Kayıt Ol

Yedi Talihsiz Adam

Çevrimdışı Thomasward

  • **
  • 352
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Yedi Talihsiz Adam
« : 18 Mayıs 2014, 16:04:15 »
                                        Yedi  Şansız Adam
                    

                Cristof, gergin bir şekilde parmaklarını kıtlattı.  Hanın duvarlarına göz gezdirdi. Yer yer nemden şişmiş yahut çatlamış döşemeler buranın ne kadar izbe bir yer olduğunu  anlatmaya yetmişti. Tehlikeleri üstlerine çok çekmemek için seçilmiş , göz önünde bulunmayan hanlardan biriydi. Cristof , grupta en gergin görünümü sergileyen , eli yüzü düzgün bir adamdı. Zemine dökülmüş biraların kokusu  burnuna meydan okuyordu. Cristof , siyah saçlarını  eliyle arka tarafa atıp oval hatlı ,  beyaz yüzünü ortaya çıkardı. Bu tiksinç kokunun ağzına gireceğini düşünmeden nefes almaya devam etti. Han dört masalıktı hepsi bu kadar. Ölümüne kötü , bakımsız , çamurlu ve ıslak bir yerdi. Çatı fazlasıyla damlatıyor , damlatmakla kalmıyor , akıtıyordu.


               Birisinin teklif etmesiyle bile hemen seyahatten cayacaktı ancak şans o ki kimse fikrini değiştirmemişti. Masadaki herkeste bir gerginlik vardı ama herkes kararlıydı. Cristof da bu işi kırk beş gümüşe aldıktan sonra  ‘’ Ben bu işi yapmayacağım.’’ diyemezdi. Böyle bir teklifin sonucunda olacak nahoş şeyleri düşünmek bile istemiyordu. Aklına masadaki herkesin gergin yüz ifadesinin öfkeliye çaldığı o kan dondurucu anı getirdi ve bu düşünce seyahat için heveslenmesine bile yol açtı. Bağırsaklarından keman yapıldıktan sonra kendisine çaldırılmasını düşündükçe gözleri dolan hatta tehdit aldığında bile ağlayan biriydi. Korkak değildi fakat hassaslıkla korkaklık arasındaki sınırda yaşıyordu.


             Yedi adamdan en batılı ve bu pislik hanın  buluşma yeri olarak seçilmesini sağlayan kişi :  Fyorka...
 Parmaklarını kıtlatıp ,  birasından bir yudum aldı. Seçtikleri hanın  çok gözde bir yer olursa dikkatleri ve kötü karmayı üstlerine çekeceğinden korkan bu  kirli sakallı  sıska adam söze başladı. ‘’Bugün gayet mahrem taç arayışımızı kayıt altına alması için grubumuza , temiz adam Cristof’u da dahil ettik.’’  Eliyle bir yandan, çekingen  ,siyah , kısa omuz  pelerinli , beyaz yakalık ve kibar siyah bir gömlek giymiş katip  Cristof’u işaret ediyordu.

              Fyorka , pis bira ve kanalizasyon kokulu adamın tekiydi. Üstünde basit mavi bir ceket , belinde kalitesiz  ince bir kısa kılıç , ağzının kenarında konuştukça kızaran bir yara iziyle , sefil serseri adam profilini tamamlayan biriydi. Cristof ‘ u kiralamak ve yedi yüz elli altınlık değere sahip  tacı arayış maceralarını kayıt altına almak için para biriktirmişlerdi. Sefil yaşamdan kurtulmak  ve öldükten sonra hatırlanmak gibi bir ihtiyaçları bulunan bu grup belki de şehirdeki serserilerin burnu en çok yere sürtmüş ve en ilginç olanlarıydı.


            Cristof’un yanında oturan ,  kısa kır sakallı , gri gözlü , bilge görünümlü , yaylı adam haricinde masadaki tümünün burnu kırıktı. Cristof burnunu küçükken düşüp kırmış  , diğer üç adam ise olasılıkla bar ve sokak kavgalarında kırmışlardı. Hancı , hanın dışında beklerken yapılan bu gizli konuşma esnasında küfürler ve müstehcen vaatler eksik olmuyordu. Taç bulunduktan sonrası için kurulan hayaller gibi boş sohbetler kuruyorlardı.

              Fyorka , maşrapadaki biradan son yudumunu aldı ve altına kaçırmış gibi yüzünü ekşimiş bir ifade içerisinde bir süre tuttu. Ardından gelen pis kokulu bir geyirme ile yüz ifadesi rahatladı. Cristof   dışındaki herkes kahkahayı basıp biralarını  sıçratarak , alkışladılar. Cristof  , üniversitelerde , saraylarda saygıdeğer  , kibar tabiatlı insanlardan böyle bir  ortama hızlı geçiş yaptığından olsa gerek ağlamaya başladı. Kuşa bakarken dondurması yere düşen bir çocuğun bastığı o ani ve isterik  yaygarayı bastı. Hemen kendine gelip ‘’ Sadece sizin gibi cesur  , onurlu  insanlarla beraber ilk defa  maceraya çıktığım için duygulandım.’’ diyerek durumu toparlamaya çalıştı. Okçu dışındaki herkesin zeka seviyesi bunu yutacak kadar düşük olduğu için  hepsi duygusal bir karşılık vermeye çalışarak garip bakışlar attılar. Ama pis sakallı , kırık dişli suratlarda o duyguyu almak pek mümkün değildi. Cristof  , kendini kurtarmak için yamuk bir tebessüm etti. Okçu durumu anladıysa da bozmadı. Grupta en kafa dengi olanlar Cristof ile Okçuydu.

           Fyorka  yutkundu ve söze başladı. ‘’ Moralinizi bozmak istemem ama  sanırım grubumuz talihsizliğini yaşadı. Gardan (O an aklıma geldi yoksa yazmakta bir amacım yok :D)  ve Daarlan kardeşler ( onu yazınca bunu da yazdım yine yanlış anlamayın :) ) yolda soyguna uğramışlar. Cesetlerini göl kenarında inzibatlar buldu. Yine de biralarımızı içtik ve çakırkeyifiz. Talihsizliğin talih getirdiğini bilip yola koyulalım. İnancımız tam olsun. Bulmak istemeyene talih buldurmaz. Hem payı daha az kişi bölüşürüz. ‘’ Pay ile alakalı son söylenenlerden sonra  grup üyelerinin morali belirgin bir  şekilde artış gösterdi.

         Cristof  , yollarda  soygun tehlikelerini biliyor ancak  yanındaki belalı adamlara baktıkça bu konuda içi rahatlıyordu. Yol düzgün , hedef ise uzaktaydı. Kimi zaman dağlık araziye , kimi zaman bozkırlara yöneliyorlardı. Takımdaki kimse kardeşlerin ölüm haberini takmamıştı. Fyorka en ileride öncülük ediyor , hemen arkasında ise iki salak serseri , trollerin yanıp yanmadığını tartışıyorlardı. Cristof ve Okçu en arkada yanyana yürüyor, ve salak grup üyelerinin kendilerine celallenmesi riskini göze alamadıklarından onlara trollerin masal olduğunu söylemiyorlardı. Cristof bir yandan okçu ile sohbet ediyor , bir yandan da verdikleri molalarda   geçtikleri yerleri , yaşanan olayları ve grubun durumunu deftere resmi kayıt altına alıyordu.

          Handan çıkıp  yola koyulduklarında ,  kuvvetli bir sağanak yağmur bastırmıştı. Hava karardığında yağmur yeni dinmişti. Cristof , daha dikkatli davranarak kıyafetlerinin diğerlerininki gibi çamur içinde kalmamasını sağlamıştı. Ekip henüz yolculuklarının daha ilk safhasında hırpani bir görünüme bürünmüştü. İki koca serseriden sarı saçlı olan  , önceki günki sağanak yüzünden ağır bir biçimde hastalanmıştı. Kendisiyle neredeyse aynı görünümde olan  siyah saçlı  serseri dostunun omzuna yaslanarak yürüyordu. Sürekli geçirdiği  öksürük krizleri , zaman zaman onu yere düşürecek ve  ekibi yavaşlatacak kadar  şiddetleniyordu.

          Yolculuğun üçüncü gününde yeşillik  bir alanda , güneşin sıcaklığından korunmak için bir ağacın gölgesinde mola verdiler. Sarı saçlı Sawyer’ın sırtını ağaca yaslayarak oturttular. Fyorka , açlık ve susuzluktan yakınıyor ve sürekli olarak talihsizlikten bahsediyordu . Siyah saçlı , esmer serseri Kur , bitkin  bir biçimde seslendi . ‘’Fyorka , Sawyer’ın  durumu kötüye gidiyor. Çok acı çektiğini söylüyor. Böyle devam edemeyiz’’

         Fyorka kaşlarını çattı ‘’ Talihimizi kaçırıyorsun Kur. Yolculuğumuzu yeterince yavaşlattınız zaten . Tacı bulup satacak kadar yaşamak için bu yolculuğu hemen sona getirmeliyiz.’’  diyerek elini kıytırık kılıcında gezdirdi. Sawyer sinirli bir biçimde ‘’ Senin bu talihle alakalı  bok saçması  şeylerine daha fazla kulak asmayacağım. Hadi yeteri kadar cesursan ve korkup ananın kucağına kaçmayacaksan çek kılıcını.’’ diye bağırdı. İki tarafında kaşları çatıldı. Cristof araya girmekten başka çaresi olmadığını anladı. Cristof ,  ‘’ Baylar , yorgunluktan ne yaptığımızın farkında değiliz . Silkelenin ve biraz kendinize gelin. ‘’  diyerek herkesi sağ duyuya davet etti. Fyorka , kılıcından elini hemen çekse de  Kur’un dikenli sopasını bırakması biraz zaman aldı. İki tarafta kendisinin haklı olduğunu düşünüyor ancak Cristof ve  Okçu tartışmaya yeniden başlamalarına mahal vermiyorlardı.

         Fyorka , yolun neresinde olduklarına  dair sorulan soruları başından savıyor , boş zamanlarında talihe sövüp sayarak ve küçücük bir kırıntı kadar da olsa inancına tutunarak geçiyordu. Arada bir yolun üzerindeki hanlardan ucuz ve berbat içkilerle susuzluklarını gideriyor , ceketlerini kafalarına  koyup güneşin yakıcı etkisinden kurtulmaya çalışıyorlardı. Yolculukta büyük bir sıkıntı ile karşılaşacaklarına  , küçük küçük onlarca sıkıntıyla karşılaştılar. Okçunun pabuçları kullanılmaz hale geldi ,  Fyorka inancını kaybetti ve Kur ile sürekli olarak tartıştı , Sawyer’ın hastalığı ilerledi , Cristof yolculuğa alışkın olmadığından sürekli kramp ve korku ile mücadele etti , bir iki kez sıcaktan , açlıktan ya da susuzluktan  baygınlık geçirdi. Cristof , ekipten dışlandı çünkü : Süt bir adam olduğu ve bu işe uygun olmadığı , diğerlerini  hor gören züppelerden olduğu anlaşıldı. Okçunun , Cristof'a karşı tavırları eskisine nazaran daha mesafeli oldu.

      Sonunda  , güneşin etki edemeyeceği kadar sık  bir bitki örtüsüne sahip sıkı bir ormana girdiler. Orman yolunda ilerleyişleri daha rahattı . Ormana giriş , kavgaları  daha çok azalttı, güneşin etkisinin geçmesiyle  kısılmaktan ve sıkılmaktan bitap düşmüş yüz kasları normale döndü. Yol daha çekilir bir hal almasına rağmen , Cristof sadece  yaşamaya çalışarak ve zor şartlar altında molaları kayıt altına almak için kullanmaktansa dinlenerek geçirdi. Diğerleri şüphelenmesin diye arada bir defteri açıp karalıyordu. Yolculuktan sağ çıkarsa kaçıp ellerinden kurtulacaktı ancak buralar Cristof’un bilmediği topraklardı. Tek başına kayıp bir şekilde yollarda sürünmektense , ekibin sağlayabileceği avantajlardan yararlanmak daha kârlıydı.

        Sawyer, harap olmuş vücudunu yerde dinlendirirken diğerleride sohbet etmeye başladılar. Kur ile Fyorka aralarında yaşanan olayları unutup , Sawyer’ın son günlerde hiçbir konu hakkında konuşmamasından daha doğrusu konuşamamasından bahsettiler. Okçu ile Cristof ,  Cristof’un belinden çıkardığı , pahalı  ,zarif siyah saplı , ince uzun   bıçak hakkında konuşuyorlardı. Okçu , bıçağı beğeniyle Cristof’a geri verdikten sonra arbaletin nasıl çalıştığını anlatmaya koyuldu.  Tam bu sırada Sawyer’dan kuvvetli bir öksürük geldi. Biraz hırıldama…  


       Kur , haykırarak ağlamaya başladı. Bu haykırmanın devasa ormanın her yerinden duyulacağına ekipteki herkes bahse girerdi. Fyorka üzüntüyle başını öne eğip ,  Kur’un omzunu sıvazladı. Kur , yaşadığı acıyı göstermek istercesine oradan oraya  kendini yerlere attı. Cristof  , üzülmek isteyip üzülemedi , çünkü Sawyer’ı bir serseriyi tanıyabileceği kadar tanıyordu. Okçuyu ve Fyorka’yı taklit edip başını öne attı. Fyorka , o gün  cenazeyi gömdükten sonra yola devam etme gerekliliğinden bahsetme riskine giremedi. Fyorka’nın Sawyer’a çok önem verdiği yoktu ancak Kur böyle bir teklif karşısında kendisine saldırabilirdi. Sawyer , ağacın önüne gömüldü ancak olanlar bununla sınırlı kalmadı. Hikayenin en enterasan ve insanları en deliliğe sürükleyen yanları burada başlıyordu.

        Herkes mezarın başından kalkmaya başlamıştı. Siyahlara bürünmüş , yüzleri örtülü , silahlı iki atlının orman patikasından mezar ağacına doğru döndüğü görüldü. Herkes hızlıca doğruldu. Kur dışında herkeste bir panikleme vardı fakat Kur esen rüzgara ve savrulan yapraklara karşı kızarmış gözlerini açmış , iri yarı göbeğini içine çekmiş  ve bir elinde dikenli sopa  diğer elinde Sawyer’ın basit bıçağıyla kaya gibi duruyordu.Gelen iki atlının ardından bir kişi daha geldi elinde uzun bir yay vardı , atı yoktu. Bu gelenlerin haydut olduğunu anlamak için  alim olmaya gerek yoktu.

        Fyorka, grubun lideri olarak ileri doğru bir adım attı ancak yüzündeki ifadeden korktuğu anlaşılıyor ve bu haydutların işine yarıyordu. Arka tarafta Okçu arbaleti kurdu. Siyahlı adam yavaşça  atını ileri doğru sürdü. ‘’ Zor ve üzüntülü bir gün geçiriyorsunuz sanırım.’’  Fyorka direk olarak ‘’ Evet bayım ,  gerçekten  zor bir gün. Bir an önce rotamıza koyulmalıyız ki daha fazla  acımız katlanmasın.’’ diye atıldı ancak nafile. Siyahlı adam kaşlarını çattı. ‘’ Biz de zor günler geçiriyoruz. Kaybınız acı verici olmalı ancak hayata karşı  dik durup güçlü olunmalı. Sadede gelmem gerekiyorsa şöyle izah edeyim , gününüzün daha falza zorlaşmaması için silah ve paralarınızı , erzağınızın yarısını verin. ‘’

      Bundan sonra grup konuşmanın daha çok zarar getireceğini biliyordu. Herkes üstündekileri döküleceği sırada Kur öne doğru hamle yaptı. İşler değişti . Cristof çalıların ve ağaçların arasına atladı. Siyahlı adam ikinci atlının yanına, geriye atını  hızla sürdü ve ikisi birden  ekibe doğru dalışa geçti.  Fyorka  ile Kur’un donup kaldığı o sırada öne atlayan Okçu arbaletindeki oku çabucak serbest bıraktı. Yan yana koşan ve yakın olan iki atlıya üstün körü nişan almış, sağdaki haydutu sol göğsünün üst tarafından vurmuştu. Arbaletin gücünün etkisiyle vurulan adam attan geriye doğru sıçradı ve yere düştü. At, haydutun düştüğünü fark edince geriye doğru koştu. Hızla ilerleyen  haydut , arbaletini kuramamış okçuya doğru kılıcını salladı ve Fyorka’nın üstüne doğru atağa devam etti.

        Cristof çalıların arkasından olanları görmüştü. Kılıç  , Okçu’nun  yüzünü çaprazlamasına parçalamıştı. Okçu yere yığılırken ona adını sorma gereğini hiç duymadığını hatırladı. Bunu çok ilginç bir durum olarak değerlendirdi. Değersizlerin adını öğrenmiş , değerli bir dostun farkına varamadan onu kaybetmişti. Cesedi , tozun toprağın içine kan akıtırken , içinin yandığını , insani duygularının parçalandığını hissetti.

         Atlı , okçuyu geçtikten sonra ayılma fırsatı bulamamış titreyen Fyroka’nın  üstüne doğru atağa geçti. Fyorka , ne yapacağını şaşırdı. Süvarinin kılıcına yaklanmamak için üstüne gelen atın gövdesinin tam ortasına atıldı. At , Fyorka’ya çarpıp ön ayaklarını kırarak  yuvarlandı. Fyorka ise bu çarpışmadan çok daha büyük zararlar almıştı . Sağ kolu kırılmış , üstü başı kan içinde yerde yatıyordu. Kılıç , atın boynuna saplanmıştı. Kur , haydut okçunun  oklarından sakınmak için Sawyer’ın ağacını siper edinmişti. Atın düştüğünü , süvarininse yeni kalktığını görünce bunun iyi bir  fırsat olduğunu anladı. Sawyer’ın ölümünden doğan yası bağırarak  süvariye doğru koştu. Ayağa yeni kalkıp silkinen süvari ne olduğunu anlamadan kafasına dikenli sopayı yedi. Kafatasının ön tarafaı paramparça bir şekilde yere düşen süvarinin üstüne atlayıp diğer elindeki bıçağı sapladı.

        Cristof , dehşet içinde olanları seyretti.Cristof , okçu haydutun arka tarafındaki çalı ve ağaçların arsındaydı. Haydutun bu defa ıskalamayacağını , Kur’un çok açıkta ve yakında olduğunu anladı. Okçu ekip için hayatını feda etmişti. Bunu Kur’u sevdiği için değil , Okçu’nun boşa ölmediğini kanıtlamak için yapacaktı.  Ahlaki boyutunu düşünmeden çalıların arasından bağırarak fırladı. Bıçağını seri bir hareketle çekti ve tam o sırada haydut arkasına dönüp baktı ancak geçti.  Cristof bıçağını haydutun boğazına sapladı.  Sıcak ve koyu kan , Cristof’un eline yüzüne sıçradı. Tiksinerek bıçağını çekti ve her yerine daha fazla kan sıçradı. Ceset yavaşça yere düştü , ardından da Cristof bayıldı.


          Cristof , gözlerini açtığında Kur yüzünü tokatlıyordu. Çevrede inzibat askerleri vardı. Fyorke , kolu sargılı bir biçimde oturmuş , inzibatlara başımızdan geçenleri anlatıyor ve yola devam etmek için izin istiyordu. İnzibatlar ise öldürdükleri gibi , onlarında haydut olup olmadığını sorguluyordu.  Sonuç olarak  :  En yakın kasabaya kadar ekibe eşlik edeceklerdi. Ormanın sonuna az kalmıştı. Kur , tuvaletini yapmak için çalıların oraya kadar gitti ve dört saniye sonra sağ bacağını tutarak bağırmaya  başladı. Cristof , ‘’ Yakında hepimiz öleceğiz , lanetliyiz.’’  dedikten sonra  yüzbaşının zırhına kafasına yaslayıp ağlamaya başladı. Yüzbaşı durumun protokole ve güvenliğe ters düştüğünü anlayıp Cristof’u itti. Cristof tozun toprağın içine yattı. Bağıra bağıra ağladı. Kur , bir ayı kapanına basmıştı. Bacağı kopma noktasına geldiği için kesmeleri gerekti. Kur acı çığlıklar içinde inzibat atlarının birinin arkasına bindirildi. Fyorke , tek kelime etmeden yola devam etti. Orman bitmişti , bozkırda ilerliyorlardı.

        Cristof  , zor zamanlar için sakladığı demir kutunun içindeki birinci kalite şarabı , verilen molalarda gizli gizli yudumladı. Kur’un durumu çok kötüye gidiyordu. Bacağındaki yara iltihap kapmıştı. Kendisini öldürmeleri için yalvarıyordu. Sonunda   yüzbaşı bağırışlarına dayanamadı ve onu çalıların arasında infaz etti. Acısının sonlanması daha iyiydi. Ölmeden önce yüzbaşıya ‘’ Sawyer’ı görüyorum.’’ dedi. Bunu duyan Cristof iyice bozulmuş olan psikolojisinin ve harap olmuş sinirlerinin ardından ağlaması gereken yerde gülmeye başladı. Yaşananlardan sonra bu olan normal karşılandı. Yüzbaşı Fyorka’ya yola devam edip etmeyeceklerini sordu. Fyorka edeceğini söyledi . Cristof için fark etmezdi . Girişinde dev bir çınar bulunan dev kasaba görünüre girmişti ve Fyorka ile yola  çıkmayacak , kaçıp gidecekti. Son anda  , kasabaya yaklaşılmışken yüzbaşı döndü.

       Yüzbaşı bir az durdu ve sordu ‘’ Fyorka , artık kasabaya yaklaştık. Sizi serbest bırakmadan önce haritadaki rotanızı görmek istiyorum.’’ derken yüzünde meraklı ve ciddi bir ifade vardı. Fyorke bitkin bir biçimde  ‘’ Bizim rotamız talih , hiç harita alma ihtiyacı duymadım onu bulmamızı sadece talih sağlayabilir bunu rüyamda gördüm.’’ diye mırıldandı. Pek kendinde değildi ama haritayı merak ettiği için oraya giden Cristof bunları duyduktan sonra dondu kaldı. Yüzbaşı kaşlarını çattı , başını iki yana sallayıp arkasına döndü. Diğer zırhlı askerler yüzlerindeki gülümsemelerle , kimileriyse kahkahalar ile Fyorka’ya baktılar.

          Cristof ile Fyorka birbirlerinin gözlerinin içine  ifadesiz bir biçimde baktılar. Cristof ‘’ Yani rotan başından beri yoktu mu demek istiyorsun ? ‘’ diye sordu. Fyorka , başını aşağı yukarı sallayarak onayladı. Cristof  kayıtsızca ve bitkince ‘’hmm yani ekipteki rotamız olduğunu sanan herkes - sen ve ben hariç - bunun uğrunda öldüler değil mi? Talih . Peh .’’ Cristof ölenleri ve çektikleri acıları , başlarından geçen onca meşakati düşündü. Fyorka , başıyla bir  kez daha onayladıktan sonra ,  Cristof eliyle yaklaşmasını işaret etti. ‘’ Fyorka , yaklaş dostum , yaklaş , yaklaş , korkma seni öpeceğim , gel.’’ dedi. Yüz ifadesizliği korkunçtu. İnzibattaki herkes döndü ve ilginç duruma baktılar. Fyorka ,sorgulayan ve çekingen gözlerle baktı , sonunda  yaklaşıp Cristof’a kollarını açtı.

       Cristof , o an ‘’Demek böyle oluyormuş . Birinci oldu, ikinciden de bir şey olmaz ‘’ diye içinden geçirdi. öleceğinden emindi. Kolları açık Fyorke’un gözlerindeki o arkadaşlığa baktı ve o saniye bıçağını Fyorka’nın
çenesinin altına sokup , kafasının yukarısına kadar ittirdi. Ölenleri düşünüp gülümsedi ve inzibatın bağırışlarını dinledi. Göğsüne girip çıkan kılıcı  ve vücuduna ,içeriye akan kanı hissetti. Kanın sıcaklığı üşümesine , gökyüzünün maviliği rahatlamasına yol açtı. Enterasan bir durum olarak değerlendirdi. Kendini öldüren adamı görmedi , umrunda da değildi. Adam doğru olanı yapmıştı , zaten Cristof ölmek istiyordu. Gözleri kararırken mutluluğu hissetti.

Dipnot: Uzun hikayeme ara verip bir tane kısa yazmak istedim. Hem de içimden geçmişti böyle bir şey. Eleştirilerinizi bekliyorum . Klavye ve imla hataları fark edildiği kadar düzeltildi.

Çevrimdışı Thomasward

  • **
  • 352
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yedi Talihsiz Adam
« Yanıtla #1 : 18 Mayıs 2014, 16:26:53 »
Zorunda kaldığım için flood yapıyorum. Mobilden giriş yaptım şu anda ve imla hatalarının düzeltilmemiş dosyayı koyduğumu fark ettim. Bilgisayara oturduğum zaman doğru dosyayı koyacağım.