Kayıt Ol

Yaseldin

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Yaseldin
« : 14 Temmuz 2012, 16:54:42 »
Sunucunun megafonda yükselen sesiyle gözlerimi kapatmıştım.

Ve karşınızdaaa, Yaseldin.

Zihnimi boşaltmam gerekiyordu. Yapmayı öğrenmek için zorlandığım şeye konsantre olmalıydım. Haykırışlar ve ıslıkların uğultulu olarak kulağıma geldiği bu kapalı yerde, olabildiğince sakin kalmalıydım.

Gözlerimi açtığımda yirmi metre yüksekliğindeki çadırı ayakta tutan iki direkten birinin neredeyse tepesinde olduğumu hatırladım. Üzerinde durduğum yuvarlak, tahta zeminden karşıki direğe gerilmiş halatın tam önündeydim. Burnumdan derin bir nefes alarak kollarımı açtım. Gözlerimi kapatarak halata doğru ilk adımımı attım. Üzerime geçirdikleri beyaz, bedenime yapışan giysi rahatsız edici olsa da, halatın üzerinde yürümem için gerekli dengeyi bana sağlıyordu.

Altı yıldır buradaydım. Tehlikeli birçok şey yaptırdılar bana. Korku dolu yılların ardından her şeye alışmıştım. Belki de artık umursamıyordum. Ölmek beni eskisi kadar korkutmuyordu. Nasıl olsa, çok geç olmadan bir şekilde ölecektim.

On iki yaşındaki bir kız çocuğu için güzel cümleler değildi bunlar. Ama ben diğerlerinden farklıydım. Onlar gibi yaşamayı hak etmiyordum. Onları eğlendirmek için bir araçtım sadece.

İpin üzerinde bir adım daha attığım zaman altımdaki ışık denizi gözlerimi kör edercesine parlamaya başlamıştı. Flaşların patladığı, herkesin küfürler edip, ıslıklar çalıp, bağrışmalarının yankılandığı bu yer, hayatımda en sevdiğim alandı. Burada herkesten uzaktaydım. Onların nefretle ölmemi istercesine bağırışlarından başka hiçbir şey beni incitmiyordu burada. Çadırın en karanlık, diğerlerinden en uzak yeriydi burası. Ölüme en yakın olduğum, ama yaşamayı en çok sevdiğim yerdi burası.

Bu sirk çadırına ilk geldiğim zamanları hatırlıyorum. Altı yıl önceydi. Büyük isyan başlayalı bir ay olmuştu. Masallarda anlatılan binlerce yaratık saklandıkları oyuklardan çıkarak yeryüzünü istila etmişlerdi. İnsanların, çoğuna hayranlık besledikleri yüz binlerce canavar, hak ettiklerini iddia ettikleri hayat için bizleri yok etmeye başlamışlardı. Hala bir yerlerde kendilerini savunmaya çalışan insanlar olduğunu duyuyorum. Ama çok sürmeyecek. Onları da avlayacak ölümsüzler ordusu.

Şehri istila ettiklerinde ailem, son tahliyeye katılmamanın pişmanlığını yaşıyordu. O yaratıkları bir ay içinde ortadan kaldıracaklarını söyleyen hükümetler yanılmıştı. Onlar her yerdeydi. Her ayrıntıyı hesaplamışlardı. Dünyayı yok etmek için sadece yeryüzüne çıkmaları yetmişti.

Şehrin büyük bölümü istila edilmişti. Yaşadığımız apartmana kadar geldiklerinde, annem beni giysi dolabına saklamış, babam ise çiftesini dolduruyordu. Ardından yatak odasından çıktı. Annem, endişeyle, ayakta elleriyle ağzını kapatmış şekilde bekliyordu. Kapalı dolabın içine doğru titreyen sesiyle konuşup beni sakin tutmaya çalışıyordu.

Ne olursa olsun oradan çıkma kızım. Ne duyarsan duy ses çıkarma. Seni alacağım tamam mı. Ses çıkarma yavrum. Her şey düzelecek.

Sesi gittikçe incelmişti. Ağlıyordu. İnanmadığı sözler vererek beni kurtaracağını düşünüyordu. Kim olsa onun yaptığını yapardı nede olsa.

Cam kırılması sesinin ardından iki el tüfek sesi yükselmişti. Sonra babamın çığlığı geldi. Ardından yere düşen sert bir top sesi gibi bir gürültü. Ve hemen peşinden, sonraki iki dakika boyunca nefes almamı unutmama neden olacak sesler.

Ne olur beni öldürmeyin. Ne isterseniz…

Ve sessizlik. Vampirlerin benim kokumu almaları çok uzun sürmemişti. Dolabın içinde çaresizce bekleyen kız çocuğunu yanlarına almışlardı. Merhamet için değil. Onların eğlencesi olmam için eğittiler beni. Sirkte inanılmaz numaralar yapan bir köpeği izlerken kapıldığımız heyecana, onlar insan yavrularını izlerken kapılıyorlardı. Güçsüzdük. Çaresizdik. Bir insanın ip üzerinde yürümesi dahi büyük yetenek gösterisiydi onlar için.

Halatın ortasına vardığımda, aşağıdaki küfürler ve ıslıklar daha da artmıştı. Bir kurt adamın kükremesi ile sentorun ön ayaklarını yere vurarak çıkardığı sesler bütün gürültüyü yarıp kulağıma geliyordu. Başka bir köşede, ne olduğunu bilmediğim bir yaratığın haykırışları yükseliyordu.

Geber pis insan.

Hiçbiri umurumda değildi. Hayatımın en özgür yerindeydim. Zeminde yaptığım alıştırmaları yöneten, belinden aşağısı örümcek gibi olan altı bacaklı adamın beni kamçılaması yoktu şimdi. Sırtımdaki yaralar hala sızlıyordu. Ama özgürdüm. Ölüme en yakın yerde, hayatımın en canlı zamanını yaşıyordum.

Halatın diğer ucuna yaklaşırken geceleri duyduğum gürültülere benzetiyordum hemen altımdan yükseler sesleri. Beni kilitledikleri kafese yemem için attıkları pis kokulu bir kâse dolusu yemeği iğrenmeden tüketirken, çok uzaklardan gelen çığlıklara benziyordu. Hala saklanan birilerini buluyorlardı. Artık insanlar, eskiden onların yaptığı gibi yer altında saklanıyordu. Kim bilir, belki de bu döngü binlerce yılda bir gerçekleşiyordu. Bir dönemde insanlar üstünken, bir başka dönemde diğerleri yeryüzüne hükmediyordu.

Çadırın en karanlık yerinde olmama rağmen, herkesin gözü üstümdeydi. Birkaç adım sonra yürüyüşümü bitirmiştim. Çadırı ikiye bölmüş olan aydınlık alt tarafından büyük bir küfür ve bağrışma sesleri yükseldi. Görmeyi istedikleri şey bu değildi. Ama sirk kuralları açıktı. Eğer becerebilirse, bir gün daha yaşamasına izin verilirdi. Taa ki yere düşene kadar.

Bugün şanslıydım. Gittikçe zorlaşan bu eğlence dedikleri sınavlardan daha fazla ne kadar şansım yaver gideceğini bilmiyorum. Arkamı dönerek ellerimi açtım ve beni nefretle süzen bütün gözlere eğilerek selam verdim. Yüzümde sinsi bir bakış oluştu. Memnun kalamayan seyircinin bana verdiği mutluluğun bakışlarıydı bunlar.

Ölümsüzlerin hükmettiği dünyada, bir gün daha yaşamaya hak kazanmıştım. Bu günü en güzel şekilde geçirmem gerekiyordu. Yapacak çok şeyim yoktu ama umutlar asla tükenmezdi. Hak ettiğim bu gün, belki son günüm olacaktı. Belki de, yepyeni bir hayatın ilk günü…

Çevrimdışı grikunduz

  • **
  • 368
  • Rom: 6
  • Est solarus oth mithas
    • Profili Görüntüle
    • HayalGezer
Ynt: Yaseldin
« Yanıtla #1 : 14 Temmuz 2012, 18:11:38 »
Oldukça farklı bir hikaye olmuş. O durumdaki bir insanın duygularını gerçekten iyi yansıtmışsın. Tebrik ederim.
Yapmayı öğrenmek için zorlandığım şeye konsantre olmalıydım.
Ancak burası nedense dilime takıldı.

Not: Devam ettirmeyeceksin galiba.

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yaseldin
« Yanıtla #2 : 15 Temmuz 2012, 19:05:46 »
Oldukça farklı bir hikaye olmuş. O durumdaki bir insanın duygularını gerçekten iyi yansıtmışsın. Tebrik ederim.
Yapmayı öğrenmek için zorlandığım şeye konsantre olmalıydım.
Ancak burası nedense dilime takıldı.

Not: Devam ettirmeyeceksin galiba.

Beğeniniz için teşekkür ederim... Hayır devam etmeyecek ne yazık ki... Devam etse fazla klişe ilerleyecek o yüzden burda kalması en iyisi :)

Çevrimdışı Buzmavisi

  • **
  • 136
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yaseldin
« Yanıtla #3 : 24 Temmuz 2012, 23:22:36 »
Çok güzel yazılmış klişe konulu bir öyküydü. Devam ettirmemenize şaşırdım, bu klişeyi daha güzel bir hale getirebilirdiniz. Yani tamam "kıyamet sonrası dünya," yazmayan mı kaldı, ama kadının teki böyle bir dünyayı üç kitapla yazarak köşeyi döndü.

Yazım diliniz ve tasvirleriniz de oldukça ilgi çekiciydi. Tekniğiniz iyi ama biraz çalışma gerektiriyor. Başarılarınızın devamını dilerim.
Yepyeni bir fantastik serüvene hazır mısınız?
Anatolya Efsaneleri İlk iki bölüm pdf:http://www.mediafire.com/?uadhvz1vcgmqkct

Yeni Töre'nin ikinci yasası:
Umutlar, inançlar ve dilekler içlerinde bir parça mantık barındırmıyorlarsa hayatları kolayca mahveden boş yalanlara dönüşürler.

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yaseldin
« Yanıtla #4 : 29 Ağustos 2012, 02:19:38 »
Benim de beğendiğim bir durum öyküsü oldu. Açıkçası devam konusunda Buzmavisi'ne katılmaktayım. Konu klişe olabilir fakat yazım tarzınız ilgimi çekti. Bu şekilde devam ederse tasvirleriniz, ortaya uzun soluklu hoş bir öykü serisi çıkabilir.

Kaleminize sağlık.
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Yaseldin
« Yanıtla #5 : 29 Ağustos 2012, 12:35:31 »
Ben de oldukça beğendim. Akıcı ve sade bir üslubunuz var. Ayrıca birinci tekil şahıs anlatımını da çok başarılı kullanmışsınız. Takılmadan, sıkılmadan, tek bir seferde ve keyifle okudum. Kaleminize sağlık...
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yaseldin
« Yanıtla #6 : 17 Eylül 2012, 13:17:59 »
Beğeni ve yorumlarınız için hepinize teşekkür ederim

Çevrimdışı M.K.Immortal

  • **
  • 290
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Salutar
« Yanıtla #7 : 23 Kasım 2013, 13:49:07 »

   Üç bin altı yüzü aşkın sınama. Dile kolay. Her günü ölümle burun buruna bir yaşam geçirdiğimi söylemek sadece dile kolay gelir.

   Birçok sınamada ya tenimden ya da ruhumdan bir parça kaybettim. Yıllardır ölümsüzler ordusunun pis kokusu sinmiş sirkinde gösteriler yaptım. Yüzlerce insanın öldüğüne şahit oldum. Bir o kadarı da aklını yitirdi. Sırf o ucubeleri eğlendirmek uğruna.

   Fakat bir yıldır benden korktuklarını hissediyordum. Honroun sol gözümü oyarak çıkarmıştı bir yıl öncesinde. Sırf ölmem için. Sırf onlar için gittikçe bir tehdit olduğumu fark ettiğinden, ölmem için beni kötürüm bırakmıştı. Ama ben yaşadım. Ve sonra benden, hücrelerinin her zerresine kadar korkmaya başladılar. Sınamalar gün geçtikçe zorlaşıyordu ve ben hepsinden rahatlıkla kurtuluyordum.

   Bir yıldır beni eğitimlere göndermiyorlardı. Bana verdikleri o tatsız bir kap yemeği bile çok görüyorlardı çoğu zaman. Ama diğer esirler benimle paylaşıyordu kendi haklarını onlardan habersiz. “Senin yaşaman gerekiyor” diyerek kendi payını veren ve bir gün sonrasında ölen yüzlerce çocuğun intikamını almak için yaşıyordum. Ve bana yaşamayı çok görerek gözümü benden alan Honroun’dan intikamımı almak için.

   Oyunlar arasında o güne kadar şahit olduğum en zorunu gayet iyi hatırlıyorum. Hayatımı değiştirecek olan oyundu çünkü. Ne kadar saçma. Çocukluğumda oyun diye saklambaç veya körebeye derdik. Şimdi ise oyun denilen o masum şeyler bir gün daha yaşamamız için yapılan sınavlardan ibaret.

   Oyunun ne olduğunu, sirki bir arena gibi düzenlediklerini gördüğümüzde anlamıştık. Yuvarlak alanın yeri kumla örtülmüştü ve seyirciler üç metre yukarıdaki duvarların ardından bizlere küfürler yağdırıyordu. Ama hepsinin gözlerinde aynı korku ışığını görebiliyordum. Bu sefer de kurtulursam ne yapacaklarını bilemeyen ölümsüzlerin korku dolu gözleriyle güç topluyordum. Bir insan olarak onlara bu korkuyu yaşatmanın verdiği mutluluk sinsi şekilde yüzümde yer edinmişti. Tüm sirkte gezdirdiğim gözlerim, sıra sana da gelecek mesajını usulca izleyenlere iletiyordu.

   Arenaya giren sekiz kişiden biriydim. Diğerlerinden beşi ilk sınamasına çıktığı için korkudan yerlerinden kıpırdayamıyorlardı. Kimisi ağlıyor, kimisi ise güçlü görünmeye çalışıyordu çaresizce. Nasıl yakalandıklarını biliyordum hepsinin. Hepsinin neler yaşadığını da. Ve muhtemelen hepsinin o gün öleceğini de. Çaylakların ilk günü çoğunlukla en zoru olurdu.

   On iki sınamadır sağ kalan Graheln ise hemen sağımda, beni ne pahasına olursa olsun korumak için hazırda bekliyordu. Birkaç sınamaya birlikte çıktığımızda hep bu şekilde davranmıştı. Hatta bir gün önceki sınamada yaptıkları ateş tuzaklarıyla dolu labirentte beni korumak adına kendini siper etmişti. Yüzünde o günden kalma bir yanık izi oluşmuştu. Arada sırada gözlerini kısıp yüzünü germesi, hala o yaranın ne kadar acı verdiğini gösteriyordu.

   Hemen solumda ise dört günlük Klamm duruyordu. O daha çok kendi canını kurtarmaya niyetliydi. Ancak o da hepsi gibi bana saygısını gösteriyordu gün ve gün. Ne de olsa dört gündür bende, insanlar arasındaki söylentilerden çok daha fazlasının olduğunu görmüştü.

   İnsanlar arasında şöhretimin yayıldığını yeni gelenlerden öğreniyordum. İnsanların, ölümsüzlere karşı koyabileceğinin ispatı olarak beni anlattıklarını işitmiştim çoğundan. Hatta birkaç şehri bu inançları sayesinde geri almışlardı. Honroun bu günün geleceğini biliyordu. Benim bir umut ışığına dönüşüp insanların ölümsüzleri yeneceğini anlamıştı. Ölümsüzler… Onlara verdiğimiz isimler ile alakaları yok. Bizden güçlü olduklarına inandığımız için güçlüler. Halbuki hepsi tıpkı bizim gibi ölümlü. Sentorlar, vampirler, elfler, minatorlar, kurt adamlar, araknidler ve daha niceleri. Hepsinin ölümü bir kılıcın ucunda yatıyor.

   Honroun işareti verdikten sonra arenayı saran duvarlardaki kapılar açılmaya başlamıştı. Üç elf savaşçısı kapılardan içeriye girdiğinde müthiş bir tezahürat sesi yükselmişti kalabalıktan. Tıpkı onlar gibi ben de bu üç elfin en kıdemlisi ve önde duranını gayet iyi tanıyordum. Adı Flisnar olan bu elfin avladığı insan sayısı iki yüzü geçtiği dilden dile anlatılıyordu. Anlaşılan Honroun benden kurtulmak için en kıdemli savaşçılardan birini sirke getirmeye karar vermişti. Hem benden kurtulacak, hem de kendi kahramanlarını daha da çok yücelteceklerdi böylece.

   Honroun, kendisine ayrılmış yerdeki heybetli tahtından kalkarak kalabalığı susturdu ve mikrofonu eline alarak konuşmaya başladı.

   “Karşınızda insan avcısı, efsaneler efsanesi Flisnar ve kılıcı Salutar. Bizi bu pis insanlardan kurtaracak olan kılıcı, bu insancıkların kanını akıtması için özel olarak yapıldı. Evet kardeşlerim, bugün bizim zaferimiz olacak. İnsanoğlunun ne kadar aciz olduğunu öğrendiğimiz gün olacak.”

   Bu kadar aciz duruma geldiklerini fark edememiştim. Benim yaşamamın onların güçsüz hissetmesine neden olduğunu biliyordum. Ancak bu derece çaresiz olduklarını, onlar umutsuzca zafer nidaları atarken fark ediyordum. Beni, sınamalar dışında hemen öldürmeyi çok düşündüler ancak yapamazlardı. Hem kendi kurallarını çiğneyemeyecek kadar gururlu olduklarından, hem de beni sebepsizce öldürecek kadar korktuklarını kendi halklarına göstermek istemediklerinden. Beni onların gözü önünde savaşırken öldürmeleri gerekiyor. On altı yaşındaki bir kızı öldürdüklerinde güvenleri yerine gelecekti. Ne kadar ironik.

   “Ölümsüzler ordusunun esiri ölmemeye ant içmiş” gibi söylentiler dönüyordu. Ölümsüz olarak bilinen onlardı. Ancak aciz bir insanı yok edemeyecek kadar güçsüzlerdi. Altı yaşımdan beri her gün denemişlerdi. İlk zamanlar an meselesi olarak görüyorlardı. Ama daha sonra ölmem için kendi tanrılarına dualar fısıldadıklarını işitiyordum bazen.

   Bu seferki oyun belki de o zamana kadar olanların en zoru idi. Zırhlı ve silahlı üç elfe karşı üzerlerinde yırtıklarla dolu giysilerden başka bir şey bulunmayan sekiz çocuk vardı. Onlara karşı koymamızı ve hayatta kalmamızı istiyorlardı. Daha önce imkansız şeyler başardım bu sirkte. Bu yüzden üç çelimsiz elf beni korkutmadı.

   Flisnar kılıcını havaya gösterişli şekilde kaldırdığında, sadece gözleri görünen kaskının ardından gülümsediğini hissedebiliyordum. Parlak sarı renkteki gözleri, kaskının altından bir parçası çıkmış olan saçlarından alınmış gibiydi. İnce örme metalden yapılmış zırhını da sarıya boyamışlardı. Onun gösterişli hareketleriyle gaza gelen seyircinin yanı sıra ben, onun gibi zayıf bir yaratığın onca insanı nasıl öldürdüğünü düşüyordum. Kim bilir, belki de kendi ırkları arasında bir umut göstergesi olması için anlatılanlar abartılıyordu.

   Flisnar’ın kendinden emin birkaç gösterişli hareketinden sonra Honroun tekrar konuşmaya başladı.

   “Kuralları söylüyorum. Savaşçılara karşı on dakika hayatta kalan esirler kurtulacaktır. Oyun alanının dışına çıkmaya çalışan veya bunu başaranlar ise öldürüleceklerdir. Ve oyun başlasın.”

   Çaylaklar içinden ikisi daha ne olduğunu bile anlamadan öldü. Böyle bir yerde çaylak olmak… Hele ki asıl hedefleri beni öldürmek olan ölümsüzlerin en zor oyunlarından birinde bulunmak, uçmanın ne demek olduğunu dahi bilmeyen birini yüksek bir yerden aşağıya atarak uçmasını beklemekten farksız.

   Flisnar kılıcını çaylaklardan birinin göğsüne sapladığında bana bakıyordu. Üçüncü çaylak hemen önünde acılar içinde çığlıklar atarken, bu acıyı bana yaşatmak istediğini anlatıyordu. Ben ise yerimden kıpırdamadan bekliyordum. Elflerin hareketlerini izleyip stratejilerini öğreniyordum. Kılıcı nasıl tuttukları, nasıl savurdukları, saldırırken nereyi hedef aldıkları… Çaylaklar ise benim gözlemlerim yüzünden tek tek kurban oluyordu. Yaşamak için onların feda edilmesi gerekiyordu. Aksi halde onların intikamını alacak bir “ben” de olmayabilirdi.

   Graheln ve Klamm iki yanımda çaresizce bekliyordu. Graheln her ne kadar benden gelecek bir komutu bekliyor olsa da Klamm daha çok benim arkama sığınarak bu sınavdan kurtulmayı umut ediyordu. Onu suçlayamam. Benim çaylakları kullanmam gibiydi onun yaşama isteği de.

   Flisnar ve diğer iki elf tekrar yan yana geldiklerinde beş kişi kalmıştık. Geriye kalan çaylaklar da bizim yanımıza sığınmışlardı. Ben ise yeteri kadar bilgi edinmiştim elfler hakkında. Şimdi onlara karşı koyacak bir silah bulmamız gerekiyordu.

   Flisnar arenanın tam ortasında beklerken diğer iki elf hızla üzerimize doğru koşmaya başlamıştı. Bir göz kırpması kadar sürmüştü yanımızda bitmeleri. Biri beni hedef almışken bir diğeri çaylaklardan bir başkasına kılıcını saplamıştı bile. Çaylak elinde olmadan omzuna saplanan kılıcı iki eliyle tuttu. Elf kılıcını geriye çektiğinde ise çaylağın parmaklarını da beraberinde götürmüştü. Ardından dizleri üzerine çöken çaylağın kafasını tek hamlede vücudundan ayırdı.

   Benim üzerime gelen elf ise kılıcını havaya kaldırıp var gücüyle aşağıya doğru savurdu. Gözlerimi ondan hiç ayırmadan sola doğru bir adım attım ve sağ omzumu geriye çektim. Kılıcı tam önümden sıyırıp geçtiğinde bile yüzümdeki gülümsemeye engel olamıyordum.

   Elf boşa savrulan kılıcının keskin yüzünü, elinde ufak bir çevirme ile bana doğrulttu ve aynı hızla bu sefer aşağıdan yukarıya doğru tekrar hamlesini yaptı. Klamm onu durdurmak için yumruğunu, olabildiğince sert bir şekilde elfin kaskına geçirmişti. Sonrasında ise diğer elf onun kolunu kopardı ve acı dolu bir çığlık yükseldi. Flisnar ise son kalan çaylağı yavaşça öldürüyordu. Klamm ve çaylağın çığlıkları ile seyircilerin bağrışmaları birbirine karışıyordu. Seyirciler neredeyse arenaya atlayacak kadar coşkuluydu. Her ölüm bir zafer idi onlar için. Yüzyıllardır elde edemedikleri özgürlüğün bedeliydi onlara göre bu katliamlar.

   Elfin savurduğu ikinci hamlesi karnıma doğru yaklaşırken yapabileceğim her şeyi gözümde canlandırıyordum. Kılıcın kabzasını sıkıca tuttuğu yere bir yumruk, yapacağı saldırıyı sarssa bile bu hızla gelen kılıcı durdurmayacaktı. Olduğum yerden kenara kaçmam ise solumda saldırmak için açık bekleyen Graheln’in sonu olabilirdi.

   Uzun yılların verdiği tecrübe, hızlı karar almama yardımcı oldu. Kılıcın ucuna en yakın, keskin olmayan yüzeye hızla yumruk attığımda kılıç, üzerinden atlayabileceğim kadar aşağıya yönelmişti. Ben yatay bir pozisyonda kendi eksenimde dönerken bacaklarım havada tam tur atıyordu. Tekrar yere bastığımda arkam elfe dönük kaldı. Elfin kılıcı yere saplandığında ise kaskının ardından görülen gözlerindeki şaşkınlığı okuyabiliyordum. Sağ dirseğimle kaskına vurup sırtımla onu geriye ittiğimde kılıcını elinden aldığımı fark etmemişti bile. Sonraki saniyede ise kafasının bedeninden ayrılışını, kafası yere düştüğünde kendi gözleriyle izledi.

   O sırada Flisnar Klamm’ın karnından dökülen bağırsaklara bir zafer işareti gibi bakmakla meşguldü. Tüm seyirciler onun öldürdüğü her çocuk için büyük bir sevinç nidası atıyordu. Ona sıra gelmeden önce Graheln’in omzuna derin yara açan diğer elfi durdurmam gerekiyordu. Hızla elimdeki kılıcı diğer elfin sırtına saplamak için hamle yaptığımda, o aşağılık yaratık yerinden sıçrayarak geriye kaçtı. Graheln omzunu sıkıca tutarken, dişlerini sıkıp dikkatini savaş alanına vermeye çalışırkenki yüz ifadesi ne kadar acı çektiğini gösteriyordu. Ben de arenanın ucundaki locadan bizi izleyen Honroun’un hemen altındaki duvarda asılı duran saate baktım. Henüz ikinci dakika yeni dolmuştu ama şimdiden arenada Graheln ve benden başka kimse kalmamıştı. Yine de onlardan birini bu süre içinde yenmiştim. Geriye sadece iki tanesi kalmıştı.

   İlk öldürdüğüm elfin kılıcını sıkıca kavrarken diğer elfin gözlerinin içine dudağımın kenarıyla gülümseyerek bakıyordum. Sadece üç hamle ile onun zırhının en zayıf yerine, koltuk altındaki zırhsız bölgeye kılıcımı saplamanın planını kurmuştum. Zaman aleyhimize işlediği için hemen harekete geçtim. Önce yukarıdan aşağıya kılıcımı savurarak kafasını hedef aldım. Tıpkı düşündüğüm gibi kılıcını yan tutarak saldırımı engelledi. Hemen ardından kollarımı biraz kaldırıp bileğimi çevirerek kılıcımın konumunu tersine çevirdim ve aşağıdan yukarıya doğru tekrar bir hamle yaptım. Elf de hızlı düşünerek yukarıda tuttuğu kollarını aşağıya indirerek gelecek hamleyi engellemeyi düşünüyordu. Ancak düşünmediği şey mesafeydi.

   İlk hamlemi engellemek için büyük bir karşıt güç oluşturması gerekiyordu. Bunun için kolunu uzun bir mesafeden hızla yukarıya kaldırmıştı. İkinci hamlemde ise yukarıdaki kolunu sadece kırk santim aşağıya indirerek saldırıyı engellemeye çalıştı. Fakat bu mesafe saldırımı engelleyecek kadar büyük bir güç oluşturamamıştı. Elfin kılıcına yaptığım darbe, kılıcının elinden sıçrayarak seyircilere kadar fırlamasına ve o aşağılık yaratıkların çıkardığı gürültünün kesilmesine neden olmuştu. Elfin, kılıç ile birlikte havaya kalkan kolları ise üçüncü saldırıma yol açmıştı. Koltuk altındaki zırhsız bölgeyi gözüme kestirip kılıcımı oradaki boşluğa soktum. Hemen ardından ise büyük bir çığlık sesi yükseldi. Ama bu çığlık tam karşımda duran, korkuyla donuklaşan gözlerin sahibi elfden gelmemişti.

   Kılıcım elfin zırhına sıkışıp onunla birlikte yere düştü. Ben ise kılıcımdan çok gelen çığlığı merak ediyordum. Hemen arkama döndüğümde bir metre ileride Graheln’in katılaşan bedenini arkadan görmüştüm. Onun da arkasında Flisnar’ın pis kahkahası geliyordu. Flisnar beni öldürmek için arkamdan saldırmıştı ama Graheln beni korumak adına kendini siper etmişti. Defalarca beni koruyan ve benim için ölmeyi göze alacağını tekrarlayan Graheln, sözünü yerine getirmişti. Şimdi sıra bendeydi. Yaşayacaktım ve bütün bunların bedelini onlara ödetecektim.

   Graheln’in cansız bedeni yere düştüğünde ben de yerimden sıçrayarak hızla Flisnar’a koşmaya başladım. Onun savurduğu kılıçtan eğilerek kaçındığımda seyircilerin sesi bir anda kesilmişti. Efsaneler efsanesi Flisnar’ın beni bir hamlede öldüreceğini bekleyen binlerce izleyicinin heveslerini kursaklarında bırakmıştım. Flisnar ile yüz yüze gelince onun kollarını sağ kolumla kavrayarak hareket etmesini engelledim. Sonra kaskına attığım kafa ile iyice sersemleşen Flisnar’ın elinden Salutar’ı almam sadece iki saniye sürmüştü. Ve hemen ardından kafasını bedeninden ayırmamla zaman durmuş gibiydi. Herkes dilini yutmuşçasına arenaya bakıyordu. Honroun yerinden büyük bir şaşkınlıkla kalktığında, hiç kimsenin bunu beklemediğini anlamıştım. Onların efsanesi benim karşımda sadece birkaç saniye dayanmıştı. Ortaya benim gibi bir canavar ortaya çıkardıkları için kendilerine kızan bir ölümsüz ordusunun şaşkınlık dolu bakışlarına maruz kalıyordum.

   Ama her şey henüz bitmemişti. Hızla, elflerin geldiği kapıya doğru koşmaya başladım. Bu sonuçtan sonra benim ölümüm garantilenmişti. Sonuçlarına aldırmaksızın beni infaz etme zamanları geldiğinin işaretiydi bu. Aksi halde her şey daha kötü hale gelebileceğini gayet iyi biliyorlardı.

   Honroun hemen emrini verdi.

   “Muhafızlar, onu öldürün!”

   Bunu söyleyeceğini adım gibi biliyordum. Elflerin geldiği kapı açıldığında ardındaki zırhlı beş kurt adam arenaya atladı. Duraksamadan koşarken önüme gelen her bir yaratığı Salutar ile tek tek keserek ilerlemeye devam ettim ve kapıdan çıktım. Durmadan koştum. Sirk çadırından çıktığımda geride sekiz adet kurt adam ve dört tane pan cesedi bırakmıştım. Dışarıda ise ormana doğru, özgülüğüme olan yola giderken bir yandan da arkamdan atılan sentor oklarından kaçıyordum. Saatlerce beni kovaladılar. Saatlerce kaçtım. Onlar yoruldu ve pes etti. Ama ben pes etmedim.

   Ölümü bekleyen küçük bir kız çocuğundan, onların ölümünü getirecek bir canavar ortaya çıkarmışlardı. Kendi cellatlarını kendileri eğitmişlerdi. Yıllar önce, yeryüzüne çıktıkları gün onların dönüm noktasıydı ve benim sirkten kaçtığım güne kadar insanlara kan kusturdular. O pisliklerden kurtulduğum gün ise insanlığın dönüm noktası gelmişti ve kan kusma sırası onlardaydı. Çünkü bunun için ant içmiştim. Çünkü benim adım Yaseldin.

--Devamı--
Efsanenin İntikamı:
http://www.kayiprihtim.org/forum/efsanenin-yntikamy-t14686.0.html