Kayıt Ol

Taşralı Çocuk

Çevrimdışı Acmert

  • **
  • 268
  • Rom: 24
    • Profili Görüntüle
Taşralı Çocuk
« : 30 Kasım 2012, 22:23:01 »
Bölüm 1


Taşralı Çocuk, yatağının dört bir yanına zincirlerle bağlanmış bir şekilde uyandı. Vücudunun her bir yanı sızlıyordu. Vücut ağrısı ile birleşen susuzluk dayanılmaz olunca annesini çağırması ve zincirlerden kurtulması gerektiğine karar verdi.

“Selma Hanım!” diye bağırdı Taşralı Çocuk annesine. Karşılık olarak, uzaklardan bir homurtu sesi geldi. Önce yavaşça başlaya annesinin ayak sesleri rahatça duyulabilecek bir hale gelince annesinin kapının önüne kadar geldiğini fark etti. Kapı sertçe açıldı ve içeri sert mizaçlı bir kadın girdi. Çatık kaşları, stresten beyazlamış, dökülmekte olan kıvırcık saçları gibi inceydi. Bileğindeki sarı tokayı çıkarıp dağınık saçlarını bağlarken “Ne var?” diye sordu sertçe.

“Uyandım,” dedi.

“Görebiliyorum,” dedi kadın çocuğun yüzüne sert ve boş gözlerle bakarak. Ardından çocuğun ne demek istediğini anlayarak, bel izahında olan önlüğün önündeki kesecikten küçük bir anahtar çıkarıp çocuğun yanına geldi. Tek tek her bir zincirin kilidini çözdü ve çocuğun serbestçe hareket edebilmesini sağladı. Çocuk ilk iş olarak sırayla bileklerini ovuşturdu.

“Susadım,” dedi çocuk gözleri kısık bir şekilde. Tüm gece elleri bağlı bir şekilde kalmanın verdiği acıyla bekledi. Ardından ona sinirli bir şekilde bakan annesinin yüz ifadesini fark etti ve tekrar konuştu. “Bu halde içeri gitmemi beklemediğini biliyorum.”

Birkaç saniye daha aynı şekilde bakan annesi en sonunda pes ederek içeri doğra yola koyuldu. “Lanet olasıca,” dediğini duyamadı Taşralı Çocuk.

Çocuğun bileklerindeki acı ve uyuşma hissi geçtiğinde ayağa kalkıp yürüyebileceğini fark etti. Yatağın başlığına yaslanarak ayağa kalktığında annesi elindeki yarısı boş su bardağıyla içeri girdi.  “Eh, demek ki kalkabiliyormuşsun,” dedi annesi ve bardağı yatağın yanındaki masanın üzerine bırakıp odadan tekrar çıktı. Çocuk su bardağını bir dikişte içti ve istemsiz bir şekilde geğirdi.

Üzerindeki kirli, sarı uyku tulumun çıkarttı ve yerine masanın önündeki sandalyenin üzerine bırakılmış sarı tişörtü aldı. Boğazından geçirip giydi ve hemen ardından altına pantolonu geçirdi. Bardağı tekrar eline alıp dibinde kalmış olan son bir iki damlayı da boğazına damlattı.

Odanın kapısından çıktığında karşısına küçük kardeşi Taşralının Küçüğü çıktı. “Günaydın,” diye mırıldandı Taşralının Küçüğü. Yüzünde garip bir ifade vardı ancak Taşralı Çocuk bunu pek önemsemedi.

Mutfağa doğru, bacaklarının ağrısının en el verdiği şekilde yürümeye başladı. İçeri girdiğinde annesi elindeki bıçakla, uzun ve parlak yemek masasının üzerinde soğan soyuyordu ve tezgâhın önünde Birinci Taşralı vardı. “Günaydın sevgili kardeşim,” diyerek sırıttı. Elinde bir bira şişesi vardı ancak annesi bunu fark etmiyor gibiydi. Kardeşine göz kırptı. Taşralı Çocuk kendini gülümsemekten alıkoyamadı.

“Günaydın,” dedi ve annesinin oturduğu masanın öbür ucuna oturdu. Geniş mutfakta ne yapacağını kafasında toparlamaya çalıştı ancak buraya geliş amacını unutmuştu. Neden oturma odasına gitmemişti?

“Dolapta bir tabak köfte var, tavaya koyup ısıt,” diye buyurdu annesi Taşralı Çocuğun yüzüne bakmadan. “Sen de bira şişesini görmediğimi düşünme. Hislerim o kadar kuvvetsizleşmedi. Senin küçük numaraların ben de işe yaramaz.”

Birinci Taşralı utanmış görünüyordu ve bira şişesini alıp odadan çıktı. Bu sırada ayağa kalkmış dolaba doğru giden Taşralı Çocuk’un ardından odaya İkinci Taşralı girdi. Hiçbir şey demeden Taşralı Çocuk’un önüne geçip dolabın kapağını açtı ve içinden bir şişe bira aldı. Kapağını tezgâhın köşesinde açtı ve sükûnetiyle birlikte dışarı çıktı.

Bu İkinci Taşralı için ilginç bir şey değildi. Uzun boylu, sarı saçlı ve geniş omuzlu bir delikanlıydı İkinci Taşralı. Yeşil gözleri suratında iki küçük zümrüt gibi parlıyordu. Sarı saçları gibi olan kirli bir sakalı vardı ve hafifçe kalkık bir burna sahipti. Bu onun kalıbıyla tezat oluşturacak şekilde minyon bir görüntüye sahip olmasına neden oluyordu. Genelde sessizdi ve hislerini bıçakları için kullanırdı. Odasından okul ihtiyacı hariç çok nadir çıkar, hayatını bıçaklarını bileyerek geçirirdi. Ona göre yaşadıkları sistemin yıkılacağı gün, bıçaklara ihtiyacı olacaktı.

Kardeşleriyle birlikte bu evde yaşıyordu Taşralı Çocuk. Garip bir şekilde tüm çocukların isminde ‘taşralı’ geçiyordu ancak bu, o zamanlarda çok doğal bir şeydi. Her baba ve anne bir evde yönetici ve öğreticiydi. Çocuklarına ev eğitimi veriyordu, onların yeteneklerini açığa çıkarıyordu. Bundan sonra okuldaki son eğitimle çocuklar eğitimlerini tamamlamış oluyordu. Ardından bir yıl aileleri ile kalıyor ve devlet hizmetine uyum sağlıyorlardı. Ardından her biri hayata atılıyordu. Hayata atılan her bir çocuğa isim veriliyordu. Taşralı isminden kurtulan çocuklar otuz yaşlarına kadar evlenemiyorlar ve sisteme özelliklerine göre hizmet ediyorlardı. Zorunlu hizmetlerini tamamladıklarında karşılarına iki tercih çıkıyordu; hizmete devam etmek ya da devletin onlara bir eş bulmasını beklemek. Yorucu devlet hizmetinden sonra insanların genel tercihi evlenmek olurdu.

Taşralı Çocuk’un anne ve babasının yedi çocuğu olmuştu. Bu ailenin çocuklarına devlet tarafından “Taşralı” ismi verilmişti ve yedi çocuklu bir “Taşralı” ailesi kurulmuştu. Her biri Taşralı kelimesine sahip bu çocuklar altı erkek ve bir kızdı.

En büyük çocuk, eğlenceli bir çocuktu ve Birinci Taşralı ismini almıştı. Bu ailedeki çoğu çocuk birbirine benziyordu ve Birinci Taşralı, ondan bir yaş küçük kardeşi İkinci Taşralı’dan farklı olarak mavi gözlere ve büyük, kemerli bir burna sahipti. Sağ yanağında büyük, itici bir yara vardı. Henüz okulu yeni bitirmiş ve hizmete başlamıştı. İlk görevinde ise bu yaraya sahip olmuştu.

İkinci Taşralı ise son senesinde idi okulun... Ondan bir küçüğüne Üçüncü Taşralı denmişti ve ilk ağabeyine benzerliği, boy farkı olmasaydı ikizlik derecesine gidebilirdi.

Taşralı Çocuk bu ailenin dördüncü çocuğuydu. Sarı saçlı, koyu kahverengi gözlü ve geniş yanaklı bir çocuktu. Yüzü oldukça orantısızdı ve çoğu aile bireyi onu yakışıksız bir şekilde “çirkin” olarak tanımlamıştı.

Ailenin babası öldüğü zaman yanında bir tek Taşralı Çocuk vardı. Ancak ölüm nedenini asla anlatmamıştı. Taşralı Çocuk sadece on iki yaşındaydı ve okul eğitiminde henüz başlamamıştı.

Taşralı Çocuk’un küçük kardeşine ise Taşralının Küçüğü ismi verilmişti. Taşralı Çocuk’un küçük kardeşlerinin yaşları ardışık olarak azalıyordu.

Altıncı olan Küçük Taşralı ise henüz kendi bile belirleyememiş “sorunlu” bir çocuktu. Hekimler onun hiperaktif olduğunu söylemişlerdi ve Ailenin Annesi ondan ve onu eğitmekten nefret ediyordu.

En küçük çocuk ise Taşralı Kız ismine layık görülen güzeller güzeli bir çocuktu. Kızın diğer aile üyeleri gibi sapsarı bukleleri vardı ve yemyeşil gözleri ile birlikte pembe yanakları vardı.

Ailenin annesi devletin onlara verdiği imkânlar sayesinde, çocuklarına bakıyordu. Eşi olmadan bunu başarmak zordu fakat yapabileceği başka bir şey yoktu.

Taşralı Çocuk önünde açık duran dolabın kapağını açtı ve annesinin söylediği köfteleri en alt rafta buldu. Annesinin verdiği talimatları yerine getirip tavada ısıttığı köfteleri masada ağır ağır yedi ve o günün sabah kahvaltısını tamamladı.

Ardından hiç beklenmeyen bir şey oldu. Çocuk yemek yiyor ve annesi soyup, doğradığı soğanları tencereye atarken kapı çalındı. Annesi şaşkınlıkla Taşralı Çocuğa baktı. Bunun onun suçu olduğunu düşünüyor gibiydi.

Aile ev eğitimi şehrinin tam ortasındaki sitede oturuyorlardı. Ve akşam saatleri dışında asla kapı çalmazdı. Tek bir koşul dışında…

Evin annesi önündeki önlüğü arkasındaki bağdan çözüp çıkarttı ve masanın üzerine doğru fırlattı ardından koridora çıktı ve koridorun sonundaki demir kapıya gitti. Taşralı Çocuk ne olduğunu merak ediyordu ancak annesinin gelmesini beklemek daha mantıklıydı.

Annesinin sesini boğuk ve anlaşılamayacak bir şekilde duydu. Kapının kapanma sesi ve annesinin mutfağa dönüşünü bildiren ayak sesleri duyuldu. Çocuk masada oturup, dinlememiş gibi yaparken annesi içeri girdi ve elindeki bir kâğıtla çocuğa bakakaldı.

Çocuk ne olduğunu merak ederken annesi, bir anda rahatladığını belirten bir şekilde gülümsedi ve çocuğa ne olduğunu söyledi;

Okula gidiyorsun!