Kayıt Ol

Yeni Tür

Çevrimdışı

  • ***
  • 581
  • Rom: 47
  • Hayvan Yemeyelim!
    • Profili Görüntüle
    • http://bulentozgun.blogspot.com/
Yeni Tür
« : 03 Mayıs 2013, 00:28:33 »

Yeni Tür

Her şey uzun zaman önce başladı; çok daha hızlı koşabildiğim, koca bir kak-kırtı tek ısırışta parçalayabildiğim, burnumun çürük bir harşa benzemediği, kabilenin tüm dişilerini peşimde koşturduğum zamanlardı…
Güzel ve huzurlu bir yaşamımız vardı. Etrafımızı saran o güzelim ağaçların, yemişlerin, çiçeklerin, tertemiz havanın, suyun, gökyüzünün, her şeyin tadını çıkarıyorduk.
Diğer türlerle de aramız iyiydi. Dinozorlardan uzak duruyorduk, işlerine karışmadığımız sürece onlar da bize karışmıyordu. Arka ayakları üzerinde yürüyebilen tüysüz insan yaratıklarıyla da iyi geçiniyorduk; bizi seviyorlardı, bize yiyecek veriyorlardı. Biz de onları seviyorduk. Oldukça zayıf ve savunmasız olmalarına rağmen o dev dinozorları öldürebilecek kadar akıllı ve cesurdular. Sonra, dinozorlar gibi korkutucu da değildiler ya da böcekler gibi rahatsız edici.

Bir gün en yakın arkadaşım Fırrt (sürekli orayı burayı eşeleyip bulduğu her şeyi fütursuzca midesine indirdikten sonra, olur olmaz zamanlarda kuyruğunun altından çıkardığı pis kokuya eşlik eden ses yüzünden onu böyle çağırıyoruz) her zamanki gibi dilini sarkıta sarkıta bana doğru koşup heyecanla şöyle dedi:

- Hey Ouuu (iyi şarkı söylediğim için)!
- Yine ne var Fırrt?
- Duydun mu?
- Neyi duydum mu?
- Yeni bir tür evrilmiş.
- Sahi mi?
- Hem de bize benziyormuş.
- Fazla sevinme bence, doğal seçilime dayanamayıp diğerleri gibi yok olur gider yakında.
- Bu sefer yanılıyorsun işte! Biz nasıl evrildiysek o da pekâlâ evrilebilir.
- Haklı olabilirsin.
- Ne dersin, gidip bakalım mı?
- Aman boş ver, sonra bakarız.

O an pek belli etmesem de sevinmiştim. O günden sonra, sürekli, bize benzeyen bu yeni türü düşünür oldum. Şu yapışkan böcekleri saymazsak insanlar dışında bizimle yakın temas kuran başka canlı yoktu. Bu yeni türle yakın bir dostluk kurabilirdik belki, çok eğlenebilirdik. Çok heyecanlıydım. İçim içime sığmıyordu (Nereden bileyim? O pis yaratıkların huzurumuzu bozacağını bilseydim, sevinmek şöyle dursun, evrilir evrilmez öldürmez miydim? Ah benim bronto* kafam!).

Birkaç gün sonra, meraklı kalabalık dağılınca, kimseye haber vermeden yeni türü görmeye gittim. İnsanların yaşadığı mağaralardan beş-altı stego** boyu uzaklıkta küçük bir ağaç kovuğundaydı. Tek başınaydı (erkeği henüz evrilmemişti). Çaresiz. Meraklı. Ve çok tatlı. Yumuşacık tüyleri, minicik ağzı, bizimki gibi kulakları, yaprak rengi gözleri vardı. Çelimsizdi. Küçük burnunu saymazsak fazlasıyla bize benziyordu. Çok sevimliydi.

Kural gereği ona hiç yardım etmedik. Yaşamaya kendi başına başlamalıydı. Yavaş yavaş bedenini tanımaya, sesler çıkarmaya, karnını doyurmaya, yürümeye, koşmaya, hissetmeye, düşünmeye başladı. Ve üremeye (keşke hiç başlamamış olsaydı, üreme dönemlerinde çıkardıkları sesler yüzünden doğru dürüst uyuyamıyoruz şimdi). Üç tırnak büyümesi süresi kadar sonra sayıları seksene ulaştı. Gün geçtikçe de artıyorlardı (soykırım şansımızı yitirdiğimiz günler, aaaah ah!). Onlara konuşmayı öğrettik. Onlara dinozorlardan nasıl uzak kalacaklarını, zehirli bitkilerden ve kahrolası böceklerden nasıl korunacaklarını öğrettik (haram olsun!). Onlara insanlara nasıl davranmaları gerektiğini gösterdik.

Çeyrek centro ömrü kadar bu yeni türle iyi geçindik. Her şey çok güzeldi. Yiyeceklerimizi ve barınaklarımızı onlarla paylaşıyorduk. Onlar da bize yardımcı oluyordu. Tyranno tırnağına benzer tırnakları sayesinde ağaçlara kolayca tırmanıyorlar, bizim için, güzel, taze ve tatlı meyveler, lezzetli yemişler topluyorlardı. Kıvrak bedenleriyle bizim giremediğimiz kovuklara girip, topladıkları böceksavarotlarını bize getiriyorlardı.
Sonra bir gün, yorucu ve tatlı bir çiftleşme sonrası gölde yıkanırken, sarkık dilli canım arkadaşımın, yüzünde yeni bir haber getirmenin şaşkın heyecanıyla bana doğru koştuğunu gördüm. Tanıdık bir sahne:

- Buna inanamayacaksın?
- Yine ne var Fırrt?
- Gördün mü?
- Neyi gördüm mü?
- Yeni tür, insanlarla yemek yiyor.
- Sahi mi?
- Hem de et yiyorlar.
- Çok garip…
- Gidip bakalım mı?
- Koş, durduğun kabahat!

Oraya vardığımızda çok ilginç bir manzarayla karşı karşıya kaldım. Yeni türün otuz-otuz beş üyesi insanlarla iç içeydi. Bizler insanlara bir stego boyu yaklaşamazken (bir efsaneye göre benim büyük büyük büyük dedem İriburun, bir insana on ayak boyu yaklaşabilmiş) bu yeni türün onlarla bu kadar yakın ilişkide bulunması oldukça garipti. Birkaç tanesi ateşin etrafına kıvrılmış uyuyor, birkaç tanesi büyükçe bir herrera ciğerini parça pinçik ediyordu. Geri kalanlar, insanların bacaklarına sürtünüyor, omuzlarına tırmanıyor, kucaklarına oturuyorlar ve bunları yaparken de Fırrt’ın koku yaymadan önce midesinden gelen seslere benzer bir ses çıkartıyorlardı. İnsanlar da onları okşuyor, besliyor, seviyordu. Fırrt bana dönerek:

- Yaaaa?
- Haklıymışsın.
- Bu nasıl olabilir Ouuu, insan yaratıklarıyla nasıl bu kadar iyi geçinebiliyorlar.
- Bilmiyorum.
- Ciğeri gördün mü?

Ateşi buldukları günden bu yana, insanların yediği dinozor etlerinden, özellikle ciğerden, muhteşem kokular yükselmeye başlamıştı. Kokuları bu kadar güzel olan bu yiyeceklerin kim bilir tatları nasıldı, hep merak ederdim. Onca yıllık dostluğumuza rağmen insanlar bize hiç et vermemişlerdi. Onları haklı buluyordum, dinozorları onlar avlıyordu; o pençesiz ve çelimsiz ön ayaklarıyla yaptıkları sivri şeyleri kullanarak, çukurlar kazarak, bu etleri fazlasıyla hak ediyorlardı. Sağ olsunlar, etleri yedikten sonra geriye kalan kak-kırtları da bize bırakıyorlardı.
Ama şimdi, insanlar (tüm dünyaya hakim olabilecek kadar akıllı olmalarına rağmen çok saflar; böyle giderse soyları tükenecek), hiç düşünmeden, yeni tanıdıkları bu türle o güzelim yiyeceklerini (ağzım sulandı) paylaşıyorlardı.

- Ne güzel görünüyor değil mi. Par gibi kızarmışlar.
- Evet, harika…
- Neden bize de et vermiyorlar Ouuu?
- Sanırım biz onlarla iyi iletişim kuramıyoruz.
- Neden?
- Belki de konuşma biçimimiz yüzünden. Bizler patlayan seslerle konuşuyoruz. Gülümserken bile hırlayarak onları rahatsız ediyoruz; yeni tür gibi mırlayamıyoruz. Hem sonra, tüm konuşmalarımız boyunca dişlerimiz görünüyor; onlar da bizim onları ısıracağımızı düşünüyorlar.
- Kabilemizin kavga kuralını bilmiyorlar mı: Isıracaksan dişini gösterme!
- Nereden bilsinler. Sorun da bu ya zaten: Onlara kendimizi anlatamıyoruz.

Takip eden üç-dört gün boyunca yeni tür bize karşı çok farklı davranmaya başladı. Artık bizimle dolaşmamaya, yiyeceklerini paylaşmamaya, bize yardım etmemeye, bizimle konuşamamaya başladılar. Sürekli insanlarla dolaşıyorlardı. Onlarla yemek yiyor, onlarla uyuyorlardı. Yürüyüşleri bile değişmişti. Bütün bu onursuz yaltaklanmalara rağmen tüm evreni az önce ben yarattım tarzı, kibir dolu adımlarla ortalıkta dolaşıyorlardı.
Sonra insanlar da değişmeye başladı. Önce bize kak-kırt vermemeye; sonra bizi taşlamaya, ağaç dallarıyla kovalamaya başladılar. Geçen her gün bizden biraz daha nefret ediyorlardı. Hatta bazılarımızı o sivriltilmiş dallarla yaraladılar. Artık korkuyla yaşar olduk. En sonunda da o diyarları terk ettik. Ama bu kinin nedenini bir türlü anlayamadık.
Ta ki bir dinozorhabercisi bize olanları anlatana dek:

- Hey millet, toplanın, size haberlerim var. İnsan yaratıklarının bize neden kötü davrandıklarını öğrendim.
- Nedenmiş?
- Dün gece yine, kızıl kayalarda dinozorları gözlüyordum. Tam gözetleme yerimi değiştirmeyi düşünüyordum ki Mau ile Miau arasında tanıdık bir ses işittim. Sonraki seslere dikkat kesilip kaynağını bulmayı başardım: Aşağıda, ormanın içinde, buradan yaklaşık elli stego boyu uzaklıkta, büyük bir mağaranın ağzında yeni türün iki üyesi konuşuyordu. Biraz sonra yeni türün sekiz üyesi ağızlarında yiyeceklerle geldiler ve onları mağaraya bırakıp gittiler. Bütün gece boyunca bunu dört kez tekrarladılar.

Adiler. Nankör yaratıklar. Hırsızlar. Hainler. Yüce Büyükbaş onların belasını versin. Onlara sevgi gösteren, onları besleyen, koruyan insanlara (Ah aptal insanlar ah! Körsünüz siz, kör!) bu yapılır mı? Onlardan nefret ediyoruz. İğrenç yaratıklar. Bizi insan dostlarımızdan uzaklaştırdılar, onları bize düşman ettiler; onlar yüzünden yerimizden yurdumuzdan olduk.

İşte böyle. Bu yeni türün evrilişi bize huzur yerine bela getirdi. Şimdi, buralara da gelip huzurumuzu kaçırmasınlar diye dua ediyorum. Onlardan nefret ediyorum, onları düşündükçe midem bulanıyor. Ömrüm yettikçe, torunlarımın, torunlarımın torunlarının, onlarında torunlarının bu iğrenç türden nefret etmesini sağlamak için uğraşacağım. Bazen düşünüyorum da acaba doğaya karşı nasıl bir hata işledik de Büyükbaş böyle lanetli bir türün evrimine izin verdi.

*Brontosaurus: Beyninin ağırlığı, vücudunun ağırlığının 1/130000’i kadar olan otçul bir dinozor cinsi.
**Stegosaurus: Yaklaşık 9 m uzunluğunda otçul bir dinozor cinsi. Sırtında savunma silahı olarak testere gibi çıkıntılar mevcuttur.

Çevrimdışı Fiddler

  • ***
  • 565
  • Rom: 32
  • Bazen Herkes Duysun Diye..
    • Profili Görüntüle
    • A. Orçun CAN
Ynt: Yeni Tür
« Yanıtla #1 : 03 Mayıs 2013, 01:17:27 »
Hmm.. Başlarda çok korktum, acaba işlemeyecek bir şey mi çıkmış dedim. Tarih öncesi bir çağda olup bir hayvanın ağzından bir öykü anlatılıyor ve komedik unsurları var. Bir Erdil Yaşaroğlu karikatürü olmaya çok yakın ve çoğu zaman (bu cümle içerisindeki anlamıyla) karikatürize metinler hiç de sanıldıkları kadar komik olmazlar.

Korkumu aldınız, götürdünüz ve bir yerlere gömdünüz. O kadar eğlenerek okudum ki öyküyü. Öyle sesli kahkahalar atarak falan değil, sonuna kadar geniş bir sırıtmayla okudum. Bir çocuk öyküsü olsa da olurmuş dedim şöyle güzel görsellerle; ama pekala bende de aynı etkiyi yarattı görselsiz.

Dilinizde sıradışı bir akıcılık vardı. Ben buna "çevirmen akıcılığı" diyeceğim şu anda; iyi çevirilerde sık rastladığımız süper-yardımcı virgül kullanımları, cümle kısalıkları vardı metnin her yerinde. Gerçekten de özellikle virgülün kullanımı yüzünden bile takdir edebilirim sizi. Hatta forumda "virgülle akıcılık kazanmak" adına bir şeyler öğrenmek isteyenler mutlaka bu öyküyü okumalılar. Bir kez bile çıkmadım metnin dışına, bir kez bile duraksamadım noktalama işaretlerinde. Koşar adım ilerledi öykü ve kendini kolaylıkla okuttu.

Ve Allah-Aşkına-Türk-yazarlarda-da-bunu-görelim-artık dediğim bir şey daha.. öykünün daha ilk cümlesinde "koca bir kak-kırtı tek ısırışta parçalayabildiğim"i okuyup ta öykünün sonlarına doğru "kak-kırt"ın ne olduğunu anlamamız! Bu küçük oyunlar öyle büyük fark yaratıyor ki! Bir yap-boz çözmüş, cut-the-rope'ta üç yıldızı almanın yolunu bulmuş gibi oluyoruz. Sıkılacak olsak bile doğru yerleştirilmiş bir küçük oyun HOP hemen bizi bağlayıveriyor tekrar.

Galiba "çevirmen akıcılığı"na bunun da etkisi olabilir. Dediğim gibi akıcı dizilimler, özellikle Amerikan ve İngiliz modern edebiyatında sık gördüğümüz bu oyunlar birleşince böyle bir sonuca varmış olabilirim.

Geliştirilmesi gereken yerlere yönelik bir şeyler düşünmeye çalıştım. Zorlanarak bulabildiğim tek şey ana karakterimizin adına dair. Eğer yanlış anlamadıysam ana karakterimiz bir kaplan veya kılıç dişli kaplan veya bir eski çağ muadili, ve nefret ettiği evrilen türse bildiğimiz kedi. Eğer durum böyleyse ve doğru anlamışsam başta adının iyi şarkı söylediği için "Ouuu" olması kafamı karıştırdı; çünkü çok uzun süre "kurt mu yani bunlar?" diye düşündüm. Diyorum ya ama, zorlama olarak çıktı bu da. Öyle olduğundan değil.

Elinize, kaleminize sağlık.
Saatleri Ayarlama Enstitüsü okuyalım..

Çevrimdışı

  • ***
  • 581
  • Rom: 47
  • Hayvan Yemeyelim!
    • Profili Görüntüle
    • http://bulentozgun.blogspot.com/
Ynt: Yeni Tür
« Yanıtla #2 : 03 Mayıs 2013, 16:40:51 »
Fiddler'a: Bunca güzel sözün, övgünün karşısında dondum kaldım. Çok teşekkür ederim. Çok mutlu oldum. Kendi yazdıklarıma başka bir açıyla, gözle bakar oldum, ne denli teşekkür etsem az. İçime kocaman bir şevk bıraktınız, yazmaya meylettirdiniz.

Dilinizde sıradışı bir akıcılık vardı. Ben buna "çevirmen akıcılığı" diyeceğim şu anda; iyi çevirilerde sık rastladığımız süper-yardımcı virgül kullanımları, cümle kısalıkları vardı metnin her yerinde. Gerçekten de özellikle virgülün kullanımı yüzünden bile takdir edebilirim sizi. Hatta forumda "virgülle akıcılık kazanmak" adına bir şeyler öğrenmek isteyenler mutlaka bu öyküyü okumalılar. Bir kez bile çıkmadım metnin dışına, bir kez bile duraksamadım noktalama işaretlerinde. Koşar adım ilerledi öykü ve kendini kolaylıkla okuttu.
---
Galiba "çevirmen akıcılığı"na bunun da etkisi olabilir. Dediğim gibi akıcı dizilimler, özellikle Amerikan ve İngiliz modern edebiyatında sık gördüğümüz bu oyunlar birleşince böyle bir sonuca varmış olabilirim.

Kesinlikle çok önem verdiğim bir noktayı farketmeniz de beni ayrıca mutlu etti. Ben, İngiliz Dili ve Edebiyatı mezunuyum ve çeviriye büyük bir ilgim var. Çok emek verdiğimi ve becerebildiğimi söyleyemem ama çok büyük bir saygım var bu sanatı icra edenlere. Virgül kullanımının İngilizce'deki gücünü bildiğimden, bunu kendi dilime de taşıyorum ve bundan çok büyük zevk alıyorum. Sade virgül değil, noktalı virgül ve özellikle iki noktanın bir metni ne kadar güzelleştirdiğini her zaman gözlemlemiş ve hayran kalmışımdır. Kendi yazdıklarımda da bu hayranlığın izleri var. Becerebildiğime dair dışardan bir gözün, hem de dikkatli bir gözün, yorumları beni çok mutlu etti. Çok sağolun.

mit'e: Teşekkür ederim, beğenmenize sevindim. Yazmaya emek veren ve bunu bilen bir yazardan övgü almak sevindirici.

Bars Elsa'ya: Okuyup değerlendirdiğiniz için sağolun. Mu'yu merak ettim ama bir türlü arama gereçlerini kullanıp öykülerine ulaşamadım.

milena'ya: Ne diyeceğimi şaşırdım doğrusu, çok teşekkür ederim. Çok kibarsınız. Öykümü bu denli beğenmeniz hem şaşırttı hem çok mutlu etti.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Yeni Tür
« Yanıtla #3 : 03 Mayıs 2013, 23:49:58 »
Yer yer gülümseten, insana beyin jimnastiği yaptıran gayet güzel ve akıcı bir öyküydü. Kurduğunuz diyaloglar ve karakterlere verdiğiniz isimler okurken aldığım keyfi ikiye katladı.

Benim açımdan tek sıkıntı ana karakterlerin ve yeni evrim geçiren türün ne olduğunu çok başlarda fark etmem oldu; fakat bu sizden değil, benden kaynaklı bir durum. Sürpriz sonlara uyanık olma hastalığı...

Bir de yeni türün insanları diğer türe nasıl düşman ettiğinin anlatıldığı kısmı tam olarak anlayamadım. Oraya biraz daha açıklık getirilebilir belki.

Yine de, bulmacayı çabuk çözsem de sonuna kadar aynı tadı ve keyfi alarak okumaya devam ettim. Kaleminize sağlık.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.

Çevrimdışı Bars Elsa

  • **
  • 318
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yeni Tür
« Yanıtla #4 : 04 Mayıs 2013, 00:36:30 »
    Keyif alarak okuduğum bir öykü oldu, ellerinize sağlık. Öykünün başlarında birçok şey karmaşık görünse de sonlara doğru çözülmeyen tek bir nokta bile bırakmamışsınız. Mesela kak-kırt... Akıcılığınız, Fiddler'in söylediği gibi, şahane! Virgül kullanımlarına vs. dikkat etmemiş olsam da eminim bunun katkısı büyüktür, zira noktalamaların doğru kullanıldığı durumlarda her şey çok güzel olur.
    Ben de öykünüzün yazım tarzını birine benzettim; ama ünlü birisi  değil bu. Bilmem forumda denk gelip öykülerini okudunuz mu ama hem anlatış tarzınız hem isim verme konusundaki tarzınız Mu'ya oldukça benziyor ve Mu hayranı olduğum nadir amatör yazarlardandır.. :)

Çevrimdışı milena

  • *
  • 42
  • Rom: 0
  • kafka'nın milenası
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yeni Tür
« Yanıtla #5 : 11 Eylül 2013, 00:29:55 »
Kitap yazmalısınız,ya da herhangi bir şekilde öykülerinizi toplayıp yayınlamalısınız.Eserlerinizden mahrum kalan insanlara duyduğum yoğun bir hüzün var içimde.Tebrik ederim her öykünüzde hayatın bambaşka kapılarını açıyorsunuz"Köpekler ve kediler düşmandır" bunu hepimiz biliyoruz.Bu olayı "Ömrüm yettikçe, torunlarımın, torunlarımın torunlarının, onlarında torunlarının bu iğrenç türden nefret etmesini sağlamak için uğraşacağım. " öykünüzün genelinde,özellikle son kısımda bu şekilde açıklamanız "şahane".Zekanızın,yaratıcılığınızın önünde eğilmeli :)
yağmura aşık.

Çevrimdışı safir

  • **
  • 57
  • Rom: 3
    • Profili Görüntüle
Ynt: Yeni Tür
« Yanıtla #6 : 08 Ekim 2013, 13:29:56 »
       Hiç acemilik yok. Tek bir yerde duraksamadım dahi. Fiddler arkadaşımızın değindiği gibi, noktalama işaretlerini kullanım şeklinizi çok beğendim. Hatta, izninizle, bir çıktısını alıp, örnek metin olarak kullanmak niyetindeyim.
       Elinize, kaleminize sağlık.