2. Bölüm // ÖlümAllex cayır cayır yanıyordu. Her yeri acıyordu. Nerede olduğunu bilmiyordu ama nerede olması gerektiğini biliyordu. Ne yaşadığını tam olarak anlamamıştı. Ama kötü bir şey olduğunu anlayabiliyordu. O adamlar ona kötü bir şeyler yapmışlardı ama en fazla acıyı abisi vermişti. Evet. Bunu hatırlıyordu. Ve kurtarıcısı, kendisine sigara vermeyi çalışan şu adam olmuştu. Abisini ondan uzaklaştırmış, sonra da silahıyla Allex'i kafasından vurmuştu.
Ama ölmedi. Kurşun kafatasına değmeden, kafasından küçük bir et parçasını da alarak sıyrılıp gitti.
“Kahretsin! Abi, bu oynadığımız en kötü oyundu!” diye sızlandı Allex.
Bacakları oynamıyordu. Kendini kollarıyla itmeye başladı. Nereye gideceğini bilmiyor, sadece kollarıyla kendini itiyordu. O sırada fark etti “kahretsin” dediğini. Ömründe pek çok kez duymuştu bu tip pislik lafları ama hiç kullanmamıştı. Bu tip pis lafları kullandığında annesinin Kuyashi’ye ne yaptığını iyi biliyordu. Bir keresinde annesinin, Kuyashi’yi sırf bu yüzden ölümüne dövdüğünü hatırladı. Bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu ve evde, tek kişilik kanepede oturmuş, televizyonda hangi programın izleneceği ile ilgili bir tartışmaya tanık olmaktaydı. Kuyashi ve annesi televizyon ile ilgili bu saçma tartışmayı sürdürürken, Kuyashi kullanmaması gereken bir kelime kullandı. Sonucu ise Kuyashi'nin, kemerle dövülmesi olmuştu.
Allex ona durması için yalvarmaya başladığı saate kadar annesi durmadı. Bir sebepten dolayı annesinin onu abisinden daha çok sevdiğini biliyordu. Ve bu hiç hoşuna gitmiyordu. Belki çocuktu ama geri zekalı değildi. Bunu anlayabiliyordu. Sadece sebebini bilmiyordu.
Kuyashi’nin Allex’e olan düşmanlığı buradan geliyor olmalıydı. Allex gibi bir çocuk bile, bu konuda abisine hak verebilirdi. Ama hayır. Bu kadar fazla acı çektirmesine neden olacak kadar büyük bir sebep olmamalıydı bu ayrımcılık. Bu Allex’in suçu değildi.
O zamanlar Allex ölüm kavramının keskinliğini anlayamamıştı. Abisinin onu öldürmeye çalıştığını anlasa ve öldürmenin ne demek olduğunu kafasında çözebilse, olaya bu kadar iyimser bakamazdı. Sanki az önce düşüp ayağını kırmış da, beş dakika sonra masaya oturup yemek yiyebilirmiş gibi bir ruh hali içindeydi. Zavallı, sürünmeye devam etti bir yandan da.
Ölüm ile yaşam arasındaki ince çizgide, sürünüyordu. Yarım günün sonunda, çocuğun sadece arkasında değil, önünde de yarıklar başlamıştı. Sürünmekten dolayı bedeni çürüyordu. Bu süre zarfında, abisinin onu parka götürmek istediğini söyleyip, kendisine gülümsediğinde, hayatında ilk kere abisi onunla birlikte oynamak istiyor diye pek sevindiğini de unutmuş değildi. Peki neden parka gitmemişlerdi? Abisi yalan mı söylemişti? “Bu tip mutlulukların sonunda hep acı mı çekiyoruz?” diye düşünmeden edemedi zavallı çocuk. Acıların insanlara deneyim kazandırdığının açık örneğiydi. Bir daha kimseye güvenmeyecekti ve bazen insanların yalan söyleyebileceğini öğrenmişti.
Çocuklar bile bazen umutlarını yitirirler. Ve kesinlikle, Allex umudunu yitirmek üzereydi. Sürünüyordu ama bu aptal boşlukta bir yere gidebildiği falan yoktu. Neredeyse yarım gündür sürünmüştü. Kafasını çevirip ne kadar yol kat ettiğine bakmak istedi ama bakamadı. Ve tam umudunu yitirdiği sırada, kendini farklı bir zeminde hissetti. Bu zemin, sanki ilkbahar geldiğinde yeşeren bir ağaç gibiydi. Umut dolu bir zemin. Rengi öyle olmasa da: gri.
Ve yarım yamalak kapanmış gözleri ile kontrol edince, otoyola çıktığını fark etti.
“Birisi!” dedi heyecanla, “Belki birisi bu yoldan arabayla geçebilir!” Kurtuluşun ufukta belirdiğini anladı.
Ve çocuk doğru düşünüyordu. Çok geçmeden bir araba sesi duydu. Araba yakınlarda bir yerlerde durdu, ardından kapı sesi geldi.
“Aman tanrım!” bu bir kadın sesiydi. “Lanet olsun!” Zavallı kadın, önce çocuğun sırtındaki yaraları gördü. Sonra kıçından akan kanı gördü. Ve en son olarak, metrelerce uzanan, adeta bir yol oluşturmuş kan izini gördü.
Koşarak çocuğu kucağına aldı. Hemen arabanın arka kapısını açtı ve çocuğu oraya yerleştirdi. “Sakın uyuma, olur mu?” dedi kadın. Hemen sürücü koltuğuna geçti, u dönüşü yaparak geldiği yöne doğru döndü. Arabanın hız limitini denemek için güzel bir fırsat olmalıydı. İstikamet, en yakın hastaneydi.
* * *
“Seni lanet olasıca!” diye bağırdı Kuyashi. “Sana ellerini havaya kaldırmanı söyledim!”
Kızıl saçlı, bakımlı, yaşına göre oldukça güzel görünen zarif kadın, ellerini yavaşça kaldırarak oğluna baktı. “Kuyashi, lütfen sakin ol!” bir an duraksayarak ekledi, “Allex nerede?”
Bu sorunun ardından oğlu daha da ciddileşip kendisine silahı daha tehditkar bir şekilde kıpırdattı. Kadın, artık emindi. Oğlu pisliğin tekiydi.
“Böyle bir zamanda bile onu mu soruyorsun! Seni aşağılık sürtük! Ölmeyi gerçekten de hak ediyorsun!”
Kadının gözlerinde acı vardı. Hüzün vardı. Anne içgüdüleri herhangi kötü bir şeyin olduğuna dair sinyal çakıyordu. “Hiç kimse ölümü hak etmez.” dedi önce. “Ne yaptın ona?” diye ekledi.
Kuyashi’nin dudağı iki yana kıvrıldı. İki yakın arkadaşı, Usagi ve Carl, Kuyashi’nin hemen arkasında, kadının birkaç metre ilerisindeydi. Oturma odasındaydılar. Televizyondan onları trans haline sokmuş bir müzik yükseliyor, bir yandan da tüm perdeler ve pencereler kapatıldığından dolayı yaratılmış kasvetli havanın etkisi, baygınlık geçiriyormuş gibi hissetmelerine neden oluyordu.
Kuyashi pis pis sırıttı. “Zavallı piç, altımda bir orospu gibi inliyordu. Sanırım sikimin tadı hoşuna gimişti.” Sağlam bir kahkaha patlattı. “Nerede olduğunu bilmene gerek yok. Yalnızca şunu söyleyeyim, öldüğüne yüzde yüz eminim. Her şeyi göze aldım. Seni de öldürüp ülkeden kaçıyorum. Kimsenin beni bulamayacağı bir yere.”
Kadının gözlerinden bir damla yaş döküldü. “Neden? Neden bunları yapıyorsun? Eline ne geçe...”
Kadın daha fazla bir şey söyleyemeden, iki kaşının ortasına bir magnum kurşunu girdi. Kan, kadının kafasının arka tarafından, kurşunla birlikte çıktı.
Hemen orada öldü.
* * *
İki gün sonraki akşamüstü, Allex gözlerini bir hastane odasında açtı. Yanında onu kurtaran kadın vardı, hastane sandalyesine oturmuş onu inceliyordu. Kuyashi ve iki arkadaşı ise şu sırada, sahte kimlik ve pasaportlarla birlikte gittikleri Kanada’daki yeni evlerinde oturmuş, poker oynuyorlardı. Her iki ülkede de, deli gibi yağmur yağıyordu.
“Sonunda uyandın” dedi kadın parıldayan gözlerle çocuğa bakarak. Siyah, omuz hizasında kesilmiş kıvırcık saçları ve iri çerçeveli gözlükleriyle, tam bir üniversite öğrencisi havası veriyordu. Zayıftı.
“Hayati tehlikeyi atlattın.” dedi kadın yumuşacık sesiyle. “Çok derin bir yaran olmadığı için şanslısın.” O an için tek istediği çocuktan bir şeyler öğrenmekti. Ama bunun için daha erkendi. “Burada bekle” dedi. “Gidip doktorlara uyandığını söyleyeceğim.”
Burada beklemek mi? Çocuğun zaten bir yere gidemeyeceği barizdi.
Kadın hastane odasının kapısından çıkarak, iki dakika sonra yanında iki polis ve bir doktorla geri döndü.
“Ah, uyanmışsın!” dedi beyaz üniformasıyla tipik bir doktor görünümü kazanmış, saçları hafif kelleşmiş ve temiz yüzlü adam. “Bugün uyanacağını tahmin ediyorduk. Şanslısın ki ağır bir yara almamışsın. Bu gördüklerin polis. Sana birkaç soru soracaklar.” diyerek sözlerini tamamladı.
“Adın ne çocuğum?” diye söze atıldı ihtiyar bir adam. Polis kıyafeti giyiyordu. Beyaz gür saçlı, hafif kirli sakalı olan, sevecen yüzlü bir adamdı. Gülümsüyordu.
“Allex, efendim.”
“Soyisim?”
“Yondama efendim.”
“Kaç yaşındasın Allex Yondama?”
“Dört buçuk efendim.”
Adam bir kahkaha patlattı. Şimdi bir o kadar daha içten gülüyordu. “Demek dört buçuk yaşındasın Allex Yondama.” Derin bir nefes alarak konuşmasına devam etti. “Kötü bir olay yaşadın küçüğüm. Ama bize babanın adını söylersen, ailene haber vereceğiz. Ve seni almaya gelecekler. Garip, bu isimde biri için hiç kimse kayıp ilanı vermedi.”
Adamın yanındaki daha genç ve muhtemelen daha amatör polis hiç konuşmuyor, arada bir saatine bakıyordu. Kısa siyah saçlı, ciddi bir yüze sahip, genç bir oğlandı.
“Babamın adını bilmiyorum, efendim.” Dedi Allex. Pür dikkat adamlara bakıyordu.
Polis bir an şaşırarak çocuğa baktı. “Bir insan hiç babasının adını unutur mu genç oğlan! Ölmüşse bile ismini biliyorsundur? Her neyse. Annen de mi yok? Kiminle kalıyorsun?”
“Annemle efendim. Adı Marien Yondama.”
“Marien Yondama?” polisin yüzü ciddileşti. Bir an afalladı, sonra doktora baktı. “Doktor bey, iki dakika dışarıda görüşebilir miyiz?”
Doktor başını sallayarak dışarı doğru yönelen polisin peşinden gitti. Kapıdan dışarı çıkar çıkmaz, “Bu çocuğa neler oldu?” diye sordu. “Olay yerini inceledik. Çok fazla kan vardı. Hiç bir delil bulamadık. Profesyönel adamlardan bahsediyoruz.”
Doktor önce derin bir soluk aldı, sonra konuşmaya başladı. “Tecavüze uğradı. Tecavüze uğrarken de, işkence yapılmış bir yandan. Bunu sadece sırtında bıçak izleri olmasından anlıyoruz. Belli ki ikisi aynı anda oldu. Kafasını sıyıran bir de kurşun izi var. Belli ki iş bitince çocuğu öldürmeye çalışıp başaramadılar. Çocuğun karnındaki yaralar ise daha çok süründüğü için olmuş olmalı. Ama şu an sağlıklı.”
“Bahsettiği kadın,” dedi polis üzgün bir şekilde. “Geçen gün öldürüldü. Çocuğun tecavüze uğradığı gün. Babasını da tanımadığını söylüyor. Bu işte bir bit yeniği var. Ona tecavüz eden ve annesini öldüren kişi aynı olmalı. Bu aileden intikam almak isteyen biri. Şu an her şey çözüldü.”
“Çözülen nedir polis bey?”
“Çocuğun bir de abisi vardı. Abisi ortalardan kayboldu. Kaçırıldığını düşünüyorduk ama, şüphe uyandırıcı bir durum var. Marien Yondama’nın kocası 13 yıl önce ölmüştü. Bu çocuk ise sadece 4 yaşında. Kadın o tarihten sonra hiç evlenmediğine göre…” bir an duraksadı. “Aklıma bir sebep geliyor ama bu büyük bir trajedi olurdu. Abisinin, annesinin piçini öldürmek istemesi çok muhtemel. Bir sebepten dolayı annesini de öldürüp ülkeden kaçmış olabilir.”
Doktor, adamın aklına hayran kalmıştı.
“Tecavüz eden kişinin abisi olup olmadığını, bir tek çocuk söyleyebilir.” diyerek sözlerini tamamladı polis.
“Peki söylese ne olacak?” dedi doktor şüpheyle. “Belli ki kimsesi yok. Onun için ne yapacağız?”
“Neyse ki bu tip durumlar için çocuk esirgeme kurumları var.”
Başka bir şey söylemeden içeri yöneldi. Sert adımlarla çocuğun yanına doğru yürürlerken, toprağa vurmaya devam eden yağmurun şaplak sesleri gelmeye devam ediyordu. Çocuğun yanına bir sandalye çekip oturarak, “Bana neler olduğunu anlatabilir misin?” diye sordu. Vakit kaybetmemeye çalışıyor gibiydi.
“Olanları hatırlamıyorum” dedi Allex. Hatırlamamak mı? Bu bir yalandı. Sonuna kadar hatırlıyordu.
Polis Doktora dönüp manasızca baktı.
“Bu tip trajedilerden sonra çocuklar hafızalarının o bölümünü silebiliyorlar. Bu psikolojik bir savunma mekanizmasıdır.” diye yanıt verdi doktor.
Polis, çocuğa baktı. “Sana bunu yapanların kim olduğunu bilmiyor musun? Bunu mu söylüyorsun?”
“Evet efendim.” dedi Allex. Sebepsizce abisini koruyordu.
“Anladım.” diye yanıtladı adam. “Pekala, aklına bir şey gelirse polislere bildirmeni istiyorum. Bu artık polisin davası.” Yanındaki diğer polise de seslenerek, “Gel Sarochi” dedi. “Gidiyoruz.”
Kalktılar ve çıkışa doğru yöneldiler.
“Ben ne zaman çıkıyorum? Annem gelecek mi?” diye seslendi arkalarından, Allex. Ama çocuğun sorularını duymazdan gelen polisler, hızla uzaklaştı. Kötü haberi onlar vermek istememiş olmalıydılar. Bu işi, doktora bırakmışlardı. Ve tahmin ettikleri gibi, soruyu cevaplayan, doktor oldu:
“İki güne kadar çıkarsın.” dedi doktor. “Annen maalesef artık bizlerle değil. Onun yerine yeni arkadaşlar edinebileceğin, başka çocuklarla tanışabileceğin bir yere gideceksin.” dedi.
“Hayır!” diye yanıtladı Allex. Yüzünde bir bıkkınlık ve üzüntü vardı. “Başka arkadaş istemiyorum. Annemi istiyorum!”
Doktor önce Allex’i kurtarıp hastaneye getiren kadına, sonra yeniden Allex’e baktı. Kadınla uzun bir süre konuşulmadığı için suçlu hissetmişti. “Onunla ilgilendiğiniz için teşekkürler” dedi doktor. “Hala onunla kalmak istiyor musunuz?”
Kadın başıyla onaylayarak doktora gülümsedi. Fakat gözlerindeki yaşı gizleyemiyordu. Doktor bunun üzerine yeniden Allex’e döndü. “Bu fikre hemen alışamayabilirsin evlat. Ama başka seçim şansın yok. Annen öldü ve abin kayıp.” Arkasını dönerek çıkış kapısına doğru yürüdü. “Üzgünüm…”
Ve çıkıp gitti.
Allex, kendisine kızarmış gözlerle bakan kurtarıcısına döndü. "Ölmek mi? Ölünce ne oluyor?" dedi.
Fakat kadın yanıtlamadı. Bu, çok ağır bir soruydu. Onu aşardı.
Hala yağmur yağıyordu ve bir şeyler ters gitmekteydi. Her gün ölümler gören doktor için ölüm, alışılmış bir durum olsa da, Allex hala ölümün keskinliğinden haberdar değildi. Ölümle, ilk kez o gün tanışıyordu. Yine dua etmeye başladı. Çok fazla dua ederse, Tanrı’nın ona annesini getirteceğine inanıyordu.
Kimse gelmedi…