Kayıt Ol

Yalnız Topraklar: Bölüm 1 Sınav

Çevrimdışı Ansgard

  • *
  • 2
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Yalnız Topraklar: Bölüm 1 Sınav
« : 15 Ocak 2015, 02:01:10 »
         Nadia uyandığında kendini hiç bilmediği bir ormanın ortasında buldu. Üstünde sadece beyaz geceliği vardı fakat her tarafı çamur olmuştu. Siyah uzun saçlarının uçları ıslanmış ve beyaz zarif elleri toz toprak içindeydi.Tek koluna yüklenerek doğruldu ve zümrüt yeşili gözlerini hafifçe kırpıştırdı. Bu sefer iki elinden kuvvet alarak ayağa kalktı biraz başı dönüyordu ve sırtı ağrıyordu. Ufak tefek ayaklarına baktı. Dizinin altından itibaren çamurdu. Gözlerini kısıp ortalığa bakındı ve çevresini tanımaya çabaladı. Ormanın kasvetli havası onun korkusunu körüklüyordu. Buraya nasıl gelmişti? En son hatırladığı şöminesinin sıcaklığı ve yatağının rahatlığdı. Neler olduğunu, buraya nasıl geldiğini hatılamak için beynini zorladı ama hiç bir şey hatırlayamadı.
     Çevresine ürkekçe bakındı ve korkunun getirdiği çağresizliği unutmaya çalıştı. Gökyüzündeki parlak dolunay ışığının aydınlatmaya çalıştığı orman ona direnircesine çok az karanlığı yenebiliyordu. Büyük yaşlı ağaçlar, büyük dalları ve kocaman yaprakları ışığın ormana girmesini engelliyordu. Geceleri ormanların ne kadar tehlikeli olabileceğini bilecek kadar çok hikaye duymuştu o yüzden elinden geldiğince sessizce hareket etmeye hatta nefes alırken bile çok tedbirli davranmaya özen gösterdi.
     Gecenin ayazı onun geceliğini delip geçiyordu ve ıslak, çamurlu olması bunu daha da kolaylaştırıyordu. Titreyerek kollarını ısıtmaya çalışan Nadia, ağır adımalarla bir patika veya yol bulabilme umuduyla yavaşça ilerledi. Bu karanlık ormana git gide gözleri alışıyordu ve çevresini daha net seçebilir hale geliyordu. Nasıl bu kadar sakin kalabildiğine kendisi bile şaşırarak bir çıkış yolu aradı. Birkaç metre istikametsiz yürüdükten sonra ileride bir yapı gözüne çarptı. Tam olarak seçemesede bir bahçe duvarını andıran üç insan boyunda düz bir duvardı bu. Yavaşça o yöne doğru ilerledi, duvara yaklaştıkça kocaman girişi farketti. İhtişamlı bir kemeri olan giriş, sarmaşıklar tarafından yıpranmış ve gizlenmişti. Çok eski bir yapı olduğunu fark eden Nadia belki bir insan bulma ümidiyle daha hızlı fakat daha çok tedirgin bir şekilde girişe yöneldi.
     Kapıya yaklaştıkça girişin altında hafif sarı bir ışık ve orada bekleyen iki silüeti farketti. Girişe içini umutla dolduran bir heyecanla yaklaştı, ışık git gide büyüyor ve sıcaklığı bulunduğu yerden bile farkedilebiliyordu. Önlerindeki silüetlerin birer heykel olduğunu düşünmeye başlayan Nadia, bu fikrinde haksız sayılmazdı çünkü gördüğünden beri tek bir hareket bile etmemişlerdi. Yirmi adımlık yolu kalınca yavaş ve ürkek adımlarla silüetlere doğru yöneldi. Birinin kadın birinin ise erkek olduğu yaklaştıkça netleştiyordu. Sonunda birkaç adım kala silüetler hareketlendi ve Nadia'ya doğru birer adım atıp kapının iki ucundan yan yana gelicek şekilde kapının önünde durdular. "Hoşgeldin Nadia." dedi erkek olan.
"Biz de seni bekliyorduk." diye devam etti kadın.
    Yüzleri ay ışığıyla, altın sarısı arasında bir aydınlıkta parlayan, birbirlerine son derece benzeyen hatta kardeş olduklarına emin olan Nadia, konuşma şekillerinin birbirine çok benzediğini hatta bire bir aynı olduğunu söylebilirdi. İkiside sarışındı kadının saçları yandan örgülü ve sol omzundan önüne doğru geliyordu. Erkeğinse saçları uzun düz ve arkaya doğru bırakılmıştı. Erkek beyaz, altın işlemeli bir gömlek ve sol omzundan dökülen yarım siyah pelerin takıyordu ve ellerini arkasında birleştirmişti. Kadın ise beyaz, boyun bölgesi altın işlemeli yere kadar uzanan parlak kumaştan bir elbise ve yere kadar uzanan omuzlarını kapatan, kapüşonlu bir pelerin siyah bir pelerin vardı.
  "Hadi tatlım korkmana gerek yok." dedi kadın.
    "Korkma seni yemeyiz. Üşümüş olmalısın..." diye devam etti erkek,
     "Gelde ateşin yanında biraz ısın" diye cümlesini bitirdi kadın.
          "Siz kimsiniz?" diye sordu Nadia bulunduğu durumun getirdiği bütün soruları unutarak.
   "Ben Lunna","Ben de Palal" cevap verdiler. Sanki herşeyi aynı anda düşünüp birbirlerinin cümlelerini  önceden bilip devamını getirir bir tarzda konuşuyorlardı. Seslerinde hafif alay ve hafif kibir havası vardı. Bu Nadia'nın onlara daha da tedbirli yaklaşması gerektiğine dair bir fikre kapılmaısna neden oldu. Fakat isimleri çok tanıdık geliyordu, isimlerini defalarca duymuş gibiydi fakat bulunduğu durumda bu kafa yorması gereken son gizem olduğuna karar verdi. "Adımı nereden biliyorsunuz?" diye sordu Nadia tedirgin ve bir okadar tedbirli bir şekilde."Biz herkesin adını biliriz",
 "Hatta isimleri verilmeden önce",
  "Önemli olan adını nasıl bildiğimiz değil"
   "Neden telaffuz etme zahmetine girdiğimiz." diye cevapladılar Lunna ve Palal gene sırayla ve o alaycı tavırla.
"Peki neden telaffuz etme zahmetine girdiniz?" içini kaplayan meraka yenik düşen Nadia.
"Bazen bu kadar unutkan olmanıza şaşırıyoruz,"
 "Çoğunuz çabuk yozlaşıyor"
  "Ama sen farklısın"
   "Nasıl olduysa bütün zorluklara rağmen"
    "Bütün talihsizliklere rağmen"
     "Bütün masumiyetini korumaya devam ettin"
      "Ve sonunda asırlardır seçemediğimiz"
       "Kahin olmayı hak ettin" dediler sırayla ve alaycı tutumlarını kademe kademe azaltıp, ciddileştirerek.
" Kahin?" diye sesli düşündü, aslında ne olduğunu bilmiyormuş gibi algılanabilirdi ama biliyordu. Castor ve Pollux kahini, avare ikizlerin habercisi, kutsal ikizlerin sesi olan Kahin'den bahsediyorlardı. Bu efsaneyi binlerce yıllık geçmişi olan Solaris tapınak rahip ve rahibelerine öğretlirdi aynı Nadia gibi rahibelere. Herşey yerli yerine oturmuştu Lunna ve Palal bu isimleri tabiki biliyordu, ama şu ana kadar aklının ucundan dahi geçmemişti. Işık ordusunun Yüce Divan üyeleri ve 12 avarenin temsilcilerinden olan Lunna ve Palal . Kahin seçer ve Işık diyarından haberleri ölümlü halka iletmesi için kulağına fısıldarlar.
"Evet Kahin." diye başladı Lunna,
 "Yıllardır seçemiyoruz.",
  "Ama seni seçme kararına vardık",
   "Sayılır",
    "Ölümlü yaşamını izledik ve çektiğin zorlukları biliyoruz",
     "Ama bu zorluklara rağmen nasıl tutumlar gösterdin",
      "Ve nasıl kararlar verdin",
       "Hepsini biliyoruz",
        "Ve taktir ediyoruz",
         "Tabi sadece bu yetmiyor",
          "Son sınavın içeride",
           "Erdem Labirentinde",
            "Labirentin kalbine ulaşabilirsen",
             "Yeni Kahin'imiz sen olursun",
              "Tabi labirent sadece labirent değil",
               "Sadece labirent kesinlikle değil",
                "Labirentin kalbine ulaş",
                 "Seni bekliyor olacağız"
    Dediler ve bir göz kırpması süresinde kayboldular. Nadia ise tüm sormak istediği soruları yutmak zorunda kaldı.

    Nadia korkak adımlarla labirente doğru yöneldi.Üç insan boyundaki duvarlar arasında yürürken kafasında biriken tüm sorular ona işkence ediyordu. Neden ben? diye sürekli soruyordu kendine. O sadece zor bir hayat geçirmiş ve kendini tamamen tapınağına adamış bir rahibeydi.Solaris Tapınağı memleketinden kaçıp artık ölüm ile yüz yüze geldiği sırada bulduğu bir tapınaktı ve oraya sığınmıştı. Daha doğrusu tapınak onu bulmuştu, kuzeyde ki Gümüş Dağlarında ki Iara adında ufak bir kasabadaki bir hancının kızıydı önceden. Bir gece köle tacirleri köylerini basmış tüm genç kızlara defalarca tecavüz edip zincirlemiş, geriye kalan herkesi kılıçtan geçirmişlerdi. Topladıkları kızları zevk köleleri olmaları için batıda ki Apridal krallığına götüreceklerdi. Fakat deniz hırçınlığını göstermiş, büyük bir fırtınaya yakalanan gemi, tüm mürettebat ve genç kızlar denizin dibini boylamışlardı, Nadia hariç. Solaris tapınağı bir adaya inşaa edilmişti. Bu adanın kıyısında ölmek üzere olan bedenini bulan rahipler ona sahip çıkmış ve onu aralarına almışlardı. Nadia, bir rahibeydi evet başından kötü şeyler geçmişti ama ilahi bir kişilik değildi.
           Yavaş adımlarla labirentin derinliklerine doğru ilerliyordu. Bir ses duydu, ilginç bir ses, kalabalık bir insan sesi ama neşeli. Yaklaştıkça içini unuttuğu tanıdık bir his kapladı. Sesin geldiği yere doğru tedirgin bir şekilde yaklaştı. Hareketli bir flüt melodisini yaklaştıkça farketti. Bu hanlarında çalan bir melodiydi, evet bu kasabalarında ki ozanın hep çaldığı melodiydi. Önündeki dönemeçten sola döndü ve karşısına çıkmaz yol geldi fakat duvarda bir oyuk vardı ve içinden sıck bir ışık yayılıyordu. Oyuğa doğru yaklaştı ve eğilip içinden
baktı. Şaşkınlık ve korku tüm vücudunu sarmıştı. Oradaydı çocukluğunun geçtiği handaydı. Daha 15 yaşındaki halini görüyordu.Elinde tepsiyle bir sarhoşun birine servis yapıyordu. Herkes içkilerini içiyor ve kahkahaları ozanın çaldığı melodiyi bastırıyordu. Nadia neler olduğunu idrak edemedi, bu nasıl mümkün olabilirdi, rüya görüyor olmalıydı çünkü bu mümkün değildi. Gözlerini kırpıştırarak izlemeye devam etti. Barın üstündeki bir delikten içeri bakıyor gibiydi. Derken bir ayrıntı dikkatini çekti. İçeri bir grup yabancı girdi, siyah pelerinleri ve kapşonları zırhlarını gizliyordu.Dışarıda kar yağıyor olmalıydı ki pelerinleri ıslaktı. Sonra dışarıdan çığlıklar duyulmaya başlandı. Nadia o anı hemen hatırladı onlar Apridallı köle tacirleriydi.Kılıçlarını hızla çekip önüne gelen savunmasız sarhoş insanları katletmeye başladılar. Nadia'yı babası kolundan tutup barın altına gizledi ve çapraz yayı eline alıp doldurdu. En yakınındaki köle tacirini hedef alıp sağlam bir atış yaptı ve adamı sol gözünden vurup yere yığdı. Bunu farkeden bir diğeri ona doğru yöneldi ve kılıcını kaldırdığı sırada çapraz yayın normal bir çapraz yay olmadığını farketti çünü bu üç sefer seri atış yapabilen bir düzeneğe sahipti. İkinci ok adamın boğazına saplandı ve adam acıyla boğazını tutarak yere yığıldı. Hancı son hedefini belirlerken handaki herkesin öldürüldüğünü farketti. Sadece bir atış hakkı ve beş düşmanı vardı. Adamlar ona doğru yöneldi, en mantıklı çözümü tavandaki dev avize olduğuna karar kılan adam düzgün bir pozisyon almak için sağa doğru üç adım attı."Hadi ama ihtiyar bizi uğraştırma." dedi en yürüyen pelerinli zorba."Uzak durun son kez uyarıyorum." dedi Nadia'nın babası. Hedefini gözüyle seçiyordu ama silahını adamlara doğru tutuyordu. Tam doğru olduğunu düşündüğü anda çok hızlı bir şekilde hedefini aldı ve tetiğe bastı. Hedefini çok iyi bir şekilde vurdu ve koca avize beş adamın tepesine çok hızlı ve ölümcül bir şekilde düştü. Fakat en önde yürüyen adam sanki biliyormuş gibi ufak bir hızlı adımla ezilmekten kurtuldu ama diğer dört adam okadar hızlı reflekslere sahip değillerdi. "Yaptığını gördün mü ihtiyar?" dedi alaycı bir tonda hafifçe arkasına dönüp. "Cesaretine hayran kalmadım desem yalan olur." dedi ve yavaş adımlarla tehtidgar bir şekilde üstüne yürümeye başladı. Hancı son bir hışımla barın üstünde duran oklara doğru hızlıca ilerledi ve elini tam oklara attığı sırada omurgasından giren kılıç barın sağlam tahtasını delip geçti.
              Nadia izledikleri karşısında donup kalmıştı ama gözlerini duvardaki oyuktan ayıramıyordu. Can çekişen babasını izliyordu ve çaresizdi. Zorba, babasının saçlarından çekerek geriye doğru çekti, "Çapraz yay en iyi silah değil, değil mi?" dedi kulağına ve belinden çektiği bıçağı şah damarına sapladı. Barın üstünden akan kan saklanan Nadia'nın üstüne akıyordu. Şoka giren Nadia babasının öldüğünü idrak edince ufak bir çığlık attı."Baba!" okadar içten ve çaresiz bir çığlıktı ki vicdanı olan birinin içini parçalardı ama bu zorbanın değil."Bak burda kim varmış?" dedi ve Nadia'nın uzun yandan örgülü saçını eline dolayıp savunmasız kızı barın altından sürükleyip çıkardı. Acı ve korku tüm vücudunu sarmıştı, çağresizce çırpınıyor ve çığlık atıyordu. Zorba, Nadia'ı pencere kenrarında duran bir masanın önüne kadar sürükledi ve kollarından kaldırıp yüz üstü Nadia'ı masaya yatırdı. Zorba,"Seninle çok eğlenicez!" diye bağırıken bir taraftan Nadia'nın eteğini yırttı. Nadia, oyuktan gördüklerine daha fazla dayanamayıp ağlamaya başladı. Ve kulaklarını elleriyle, gözlerini sıkıca kapatıp o güne geri döndüğünü hissetti. O gün yaşadığı korku,acı ve çaresizlik hepsini yeniden yaşadı.
    Nadia en sonunda gözlerini ve kulaklarını açacak cesareti buluyordu. Önündeki oyuk tamamen yok olmuştu, hatta hiç orada olmamış gibi. Nadia'nın başı dönüyordu ve çok yorgun hissediyordu. Tüm gücünü toplayıp duvara tutunarak ayağa kalktı. Labirentin derinliklerine gitmekle geri dönmek arasında kalmıştı ki
daha labirentin derinliklerine bile gitmediğinden emindi. Sakinleşen Nadia kararlı bir şekilde arkasını döndü ve irkilerek arkasındaki duvara yaslandı. Karşısında bir silüet duruyordu. Gölgelerin içinden ufak adımlarla ona doğru geliyordu. Hırıltılı nefesini ondan on adım uzakta olmasına duyordu. Nadia'ya doğru yürüyordu ve
birşeyler mırıldanıyordu. Nadia daha yeni atlattığı şokun üstüne bunun olması onu günlerce uyutmayacak kabuslar görmesine sebep olabilirdi. Nadia, herzaman içinde olan ama çoğu zaman unuttuğu cesareti birden tetiklendi ve "Kim var orada?" diye bağırdı. Hırıltılı ses "Seninle çok eğlenicez!" diye mırıldandı ve yüzü ay ışığıyla aydınlandı. Bu olamazdı, imkansızdı, o ölmüştü, o zorba ölmüştü.Ona defalarca tecavüz eden, döven ve işkence eden zorba, babasını katleden zorba gemiyle beraber denizin derinliklerinde yatıyor olmalıydı. 'Kurtulmuş ve beni buraya kadar takip etmiş' diye düşündü dehşete kapılarak.
    "Beni özledin mi?" dedi Zorba, "Seninle daha yapacağımız çok şey var." dedi akabinde. Nadia gene cesaretini toplayıp "UZAK DUR BENDEN!" diye bağırdı. Karşısında duran hayatını ona zehir eden adam ikizler gibi göz kırpma süresinde yok oldu. Nadia rahat bir nefes aldı ama o kısa süreli rahatlama yerini hemen
şüpheye bıraktı. O zorba her an gölgeden fırlayıp üstüne çullanabilirdi ve beş yıl önce çektiği acıları tekrar yaşatabilirdi. Nadia hafifçe irkildi ve pes etmeye çok yakın hissetti. Ama içgüdüleri ona devam etmesi için baskı yapıyordu. Bir şekilde bunun asıl güvenli seçenek olduğunu hissediyordu.
   
               Labirentte yaklaşık dört saattir bilinçsizce ilerliyordu. Acıkmış ve susamıştı, ama labirentte bu ihtiyaçlarını giderebileceği birşey bulması imkansızdı.Yürümekten çıplak ayakları yara olmuştu. Biraz dinlenmek için bir köşede durdu ve yere uzandı, yorgunluk o kadar ağır basmıştı ki soğuk zemin ona hiç olmayacağı kadar rahat geldi ve uyuyakaldı. Sallantı hissediyordu, beşikteymiş gibi. Ama beşikte değildi bu his tanıdıktı. Yerden tuzlu bir koku geliyordu, deniz kokusu. Ama nasıl olur o labirentteydi evet gözlerini açamayacak kadar yorgundu ama nerede olduğunu hatırlıyordu. Tanıdık ama kötü hatıraları olan başka birşey duydu, dalga sesi. O anda yorgunluğunu unuttu ve gözlerini açtı. Labirentte değildi, bir geminin içinde kafes içindeydi. Yanında genç kızlar vardı, tanıdık yüzler ve tanıdık insanlar. Kafesinin sağındaki merdivenden ayak seslerini duyunca ağlamaya başladılar ver bacaklarını göğüslerine çekerek cenin pozisyonunu aldılar. "Kızlar, bilim kim geldi!" diye bağırarak içeri girdi bir adam. Elinde bir meşale vardı,ve yüzünü aydınlatıyordu. Bu adam Nadia'nın korkulu rüyalarındaki adamdı. Kirli ve dağınık kumral saçları,buz mavisi gözleri ve burnunun üstündeki gözlerine paralel eski bir yara izi. Adı Arnar'dı bu zorba köle tacirinin. "Lucy! Bugünkü şanslı kızımız sensin." dedi alaycı ama bir okadar cani bir tavırla. Lucy, sarı saçlı daha ondört yaşında, akli dengesi yerinde olmayan bir kızdı ve Nadia'nın çocukluk arkadaşıydı. Nadia birşeyler yapmalıydı, o caniye bu kızı veremezdi. Nadia ayağa kalktı, kendinden emindi ve yapmak isteyeceği son şeyi yapacaktı."Benden sıkıldın mı yoksa?" diye sordu Arnar'a. Arnar şaşırmış ama cani bir gülümsemeyle kafasını çevirdi."Bizim küçük Nadia'mız bana aşık olmuş anlaşılan." dedi alaycı bir şekilde. "Buna pek şaşırmaman gerekir değil mi aşkım?" diye cevap verdi elinden geldiğince davetkar bir şekilde. Arnar bu sefer cidden şaşırmıştı. "İyi bakalım küçük sürtüğüm bugün de senin tadına bakarım." diye gülerek cevap verdi Arnar."Sakın sana nazik davranacağımı düşünme güzelim." dedi Arnar ciddileşerek. Nadia midesi bulanarakta olsa "Zaten nazik davranmanı istemem aşkım." dedi. Arnar, kısa bir kahkaha patlattı "Senden güzel o...pu olacak belli, belki seni kendime saklarım." dedi. Nadian'ın kafesinin kapısını açtı ve Nadia'nın saçlarını kavrayarak kendine doğru çekip dudaklarına yapıştı. Nadia'nın miğdesi daha çok bulandı çünkü adamın ağzı leş gibi şarap kokuyordu. Nadia'nın yüzünü iki eliyle kavrayıp alnını alnına değdirerek "Seninle çok eğlnicez." dedi ve saçlarından çekerek arkasından sürükledi.
              Arnar kabininin kapısına gelince Nadia'nın saçlarını bıraktı ve sol kolunu tüm gücüyle sıkarak kapıdan içeri soktu. Nadia burayı birçok kez görmüştü, ufak tefek ufacık bir penceresi olan ve içinde sadece bir sandıkla yatak olan bir odaydı burası. Nadia'ı yatağa doğru fırlattı ve "Kılını bile kıpırdatma." diyip kapıyı üstüne kapadı. Birkaç dakika sonra geri geldi ve hemen soyunmaya başladı. Nadia yatakta bacaklarını göğüslerine doğru çekmiş şekilde oturuyordu. Arnar tamamen soyunduktan sonra Nadia'nın bacaklarını tutup sertçe kendine doğru çekti ve ayağa kaldırdı."Eğlenceye hazırmısın küçük sürtük!" diye alaycı bir şekilde kıkırdadı ve hemen ciddileşip Nadia'ya ağır bir tokat indirdi.Yanağının acısına rağmen hiç bir ses çıkarmaması Arnar'ı daha da sinirlendirmişti. Arnar, Nadia'ı yatağa ittirdi ve üstüne çullandı. Üstündeki paçavrayı kesmek için elinde babasını öldüren hançeri vardı. Sert bir hamleyle bıçağı paçavraya taktı ve boylu boyuna kesti. Nadia'nın suratını nasırlı eliyle sıkıca kavrayıp hançeri gözüne doğru yaklaştırdı. "Bu güzel suratında bir hatıra bırakmamı ister misin?" dedi sinirli bir şekilde. Nadia tamamen sakin ruhsuz gözlerle Arnar'a bakıyordu. Bu Arnar'ı daha da çileden çıkarıyordu. "Hayır hayır yüzünü seviyorum ama sana izimi bırakmazsam olmaz." dedi Arnar ve Nadia'nın sol kolunun bir karış altından kasığına doğru yaklaşık yirmi santimlik fazla derin olmayan bir yarık açtı. Nadia bu acıya dayanamayıp bir çığlık attı ve bu Arnar'ı fazlasıyla tatmin etti. Arnar bir elini yaranın üstünde gezdirip kanı eline bulaştırdı ve Nadianın yüzüne sürdü. Nadia kusmak üzereydi ama kusmadı onun yerine acısı yüzünden ağlamaya başladı. Arnar, Nadia'ı ters çevirdi ve saçlarından çekip kulağına "Küçük Lucy'i kurtardığını mı düşünüyorsun küçük sürtük?" dedi Arnar. Nadia içini saran korkuyu saklayamadı. Arnar canice gülerek devam etti "O küçük o..pu şimdi adamlarım tarafından defalarca beceriliyor. İşleri bitince öldürüp denize atacaklar. Ve buna sebep sensin küçük sürtük!" dedi. Nadia'nın dudaklarından pişmanlık ve çaresizlik dolu bir kelime döküldü. "Hayır." dedi ve devam etti "Ne olur bunu yapma! Sana yalvarırım" "Sen bana emir verebileceğini mi sanıyorsun ha!" dedi Arnar,"Sen sadece becermeyi sevdiğim bir sürtüksün!" diye bağırdı ve kafasını yastığa bastırdı. Devamında herzamandan yaptığından daha acı verici ve daha kirletici şeyler yaptı. Nadia sesi kısılana kadar çığlık attı, gözleri şişene kadar ağladı ama Arnar gülüyordu hatta kahkaha atıyordu. İşini bitirince Nadia'nın üstüne uzandı ve birkaç saniye dinlendikten sonra Nadia'nın saçlarını eline doladı ve sertçe çekip ayağa kaldırdı ikinci bir tokat indirdi. Nadia bayılmamak için zor tutuyordu kendini ama bayılmak istiyordu. Arnar elini Nadia'nın yarasına bastırdı çığlıklarını zevkle karşıladı. Nadia'nın kasığına sertçe bir tekme indirdi ve Nadia'ı iki büklüm eğilmesini sağladı sonra yeniden onu yatağa ittirdi.  "Bu gece uzun olacak!" dedi herzaman ki sert ve cani tavrıyla. Üstüne çullanıp elini Nadia'ın kanamakta olan yarasına bastırdı ve eline bulaşan kanı göğüslerine sürdü.Nadia'nın boğazına sarıldı ve onu kirletmeye devam etti.Nadia elinden sadece ağlamak ve çığlık atmak geliyordu.
         Günün ilk ışıklarına kadar Arnar, Nadia'nın kirletilmedik yerini bırakmadı ve Nadia tüm bu şağılanmaya sadece yatakta bacaklarını göğüsüne çekerek yorgunlukla ağalayarak karşılık verebiliyordu. Arnar'da uyumamıştı ama yorgundu genede Nadia'yı tekmeleyerek yataktan aşağı ittirdi. Nadia yere düştü ve kalkacak kadar mecali yoktu. "Ayağa kalk sürtük!" diye bağırdı Arnar. Sinirlenmişti ve bir hışımla ayağa kalktı. Nadia'nın uzun saçlarını eline kavradı sürükleyerek kapıdan dışarı çıkardı, ikiside çıplaktı ama onları görebilecek sadece gece nöbeti tutan adamlardı. Nadia güverteye çıkınca gözlerini çektiği acıdan ve yorgunluktan açamıyordu ama genede güverteyi bir yokladı ve o anda Lucy'nin boş bakan gözlerini ve ağzından akan kanın izlerini gördü. Nadia suçluluk ve pişmanlıkla yeniden bir çığlık bastı.Arnar, Nadia'yı hızla sürüklemeye devam etti ve kölelerin tutulduğu bölmeye gelince kapıyı açıp yaklaşık yirmi basamaklık dar merdivenlerden aşağı doğru tekmeleyerek Nadia'ı ittirdi. Nadia hızla merdivenlerden yuvarlandı ve zemine gelince kafasını çarpıp bayıldı.
   
    Gözlerini açtığında hiçbir acı hissetmiyodu ve yeniden labirentteydi. Birkaç saat içinde hayatının en kötü zamanlarını yeniden yaşamıştı. Rüya görmüş olmalıydı, en azından öyle olmasını diliyordu fakat elini belindeki Arnar'ın bıraktığı hatıraya uzatınca daha yeni olduğunu ve kanadığını fark etti. Hepsini yeniden yaşamıştı, vücudu acıları yavaş yavaş hatırlamaya başladı. Yarası, kafasının arkası, yanakları,boğazı ve mahrem yerleri git gide artan bir acıya teslim oluyordu. Nadia labirentten kaçmak için geldiği yöne doğru topallıyarak  açmaya başladı fakat saatlerdir bu  labirentte dolaşıyordu ve geldiği yerleri unutmuştu. Sonunda bir çıkış gördü ama çıkışa ulaştığında çıkışın bir uçurum kenarı olduğunu fark etti. Arkasında gene o ses vardı, Arnar kıkırdayarak hırıltılı sesiyle köşeyi döndü ve ona doğru gelmeye başladı. Bu sefer çıplaktı ve elinde o hançeri vardı. Kafasını yana yatırıp "Seninle çok eğlenicez!" diye bağırdı her zamanki tonuyla. Bu sefer Nadia'nın iki seçeneği vardı ya Arnar'ın onu tekrar tekrar kirletmesi ya da uçurumdan aşağı atlayıp bu çileye bir son vermek.
        Bütün yaşayacaklarına rağmen Nadia gene Arnar'a teslim olmayı seçti çünkü Solaris öğretileri 12 Avarenin verdiği bu değerli hayatın hiç bir koşulda özgür iradeyle sona erdirilemeyeceğini söylerdi. Inançlarına tüm kalbiyle itaat eden Nadia için bu zor bir karar olmamıştı. Evet çok zor şeyler yaşadı ama kurtuluşu Solaris tapınağı rahip ve rahibeleri tarafından olmuştu. Baş rahip ona avarelerin ve Işık bahçesinin lütfuyla kurtulduğunu söylerdi ve bunun için sonsuz minnet duygusuyla doluydu. Nadia tüm benliğiyle teslim olmuştu ve yüzünü gökyüzüne çevirdi ve gözlerini kapadı, Arnar koşarak tam onun üstüne atladığı sırada başına gelecekleri bekliyordu ama hiç birşey olmadı. Gözlerini yavaşça açtı ve önünde kimsenin olmadığını fark etti. Arnar gene yok olmuştu, ve önündeki yol tamamen değişmişti. Dümdüz bir yoldu ve çok ileride ufak sarı sıcak bir ışık vardı. Tüm gücüyle Işığa doğru koşmaya başladı ama sanki git gide uzaklaşıyordu bu ışık. Nadia daha da hızlandı ama bu bir işine yaramadı. Nefes nefese kalan Nadia bir anlığına eğilip durakladı ve kafasını kaldırdığında önünde başka bir dönemeç olduğunu fark etti. Işık ve düz ol yok olmuştu. Dönemece doğru ilerledi önce sağına sonra soluna doğru baktı. Bir taraf daha aydınlık diğer tarafta ise birkaç metre sonra zifiri karanlık olduğunu farketti. Bu aydınlık tarafın daha güvenli olduğu izlenimi versede karanlık tarafı seçmek ona daha doğru geliyordu. Zaten tüm labirentler insanların kararlarının verdiği sonuçlarına katlanabilmeleriyle alakalıdır. Çünkü yaptığınız her seçim ya sizi başarıya ya da felakete sürükler. Tüm yaşadıkları ona bir sınavdı ve geçmişini geride bırakabilmişti ama sınavı daha bitmedi.

Dipnot: Konuyu eğer baştan sona okuduysanız, bazı rahatsız edici detaylar var farkındayım bu detayları düşünen beyini buna niyeti varmış gibi yargılamayın lütfen. Amacım olayı vurgulayarak ciddiyetini gözler önüne sermekti. "Yazar yeteneğim çok güçlü ve herşeyi mükemmel ifade ediyorum." demiyorum elbette ama yaratıcılığıma güveniyorum. Yaratıcılığım hiç referans almadığım anlamına da gelmesin elbette bazı referans olarak kullandığım alt yapı mevcut ama değiştirilmiş bir şekilde elbette. Son olarak bazı yazım hataları ve gereksiz şekilde ayrılmış cümleler metin belgesinden kopyala/yapıştır yaptığım için gözümden kaçan birkaç hatadır şimdiden özürdilerim. Okuduğunuz için teşekkürler, devamını yazıyorum ama biraz zaman alacak.

Çevrimdışı Ansgard

  • *
  • 2
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yalnız Topraklar: Bölüm 1 Sınav
« Yanıtla #1 : 16 Ocak 2015, 02:00:34 »
Nasıl buldunuz? Fikir ve altyapım nasıl veya kurgumda ve detaylandırmada eksikliklerim var mı? Fikirlerinizi duymayı çok isterim :)