Global Dünya İnsanı Olmak Nedir? Konulu ve ABD'de bir ay ingilizce kursu ödüllü İngilizce kompozisyon yarışmasında il ikincisi olduğum yazının Türkçe versiyonudur. Buyrunuz
Lucy’nin Çiçek Bahçesi

Bahçenin dışında hiçbir şey yoktu. Hava, su, toprak, ateş bile yoktu. Güzel bir kız ve güzel kızın çiçekleri vardı. Güzel kızın ismi Lucy’di. Lucy, sarı bir elbise giyerdi. Çiçekleri ne kadar narin ve kırılgansa, Lucy de o kadar narin ve kırılgandı.
Lucy, çiçeklerinin tohumlarını büyük bir şefkatle toprağa dikerdi. Dışarıdan bakılınca rastgeleymiş gibi görünse de aslında hep bilinçli bir şekilde atardı tohumları. Bazı çiçekler sarı, bazıları beyazdı. Kimisi gün batımı kadar kırmızı, kimiyse masallardaki kadar tatlı bir pembeye bürünmüştü. Çiçeklerin isimleri yoktu, onlar karanfil, leylak veya gül değillerdi. Sadece çiçeklerdi o kadar. Lucy istiyordu ki, her birinin farklılığı bahçesine daha da güzel bir hava katsın. Fakat bazen, bazı çiçekler diğerlerini kıskanıyordu. Bazen sarılar sırf pembe oldukları için pembe çiçeklere küsüyor; pembeler ise sırf sarı oldukları için sarılarla konuşmuyordu. Lucy yine de çiçeklerini seviyor, onlara şefkatle yaklaşıyordu.
Çiçekler kalplerinde nedeni bilinmez bir nefretle birbirlerini kıskanmaya, kötü yönlerini görmeye devam ediyorlardı. Bazen büyük bir çiçek topluluğu soluyor, Lucy onlarla ilgilense bile canlanmıyorlardı. Lucy onları çok seviyordu fakat çiçekler güneş sarısı, dudak pembesi renkleriyle birbirlerine o kadar düşman olmuşlardı ki Lucy’i unutmaya başlamışlardı. Lucy bıkmadan onlara her gün su veriyor, güneş yapraklarını sararken onları okşamaktan, koklamaktan zevk alıyordu. İnanıyordu ki, bir gün bütün çiçekler kendisinin istediği gibi birlikte olabilecekti. Pembenin sarıya, sarının pembeye bir üstünlüğü olmadığını fark ettiklerinde, aralarına barışın da geldiğini görünce mutluluk isimli duyguyu paylaşabileceklerdi. Fakat öyle olmadı.
Çiçekler sürekli birbirlerini kıskanmaya devam etti. Bazen su kavgasına, bazen güneş ışığı kavgasına tutuşuyorlardı. Bu kavgalar anlamsızdı çünkü su da güneş de herkese yetecek kadar boldu. Bir zaman sonra çiçekler öyle çoğaldılar ve öyle ahlaksızlaştılar ki, Lucy üzüntüsünden onları terk etmek istese de onlara verdiği emek ve hissettiği sevgi yüzünden gidemiyordu. Böyle zamanlarda Lucy artık kendisinin istediği gibi iyilik ve güzelliği bir araya getiren çiçekleri mükâfatlandırıyor, ayrıca çiçekler arasında bozgunculuk yapanları da cezalandırıyordu. Onları asla öldürmüyordu. Lucy, iyi ve şefkatliydi. Kızılın en canlısına sahip saçları vardı. Çiçekler her ne kadar birbirlerinin yapraklarına bakıp kıskansa, sularını çalsa ve daha iyi yaşamaya çalışsa da, hepsi aynı toprağın üzerinde, aynı bahçıvanın elindelerdi. Yani ne kadar farklı da görünseler, aynı oldukları gerçeğini değiştiremediler.
Lucy’nin arazisi engebeliydi. Bazı yerler bol güneş görüyordu, bazı yerler ise suya yakındı. Bu yüzden Lucy’e kızan çiçekler bile olmuştu. Oysa Lucy, tüm çiçeklerini çok severdi ve kimseyi suya yakınlaştırmak gibi bir torpil de yapmazdı. Çiçekler nerede büyürse, orada kalırlardı. Çiçekler bol su, bol güneş, daha sağlam toprak diye birbirlerini yerken asla fark etmediler, hiçbir şeyi değiştiremediklerini. Onlar aynıydı, kardeşti ve dosttu. Ne yaparlarsa yapsınlar Lucy’nin bahçesinden başka gidecek yerleri yoktu. Çünkü bahçenin dışında su, toprak, hava hatta ateş bile yoktu. Sadece bahçe vardı, bir de Lucy.
Çiçeklerin bulundukları yeri beğenmemeleri saçmaydı çünkü nereye giderlerse gitsinler aslında hep Lucy’nin bahçesindeydiler. Kimisi suyu, kimisi havayı, kimisi ise ışığı daha iyi alabilecek yerdeydiler. Eğer sürekli birbirlerini kıskanmak yerine birbirleriyle paylaşmayı deneselerdi, gerçekten her biri çok daha mutlu ve çok daha güzel kokulu çiçekler olacaklardı.
Muhammed Alperen İmamoğulları