Kayıt Ol

Mitoloji ve Folklor

Çevrimdışı mbdincaslan

  • **
  • 277
  • Rom: 9
    • Profili Görüntüle
    • Baatırdın Sözü
Mitoloji ve Folklor
« : 23 Ekim 2012, 02:48:26 »
Siyah Beyaz Kültür ve Sanat Platformu 7. sayısı, giriş yazısıdır. Faydalı olacağına inandığım için buraya koyuyorum.

Esen olsun.

Siyah Beyaz’ı 7. Sayısıyla okurlarımızla buluşturmaktan büyük memnuniyet duyuyoruz. 6. Sayıdan bu yana geçen zamanda Siyah Beyaz Kültür ve Sanat Platformu, dernek statüsüne kavuştu. Daha önceki sayılarımızda yayımladığımız manifesto doğrultusunda, artık bir dernek çatısında faaliyetlerimize devam edeceğiz. Bu yolda, bize katılmak isteyenlere kapımız her zaman açıktır.

Siyah Beyaz’ın bu sayısını, “Mitoloji ve Folklor”a ayırdık. Yazarlarımızın ufuk açıcı yazıları, söyleşilerimiz ve şiirlerimiz, öykülerimizle, size 32 sayfa boyunca, “Bıyığı Kanlı Emen”, “Demir Donlu Mamak”, “Bamsı Beyrek” gibi kahramanların nefes alıp arz üzerinde yürüdüğü “destanlar çağı”ndan pencereler açacağız. Sizleri o dünyayla baş başa bırakmadan evvel, “alfabe, mitoloji, iletişim ve milli hafıza” temalı ufak bir yazıyla, -her ne kadar “özet” mahiyetinde ve dağınık da olsa- sunuşu tamamlamak istiyorum.

İnsanoğlu, hayvanların evrim çizgisinden, ilk defa, "konuşma" yetisini geliştirmesiyle ayrıldı. Bunu, kendimce geliştirdiğim iletişim anlayışında yerine koyacak olursak diyebiliriz ki, "iletişim"in ilk örneği, kütle çekimi ve diğer kuvvetlerin sayesinde birbirlerine etki eden atom düzeyindeki parçacıklarda gözlenir. Madde, canlılık vasfına kavuştuğunda, "iletişim", ata-döl ilişkisinde kalıtım materyali ile,  canlılar arası düzlemde ise, kimyasal salgılar yoluyla gerçekleştirilmeye başlandı. Canlılar arası iletişimi, burada konu dışı kabul edersek, canlıların, genetik bilgilerini, döllere aktarması, bir iletişim yöntemidir.

Tekamül eden canlılar, kompleks yapılar arz etmeye başladıklarında, iletişim yöntemleri de gelişti. Aradaki uzun evrimi geçersek, hayvanlara geldiğimizde, "bilgi" hem genetik olarak döllere aktarılıyor, hem de ebeveynin çeşitli "kodlar" ve araçlar yoluyla, gözlem yapan yavrularına, "tecrübe"yi aktarması ortaya çıkıyordu. (Buraya ilginç bir not düşmek isterim. Prof. Sidney Altman ve Prof. Thomas R. Cech, rnalar yolu ile, ataların "üst beyin"lerindeki bilginin, döllerin "alt beyin"lerine aktarıldığını ispatladılar. Bu tespit, milliyetçilik için önemlidir, internetten bulunabilecek "Bilinç Kavramı ve Milliyetçilik" yazımda biraz değinmiştim, umarım yakın zamanda etraflı bir "bilinç-bilişsel evrim" yazısı yazar, milliyetçilik için önemli noktaların altını çizerim.) İnsana geldiğimizde ise, belli "kavram"ları kodlayarak, ortak bir "uzlaşma" zemininde değer ifade eden sanal araçlar yardımıyla "bilgi"yi aktarma, yani "konuşma" ortaya çıktı. Dolayısıyla, "konuşma", insanın ilk defa "kavram"lar yaratmasına, ve bilgiyi doğrudan "maddesel" olanın yavaşlığı ve elverişsizliğinden kurtarmasına vesile oldu. (Konuşmanın kendisi de maddi kaynaklıdır, Ki insan bilincinin ortaya koyduğu her şey, nörotransmitterler ile kodlanmakla, maddi kaynaklıdır. Ancak bu kaynağın üzerine yaratılan yapı, farklı bir mahiyet arz etmesi ile, "sanal" (virtual) olarak adlandırılabilir.) Konuşma, döllerin atadan genetik miras ve beden dili, ilkel duygu ve güdüleri ifade eden konuşma-öncesi ses kodları (korku çığlığı, sevinç mırıltısı gibi.) ile aktarılan bilgi ve tecrübenin kısmi verimliliğinin çok ötesinde bir miras alabilmesinin önünü açtı. Ve, salt maddesel olanın yanında, "kavramsal" olan da doğdu. (Söz gelimi, "bir ağaç" gerçeğinden "bir" kavramının soyutlanıp matematiğin yaratılması gibi.) (Ayrıca, konuşma kavramından yola çıkarak, Jung'un bahsettiği "yaşlı bilge" arketipinin doğuşuyla alakalı fikirlerimi, bilinç üzerine yazacağımı bahsettiğim yazıda okurla paylaşacağımı umuyorum.)

İnsan, "atadan döle" bilgi aktarımını, konuşmanın gücünün de ötesine taşıdı. İcad ettiği yeni araç, "yazı", yani alfabe, "bilgi"nin çok daha verimli bir şekilde aktarımına vesile oldu. (Bu tarihi seyri günümüze kadar getirip, insanoğlunun bilişsel gelişiminin neden artarak artan bir fonksiyon grafiği çizdiğini açıklayabiliriz, gelecek yazının konusu olacak. Burada, alfabe ve yazıdan sonrasına gitmeyeceğim.) Alfabenin gelişimi ile, "kavram"lar arttı, derinleşti ve salt maddesel olanın önüne, geri dönüşsüz bir şekilde geçti. Hala, salt maddesel olanın etkisindeyiz, söz gelimi, saçımızı, göz rengimizi, kimi temayüllerimizi ve sairi genetik mirasımız belirliyor, ancak hayatımıza yön veren ve kişiliğimizi oluşturan, büyük ölçüde, konuşma ve yazı vasıtasıyla edindiğimiz "bilgi"dir.

Görülüyor ki, alfabenin icadı ile, insana dair olgularda, müşahhastan mücerrede olduğu kesin olan bir evrim söz konusu.  Sadece kimyasallar salgılayarak "çevre"ye bilgi sinyalleri gönderen canlının çok ötesinde bir "kavram" dünyası, insanın önüne, konuşma ve yazma ile açılmıştır.

Bu "müşahhastan mücerrede evrim", alfabenin kendisinde de gözlemlenebilir. Söz gelimi, alfabe yerine kullanılan ilk semboller, resim yazısı olmakla, doğrudan maddi olanın simgesel boyutta homolog karşılığı olarak kullanılıyordu. (ne kadar doğrudan benzetme varsa da, resim yazısı dahi, artık yeni bir "alan" açmıştır. Rene Magritte'in "imgelerin ihaneti" eserinde görebileceğimiz gibi, "asıl" olanın kendisi dışındaki her şey,  "gerçeküstü"dür ve sanal bir alanda varolmuştur.) Bir harfin tarihi serüveni ile bu iddiaya örnek verecek olursak, "alef" kelimesi, eski Mısır'da, öküz anlamına gelirdi. Bir yuvarlak ve yanında iki boynuz ile tasvir edilirdi. Bu simge, Fenikeliler yoluyla Yunan kültürüne taşındı, işaretin sağ tarafa doğru yatırılması ile, "alfa" harfi doğdu, doğrudan "alef" manasına gelmiyor, "alef" kelimesinin ilk harfini ses olarak karşılıyordu. Görünümü, hala öküz kafasına benziyordu, yana yatık olsa bile. Aynı harf, Arapça'ya "elif" olarak geçti, ve artık Latin alfabesinde, alfa, "A" halini aldı. Şekil olarak hala boynuzları aşağı bakan bir öküze benziyorsa da, latince "öküz" ile hiç bir alakası yoktur, resim yazısından pictograma (resimsel çizgi), oradan ideograma (düşünsel çizgi) evrilmiş, bir "kavram" haline gelmiştir. Okuyucunun "A" harfini gördüğünde "A" sesi çıkarması ile artık, "A" harfinin biçiminin hiç bir alakası yoktur, tamamen "uzlaşımsal" bir imgedir, "rastlantısal" olmasa da. (Benzer evrim, Türk alfabesi için de takip edilebilir. Hatta Türk alfabesi, alfabe olmak özelliği taşısa da, "pictogram" basamağına daha yakındır. "eb" sesi veren harf "ev" (eb)e, "it" sesi veren harf "it" (köpek)e, "ok" sesi veren harf "ok"a benzetilebilir. )

Hafıza, "bilgi"nin bir şekilde kodlanarak depo edilmesidir. Bilginin depo edilmek üzere alınması ise, saydığımız yollar vasıtasıyla olur: Atadan genetik miras alış, çevreden gözlemleyiş, konuşarak öğreniş, okuyarak öğreniş. Buna göre, Bireyin hafızası, bu dört kaynakla oluşturuluyorsa da, "Bilinç Kavramı ve Milliyetçilik" yazımda bahsettiğim kolektif bilinç, toplum bilinci ve o bilincin hafızası, yazı ve konuşma ile oluşturulur. Ve toplumlar, bu iki araç vesilesiyle, kendilerini "millet" yapan her ne ise, onu yaşatırlar. Bu vesileyle diyebiliriz ki, çağımızda, "millet"in tanımı, "soy" olgusunun çok ötesindedir, millet, ortak bir bilginin, ortak bir konuşma ve yazma "çerçevesi" ile (dil), sürekli aktarımı ve beslenmesi ile oluşur ve yaşar. (bir yazımdan alıntılayacak olursam: "...Yani bir millet, biyolojik varlık olan insanlara, bir fikir tohumunun serpilmesi ve sürekli hasat edilip, tekrar ekilmesiyle doğar.")

Selçuk Bağlar'ın gelecek sayfalarda okuyacağınız sohbetimizde işaret ettiği gibi, devlet kuran ve kurumsal dinlere sahip olan milletler, toplumsal hafızalarının büyük bir kısmını, en azından aktarımını, bu iki kuruma terk ederler. Ve bu, bu kurumların yozlaşması ya da yok olması ile, milli hafızanın yok olması tehlikesi baş gösterir. Buradan bakarsak, milliyetçiliğin, diğer yazılarımda bahsettiğim evrensel amaçlarının yanında, bir de görevi vardır: Milli hafızayı kurumların tekelinden kurtarıp, aktarımın devamını sağlamak.

Mitoloji konusuna gelirsek, uzun yıllar boyunca, Mitoloji, toplumun milli hafızasının özeti olarak, atadan döle, tecrübe ve irfan aktarımı adına yaratılmış ve yaşatılmış bir kurum olmuştu. Mitolojik metinlerin çoğu zaman şiir olarak aktarılması da, bence buna bir delildir. Şahsi kanaatimce, şiir, günümüzde geldiği konuma ulaşmadan önce, daha sufli bir gayeye hizmet ediyordu: Birikimin ve tecrübenin (irfan), akılda kalacak şekilde aktarılması. Zira, insanoğlu, neredeyse bütün hayvanlar gibi, "pattern recognition" (örüntü/şekil/desen tanıma) özelliğine sahiptir. Pattern recognition, bir örüntünün, başka bir imajı çağrıştıracak şekilde algılanmasıdır. Doğuş sebebi, hayatta kalma şansını artırma isteğidir. Buna göre, ormanda bir çift göz ve açılmış ağza benzer bir görüntü gören birey, anında bunun bir vahşi hayvan olduğuna hükmedecek, adrenalin salgılayıp, korkacak, kaçma ya da saldırmaya, hazır hale gelecektir. Zira, bu "örüntü" ya da "şekil" görüldüğünde, mantıklı bir biçimde beynin uzun uzun "bu bir kaplan mı, yoksa kaplana benzer bir hale girmiş ağaç dalları kümesi mi?" diye düşünmesi, eğer bir kaplan varsa, zaman kaybı sebebiyle, ölüm tehlikesini artıracaktır. Pattern recognition sayesinde birey, peşinen örüntünün bir "vahşi hayvan suratı" olduğuna hükmedip adrenalinle eyleme hazır hale gelir, bir kaç saniye sonra ise, örüntünün çağrışımını değil, kendisini algılar. İnternette,
" : ) " işaretinin gülen insan anlamına gelmesi, yine pattern recognition olgusu sebebiyledir. Şiir de, bir pattern, "örüntü" arz ettiği için, daha kolay algılanır, akılda daha kolay kalır. İlkel dönemlerin irfanının aktarımı için allegorilerden beslenen ve şiirsel örüntü arz eden mitolojinin kullanımı, bu yüzden, sebepsiz değildir.

“Mitoloji nedir?” sorusuna, Selçuk Bağlar’ın ilham verici sohbetinden sonra, kendimce cevap verdiğim bir yazımdan, buraya bir alıntı yapmak istiyorum:

Mitoloji, bir halkın, toplumsal hafızasını aktarmakta kullandığı araçtır. Toplumsal hafıza giriftleştikçe, mitoloji de yerini "bilim" ve "din"e bırakır; bu yönüyle mitoloji, hem modern bilimin, hem de dinlerin anasıdır.

İnsanda "pattern recognition" özelliği vardır. Özetle diyebilirim ki, "pattern recognition" şiire, şiir de, "mitoloji"ye hayat verdi. O çağlarda henüz, imgeler, imler, simgeler ve göstergeler bugünkü olgunlukta olmadığı için, irfan/bilgelik aktarımı ancak alegori ile mümkündü. İnsanlar, yeni döllere bilgeliklerini alegorilerle aktardılar. Bu döneminde mitoloji, "gerçek" ile olan ilgisini alegorik olarak devam ettirmektedir.

Ancak, sözlü kültürün karmaşıklaştırıcı yapısı ve mistisizm, mitolojiyi alegorik köklerinden kopardı ve ayrı bir sanal "varoluş düzlemi" haline gelmesini sağladı. Bu dönemde mitolojiler, ilk kültleri yarattı, daha sonra bu, “kurumsal” dine evrilecektir.

Yazılı kültür, toplumsal hafızanın bekasının "devlet" ve "din" kurumlarına terkini getirdi. Zira insan toplumu ve insan zihni (hem toplumsal, hem bireysel) evrimleşmiş, karmaşıklaşmıştı. Bu ayrışım ve özelleşim, dinleri doğurdu, mitolojinin alegorik köklerinden kopmuş ve sanal bir anlam kazanmış hali, artık "gerçek" ile ilgisini büyük oranda yitirmiş bir biçimde, "sanal", mistik ancak "yöntemli" bir örgü kazandı. (kurumsal din)

Mitolojinin bilim alanına katkısı da, söz gelimi "simya"nın kimyaya, şaman otacılığının modern tıbba evriminde gözlemlenebilir. Dini alanda mitoloji git gide "gerçek" ve "öz"le ilişkisini yitirip bugünün dinlerine hayat verirken, bilim alanında ise, tersine bir evrim gerçekleşti: alegori de aşılıp, "öz" ve "gerçek" ile olan ilişki daha da yakınlaşmaya başladı.

Tarihsel seyirde mitoloji budur. Ancak yapısalcı bir kafayla bugün perspektifinden bakarsak, mitoloji, toplumların geçmişleri ve "nereden, nasıl geldikleri" hakkında bize bir çok "laboratuvar deneyi"nden daha fazla fikir verebilecek bir hazinedir. Ki, mitolojilerden sanatsal anlamda yararlanan Tolkien, kuzeyli insan anlayışı/algısı/tinindeki arketipik kişilik, olgu ve imgeleri ortaya çıkarmış, Carl Gustav Jung ise, doğrudan "folklore" (folk: halk. lore: bilgelik, irfan folklore: halk irfanı) ve mitoloji ile ilgilenerek, psikolojide çığır açan arketipler kuramını geliştirmiştir. Buna göre mitoloji, bizim kolektif bilinçaltımızın fotoğrafıdır.

İngilizce'de, belki en güzel kelimelerden biri, "folklore"dur. "folk" (halk) ve "lore" (irfan, derin bilgi) kelimelerinin birleşimiyle ortayan çıkan bu sözcük, milliyetçinin ilgi alanını çok güzel betimler. Birbiriyle alakaları derin olsa da, edebi ve ilmi kapasitem dolayısıyla üstünkörü çizdiğim tablonun bütün figürlerini bir resimde görür ve bir sonuca ulaşırsak, Türk Milliyetçisinin yapması gereken ilk iş, "folklore" ve "mitoloji" ile ilgilenerek, halkının "eski" irfanını anlayarak, kültür aktarımı olgusunda gözlenen “veraset”  ilişkisiyle koşut olarak, "yeni bilgi" ile harmanlayıp, ürünler sunmaktır. J.R.R. Tolkien'in kuzey kültürü için yaptığı şey, bir roman yazmanın ötesinde, bir milli hafıza restorasyonudur. Milli hafızasını, mitolojisini ve "folklore"unu kaybeden milletler, etken bir eyleme girişemez, edilgen bir yönlendirmenin etkisinde kalırlar. Doğdukları coğrafyanın mitolojisinin kurumlaşmasıyla ortaya çıkan semitik dinlerin, milli mitolojileri ve folkloru yok ederek, kozmopolit coğrafyalarda güçlü bir hakimiyet kurabilmesi, bu milli hafıza kaybına bağlıdır. Ki, hristiyanlığın yukarıda bahsettiğimiz "skolastik" halinin zincirlerinden kurtulup, "aydınlanma", "reform", "protestanlık", "kapitalizm" gibi tepkisel değerler yaratan akımların kültürel kaynaklarının, Roma'nın ve Yunan kültürünün mitolojik ve folklorik tesirinin ayakta kaldığı İtalya'da ve milli kültürün mitolojik ve folklorik tesirinin görece daha canlı olduğu kuzey Avrupa'da olmasının sebeb-i hikmeti de, budur.

Buna göre, Türk aydınlanması, tarihte, eksik ve kimi zaman çarpık da olsa denenmeye çalışıldığı gibi (Atatürk Devrimleri), ancak Türkler milli hafızalarını tekrar edindiklerinde, o hafızanın üzerine, bilimin ve çağdaş buluşların getirilerini koyduklarında ortaya çıkacaktır. Bir Türk milliyetçisinin, Tolkien'in yaptığı işe benzer bir uğraşla, "yeni" çağda, "eski"den beslenerek mitolojik metinler yaratmaya girişmesi ve bunun bir kült yaratması, herhangi bir milliyetçi partinin Türkiye'yi yüzlerce yıl yönetmesinden daha yüksek etki değeri ile Türk milletine hizmet edecektir.

Ezen bolsun karındaş kalık.


***
“Kara karga col nökerlik eterikdi, Eliya!
Hapar berirge sanga aylanıp keterikdi, Eliya!”

M. Bahadırhan Dinçaslan
"Onen i-estel edain, ú-chebin estel anim"