleydi.Hakikaten onu geçebilmek öyle kolay değil gibiydi. Belki babam... Ama o da Kermas'a bırak vurmayı, hakaret bile etmezdi. Saygıyı hak eden bir adamdı o.

   Ben krakerlerimi kemirirken, bir grup insan büyük bir coşkuyla girdi hana. Kermas gözlerini dikti kalabalığa ve sanki  "efendi efendi oturun!" der gibiydi. Kalabalık, efendi olmasa da gidip bir masanın etrafına toplandı. Heyecanlı bir şekilde bir şeyler tartışıyorlardı. Masaya yumruk atanı mı ararsınız, ellerini sallayıp bir cesaret gösteri yapanı mı, hepsi oradaydı. Kermas:

-Efendiler! Ne tartışıyorsanız sessiz olun! Ya da bize de söyleyin de biz de yardımcı olalım. Sizin grup çözemiyor gibi?

   Sinirlenmişti. Aslında oradan sıvışmam yerinde olurdu ama az sonra duyacaklarım sanki beni mest edecekti. O insanlar hayra alamet girmedi hana. Gözlerim krakerde, nefesimi tutmuş dinliyordum. Herkes sustu. Arkadan hafif tok, ama genç olduğu belli olan bir  ses cevap verdi.

-Kermas! Bak hele köyümüze. Ne görüyorsun? Kara Günler'in adını duydum ben sadece, ama bunların ondan ne farkı var?

-Eeee? De hele diyeceğini? Diyelim o günlerdeyiz, ne olmuş?

-Ne olmuş mu? Hele Kermas, sen bu handan çıkmaz mısın? Parçalananlar, gidenler... Sen istediğini de, ama bizim kararımız kesindir! Daha beklemeyeceğiz. Sana daha önce de dedik, ama "yok" dedin. Ayarlanır ayarlanmaz Kral'a bir ulak yollanacak! dedi. İşte bu inanılmaz bir şeydi.

SÜRGÜN GEÇMİŞ SAYFA 7:


   "Ayarlanır ayarlanmaz" sözü o kadar uzaktı ki bu köye. Bir şeyi ayarlamak için, önce onun ne olduğunu, ne yapılması gerektiği konusunu, nereye gidileceğini hesaplardı bizim ahali. Hani o anki şevkleri öyle büyüleyiciydi ki, hop birden kral hana girse şaşırmazdım. Ama öyle olmadı tabi. O an olan, orada kaldı ve herkes biralarını büyük bir iştahla yudumlamaya devam etti. Koca Kermas'ın hanındaki insanlar...

   Yıllar birbirini kovalayadursun, hayat eskiye dönmeye başlamıştı. Artık 14'üme yeni girmiştim. O gün, benim gibi bir köy çocuğu için bile özeldi. Gelen giden insanlar, yaş günümü ya annemin bana "doğum günü çocuğu" diye hitabından ya da gerçekten bildikleri için ufak hediyeler bırakıyordu. Bir tavuk (ne için olduğunu hala çözemedim), bir tane tahtası adi ok, bir tane gerçek kurt postu(bu güzeldi işte)... Ama en güzeli Kermas'ınkiydi. Bana, zamanı çok eskilere dayandığı belli olan, bir mızıka vermişti. Üzerindeki rünleri çözemiyordum ama çok ince bir işçiliğe sahip olduğu belliydi. "Yanından ayırmayasın efendi, gün gelir dara düşersen tıngırdatıver iki ses" dedi, verirken de. Ne olacaktı ki çalınca? Neyse Kermas bu, akıl ermez onun işlerine diye attım cebime.

   Yüreğim sızlıyordu. Biliyordum ne olduğunu. Babam... Hiçbir yaş günümü geçirmezdi. En azından, öylesine bile olsa, bir gelip giderdi. Gece geç saatlere kadar bekledim. Gelmedi... İki şey vardı gerçek olan. Ya önemsememişti, ya da onu yolundan bir şey alıkoymuştu. İkinci seçenek daha bir oturuyordu gönlüme. Onu yolundan alıkoyabilecek şey, aynı zamanda yok eden şey olamalıydı ve artık bu av muhabbetleri canımı sıkmaya başlamıştı. Ya beni de alıp gidecekti, ya da hiç. Kendi ekmeğimizi kendimiz de çıkarabilirdik. İki ceylanın etine kalmamıştı canımız. Bunları düşünerek yatağa girdim. Uykuya dalmadan önce, pencereye vuran ve her vurduğunda camı titreten bir rüzgar hatırlıyorum o kadar.

   Sabaha karşı kapımızı tekmeleyen birinin sesiyle uyandık. Annem hemen ocağın yanında duran küçük el baltasını aldı. Uykum korkuma bürünmüştü.

-Kimdir o?

-Aç kapıyı, benim!

   Babamın sesiydi! İşte gelmişti! Yeryüzündeki, o saatteki, en mutlu insandım sanki. Ama babam içeri bir hışımla girdi. Pelerini ıslanmaktan üstüne yapışmıştı. Bir elinde geniş kılıcı diğeri annemi sarıyordu. Bu doğum günü hediyesi değildi, burası kesindi.

   Bir kere dönüp bana baktı, sonra anneme. Karasızdı. İçinde garipten bir kargaşa vardı.

-Hazırla onu! Hemen!

-Yoo... Daha değil.! Lütfen daha değil. Küçücük daha o..! Dedi annem.

-Gitmemiz lazım, hadi! Tehlikeli, çok tehlikeli! Hazırla onu!

   Burada babamın yüzü biraz daha yumuşadı ve elini annemin yanağına koydu.

-Güven bana. Her zaman ki gibi şimdi de güven. Hadi, hazırla lütfen.

   Annemin telaşı yatışmıştı. Eşyalarımın, giysilerimin olduğu yere gidip bir çıkını doldurmaya başlamıştı. Gidiyordum... Ama nereye? Niye bu kadar telaşlıydı ki babam? O an yıllardır içimden atamadığım donmuşluk hissini, bir daha yaşadım. Babamın kılıcının ucunda kızıl kan vardı.

SÜRGÜN SAYFA GEÇMİŞ 8:

   Kendime gelmeye başladım. Babam yanıma gelip, şöyle bir baktı bana ve "hadi" dermişcesine, kafasıyla işaret etti. Neye ve nereye gittiğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Sıcak yatağımdan kalktım, tuniğimi ve pantolonumu giydim. Pelerinimi de taktıktan sonra, her şeyin hazır olduğunu gördüm. Gitme vaktiydi, bu belliydi. Az sonra, annemden ayrılacağım düşüncesi kapladı her bir yanımı. Annemin suratından başka bir yere bakamaz olmuştum. O, son telaşlı işlerini de yaparken, yüzünün kırmızılığından, onunda ayrılma fikriyle dolduğunu anladım. Babam;

-Her şey hazırsa çıkalım?

-Hazır... dedi, annem başı önünde.

   Evin içini, hiçbir ışığın aydınlatamayacağı bir loşluk aldı sanki. Dışarıda beni almaya gelmiş, zebaniler varmışçasına korkuyor ve üzülüyordum. Anneme doğru döndüm, gözleri gözlerimi buldu ve yavaşça, küçük bir damla gözyaşı süzüldü yanağından. Gözüm o damlaya kaydı, daldım. Sonra tekrar gözlerimi, sanki tüm geçmişimi görüyormuşum gibi diktim gözlerine. Beraberce dolaştığımız, yediğimiz yemekler, yaptığı nadir şakalar geçiyordu oradan. Daha fazla zaman harcayamazdım. Şu kısacık anın her saniyesini, onun kokusuyla doldurmalıydım. Kendimi bir bendin arkasında duran büyük bir göl gibi hissederken, birden bent yıkıldı ve anneme doğru koştum. Sımsıkı sarıldım. Şu ana kadar aldığım bütün nefesleri, onun kokusuyla doldursaymışım keşke, diye geçirdim içimden. Belki babam beni basit bir ava götürüyordu ama duruşları ve durum öyle farklıydı ki, dünya üzerinde bir daha annemi göremeyecekmişim gibi bir hisse kapıldım ve daha da sıkı sarıldım, kokladım, annemi içime sakladım.

   Gerçekliğe babamın sesiyle döndüm.

-Darheon! Haydi oğlum gitme vakti.

   O sesi duyduktan sonra, kafamı eğdim ve annemin suratına bakmaksızın evin dışına attım kendimi. Zifiri karanlıktı dışarısı. Şafaktan önceki gece gölgesi! Etrafta hiçbir ses yoktu. Sessizlik o kadar derin ve hava o kadar kapalıydı ki, kör olan bir insanın, yüz tane piponun, aynı anda içildiği küçük bir odada gibi hissettim kendimi. Nefes almak bile zordu, boğuyordu. Kendimi kapıya yaslamıştım ve içerideki sesleri gayet net duyabiliyordum.
 
-Söz ver bana..! Söz ver Gildagor! Darheon'a zarar gelmeyecek! Annemin sesiydi ve ağlıyordu. Hıçkırıkları, sözlerine karışmıştı.

-Söz sana benim yıldızım. Söz... Kalbim hala senin için atıyorken, canım hala içimdeyken, gözlerim aydınlığa dönmezden evvel, hep koruyacağım oğlumuzu. Dirhiél... Benim zarif, solgun ışığım... Ellerim kanlı toprağa bulansa da, gölge beni alıkoysa da, gücüm, dermanım hiç kalmasa da, onu korumak için ne gerekiyorsa yapacağım. Çünkü... Çünkü o, senin bendeki yansıman.

   Annemin ağlaması artık yeisin son noktasıydı. Acı hıçkırıkları, bedenime kristalden hançerler gibi giriyordu. Dizlerimin üstüne çöktüm ve bir noktaya sabitlendi gözlerim. Babamın anneme bu denli konuştuğuna, ilk defa tanık oluyordum. Artık gayet açıktı, bu köye, bu eve, bu toprağa bir daha dönemeyecektim. Kim bilir, neler vardı önümde ve ben tam kader çizgisinin üstündeydim.

   Babam çıktı kapıdan ve onu izlememi söyledi. Hiçbir soru sormaksızın seyirttim arkasından. Ayaklarım toprağı sürüyordu, gücüm kalmamıştı. Koca Kermas'ın Hanının oraya geldiğimizde, şöyle bir durdu, evimize doğru baktı. Yüzündeki duygu seli, yerini taştan duvarlara bıraktı.


Spoiler: Göster
Evet arkadaşlar bu benim ilk roman denemem denebilir. Yorumlarınızı, fikirlerinizi bekliyorum. İyi okumalar şimdiden herkese... Selamlar...



Lütfen noktalama işaretlerinden sonra boşluk bırakın.

Lütfen daha az "üç nokta (ellipsis) " kullanınız. Ellipsisin fazla (gereksiz) kullanımı hikayeyi güzelleştirmek yerine hikayeyi boğucu hale getirir.

Lütfen Word dosyasından kopyala yapıştır yaptığınızda " , ' , ... işaretlerini yeniden düzenleyin.

Lütfen hikayenizin tümünü kalın puntoyla yayınlamayınız. Bu okuyucunun gözünü çok büyük ölçüde yormaktadır.


-Editör



Çevrimdışı grafikatür

  • *
  • 17
  • Rom: -1
    • Profili Görüntüle
Ynt: SÜRGÜN
« Yanıtla #1 : 26 Haziran 2011, 15:35:21 »
niye kimse yorum yazmıyo şaşırdım:D

Çevrimdışı Laughing Madcap

  • ****
  • 960
  • Rom: 51
  • The Oncoming Storm
    • Profili Görüntüle
Ynt: SÜRGÜN
« Yanıtla #2 : 26 Haziran 2011, 15:58:48 »



Lütfen noktalama işaretlerinden sonra boşluk bırakın.

Lütfen daha az "üç nokta (ellipsis) " kullanınız. Ellipsisin fazla (gereksiz) kullanımı hikayeyi güzelleştirmek yerine hikayeyi boğucu hale getirir.

Lütfen Word dosyasından kopyala yapıştır yaptığınızda " , ' , ... işaretlerini yeniden düzenleyin.

Lütfen hikayenizin tümünü kalın puntoyla yayınlamayınız. Bu okuyucunun gözünü çok büyük ölçüde yormaktadır.


-Editör




Bu ilk yorumun. İkinci yorumun ise şöyle;

İnatla yorum istemenizin, bunu tekrar tekrar belirtmenizin sebebi "yazım güzel değil mi" korkusu ise bir yazının kalitesini belirleyen son şeylerdir yorum, rom ya da yazar puanı. O bakıma içiniz rahat olsun. Yok, yanlışlarımı görmek istiyorum, yazımı geliştirmek istiyorsum ise yegane amaç - ki böyle dense de ben inanmıyorum buna - , o zaman da sabırlı olmanızı isteyeceğim. Bu siteye atılan her mesaj, noktası virgülüne okunup inceleniyor. Bazı yazıların albenisi oluyor, okuyanı vuruyor ya da diğerlerine göre daha dikkat çekiyor ve fazlasıyla yorum alıyor. Bazı yazılar için ise zaman gerekiyor, sindirilmesi ve adam akıllı okunması için.

Fakat böyle "Yorum yok mu yorum" tavırları o bahsettiğim albeniyi tamamen yok ediyor. Bırakın yazınız istesin yorumu, yazar değil.

Roman denemeniz hakkında yorumumu daha sonra paylaşacağım. Üstünkörü okuduğum şekliyle anlatım tarzınız kıvamında, ne ağır ne de çok yüzeysel. Yazılarınızın ve paylaşımlarınızın devam etmesi dileğiyle.
Attention all planets of the solar federation
We have assumed control.

Çevrimdışı zenix

  • *
  • 18
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: SÜRGÜN
« Yanıtla #3 : 26 Haziran 2011, 16:52:51 »
Bir bölümünü okudum gerisine vaktim yok şuanda sonra okurum inşallah, ilkgörüşüm fena değil, anlatım güzel dahada güzel olabilir.
Sevgili dost, merhameti gördün mü ?
Tamam, söyleme biliyorsan yerini.
Bari hayatta olduğunu haber ver.
 " Merhamet ölmedi değil mi? "

"Freedom Forever"

Çevrimdışı grafikatür

  • *
  • 17
  • Rom: -1
    • Profili Görüntüle
LÜTFEN YARDIMCI OLUN.
« Yanıtla #4 : 21 Ağustos 2011, 13:52:13 »
www.grafikatur.com adlı sitemde bir anket düzenliyorum lütfen katılıp banada bir fikir verirmisiniz.Anketin konusu daha önce kayıp rıhtımdada yayınlamış olduğum sürgün adlı yazı dizisi.Kayıp rıhtım daki linki:
http://www.kayiprihtim.org/forum/surgun-t11217.0.html
Sitede yayınlıyorum ordanda okuyabilirsiniz.Ankete katılıp yardımcı olun lütfen.Şimdiden teşekkürler...

Çevrimdışı Narr

  • **
  • 115
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: LÜTFEN YARDIMCI OLUN.
« Yanıtla #5 : 21 Ağustos 2011, 13:59:41 »
Hasta ruhlu insan.

Çevrimdışı grafikatür

  • *
  • 17
  • Rom: -1
    • Profili Görüntüle
Ynt: LÜTFEN YARDIMCI OLUN.
« Yanıtla #6 : 21 Ağustos 2011, 14:19:46 »
eyvallah.

Çevrimdışı Tak Tak

  • *
  • 4
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: LÜTFEN YARDIMCI OLUN.
« Yanıtla #7 : 21 Ağustos 2011, 14:35:58 »
Rıhtım Kanunları:

8. Açacağınız başlıkların içeriği ifade etmesine dikkat edin. Düzgün ve anlamlı olsun. ("bakın çok önemli!!11!" yerine içerikten bahsedin) Tüm harfler, eğer özellikle öyle değilse büyük olamaz.

4. Forumda öğrenmek ve eğlenmek için bulunduğunuzu unutmayın. Kişisel çıkar peşinde koşmayın.
End of the Night.

Ynt: Lütfen Yardımcı Olun
« Yanıtla #8 : 21 Ağustos 2011, 15:05:11 »
Rıhtım Kanunları:
8. Açacağınız başlıkların içeriği ifade etmesine dikkat edin. Düzgün ve anlamlı olsun. ("bakın çok önemli!!11!" yerine içerikten bahsedin) Tüm harfler, eğer özellikle öyle değilse büyük olamaz.
4. Forumda öğrenmek ve eğlenmek için bulunduğunuzu unutmayın. Kişisel çıkar peşinde koşmayın.

bu adam benden sonra gelmiş (Ağustos 11, 2011) ve su alintisini yaptigim mesaji forumdaki ilk ve tek mesaji. kurallari benden daha iyi biliyor. kendisini tebrik ediyor basarilarinin devamini diliyorum.
ph'nglui mglw'nafh cthulhu r'lyeh wagh'nagl fhtagn

Çevrimdışı grafikatür

  • *
  • 17
  • Rom: -1
    • Profili Görüntüle
Ynt: LÜTFEN YARDIMCI OLUN.
« Yanıtla #9 : 21 Ağustos 2011, 17:21:01 »
Ya anlamadığım şu:rıhtım da herkes isteğini yazıyor,istediğini yapıyor vs...Tamam haklısınız belki kişisel çıkarım ama ben bu hikayeyi aylar önce rıhtımdada yayınladım ve sadece bi istek.Hani içinden para veya rant sağlayacağım bişey olsa amenna ama sadece fantastik bir hikayenin akıbetiyle ilgiliydi.Birde şu var,rıhtım sadece fantastik döngüde yer edinmiş yazılar için mi güç sarf ediyor.Benim sitem olsaydı bu rıhtım ve fantastik hikaye anlamında birşeyler yapmaya çalışan insanlar yardım talep etseydi bundan memnun olurdum...

Çevrimdışı grafikatür

  • *
  • 17
  • Rom: -1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lütfen Yardımcı Olun
« Yanıtla #10 : 21 Ağustos 2011, 17:23:15 »
O Hasta ruhlu diyen adam içinde önce tartışmaya girmek istemedim ama asıl cevabım şu: HE RAHATSIZIM ZORUNA MI GİTTİ?Sırf saçma varlıklarını belirten yorumlardan sıkıldım.Sevmediysen konuyu alkadar etmiyosa defol git.Senin yorumunu merakla beklemiyor kimse.Benim rahatsızlığımı sorgulayarak süperman olmazsın....

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lütfen Yardımcı Olun
« Yanıtla #11 : 21 Ağustos 2011, 17:28:21 »
Öncelikle;

Alıntı
4. Çok gerekli değilse art arda mesaj atmayınız (flood yapmayınız). Değiştir butonunu kullanınız. Bunun ısrarla suistimali halinde ceza uygulanır.

LÜTFEN YARDIM EDİN diye haykıracak bir şey göremedim ben. Ayrıca daha yeni üye olmuş biri ilk mesajında kuralları göstermiş, demek ki okuyanlar var kurallarımızı. Aynısını sizin de yapmanız gerekir.

Konuya, başlığa ve ihlal edilen kurallara dair benden önce üyelerimiz size durumu anlatmış. Size hasta ruhlu diyenle kozlarınızı özel mesajla paylaşırsınız. Bu konu daha fazla mesaj almayacaktır.

Çevrimdışı Malkavian

  • *****
  • 2152
  • Rom: 57
  • I was lost in the pages of a book full of death..
    • Profili Görüntüle
Ynt: Lütfen Yardımcı Olun
« Yanıtla #12 : 21 Ağustos 2011, 17:29:15 »
Edit Tuşu: Edit tuşu yazdığınız mesajın herhangi bir yerini sonradan düzenlemenize yarayan tuştur.

-Bir mesaj attınız ve 1-2 dakika sonra 'tüh ya şunu da yazmayı unuttum!' mu diyorsunuz tamam işte edit tuşu sizin için orada.

-Tamamı büyük harflerden oluşan forum kurallarına aykırı bir konu mu açtınız? Tamam işte edit tuşu sizin için orada mesajın başlığını düzenleyebilirsiniz.

-Başka sitelere yönlendiren 'şuraya bakıp oy kullanın lütfen' gibi yine forum kurallarına aykırı bir mesaj mı attınız? tamam işte edit tuşu sizin için orada bunları silip adam gibi mesaj atabilirsiniz.

-Kişiliğinizde tüm uyarılara aldırmama gibi bir problem mi var? Edit tuşu bu sefer sizin için orada değil malesef. Site yönetimi de bir yere kadar sizleri adam edebiliyor. Yazık ama ellerinden bu kadar geliyor.

Çevrimdışı Fırtınakıran

  • *
  • 8351
  • Rom: 1
  • Unique Ravenclaw
    • Profili Görüntüle
Ynt: Sürgün
« Yanıtla #13 : 21 Ağustos 2011, 19:23:28 »
Konu, bahsi geçen öykü ile birleştirilmiştir.