Kayıt Ol

Öğrencilik Yıllarınızdaki Komik Olaylar

Çevrimdışı Black Helen

  • ***
  • 782
  • Rom: 15
    • Profili Görüntüle
Öğrencilik Yıllarınızdaki Komik Olaylar
« : 27 Ağustos 2010, 00:04:20 »
Başlık gayet açık.Öğrencilik yıllarınızda yaşadığınız komik olayları ve ya yaptığınız muzurlukları anlatabileceğiniz naçizane bir köşe burası.Ben başlayayım.

Bizim bir zamanlar yaşlıca bir sosyal hocamız vardı. Ders anlatırken sürekli tahtamızın yanında bulunan bir sütuna yaslanırdı.Biz de bir gün nereden aklımıza estiyse orayı kırmızı ve mavi tebeşir tozlarıyla kapladık ( ki duvarın renginden de belli olmuyor tebeşir tozları) Bizim hoca da bembeyaz gömleği giyip o duvara yaslandı.Veee sonuç mavi- beyaz- kırmızı Fransız bayrağı gibi bir gömlek  :)
Spoiler: Göster

Çevrimdışı KoyuBeyaz

  • ********
  • 2753
  • Rom: 59
  • Rasyonalist dominant.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öğrencilik Yıllarınızdaki Komik Olaylar
« Yanıtla #1 : 27 Ağustos 2010, 00:21:04 »
Vücudumuzun herhangi bir bölgesine girmek için can atan uzun demirlerin üzerinden atlayıp arka bahçeye çıkmak, çantalarımızı üçüncü kattan aşşağıya attırıp düz duvara tırmanmak ve telleri geçip yaklaşık üç metreden bekçiye görünmeden atlayıp okuldan kaçmak şeklinde sonlanmasını beklediğimiz bir eyleme girişmiştik bir arkadaşımla. Çantaların üst pencereden aşşağıya süzülmesini beklerken önümüzdeki camın pervazında iki kolunu dayamış manalı bir gülümsemeyle bizi izleyen biyoloji hocamızı görünce hep birlikte yarılmıştık tabi. Sonrasında yalvar yakar hocayı ikna edip duvardan atlarken de iddaa kuponu doldurmaya çıkan sevgili okul bekçimiz bizi görünce, olay yalan olmuştu. Sonraki ders olan biyolojide hoca bizi sınıfta görünce ayrı bir yarılmıştık.
Uzay elbisemle kavgaya hazırım.

Çevrimdışı Baal Adramelech

  • *****
  • 1837
  • Rom: 59
  • The Hermit
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öğrencilik Yıllarınızdaki Komik Olaylar
« Yanıtla #2 : 27 Ağustos 2010, 00:22:17 »
Herkes bir konudan bahseder, gürültü dolu bir sınıfta otururken arkadaşlarla frp yapmak. Ve bu frp'de erotik bir sahneye girildiği anda, herkesin bir anda susması. Ben hala anlatmaya devam ediyordum, hocanın yüzündeki ifade görülmeye değerdi.

Sınıfın sustuğunu fark ettiğimde çok geçti. :) Gerçi hoca anlayışlıydı, frp nedir filan bildiği için bir şey söylemedi.
#rekt

Ynt: Öğrencilik Yıllarınızdaki Komik Olaylar
« Yanıtla #3 : 27 Ağustos 2010, 00:28:44 »
Bu olayı ne zaman hatırlasam gülme krizine girerim.

Bizim okulun karşında sevgili bir terzimiz vardı.Taktığımız lakapla -besim dayı-iyi adamdı kendisi.Bize sırıtırdı her camına baktığımızda tabii bir gün kafasına çay kaşığı yemesiyle o gülümsemenin yerini 'yakalarsam yerim' bakışı aldı.Bizim arkadaşlar sağolsunlar öğretmenin bıraktığı bardaktaki çay kaşığını adamın kafasına atmışlardı.Tabi ondan sonra besim dayıyla düzeyli ilişkimiz sona ermişti. :D

Çevrimdışı Bars Elsa

  • **
  • 318
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öğrencilik Yıllarınızdaki Komik Olaylar
« Yanıtla #4 : 18 Eylül 2010, 14:15:58 »
Bir gün - Benim doğum günümde - okulun yakınlarındaki gölün kenarına gidip ağaçların arasında bulduğumuz bir kamyon lastiğini yakıp sözde ısınmaya karar vermiştik. Tabi lastik büyük olunca alevler de büyük oldu ve depoladığımız çişlerimiz ateşi söndürmeye yetmedi. :D Sonra da gölden, şişelere su doldurarak ateşi söndürmeye karar verdik ama göl uzak, bir şişeyi doldurup gelene kadar 15 dakika geçiyor, etraf kapkara sislerle doldu duman acayip şekilde yoğun ve bizde hafif tırsma belirtileri başladı ya kuru otlar da alev alıp orman yangınına sebep olursak diye ama etraftaki otlar, lastiğin 3 metre kadar ötesine yayılmıştı bile... Neyse bir zaman sonra birden polis arabası görüldü bi tane ve bizdeki tırsma hali gerçek bir korkuya sebep oldu. :D Polis amcalar sert bakışlarıyla yanımıza gelip ne yaptığımızı sorunca, gurubun haylazı "Valla ısınmak içi aabi..." deyince bende acayip şekilde gülme isteği hasıl oldu ama sıkıyosa gül tabi... Polisle birlikte bir de itfaiye gelmiş neyseki ve lastiği beş dakika içinde söndürdüler sağolsunlar :D Bu arada polis amcalar da her birimizin GBT'lerine bakıyorlardı, temiz olduğumuz anlaşılınca da uyduruk bir tutanaktan sonra okula gittik...
   Okulun bahçe kapısında sevgili sınıf öğretmenimiz Dinci R.A ( Kendisini saygıyla anıyorum ) bekliyordu, yanında da sigara içmeye çıkan bir kaç öğretmen ve müdür bey... Hocamız R.A. "Hayırdır Beyler?" dedi gülümsemeli bir ifadeyle, tabii, bizim her fırsatta lastik yaktığımızı, üzerimize isnen yoğun is kokusundan tahmin etmenin ötesinde biliyordu. Biz de "Yok bi şey hocam ya, polislerle ufak bi münakaşa oldu hallettik" dedik :D İşte böyle... Din dersinde bütün sınıf is kokuyordu bizim yüzümüzden ve sınıfta ne kadar kadın parfümü varsa hepsi üstümüze ve sınıfa boca esilmişti...   Aaah ah lise günlerimi çok özlüyorum yahu... =)

Çevrimdışı magicalbronze

  • *
  • 4075
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öğrencilik Yıllarınızdaki Komik Olaylar
« Yanıtla #5 : 23 Ağustos 2016, 12:15:57 »
Kayıp Rıhtım'ın ilk zamanları.[*]O zamanlar adı farklıydı.[/*] Yıl 2007'nin sonları. Evde internet yok. Üniversiteye evden gidip geliyorum. Yol uzun olduğu için vize ve final zamanları arkadaşların evinde kalıyorum ki sınavlara gecikmeyeyim, hem beraber çalışır daha rahat odaklanırım diyorum. Yalan tabii. Neden mi? Çünkü arkadaşların evinde internet bağlı. Ve sitenin ilk zamanları olduğu için tasarımdan tutun da içeriğe kadar hazırlanması gereken birçok şey var.

Neyse efenim, arkadaşlar ders çalışıyor, ben internette takılıyorum. Öyle böyle değil ama. Yine bu zamanların birinde sabah 9'da sınav var. Önemli de bir sınav. Arkadaşlar bugünlük bırak gel yardımcı ol bize hem bilgilerini tazele diye sıkıştırıyor, her seferinde "He," deyip geçiyorum. Saatler su gibi akıyor, arkadaşlar uyumaya gidiyor, beni de fazla takılma yarın geç kalırsın diye tembihliyorlar, "Hı, hı," diyorum ama aklım o an SMF forumlarındaki kod sisteminde yapmaya çalıştığım saçma ve gereksiz bir olaya odaklanmış. Gece 2. 3, 4 derken... Saate bakıyorum, sabahın 7'si olmuş. Gözler kan çanağı. Yatağa bakıyorum özlemle, 1 saatlik uyusam yeter bana diye. Kapıyorum bilgisayarı, tam yatağa geçeceğim, duş almak için uyanan arkadaşlardan biri yine uyarıyor. "Bak yapma böyle, uyursan kalırsın öyle kimse uyandıramaz seni şu halinle," diye. "Hıı tamam," deyip yatağa atıyorum kendimi, o anki yorgunluğun verdiği tatlımsı haz üzerimi battaniye gibi sarıyor.

Bir ara gözlerim açılır gibi oluyor, arkadaşlar bir şey söylüyorlar ama her ne dediysem rahat bırakıyorlar beni. Tatlı uykuma devam ediyorum. Ne kadar ediyorum bilmiyorum ama sanki gözlerimi kapattığım an biri omuzlarımdan sarsıyor. Yüksek sesle "Ne var," diyorum gözlerim kapalı. Alt sınıftan evde kalan bir arkadaş, "Tam 1 dakika sonra sınavınız başlıyormuş arkadaşlar mesaj attı, sen girmeyecek misin?" diyor.

Hani filmlerde bolca gördüğümüz bir sahne var, yıllarca uykuda ya da ölü olan biri hayata geri döndüğünde gözlerini çat diye açar ve doğrulur. İşte aynısını yaşıyorum. Ne ara üstümü değiştiriyorum, ne ara dışarı çıkıp 10 dakikalık mesafeyi koşarak sınıfa giriyorum, hatırlamıyorum. Fakat arkadaşlar sınıfa bir zombinin girdiğini yüzüme bakarak anlayabiliyorlar. Hoca sınav kağıtlarını dağıtmaya başlamış, dönüp bana bakıyor ve şöyle bir süzüyor. Hemen ardından "Sınavlara önceki günden kalma halinizle mi geliyorsunuz artık? İçiyorsunuz, bari sınav haftası bırakın. Hele senden hiç beklemezdim," gibisinden bir şeyler söylüyor. Ben tabi kısık itirazlarla öyle olmadığını söylüyorum ama yerin dibine girmiş durumdayım. Ev arkadaşları da kısık sesle gülüyorlar.

Geçip yerime oturuyorum. Koşunun verdiği efordan ve stresten başım dönüyor. Sınav kağıdı önüme konulduğunda (daha doğrusu fırlatıldığında) yazıları bile zorlukla okuyorum. Neyse diyorum, olan olmuş artık kendine gel. Derin nefes alıp vermeye başlıyorum, önümde daha 1 saat var. Başlıyorum soruları çözmeye.

Bir hafta sonra sınav sonuçları açıklanıyor. Sınıfta en yüksek notu alan kişi ben oluyorum. Arkadaşlara bakıyorum, onlar da bana bakıyor. Surat ifadeleri çok komik gözüküyor.

Gördüğünüz üzere bir Kayıp Rıhtım kolay yetişmiyor.
"Her neyse sahip olunan, doğar ve ölür.
Bu nefsi müziğin içinde sıkışmış herkes
İhmal eder ölümsüz aklın harikalarını."
- William Butler Yeats, "Sailing to Byzantium "

Çevrimdışı maviadige

  • **
  • 161
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öğrencilik Yıllarınızdaki Komik Olaylar
« Yanıtla #6 : 23 Ağustos 2016, 12:32:29 »
Bende bir anımı yazayım. Lisedeyken öğle arasında servisle eve gelirdim. O gün de lavaboya uğradım ve servisi kaçırmayım diye acele ediyordum. Musluk sanırım sorunluymuş ben sıkıca kapatmaya çalışırken elimde kaldı. Her yana su fışkırıyordu, görevli kimseyi de göremeyince hemen uzaklaşmıştım. Öğleden sonra okula dönünce baktım tamir yapılmış ama koridora kadar ıslaktı yerler.
Yakından bakarsan güzelleşecek.
Uzun süre bakarsan sevimli olacak.
Sen de aynısın...

-School 2013-

Çevrimdışı

  • **
  • 82
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öğrencilik Yıllarınızdaki Komik Olaylar
« Yanıtla #7 : 23 Ağustos 2016, 15:40:03 »
Anlatacaklarıma hiç kimse inanmayacak ve Hababam sınıfından falan afurduğumu farz edecek, biliyorum, ama hepsi %100 gerçektir, vallahi billahi...

Ozanlar Lisesi'nin 3 FEN/A (gerçekten fena idik) sınıfında sıradan bir gün... Ders boş, hava sıcak, muhabbet hoş... Sınıfta herkes yayılma modunda iken iki arkadaş içeri dalıp kollarıma giriyor, beni zorla bir yerlere götürüyorlar. "Abi nolur gel!", "Bişe göstericez!" cümlelerinin ardında ne menem bir haydutluk ve vandallık yattığını önceki tecrübelerimden adım gibi bildiğim için direniyorum ama nafile. Bu ikisine direnmemin hiç bir anlamı yok çünkü onlar benim en iyi arkadaşlarım, dahası, önceki faaliyetlerimizin görece elebaşı ve "criminal mastermind"ı ben olduğum için kesinlikle bu "işi" bensiz yapmayacaklar..

Zaten beni götürmeye gelen sınıf arkadaşlarım okulda sırasıyla Virüs ve Fruko namıyla bilinen ve de tabir yerindeyse aranan kıdemli haydutlar. Mustafa müdürün bilgisayarına virüs sokup çökertmesiyle, Furkan ise çatı kaplamasını söküp tavan aralığından kızlar tuvaletini dikizleme denemesiyle tanınıyor. Dersin ortasında tavanda bir kapak açılıp öğretmen masasının üzerine bir adamın atladığını düşünün, işte böyle bir yer bizim sınıf... Yalnız, arkadaşlarımla en büyük ortak noktamız, bilim ve fen aşkıyla yanıp tutuşuyor oluşumuz. Naif keşfetme arzumuz bize Biyoloji hocasına yalakalık da yaptırıyor, kafaladığımız hocadan laboratuvarın anahtarını da aldırıyor. Geriye; Fruko'nun, internetin bilmem hangi köşesinden indirdiği ve ingilizce olduğu için yarım yamalak anlayabildiğimiz "deney" tariflerini alarak lavoratuvarda kontrolsüzce denemek kalıyor. Cahil cesareti dedikleri şey tam olarak da bu... Bir keresinde %97 derişimli sülfürik asiti, şişenin üzerindeki etiketten okumak yerine "içinde ne var bunun" diyerek koklamak sonucu yarım saat öksürük krizine girmiş, ya da kontrolsüz deneylerinin başarısız sonuçlarını plastik çöp kutusuna atarak çöpü yakmış arkadaşlar bunlar...

Neyse, konudan fazla saptım galiba, esas meseleye dönelim. Arkadaşlar koluma girdiler, çünkü en büyük, en görkemli, tabiri caizse "ustalık eseri" diyecekleri işi icra edecekler ve benim de şahit olmamı istiyorlar. Dahası, tek şahit ben değilim! Kurbanlar arasında yine kod adlarıyla Yakup, Sarı ve Kodal namıyla bilinen arkadaşlarımız da var. Sıraları duvar kenarlarına istiflenmiş, kullanılmayan bir sınıftan ibaret olan laboratuvarımızdayız. Okul binamız 1999 depreminde yıkıldıktan sonra aynı yere yapılan 2 katlı çelik konstrüksiyon bir yapıdan ibaret. Duvarlar kartonpiyerle yapılmış, yani yumruk atmayı bırakın bütün ağırlığınızla yaslanırsanız öbür sınıfa geçme ihtimaliniz var. Tavanlar kaplama ve bir üst katla arada boşluk var. İşte böyle bir ortamda, ikinci katın tam ortasındaki boş sınıf bizim laboratuvarımız. Ve iki yanında kızlar ve erkekler için birer tuvalet var.

Neyse, arkadaşlar beni kolumdan tutuyor ve sınıftan bozma laboratuvara zorla sokuyorlar. Manzara enteresan. Sınıfın ortasındaki boşlukta, yerde küçük, plastik ve mavi renkli bir plaj kovası var. Hani şu çocukların kumdan kale yapmakta kullandıklarından. Küçük kovanın içi su ile dolu. Kovanın bir tarafında Sarı, Kodo ve Yakup ayakta duruyor, ne olup biteceğini merakla bekliyorlar. Zavallı gafiller! Öbür tarafta, taa duvarın dibinde, yana yatırılarak üst üste konulup bir nevi siper haline getirilmiş sıraların ardında Virüs Mustafa çömelmiş vaziyette. Kafasında, tıpkı işbirlikçisi Fruko gibi, kaynak gözlüklerine benzer lavoratuvar gözlükleri var. Gayet kurnaz olduğu için tehlikeli işleri Fruko'ya havale ederek kendini siperin arkasına atmış ve emniyete almış vaziyette.

Okulumuz sıfırdan kurulduktan sonra Hollanda'dan deprem yardımı olarak gönderilen ancak kolilerinden hiç bir zaman çıkartılmayan laboratuvar malzemeleriyle doldurulmuş bir dolabın kapağı kapanıyor. Fruko sınıfın ortasındaki kovanın başına geliyor. Elinde dolaptan aldığı, bildiğiniz bir cam kavanoz. Kavanozun içi koyu renkli bir sıvıyla dolu, ne olduğu tam görünmüyor. Bu sıvının, daha sonra, zeytin yağı olduğunu öğreniyoruz. Meğerse kavanozun içinde Sodyum metali var imiş. Şimdi bilmeyenler için kısaca izah edersek, bu sodyum metali suyla temas ettiğinde şiddetli bir şekilde patlıyor, o yüzden havadaki nemden bile patlayabileceği için sudan ayrı kalması için zeytin yağının içinde muhafaza ediliyor. İşte Fruko Furkan'ın elinde bu zımbırtıyla dolu bir kavanoz var.

Normal şartlar altında, Biyoloji öğretmeninin gözetiminde yapılacak bir deneyde, bu sodyumdan serçe parmağınızın tırnağı büyüklüğünde (yani 1-2 cm falan) bir parça kesilip suya atılarak tepkimesi incelenir. Bu malzemenin buraya gönderilmesinin amacı budur zaten. Lakin, bizim bahsettiğimiz, normal insanlar değil elbette. Bizi oraya çağırırken bir patlama olacağını falan da söylemiyorlar tabii ki. Yoksa, yüzümüzdeki şaşkınlık ifadesini görmedikten sonra, işin eğlencesi nerede kalır? Dolayısıyla, Fruko elini kavanoza daldırıyor ve yüzünde yayvan bir gülümsemeyle, afedersiniz kolum kadar bir şeridi güzelce sıyırıp çıkartıyor. Bu noktada, onlar söylemese de, ortalama zekam sayesinde olayların şiddetli bir patlamayla sonuçlanmaya doğru gittiğini tahmin etmem güç olmuyor. Virüs'ün sodyum şeridini görür görmez kafasını siperin arkasına gömmesi şüphelerimi kuvvetlendiriyor. Bir şeyler yine ters giderse, ki kesinlikle gidecek gibi görünüyor, önceki seferde olduğu gibi onlarla beraber soluğu müdür yardımcısının boğucu odasında almak istemediğim için, olup biteni görebileceğim ama gerekirse hızlıca sıvışabileceğim bir pozisyona kendimi almak istiyorum. Belki de hayatımı kurtaran hamleyi yapmakta olduğumu bilmeden, kendimi sınıfın ortasına açılan kapının dışına konumlandırıp, kulpunu sıkıca tutarken, açık bıraktığım üç parmaklık aralıktan içerideki kovaya bakmaya devam ediyorum. İçeriyle artık bir alakam yok, teknik olarak bedenim sınıfın dışında zaten. Ama tamamen kapıyı kapatıp gidemiyorum, gözlerim kovada. Diyorum ya, merak, ah kediyi öldüren o merak!

Sonrası, gerçekten ancak filmlerde görebileceğiniz, pek az insanın tecrübe edeceği bir sahne: Furkan, hızlıca koşarak kovanın yanından geçiyor ve elindeki sodyumu suyun içine atarak olanca hızıyla kendini Virüs'ün siperinin ardına atıyor. Yalnız, ayaktaki üç arkadaşımız hala kovanın başında, ne olduğunu anlamadan "Ee? Ne olacak?" diye soruyorlar. Bekledikleri patlama sesi gelmeyen iki kafadar yavaşça başlarını siperden kaldırıyor, diğer üçünün hala kovaya tehlikeli derecede yakın durduğunu görünce son saniyede gelen bir akıl kırıntısıyla "Kaçsanıza patlayacak!" diye bağırıp tekrar sipere gömülüyorlar. O anda kovadan fokurdular gelmeye başlıyor ve üç arkadaşım panik halinde kaçışırken ben kapıyı kapatıyorum. Elim hala kapının kulpunda. Sonra bir patlama "GÜM" diye inletiyor ortalığı. Hani Call of Duty'de ayağınızın dibinde el bombası patladığında kulaklarınız çınlıyor, hiç bir şey duyamıyorsunuz ya, aynı öyle bir çınlama ve boğuk uğuldama kaplıyor kulaklarımı. Patlamanın şok dalgasıyla kapı gözümün önünde esniyor, elimle sıkı sıkıya tuttuğum kulp bana doğru ilerliyor hatta aradan bir anlığına laboratuvarı aydınlatan florasan ışığının benim tarafıma geçtiğini görebiliyorum. Kartonpiyer duvarlar esniyor, üç sınıf öteye kadar bizim kattaki bütün Atatürk Posterleri, Türk Bayrakları ve İstiklal Marşları duvarlardaki yerlerinden fırlayarak sınıflarda uçuşuyor ve yerlere düşerek parçalanıyorlar, bir kaç öğrencinin kafasına gözüne isabet ediyorlar, bir sınıfta tahta yerinden sökülerek duvarın dibine gürültüyle düşüyor, öğrenciler sıraların altına yatıyor, koridordakiler çığlıklar atarak kaçışıyor... Kaos!

O anki panikle tek düşünebildiğim, sertliğiyle meşhur müdürümüzün hışmına uğramamak için laboratuvarla arama mesafe koymak. Hemen bitişikteki tuvalete girerek elimi yüzümü yıkıyorum, böylece tuvalette olduğum izlenimi verebileceğim. On saniye sürmüyor. Ben tuvaletten çıkar çıkmaz karşımda müdürümüz Coşkun Samur'u görüyorum. Allah'ım adamın yüzü bembeyaz! Ödleri patlamış olmalı. Nöbetçi öğretmenler bile ancak müdürden sonra olay mahalline varabiliyor. Coşkun Hoca, Allah ona uzun ömür versin şimdi emekli oldu, beni görüyor ve "Oğlum Osman, ne oldu?" diye soruyor. Ne olduğunu bal gibi biliyorum ama hayatımda takındığım en sahte, en üç kağıtçı, en yalancı tavırla "Bilmiyorum Hocam! Valla ben tuvaletten şimdi çıktım..." diyorum, teknik olarak ikinci söylediğim yalan değil.

Artık neredeyse bütün hocalar ve okulun yarısı laboratuvarın girişinin önünde. Hoca kapıyı açıyor ve ister inanın ister inanmayın (vallahi billahi yalan değil), görünen tablo bildiğiniz o Hababam Sınıfı filmlerindeki laboratuvar patlatma sahnelerinin neredeyse aynısı. Bir tek kapı yıkılmıyor: Açılan kapıdan dışarıya kesif beyaz bir duman çıkıyor, öyle ki odanın içi hiçbir şekilde görünmüyor. Dumanın içinden, iki büklüm, öksüre öksüre ilk çıkanlar bizim Mustafa ile Furkan. Suçlu oldukları anında anlaşılıyor çünkü olayın heyecanıyla kafalarındaki deney gözlüklerini çıkartmayı düşünememişler, hala yerinde duruyor. Müdür ikisini de kulaklarından yakalıyor, "Ulan yine mi siz!" cümlesi yine çınlıyor kulaklarımızda. Sonrasında, orada buldukları boş bir koliye -bakın ben mühendisim hala nasıl olduğunu çözebilmiş değilim- her nasılsa can havliyle sığışan üç kazık kadar adam yara almadan çıkıyor. Bu garibanlar tamamen kötü arkadaş kurbanı, ama yine de disiplin kurulu sorgusundan kurtaramıyorlar paçayı.

Camlar açılıyor, duman bir yarım saat sonra ancak dağılıyor ve esas manzara ortaya çıkıyor: Kova yok olmuş zaten, içindeki su tamamen buharlaşmış, dumanın kaynağı bu. Sodyum ilk etapta yağdan hemen sıyrılamadığı için biraz geç patlamış, yoksa daha Furkan'ın eli değer değmez patlaması lazım imiş. Yekpare büyükçe bir parça olduğu için hepsi aynı anda tepkimeye girmemiş, dolayısıyla olay bildiğiniz parça tesirli bombaya dönmüş, patlamayla etrafa dağılan sodyumun küçük parçaları gittikleri yere saplanıp orada da küçük patlamalarla zarar vermişler. Kovanın direk altındaki fayanslar çatlamış, direkt üstündeki tavan kaplamaları tamamen kırılarak yere inmiş, ayrıca genişçe bir çemberde de kaplamalarda sayısız delik, parça ve çizik var. Üç arkadaşı koruyan kolinin üstü sayısız şarapnelle dolu, neyse ki hiç biri koliyi delip içeri girmemiş. Öldürmeyen Allah öldürmüyor vesselam. Etrafta berbat bir koku ve her yerde mavi bir su damlıyor, bu da sodyumun oksitlendiğinde aldığı tabii renk imiş, öğrenmiş olduk.

Ben, olayla bağlantım anlaşılamadan, masum rolüme inanıldığı için yırttım tabii. Diğer üç arkadaş da hakeza ne olup bittiğini bilmeden gittiklerini söyleyerek sıyrıldılar. Müdür Furkan'ı kulağından tutmuş, götürürken bile o hala "3 FEN/A'nın imzasını tavana attık." diyor ve kıkırdıyordu. Mustafa ile Furkan'ın aileleri okula geldi ve ÖSS'ye bir kaç ay kaldığı için rica minnet ceza almadan yırttılar. Laboratuvarın anahtarı bu ikisinden alındı ve Furkan bu işlere tövbe etti ama Mustafa önceden anahtarı anahtarcıya götürüp yedeklettiği için malzemeleri akşam okuldan çalıp evde deneyler yapmaya devam etti, taa ki bir gün evde kendini amonyum nitrat karışımı ile havaya uçurup hastanelik edene kadar. Neyse ki kalıcı yara almadı, hala gülerek anlatır.

Hasılı, lafı fazla uzattım ama, güzel günlerdi. Hala bu arkadaşlarımla görüşürüm ve hala bir araya geldikçe mutlaka andığımız hatıralarımızın başında gelir. Başka maceralarımız da oldu ama, onlar şimdilik bende kalsın. Ah, Bilim için çektiklerimiz!
"Demire şeklini veren demircinin iradesidir, çekicin darbesi değil." - Turram oğlu Kopram, Hakon'un demircisi

Çevrimdışı Guy Fawkes

  • **
  • 266
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öğrencilik Yıllarınızdaki Komik Olaylar
« Yanıtla #8 : 23 Ağustos 2016, 16:10:32 »
Lisenin ilk senesinde sınıfı karıştırıp dersimize giren hocanın ödev kontrolü yapmak istemesi, kimse ödevi yapmadığı için azarlaması / ceza vermesi ve iki dakika sonra asıl hocamızın sınıfa girip "Noluyor burada?" bakışlarıyla bize ve diğer hocaya bakması... Hatırlıyorum, o gün bayağı komik bir muhabbet dönmüştü sınıfta. Şimdi hatırlayamıyorum kim ne dedi ama harikaydı :D

Çevrimdışı -Kötü karakteR-

  • **
  • 157
  • Rom: 0
    • Profili Görüntüle
Ynt: Öğrencilik Yıllarınızdaki Komik Olaylar
« Yanıtla #9 : 23 Ağustos 2016, 21:37:08 »
10. sınıftaydım, o zamanlar saçlarımın uzun olduğu yıllardı - hoş kestireli daha kaç ay oldu şunun şurasında. Neyse. Çok sıkıldığım derslerden birinde olduğumuz için saçlarımın uçlarındaki kırıkları ayıklıyordum. Baya baya öyle zaman geçiriyorum sınıftan soyutlanmışım, bir baktım herkes sus pus bana bakıyor. Hoca ne yaptığımı sormuştu hangi ders olduğu aklıma gelmiyor şu anda daha ben cevap veremeden sınıfın en konuşkanlarından birisi "Bit ayıklıyor!!1" diye araya giriyor tabii herkesten kahkahalar.... O an hiç komik gelmemişti espri de o kadar zekice değil ama şimdi düşününce nedense eğlenceli geliyor o an