Çağlayan'dayım. Gece saatin bilmem kaçı. Otobüs kalmamış buz gibi havada metrobüs bekliyorum. Sokaklar boşalmış, tek tük insan benimle bekliyor. Hiçbirinin cinsiyeti benimle aynı değil, korkuyorum. Korkuyorum çünkü tek başımayım. Korkuyorum çünkü hiç kimse nerede olduğumu bilmiyor. Ben özgürüm ya hani, yalnızım o yüzden. Yanımda üniversite öğrencisi olduğunu düşündüğüm iki kişi bana bakıyor. Daha yakınımda ise iki amcam dünyayı kurtarıyor.
Metrobüs geliyor. Yanımda bekleyen tek tük insanla beraber biniyorum. İstanbulkartım ekranın rengini yeşile çevirdikten sonra gözüme kestirdiğim yere oturuyorum. Kartım benim rengimi değiştirmeye yetmiyor. Ben yine kahverengilerde kalıyorum.
Bir sonraki durakta binen amcalardan birinin akbili basmıyor. Şoför "Tekrar basın" diyor, ama işe yaramıyor. Amcam umursamadan arkaya geçmeye çalışıyor.
"Kardeşim basmadan geçemezsin, bassana!"
Bakıyorum akbili elinde tutan, orta yaşlarını geride bırakmış adama. Üzerinde koyu yeşil bir kaban, çoğu beyazlara bürünmüş saçları dağınık ve toz içinde, sakalları çıkmış ama kesmemiş. Ayakkabısı bakımsız. Bakıyorum ruhu bakımsız... Kaşlarını çatıyor.
"Basıyorum basıyorum olmuyor. Elden vereyim ben size."
"Olmaz. Basacaksın yoksa aşağı inmek zorundasın."
Göbeği nefretiyle dolu şoför inatlaşmaktan vazgeçmiyor. Arkada metrobüse binebilmek için problemin çözülmesini bekleyenlerden biri dayanamayıp "Tamam," diyor. "Ben öderim amcamınkini." Ödüyor da, iki kez basıyor. Ama o sırada amcanın da akbili basmış!
"Ee şimdi iki kez basıldı, birimizin parasını vereceksin!"
"Veremem kardeşim, akbilin bozuksa ne yapabilirim!"
Ah diyorum, gecenin bu saatinde bu stres neden? Şoför metrobüsü kullanmaya devam ediyor. Dili durmuyor, metrobüs durmuyor. Ben korkuyorum.
"Nakit para veremem ben sana."
"Az önce benim akbilim basmıyor diye beni indirecektin ama. Şimdi aldığın fazla parayı vereceksin."
Hoparlörden mekanik bir kadın sesi “Okmeydanı” diyor. Benim beynime oklar saplanıyor.
Metrobüs harekete devam ediyor, adamlar kavgaya devam ediyor, küfretmeye başlıyorlar. Şimdi şoföre yumruk atacak ve şoför aracın hâkimiyetini kaybedecek, kaza yapacağız biliyorum. Bekliyorum.
Mekanik ses “Edirnekapı” diyor. Kapılarımdan ikisini kapatıyorum. Ama ikisi ellerimi üzerine kapatmama rağmen kapanmıyor. Kendimi kavgadan soyutlayamıyorum.
Neden bu kadar sinirliler? Tahammül eşikleri bu kadar mı düşük? Titriyorum. Arkamdaki çocuk gelip yanıma oturuyor. “Korkma,” diyor. “Nerede ineceksin?”
Cevap veremiyorum. Güvenemiyorum. Arkadaki koltuklara bakıyorum. Hiç kadın yok. Bir yere kadar kendimi savunabilirim, ama ya sonra? Çocuk yüzüme bakmaya devam ediyor. Belki benimle yaşıt ya da birkaç yaş daha küçük. “Avcılar” diyorum kendim bile duymadığım bir sesle. Ama çocuk cımbızla çekip kurtarıyor sesimi. Duyuyor ve kafasını sallıyor. Belki rahatsız olduğumun farkında, hiç konuşmuyor. Yanımda durması güven veriyor.
Var olmayan kadın “Merter” diyor. Sonra susuyor. Biz susuyoruz. Kavgayı dinliyoruz. Kimse inmiyor, kimse binmiyor. Arkadakiler öne gelmiş. Kazayı bekliyoruz.
Anneler kızlar kalmıyor, hepsine tecavüz ediliyor. Bizler izliyoruz. Birileri müdahale ediyor. Ama sonuçlanmıyor.
“Ne yani parası olmayanı hayrına almaz mı metrobüs?”
“Almaz tabi. Paran yoksa binmeyeceksin! Ölsen almam. En azından senin gibileri almam.”
“Benim gibiler nasılmış şerefsiz!”
Kadın “Şirinevler” diyor.
Bir adam ekmeği geç getirdiği için çocuğunu pataklıyor. Anne kızına vuruyor suyu döktüğü için. Dizlerini dövmüyor kızlarını dövüyorlar. Sonra o çocuklar büyüyüp nefret kusuyor. Bir başka zaman ve mekânda ise babam bana “Sakin ol” diyor. “Sakin ol kızım, sinirlenecek ne var bunda?” Bunu beş yaşında bir kıza diyor. Aynı kız on iki yaşındayken çok erken çıkagelmiş hatalarını örtbas eden de aynı adam oluyor. Ve o kız büyüyüp ben oluyorum.
Peki, şimdi bu kız o adamı nasıl suçlayabilir? Şoförü suçlayamıyorum. Amcayı suçlayamıyorum. Ben empati yapabildiğim, onlar yapamadığı için. Kendileri gibi bir nesil yetiştiriyorlarsa, sadece bu konuda suçluyorum onları.
“Cennet Mahallesi” diyor hoparlörler. Şirinevler, Cennet Mahallesi. Sen onu bir de bana sor! Ne evler şirin, ne mahalleler cennet.
Özgürüm ya ben, gecenin bu saatinde metrobüste bitmeyen bir kavgayı dinliyorum tek başıma. Tek kız olmam beni rahatsız ediyor. Feminist içgüdülerim yenik düşüyor. Ama hep öyle değil midir? Birileri Fransa’dan kalkıp İran’a kadar yürüyor. Neden ben yapamayayım diyorum? Sonra düşünüyorum. Ben bir kızım ve Türkiye’de yaşıyorum. Beni suçlamayın. Abartılı bir milliyetçilik de yapmayın. Kız arkadaşımla kafa dinlemek için tatile gittiğimde otel sahibinden garsona kadar herkes fırsat kollarken, kütüphaneden gece dönerken yüzlerce korna yerken nerede olduğumu çok iyi hatırlıyorum. Bana kızmayın. Ben Türkiye’de yaşıyorum. Olabildiğim kadar özgürüm. Ama korkuyorum. Özgür olduğum zamanlarda korkuyorum.
Kavga devam ediyor. Ya inip yumruklaşın, ya da araç hareket halindeyken yumruklaşın diyorum. Kaza yapıp geberelim. Ama susun artık. Küfretmeyi bırakın. Gözlerimi sımsıkı yumuyorum. Yanımdaki çocuk omzuma dokunuyor, elini itiyorum. “İyi misin?” diyor. Cevap vermiyorum, vermek istemiyorum.
Küçükçekmece’de amcam okkalı bir final küfrü savurup metrobüsten iniyor. Şoför ise ön taraftan bir yerden bir sopa çıkarıp peşinden gidiyor. Hah! Korkak! Kimi kandırıyorsun? Birileri onu tutuyor. Tam da istediği gibi, tam tahmin ettiği gibi. Beş-on dakika aşağıda devam edilen kavgadan sonra metrobüse geri dönülüyor ve artık çok az kalmış yola devam ediliyor. O sopayı göbeğine saplasak irini akar mı acaba diye düşünüyorum. Ama işe yaramaz. Hepimiz iltihaplıyken…
Sessiz dakikaların ardında kadın sonunda “Avcılar”ı hatırlıyor. Yanımdaki çocuğu hiç umursamadan, ona teşekkür etmeden koşarak iniyorum. Kalacağım yere gidene kadar bir sürü bakışa, arada kornalara maruz kalıyorum. Ama artık garipsemiyorum. Eve varıp aynaya bir bakıyorum artık kahverengi değil simsiyahım! Korkum, nefretim, isyanım, gözlerimden akmış, yüzümde beyaz beyaz oluklar oluşmuş. İstanbulkartımın yapamadığını gözlerim yapıyor.
Özgürüm ya ben, sonra tek başıma uyuyorum. Uyku beni temizliyor, yarının kirine hazırlanıyorum. Sonra şansım yaver giderse gecesinde sadece kahverengiye dönüşeceğim yeni bir güne uyanıyorum.